Cemil ARSLAN

29 Ekim 2008

KÜRESEL KAPİTALİZM ÇÖKÜŞ SÜRECİNİ YAŞIYOR

Hemen her gün, döviz fiyatları tavan yapıyor, fiyatlar sürekli artıyor, ekonomik göstergeler dibe vuruyor, iktisadi yapılanmalar hiç ama hiç umut vermiyor. Bir avuç mutlu azınlık giderek zenginleşiyor, fakirler ise tam tersine açlığın ve yoksulluğun pençesinde kıvranıyor, amansız ve dramatik bir hayat mücadelesi veriyorlar. İnsanlıktan nasibini alamamış kapitalistler ise, bu durumdan servetlerine servet katma hesabı yapıyor. 

Tüm dünya halkları, kapitalist ve emperyalist sistemin çöküşünü hayretle izliyor. İnsanlığa hiçbir şekilde saadet, selamet ve bereket getirmeyen, dünyamızı adeta bir kâbus haline dönüştüren, dünyayı her türlü fitne, fücur ve fesada bulaştıran, insanlığı mahveden bu sistemin çökmesi yahut kendiliğinden yok oluş sürecine girmesi gayet doğal bir olgudur.

 

Daima insanlığı ezen, yeryüzü coğrafyasını sömüren, sudan bahanelerle savaşlar çıkartan, insanları giderek açlığa ve yoksulluğa mahkûm eden, naçar bırakan bir düzenin (daha doğrusu, düzensizliğin) bitişini seyretmekteyiz.

 

Emperyalizm; “Güçlü bir devletin, ekonomik yardımda bulunma, modernleştirme, uygarlaştırma v.b. olumlu gerekçelere dayanarak, müspet görüntüler altında -gerçek yüzünü saklamak suretiyle- 'geri kalmış' ya da gelişmekte olan ülkelerin yeraltı ve yer üstü zenginliklerini sömürme, onları ekonomik ve siyasal açıdan kendisine bağımlı hale getirme, çaresiz, çözümsüz, bitkin ve etkisiz bırakma süreci”dir.

 

Bu şekilde tanımlayabildiğimiz bir sistemin ya da yapılanmanın, dünya gezegeninde müspet izlenimler bırakması, açlık ve yoksulluk açmazına çözüm getirmesi, insanlığa herhangi bir kurtuluş reçetesi sunması elbette mümkün değildir.

Ekonomik kriz içerisindeki bankaları kurtarmak amacıyla 1 trilyon dolar civarında yardım yapan Batılı ülkeler ve yandaşları şayet bu yardımın yarısını Afrika ülkelerine yapmış olsalardı bugün Afrika’nın açlık sorunu büyük oranda çözülmüş olacaktı. Bilakis, insanlığın felaket içerinde kıvranması, dramatik bir hayat sürdürmesi, insani duygulardan nasibini almayan kapitalistlere büyük bir haz veriyor, hoyratça hoşnut oluyorlar. 

İşsizlik çığ gibi büyüyor, beslenme, barınma ve sağlıksız yaşam problemi insanları biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan yıkıma uğratıyor, işyerleri birer birer kapanıyor, ekmek tekneleri boşalıyor, her geçen gün işsizler ordusuna yenileri katılıyor. Müslüman olduğunu iddia eden toplumlar veya devletler ise, yaşanan süreç karşısında çözüm bulmak yahut fikir üretmekte dahi aciz kalıyorlar.  

 

İslam’ın emir ve tavsiyelerini ciddiyete almayan, bunu kendisine bir hayat nizamı olarak benimsemeyen, yaşantısıyla bütünleştirmeyen veya tüm varlığıyla özdeşleştirmeyen halkların pratik çözümler üretebilmesi, alternatif teoriler sunabilmesi imkânsızdır ve ortaya koymuş oldukları görüş ve yaklaşımlar da hayal mahsulü olmaktan öteye gitmemiştir.

 

Sonuç itibarıyla; sadece tek bir insanın başına dahi bir felaket gelse, diğer insanlar mutlaka o insanın problemiyle, açmazıyla, sıkıntısıyla ilgilenmekle, duyarsız kalmamakla, paylaşmakla, hassas olmakla, çareler ve çözümler bulmakla mesul kılınmışlardır. Çünkü bu durum; tüm Müslümanların ve hatta tüm insanlığın en temel fıtri karakteristik özelliklerindendir, olmazsa olmaz nitelikleri arasındadır.