Hikmet ERTÜRK
EBU LEHEB’İN ELLERİ KURUSUN!
Ebu Leheb, Peygamberimizin amcasıdır. Muhammed Esed’in mealiyle; "İğrenç söylentilerin taşıyıcısı" olan karısı da Ebu Süfyan’ın kız kardeşi Ümmü Cemil’dir.
İşte Rabbimiz bu aileyle ilgili buyuruyor ki:
1-Ebu Leheb’in iki eli kurusun ! Ve kurudu da.
2-Malı da kazandıkları da kendisine hiçbir yarar sağlamadı.
3-O şiddetle Alevlenen bir ateşe girecektir.
4-Karısı da ona odun taşıyacaktır
5-boynunda bükülmüş iplerden bir halatla...Yukarıdaki ayette geçen "iki el" mana olarak Ebu Leheb’in kendi toplumu içerisindeki güç ve otoritesinin simgesidir. Bu aile Mekke’de statü sahibi, varlıklı bir aile idi. Dünyaya dair elde ettikleri geçimlikleri sayesinde ayrıcalıklı bir konumdaydılar. Elleri diğer insanların söylemlerini, davranış ve yaşam biçimlerini değiştirecek kadar güçlü durumdaydı. Bu kazanımları neticesinde şekillenen yönetim anlayışı, daha rahat bir yaşam, kendi konumlarını ve yaşamlarını meşrulaştırma, toplumun diğer unsurlarını daha fazla korkutma ve onların karşı gelme duygularını caydırma odaklı gelişmiştir. Öyle ki bu rahat yaşam tarzı, ihtişam ve güç, toplumlarında söz sahibi olma, onları çıkarları doğrultusunda yönetme hırsı, fakir, zavallı halklarının emeklerinin sömürülmesi üzerine kurulmuştur. İşte bu tek bir aileyi mutlu eden düşünce sistemi ellerinde yeterince maddi varlıkları olmayan fakir halkı çok güç durumda bırakıyordu. Ancak bu insanlar ilk mesajlarla birlikte kendilerine hiçbir karşılık beklemeksizin değer veren, onların dertleriyle ilgilenen, ekmeğini paylaşan, kendileriyle aç kalan, üzüntülerine ortak olan yeni bir lider anlayışıyla da tanıştılar. Daha önce duydukları kelimelerin yeni, farklı anlamları olduğu bilgisiyle karşılaştılar. Bu kavramlar onlara farklı özellikleriyle yeni tanıştıkları Rableri için ölümü kuşanmayı, direnmeyi öğretti. Mutluluğun maddi olanla değil ahlaki değerlerle inşa edileceğini öğrendiler. İşte elleriyle her yere uzanan, insanlar üzerinde söz sahibi olan Ebu Leheb’in bu güçsüz topluluğa hiçbir zaman sözü geçmedi, parası, gücü, otoritesi onlar üzerinde etkili olmadı. O dönemin hiçbir maddi güce sahip olmayan Müslümanları o güçlü eli kuruttular. Hepsi öteki kardeşinin mutluluğunu tercih etti, hepsi birbirleri için güven unsuru oldu. Mekke'de ölüm korkusuyla iç içe idiler ve yalnızdılar, ne var ki yalnızca Rablerinin sözlerine ve birbirlerine sarılarak ayakta kalacakları bilincini kuşanmışlardı. Rableriyle bire bir irtibat halinde olan kutlu önderleri onların kurtuluş rehberiydi ve ölünceye kadar sevgi besleyecekleri, destek olacakları, sevgilerini ufak bir kazanca, anlaşmazlığa değişmeyecekleri bir sevgi topluluğunu oluşturdular.
Çağımız Ebu Leheb’lerine karşı tavırlarımızda sorunlar yaşadığımız bir gerçek. Sergilememiz gereken net tavrın onlar tarafından bizlere karşı sergileniyor olması şaşırtıcı da olsa yadsınamaz bir vakıa. Bu çok güçlü eli kurutan, etkisiz kılan, bu güce karşı meydan okuyan iman sahiplerinin özelliklerini yaşantımıza aktaramadık. Kendilerine sınanma aracı olarak verilen geçimlikleri sahiplenen, lüks yaşamları için israfta bulunan bu zengin sınıfın ellerinin kurutulması, vahyi doğru anlamlandıran Müslümanların önceki sorunlarını bir kenara bırakarak Kur'ani doğrular çerçevesinde kardeşler olmaları ile mümkün olmuştur. Burada bizlerin göstermesi gereken tavırdan bahsedilirken, şimdilerde bizlerin kuruyasıca ellere karşı tavır takınması bir yana, hakim sınıfın kendi dünyevi ideolojisi doğrultusunda bizlere karşı nasıl net tavır sergilediğini görmekteyiz. Müslüman etiketli kimi birey ya da toplulukların sözü edilen zihniyete yaranma refleksleri ise son derece utanç verici bir durumdur. Yapmamız gereken şey onların beslendiği yanlış söylem ve davranışlarımıza son vermektir, kesinlikle tevazu göstermemeli, açık ve kararlı bir şekilde düşünce ve davranışlarını, diğer bir ifadeyle yaşam biçimlerini onaylamadığımızı hissettirmeliyiz. Onlara hayran olmadığımızı anlamalarını sağlamalıyız, onların dünyaya dair elde ettikleri kazanımların bizler üzerinde etkili olmasına izin vermemeli, davranışlarımızla statü ve kazanımlarına daha da değer verici tavırlar segilememeliyiz. Maddi güçleriyle her şeye ulaşabilmeleri ve işlerini mevcut duruma göre herhangi bir şekilde (gerektiğinde cebir ve baskı ile) yürütüyor olmaları ellerine geçirdikleri imkanlarla azanların hayat tarzı haline gelmiştir. Bu zihniyet kendisinden alt seviyedekileri nesneleştirerek işlerinin yürütülmesi bakımından araç olarak gören bir bakış açısına sahiptir. İlahi olana gerçek manada iman edemedikleri için onları hayata bağlayan yegane şey maddi güçlerinden dolayı başkaları tarafından beğenilme, takdir görme duygularıdır. Bu insanların ellerinden mallarını mülklerini alsanız onlardan geriye hiçbir şey kalmadığını görürsünüz. Çünkü devamlı surette maddi olan yanlarıyla bizlerle ilişkide bulunmaktadırlar. İşte Rabbimiz kendilerini beğenmiş bu zengin sınıfa karşı geliştirmemiz gereken davranış tarzını Tebbet suresinde bizlere bildiriyor ve bize onların ellerini kurutmamızı öğütlüyor. Elde ettikleri maddi imkanların uygulama alanı bizleriz, bizler izin vermediğimiz sürece elde ettikleri dünyevi imkanların gücü olmayacaktır. Haliyle sorgulamamız gereken şey gayet açıktır: O dönemdeki Müslümanların karşı duruşlarını sergileyebiliyor muyuz? Bütün dünyadaki fakir ve sömürülen, aç kalan insanların kurtuluşu için gerekli olan maddi kaynakları kontrol altına alan günümüz Ebu Leheb’lerine karşı net bir duruşumuz var mı? Bu servetleri elde etmiş Müslümanların mevcut otoritenin mustazafları dışlayıcı istekleri karşısında servetlerini koruma endişesi taşımaksızın bu söz konusu istekleri reddedebilecek onurlu davranışları mevcut mu?
Bizler öyle bir kaynaktan besleniyoruz ki gerçek manada iman ettiğimiz takdirde bu kaynağın bize aşılayacağı düşünce ve davranış şeklini kırabilecek hiçbir beşeri el yoktur. Göreceksiniz ki kıymet vermediğimiz zaman Ebu Leheb’ler zenginliklerinden aldıkları hazzı kaybedecekler. Öyle ki söz konusu zihniyetin tüm yaşam yakıtı elde ettikleri ihtişama duyulan ilgidir. Güç ve para, harcanabilecek satın alınabilecek bir şeyler varsa sahibini değerli kılar. Bu iş yaptırabiliyor olma ve ötekini satın alma gücü, ellerinde güçleri olmayanların bir araya gelmeyi, güçlerini birleştirmeyi başaramamalarından dolayıdır. Eğer Ebu Leheb ve diğerlerinin malları ve sahip oldukları imkânlar gerçekte tesirli olsaydı çocuklarını yanlarında tutmayı başarabilirlerdi. Ama başaramadılar, onların evladlarından birçoğu Muhammed’in(S) yanında ebedi dirilişe koştu. Bizler için epey karmaşık bir hal almış günümüz cahiliyesinde Ebu Leheb’lerin ellerini kurutmak hiç de kolay gözükmüyor. Yani onların statülerine, bizlere bir şeyler kazandıracağını umduğumuz faydalarına kayıtsız kalmak... Üstelik onların hakim oldukları ticari ortamlarda rızık endişesi taşıyorsak görünen resmi tersine döndürmek oldukça zor gözüküyor. Anlaşılacağı üzere bu etkileyiş bizlerin davranışlarındaki tutarlılıkla, iyiye olan inanmışlığımızda gösterceğimiz inatla ve sürekliliğimizle alakalıdır. Çağdaş Ebu Leheb'lerin başkalarını düşünmeyen, paylaşımdan uzak zenginliklerine kıymet vermeyerek etkisizleştirme bilincimizi geliştirebiliriz. Bu lanetli düşüncenin sömürüye gidiş yollarında kullandığı vasıtalar yakıtını bizim emeklerimizden almamalı. Ellerini, kanlarımızı bedel sayabileceğimiz ebedi kardeşlik ve bir arada olma arzumuzda kurutalım, etkisiz kılalım ve iyiye dönüştürelim. En kısa zamanda net tavırlar sergilememizi kolaylaştıracak direniş azığımızı kazanma endişesi taşıyarak Ebu Leheb ve avanesinin bizlere karşılıksız iyilikte bulunmasına izin vermemeli, böyle bir zorunlulukla karşılaşmaktan mümkün olabildiğince sakınmalıyız. Böyle bir durumda talebimiz sadece emeğimizin karşılığı olarak hakkımızı istemek olmalı. Ayrıca güç ve iktidar sahiplerinin ellerinde bulundurdukları imkânlarda gözümüzün olmadığını, zenginliklerinin ve otoritelerinin bizlere herhangi bir etkisinin olamayacağını ortaya koyan tavırlar sergilemeliyiz. Tercihimiz kırık dökük de olsa Müslümanların evlerinde barınmak, onların fakir sofralarına misafir olmak olmalı. Unutmayalım ki, bu lanetli zihniyetin yaşam felsefesi kendilerini sahip oldukları araçlara dönüştüren, diğer bir ifadeyle nesneleştiren ruhsuz kimlikleri ön plana çıkarmakta. Ancak her ne olursa olsun bizler cehennem ateşinin yakıtı olan bu lanetli zihniyetin teklif ettiği ücretler karşılığında dinimizi pazarlık konusu yapmayacağız. Onların dünyaya dair elde ettikleri kazanımlara değer vermediğimizde onlardan geriye hiçbir şey kalmayacak ve bu ilgisizlik onlar üzerinde kaçınılmaz olarak toplumsal bir baskı oluşturacaktır.
O halde yapmamız gereken şey Rabbimizin telkinlerini dikkate alarak hiçbir zalim zengin elin bizleri yönetmesine, üzerimizde söz sahibi olmasına, emeklerimizi sömürmesine müsaade etmemek olmalıdır. Bundan sonra bizlere düşen tek şey fakir ellerimizi birleştirmektir. Şeytanın adımlarını takip etmeden, ayrılığa düşmeksizin dünyanın lüks ve ihtişamını ellerinde bulunduranlarla yalın ayaklı kardeşlerimiz arasındaki tercihimizi tereddütsüz olarak mustazaflardan yana yapmalı ve Allah’ın bizler için seçtiği yaşam biçimini eksiksiz bir biçimde ortaya koymalıyız. Duamız odur ki: "Eğer Allah bizlere de dünyevi zenginlik nasip eder ve bizler de mallarımızı davamız için kullanmaktan çekinip kendi adımıza sahiplenerek Ebu Leheb'in davranışlarını sergilersek, karşımızda tavrını net bir biçimde ortaya koyan, kötülükten yana uzanan iki elimizi kurutan, gerektiğinde bizimle kardeşliklerini noktalayan mustazaflar hep yanımızda olsun.
En emin olana emanet olun. Selam ve dua ile...