Cemil ARSLAN

26 Mart 2007

EĞİTİM SİSTEMİNİN TEMEL PROBLEMLERİ

EĞİTİM SİSTEMİNİN TEMEL PROBLEMLERİ

 

            Eğitim, en temel meselelerimizden birisidir. Eğitim alanında yeterli önlemleri almayan, eğitim için kalıcı yatırımları yapmayan, eğitimi hayatî bir hadise olarak algılamayan, kavramayan ve bireylerini ideal bir eğitim sürecinden geçiremeyen toplumların yeryüzü coğrafyasında  herhangi bir önemi, değeri ve prestiji olamaz.

            Ne yazık ki, eğitim sistemimizin içinde bulunduğu sorunlar gün geçtikçe -kartopu gibi- artarak büyümektedir.

            Eğitimdeki temel problemleri çözmek yerine daha çok basit/gölge problemlerle uğraşıyoruz. Yine eğitimde kalıcı reformları gerçekleştirmekten ziyade günü kurtarmak adına sıradan birçok icraatla, kurgulayıcı faaliyetlerle ve halkçı/kamufle söylemlerle kendimizi avutmaya çalışıyoruz.   

Öğrenciler arasında yapılan bir ankette öğrencilerin büyük çoğunluğunun vermiş olduğu cevaplar gerçekten ilginç ve trajediktir. Bu ankete göre;“öğrencileri suç işlemeye yönelten iki etken vardır:

1) Aile kurumunun fonksiyonunu yitirmesi,

2) Manevi değerlerin dejenere olması.”

Bu faktörler üzerinde derinlemesine düşünmek, hataları düzeltmek, eğitim kurumuna sil baştan çeki-düzen vermek, mantıklı ve makul çözümler bulmak gerekir.  

            Genel yapı itibarıyla; sorunu kökten çözmek için yapılması gereken acil eylem politikaları maalesef karşımıza çıkmamakta, daha doğrusu; “eğitim olgusu” ciddi bir konu/problem olarak algılanmamaktadır. Temel amacımız; mutlak surette eğitimde “ideal olanı; kaliteyi, verimliliği ve standardı” yakalamak olmalıdır.

            Eğitime ayrılan bütçe her ne kadar birinci sırada yer alsa da, taşradaki eğitim kurumlarımızın birçok önemli problemi halledilebilmiş değildir. Yani nereye el atsanız, sıkıntılar ve açmazlar ufkumuzu daraltmakta, kaos ve saplantılar zihinlerimizi sarsmaktadır.  Neticede bu tür sorunlar, beyinlerimizi tarumar etmekte ve sinir sistemimizi tümüyle çökertmektedir.

Hele bir de Ankara’dan uzaklaştıkça “sorunlar yumağı” daha da katlanarak büyümektedir. Birçok köyümüzde veya yerleşim birimimizde öğrencilerin ders gördüğü ortamlar içler acısı niteliktedir. Yol sorunu, ulaşım sorunu, temizlik sorunu apayrı bir sorunlar manzumesidir. Buna bir de oldukça yoksul ve sefil aileleri ilave ettiğimizde sorunu dile getirecek söz bulmak gerçekten çok güçtür.

            Sorun, hepimizin en temel meselesi olmalıdır. Ama kimse problemi derinliğine incelemek ya da problemin kaynağına inmek istemiyor. Olayları yüzeysel/sathi değerlendirerek adeta yumuşak bir geçiş yapıyor, kendisini kandırıyor, evlatlarının geleceğini kararttığının idrakinde bile olmuyor.

Keza herkes mutlaka üzerine düşen sorumluluğun bilincinde olmalı, çocuklarının sorunlarıyla ilgilenmeli, çıplak gerçeklere sırtını dönmemeli, yanlış yapanları uyarmalı ve olumsuzluklara karşı “bilinçli tepki” veya “aktif direnç” mekanizması geliştirmelidir.

 

Eğitimdeki Temel Sorunlarımız:

 

·        Rehberlik hizmetlerine gereken önemin verilmeyişi. Öğrenci, her şeyden önce sadece maddi (biyolojik, fiziksel) bir varlık olarak kabul edilmemelidir. Doğal olarak, öğrencinin de kendine özgü alışkanlıkları, duyguları, tavırları, sosyal beklentileri ya da davranışları söz konusudur. Bunun içindir ki, her insan “biyolojik, psikolojik ve toplumsal bir varlık” olarak kabul edilmeli; bireyin psikolojik ve sosyal/manevi  tarafı asla ihmal edilmemelidir. Bu ihmalin de onarımı/tadili mevzubahis olamaz.

·        Öğrencilere çağın gereklerine uygun eğitim ve öğretimin verilemeyişi, katı ve  kuralcı sistemin eğitimin önünü tıkaması, ahlâki ve dinî değerlerin aktarılmayışı.

·        Eğitim ve öğretimdeki fiziksel imkânların yetersizliği. Teknolojik araç ve gereçlerin yetersiz olması ya da hiç olmayışı.

·        Eğitim çalışanlarının ekonomik ve sosyal olanaklardan önemli ölçüde yoksun olmaları. Bu gün, eğitim çalışanlarının birçoğu ikinci bir iş yapmak zorunda kalmıştır. Eğitim faaliyeti dışında ikinci bir işle uğraşıldığı takdirde bu durum, ister-istemez eğitimdeki verimliliği düşürecektir. Dolayısıyla eğitimcinin bütün faaliyetlerinin sadece eğitime ya da öğrencilerine yönelik olması mecburidir.

·        Sınıflardaki öğrenci sayısının oldukça fazla olması nedeniyle kalabalık sınıfların eğitimdeki kaliteyi düşürmesi.

·        Aşırı bürokratik ve merkeziyetçi anlayışın eğitimin hemen her alanında görülmesi ve yaygınlaşması. Merkezi eğitim anlayışı belirli bir ölçüde terk edilmeli, eğitimde yerelleşme sağlanmalı; sorunlar yerinde tespit edilmeli, çözüm mekanizmaları yerel platformda gerçekleştirilmelidir.

·        Öğrencilerin, öğrenci velilerinin, sivil toplum kuruluşlarının alınacak kararlarda ve uygulanacak yöntemlerde yer almalarının sağlanması gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, uygulamada istenilen neticenin ve verimin sağlanabilmesi mümkün değildir. Karar mekanizmalarına farklı birim ve organlar dâhil edilmediği zaman ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçların başarıya ulaşma şansı ya hiç yoktur ya da çok azdır.

·        Mesleki ve teknik eğitime önem verilmesi, meslek liselerinin önünün açılması, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, ÖSS’deki çifte standardın kaldırılması şarttır.

·        Memur ve hizmetli kadrosunda çalışan personele öğretmenlere verilen bazı ekonomik ve sosyal haklar verilmeli; örneğin; yılda bir defa verilen eğitim-öğretim tazminatı hizmetli ve memurlara da verilmelidir. Bu durum; eğitimde birliğin, bütünlüğün, uyum ve eşgüdümün sağlanması açısından son derece önemlidir.

·        Üniversiteler YÖK tekelinden, baskısından ve tasallutundan kurtarılmalı, tamamen özerk bir yapıya kavuşturulmalı, bilim, düşünce ve teknolojinin geliştirildiği ana merkezler haline dönüştürülmeli, üniversitelerimizde araştırma ve üretime ağırlık verilmeli, “başörtüsü sorunu” acilen çözümlenmelidir.

·        Köy okullarında görev yapan personel için mutlaka iyileştirme ve kırsal için özendirici çalışmalar yapılmalıdır.

·        Okullarımızda son zamanlarda şiddet kol gezmekte, çeşitli suç çeteleri cirit atmaktadır. Öğrencilerimizin ve öğretmenlerimizin can güvenliği kalmamış, eğitim sistemimiz öğrencileri topluma kazandırma konusunda yetersiz kalmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı, velilerimiz, öğrencilerimiz ve öğretmenlerimiz hep birlikte bu konu üzerinde ehemmiyetle düşünmeli, tartışmalı ve ortak çözüm metotları üretmelidir. Müşterek değerler etrafında birleşmek, iç dinamiklerimizi bütünleştirmek ve harekete geçirmek mecburiyetindeyiz.

Sonuç itibarıyla; tümüyle iflasın eşiğine gelen, tükeniş sürecine giren bir eğitim olgusuyla, gerçeğiyle yahut sistematiğiyle karşı karşıyayız. Bunun içindir ki; sorunları  sadece günü-birlik çözüm usulleriyle, basit söylem ve eylemlerle geçiştirmek yerine; meseleyi kökten çözebilecek, eğitim kurumuna yeni bir misyon ve vizyon kazandırabilecek radikal adımlar en kısa zaman diliminde mutlaka atılmalıdır.    

            Metin Alpaslan, Umran Dergisi’nin Ocak 2006 sayısında aynen şu görüşleri aktarıyor: “Bir insan öğütme makinesi gibi çalışan mevcut eğitim sistemi, millet evladının beynini yiyen canavar gibi. Mevcut eğitim sistemiyle gençlik diri diri toprağa gömülüyor. Uyuşturucu kullanma yaşı 11’e inmiş. İslam dışı bir hayata özendirilen gençlerde misyon ve ideal yok artık. Koyu bir cehalet ve köksüzlük anaforuna yuvarlanan gençlik, bu ülkede neye inanıp neye inanmayacağını bilemez hale gelmiştir.

            İrtica geliyor diye yaygara yapıp kandırdıkları gençleri, çığ gibi büyüyen alkol, uyuşturucu ve suç bataklığına atarak köklerinden kopardılar.

            Üniversite gençliği arasında yapılan bir ankete göre; gençliğin yüzde 75’i bu ülkede yaşamak istemiyor. Artık “bu memlekette yaşanmaz” sözü gençlik arasında sıklıkla duyulur hale gelmiştir. Ülkesi ile insanları arasındaki en hayati bağ olan “aidiyet bağı” silinmektedir.”    

            Özetle açıklamak gerekirse; eğitim sistemimizin bu fotoğrafı aynı zamanda ülkemizin genel ekonomik, sosyal ve siyasi tablosunu da yansıtmaktadır. Bugünkü mevcut zihniyet yapısıyla, politik algılayışla ve bakış açısıyla eğitimde hiçbir meselenin çözülebilmesi mümkün değildir. Bu yüzden dolayıdır ki, sorunları sadece bir eğitim sorunu olarak değil; Türkiye’nin genel bir açmazı olarak görmek, değerlendirmek ve çözüm yolları bulmak zorundayız.

İlk önce, “zihniyet” problemi ortadan kaldırılmalı; eğitime bakış açısı değiştirilmeli, mevcut beyinler yenilenmeli veya daha etkin/verimli perspektifler geliştirmelidir.

Bunu yapmadığımız zaman; ne ekonomik alanda kalkınabiliriz, ne de sosyal ve siyasi alanda herhangi bir ilerleme kaydetmemiz söz konusu olabilir…