Cemil ARSLAN

03 Mayıs 2011

NASIL BİR SİYASET ve TOPLUM MODELİ?

Türkiye’de özellikle son günlerde, seçimler dolayısıyla tüm toplumsal kesimlerin dikkati siyaset mekanizması veya yönetim olgusu üzerine yoğunlaşmaktadır. Daha çok “reel politik” bir kavramsal süreç etrafında şekillenen siyaset anlayışı, yeni bir siyaset modeli ve algısı oluşturamadığı gibi toplumsal sorunların etkin bir şekilde gündeme getirilmesinde ve çözümünde maalesef etkisiz ve yetersiz kalabilmektedir.

Özeleştiri yapmayan, tarihi gerçeklerden dersler çıkarmayan, geçmişiyle yüzleşmeyen ve geçmişten tarifi imkânsız bir övünç kaynağı duyan, geleceğe dönük uzun dönemli stratejik plan ve projeler üretemeyen toplumlar ve devletler, sorunlara hiçbir zaman kalıcı formüller bulamadılar. Sadece günü kurtarma adına birçok siyasi, sosyal veya ekonomik düzenlemeyi uygulamaya koydular. Genellikle, siyaset mekanizması toplumun ortak hak ve menfaatlerini korumaktan ziyade torpil, adam kayırmacılık, iş takibi, tayin, terfi, v.b olumsuz icraatların merkezi haline dönüştü ve bu menfi durum bir türlü önlenemedi.

Ak Parti sürecinde yine geçmişten devralınan popülist politikalar, hamasi nutuklar, ayağı yere sağlam basmayan politikalar, itaat kültürü, “kutsal devlet” algılayışı, düzenin işleyişine karışmama v.b olumsuzluklar aynen devam etti. Hatta günümüzde sorgulama, eleştirme, analiz etme, sistemle hesaplaşma, düzenin kutsallarına dokunma v.b insanlarımızın, özellikle İslami kesimin bütün olumlu refleksleri çoğunlukla rafa kalktı. Geleceğe dönük tüm perspektifler, idealler, hayaller, beklentiler hatta ütopyalar yok oldu. Siyaset mekanizması, duyarlı insanları ve Müslümanları kendi çarkları etrafında önce pasifize etti,  sonra sisteme entegre etti, daha sonra da tümüyle öğüttü.

Artık Müslüman zihin sosyal/siyasi hadiselere karşı ciddi anlamda bir çözüm üretemiyor, elle tutulur/gözle görülür bir reaksiyon sergileyemiyor, daha doğrusu kendini ifade etmekte acziyet gösteriyor, dolayısıyla dünyada ve Türkiye’de yaşanmakta olan tüm olaylara karşı müspet anlamda bir direnç gösteremiyor.

Sorunlara karşı gerçekten hassasiyet gösteren, yazıp çizen, eli kalem tutan, araştıran, sorgulayan, çeşitli eylemlerle görüş ve düşüncelerini ifade eden sınırlı sayıdaki halis niyetli kişilerin, örgütlenmelerin sesleri de ister istemez cılız çıkıyor, genele yayılmadığı için de mevcut beklentileri karşılamıyor.

Türkiye ve dünya eksenindeki sorunları tartışmak, gündeme taşımak, insanların bu konulara dikkatini çekmek bir yana; neredeyse yanı başında oturan komşusunu dahi tanımayan, komşusuyla etkileşim/iletişim kurmaktan kaçınan, insanlardan ve insani değerlerden giderek uzaklaşan, kendini yalnızlığa mahkûm eden, dünyevi idealleri benimseyen ve bunu bir “yaşam felsefesi” haline dönüştüren, egoist, duyarsız, etkisiz ve tepkisiz bir “kişilik/kişiliksizlik modeli” son zamanlarda giderek yaygınlaştı.

Geleneksellikle modernleşme/çağdaşlaşma ikilemi ve olgusu içerisinde ne yapacağını bilmeyen, sürekli bocalayan, çırpınan, çırpındıkça batağa sürüklenen, olumlu duyguları körelmiş, sinir sistemleri iğdiş edilmiş, dünyanın tüm sosyal/siyasi çalkantılarına, zorluklarına, modern erozyonlarına karşı dayanıklı olmayan bir “insan tipi” ve “toplumsal bir yapı” egemen oldu. 

Kendi paradigmasını yitiren, kimlik ve kişilik buhranı yaşayan, kendi ideolojisini, davasını ön plana çıkarmaktan utanç duyanlar, değer ve normlarını tezahür etmekten kaçınanlar, en küçük bir rüzgârda dahi adeta “kâğıttan bir kule” misali sağa sola savrulanlar, alçaklık/aşağılık kompleksinin etkisinden bir türlü kurtulamayan toplumsal grupların, yapılanmaların/örgütlenmelerin, sistemlerin başarıya ulaşmaları olanaksızdır.

Yaşadığımız dönemde, hakikaten ciddi manada savrulmalar oldu. Müslüman kesim, tembelleşip kendi kabuğuna, iç dünyasına, inzivaya(!) çekildi ve sisteme ayak uydurdu, sistemin kutsallarıyla barışık oldu ve maddi kaygılardan öte başka bir şeyi tanımaz oldu. Artık, oturduğu yerden henüz kalkmaya bile tenezzül etmeden sayısız fetvalar üretmeye başladılar, rüyalarında cennetlerde dolaşmaya başladılar ve hayal dünyaları asla hayatın somut gerçekleriyle örtüşmedi.

 Dünyadaki hiçbir olumsuzluk, İslami kesimi örgütlü, planlı, projeli ve geniş katılımlı bir tavır almaya yöneltmedi. Geçmişte İslami kesime akıl verenler, sözde ideologlar,  edebi/hamasi nutuklar atanlar, ön plana çıkanlar, sözde kanaat önderleri bir anda sus pus oldular. Bunların büyük çoğunluğu, tarifi imkansız duygusal/psikolojik ve toplumsal bir travma içine girdiler. Kendi benliklerini yitirdiler, sosyal kimlik/kişilik kaybı yaşadılar.   İktidara sahip olma ve iktidarı paylaşma, dünya nimetlerine hâkim olma ihtirası, ideal bir gelecek tasavvurunun olmayışı, ekonomik kaygıların hemen her şeyin önüne geçmesi, Müslümanların giderek zenginleşmesi, abdestli kapitalizm sürecinin artış göstermesi ve toplumda yoğunlaşması olumsuz faktörler arasındadır.

Ak Parti süreci mevcut siyaset kurumunun açmazlarını, sorunların çözümünü, muhafazakârlık, geleneksellik, modernleşme gibi toplumun temel problemlerini algılama biçimi bakımından Müslümanlar açısından kayıp teşkil ettiği söylenebilir.

Keza tüm devlet kurumlarda serbest olması gereken başörtüsü sorunu bir türlü çözülemedi, temel hak ve özgürlükler konusunda gerekli düzenlemeler yapılamadı, düşünce özgürlüğü önündeki engeller kaldırılamadı, eğitimde toplumun ihtiyaçları ve beklentilerine uygun düzenlemeler icra edilemedi.

Toplumsal yapıyı tehdit eden eğitimsizlik, hoşgörüsüzlük, basiretsizlik, bencillik, ihtiraslar, hak ihlalleri, hırsızlık, kapkaç, harama teşebbüs, sapık eğilimler, yıpranmış aile içi ilişkiler, sınırsız ve sorumsuz kazanç fikri, kapitalist/liberal beklentiler yoğunlukla ve çoğunlukla bütün olumlu anlayışları gölgeledi, perdeledi ya da yerle bir etti.

Sonuç itibarıyla; sistemi/siyaset mekanizmasını zorlamayan, alternatif metotlar sunamayan, çağın şartlarına münhasır gelişmeleri takip edemeyen; sadece gündelik çıkarlarını düşünen, kendi gemisini kurtarmaktan öte başka bir plan/proje üretemeyen hiçbir ülke yahut toplum modelinin başarılı olduğu tarihin hiçbir döneminde görülmemiştir. Siyasi iktidara iş yaptıracak, onu harekete geçirecek, katalizör görevini, sorumluluğu üstlenecek olan da bütün korku, saplantı ve kaygılarını yenebilen baskı grupları ve her türlü toplumsal örgütlerdir.

Örgütlü hale dönüşemeyen, kendi yapılanmasını tamamlayamayan bir oluşumun tavır ve tutumları varsayım, iyi niyetli çalışmalar veya teoriden öteye gidemez