Hikmet ERTÜRK
DÜRÜST ADAM, HIRSIZ ÜLKE
Gazete başlıkları Tunus’taki halk isyanından sonra Mısır’da da halk isyanının başladığını söyledi. Bu bölgelerde sancılı bir dönem başlıyor. Artık kaba saba bir şekilde insanları kandırma dönemi sona erecek gibi. Geçmişin hırsızları, halklarını uyuşturacak yeni hal çarelerinde anlaşmış gibi görünüyorlar.
Dilerseniz tümüyle benzer görünmese de bir hikâye ile şuandaki dönen olayları tahlil edebiliriz.
Herkesin hırsız olduğu bir ülke varmış, ama istisnasız herkesin. Gece olunca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanına alır ve komsusunun evini soymaya gidermiş. Gün doğarken geri döndüklerinde yüklerini alırlarmış. Ama her seferinde kendi evlerini de soyulmuş bulurlarmış. Ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalar ve bu dolaşım son kişi ilk kişiden çalana kadar sürermiş.
Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Gece olduğunda, çanta ve fenerle dışarı çıkmaktansa evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş. Hırsızlar geldiğinde evde ışık yandığını görüp soymak için içeri girmezlermiş. Ve bu durum bir süre devam edince, ahali bir konunun açıklığa kavuşmasını istemiş:
“Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya hakkın yok.” demişler.
Bunun üzerine dürüst adam, geceleri evinden çıkar, fakat hiçbir şey çalmaz, döndüğü zaman evini hep soyulmuş bulurmuş. Adamın bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek tek bir şeyi kalmamış ve ülkeyi terk etmek zorunda kalmış.
Daha iyi soygun yaparak zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zengin fakir ayrımı giderek çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için polis teşkilatı ve hapishaneler kurmuşlar ve kendi mallarının çalınmasını yasa dışı ilan etmişler.
Fakat yoksulların mallarını çalmak hala serbest(miş). Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalmış. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise soyacak kimse kalmadığı için servetlerini yitirmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Ancak dürüst adamın evine gittiklerinde sadece yerde yazılı bir kâğıt varmış. Kâğıtta şunlar yazıyormuş: “Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa her şey için çok geç olmuş demektir…”
Gerçekten de eğer bir halk uyuyorsa onları uyandırmak çok kolaydır. Fakat bu halk uyumuyor da uyuyormuş gibi yapıyorsa ne yapsanız da bu halkı uyandıramazsınız. Çünkü bu numaracılar, zalim zengin sınıfla iş birliği yapmış hain bir sınıftır.
Bu işler hep böyle olageldi. Fakir halkın vergileri ile kurdukları batıl sistemlerini yönetemeyen bu azgın zengin güruh maalesef içimizden çıkmış birilerine bu teklifi götürdüler. Çok acınası bir durumdur ki bu teklifler bir iki istisna dışında hep kabul gördü. Keşke bizim dürüst adamlarımız da o kâğıtta yazılan sözü söyleyebilselerdi.
“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa her şey için çok geç olmuş demektir…”
Bizler sadece dürüst olduğumuz için aranmamalıyız. Bağlısı olduğumuz ilahi sistem kendi hevalarından kurdukları bu batıl sistemlere alternatif bir sistemdir. Ve biz illa da çağrılacaksak kendi ilahi sistemimiz kabul görmeli. Bu halk ve bu halkı yıllardır sömüren müstekbirler ilahi olan bu sistemde yaşamayı kabul etmeliler. Bizler de bunun dışında hiçbir tercihi kabul etmemeliyiz. Çünkü bu dürüst adamı arayanlar yine hırsızlardan ibaret, beceriksiz hazırcı kimseler. Bu dürüst adama ülkelerini yönetme hakkı ve bol para karşılığında tekrar eski sömürü düzenlerini kuracaklar. İşte bizler hep bu dişlinin çarklarında onların sistemlerinin onarıcıları olarak kalmaya devam edeceğiz.
Aslında bu mazlum halklar işi daha başından kaybediyorlar. Dürüst kimseler olarak görüp kendilerine gelen bu hırsızlar; “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını bir şey yapmaktan alıkoymaya hakkın yok” dediklerinde evinin soyulmasını böylece dışarıda durup seyretmemeli idiler.
Bizler çoğunluğun; “Ya hırsız olacaksın bizim sistemimize katılacaksın ya da bizim yaptıklarımıza ses çıkarmayacaksın” tekliflerine sıcak bakamayız. Yunus (a. s.) misali bulunduğumuz ortamımızı, bölgelerimizi de terk edip kaçamayız. Kaybettiğimiz şeyi kaybettiğimiz yerde aramak/bulmak zorundayız.
Asıl olan, güçlü olan bizleriz. Bizler yerlerimizi terk ettiğimiz, olmamız gereken yerde olmadığımız için bu zulüm sürüyor. İnanın Musalarımız Tur dağından indiğinde bu halkımızı biraz Musa’nın dilinden/Kur’andan birazda hevalarından uydurdukları dünyalıklardan katarak kandıran Samiriler yok olacaktır. İnşallah bu dönemde Mısır ve Tunus gibi ülkelerde olan değişimleri doğru okuyabiliriz. Bu değişimler İslami olmasa da bizlere öğretebileceği dersler bulunmaktadır.
Her şeyden önce halklar güçlüdür. Haksızlıklara karşı birlikte karşı koymak isterlerse buna kimse karşı koyamaz. Fakat bu olaylarda Müslümanların halklarını yönetmekte çok beceriksiz oldukları gözlemlendi. Siyasi bir basirete sahip değiller. Diğer aktörler olmasa yine her şeyi ellerine yüzlerine bulaştıracaklar. Olaya bu yönden bakılırsa Müslümanlar siyasi yönetim kabiliyeti olan diğer aktörlerin çok gerisinde görülüyorlar. O yüzden savuna geldikleri düşüncelerini iktidar yapamıyorlar. Halkların tercihi de Müslümanlardan yana olmuyor.
Duamız odur ki, Yüce Allah toplumumuza aziz İslam’ı bağışlasın. Bu yolda bizlere güç ve feraseti bahşetsin. Fakir ümmetimize adil bir paylaşımı kolaylaştırsın. Kendi gücümüzün farkına varmayı nasip etsin inşaallah.
Selam ve Dua ile…