Cemil ARSLAN
ERGENEKON ÖRGÜTÜ MUTLAKA ÇÖKERTİLMELİDİR
Türkiye’nin gündemi özellikle son günlerde “çeteleşme” olgusuyla sarsılmakta ve atmosfer alt-üst olmaktadır. Köşeye sıkıştırılan çeteler, can havliyle sağa-sola hücum etmekte, “toplumsal kutuplaşma” sürecini hızlandırma gayreti içinde ortamı germektedirler.
Aslında, sözüm ona bu “devletçi” (daha doğrusu; derin devletçi) görünümündeki çeteleşmenin varlığı Osmanlı Devleti’nin son dönemlerine dayanmaktadır. İrtica yahut mürteci yaftasını sürekli olarak sloganlaştıran, Müslümanları devamlı kötüleyen, fitne, fücur ve fesadın her türlüsünü sergilemekten asla imtina etmeyen, devletçiliği kimseye bırakmayan, konjöktüre göre kimlik ve kişilik değiştiren bu gayri meşru yapılanmaların belirli bir ideolojisi, terminolojisi, argümanı, sosyal değerleri, insani kriterleri v.s katiyen mevzu bahis değildir.
Bu örgütlenmeler; bazen siyasal parti, dernek, vakıf, sendika, meslek odası gibi sözde sivil toplum örgütleri; bazen de adı-sanı, varlığı dahi belli olmayan gizli örgütlenmeler olarak karşımıza çıkarlar. Ama daima gündeme damgasını vururlar, ekmediği yerden biçmeye çalışırlar, halka hep tepeden bakarlar, haram-helal kesinlikle gözetmezler. Devletin ve toplumun kaynaklarını tarumar etmekten, soyup-soğana çevirmekten, milleti kandırmaktan kaçınmazlar.
İşte; “Ergenekon Terör Örgütü” de bu sıraladığım özelliklerin tümünü varlığıyla özdeşleştirmiştir. Eğer Türkiye, hukuk devleti olduğunu ispatlamak veya gerçekleştirmek istiyorsa mutlaka bu yapılanmayı kökten yok etmek zorundadır. Hükümet, bu noktada asla geri adım atmamalı, bu kişilerle diyalog içine girmemeli, çetelere karşı en küçük bir tolerans dahi göstermemelidir. Çünkü bu örgüt hemen her işe ve ortama bulaşmış, devletin bazı kilit noktalarına sızmış, adı bazen faili meçhul cinayetlere karışmış, rüşvet, yolsuzluk, iltimas v.b ahlaksız suçları işlemiş, adeta “devlet içinde devlet” konumuna gelmiştir. Toplum bu örgütlenmelere karşı daha hassas olmalı, hukuksal alanda bazı yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
Yine, bu oluşumlara karşı çok daha ağır ceza-i müeyyideler uygulanmalı, kimseye ayırım yapılmamalı, halka güven verilmeli, her türlü suç niteliğindeki eylemler kesinlikle karşılıksız bırakılmamalıdır. Burada, suçun kapsamı yeniden belirlenmelidir. Örneğin; düşünce suçları kesinlikle af kapsamına alınmalı, din ve vicdan özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı, dini inanç, görüş ve eylemlerden dolayı kimseye ceza-i yaptırım uygulanmamalıdır.
Türkiye’de güven ortamı sağlandığı, devletin asli görevlerini icra ettiği, yolsuzluk, rüşvet, adam kayırmacılık, torpil gibi mekanizmaların sonlandırıldığı yahut minimum düzeye indirgendiği, halka tepeden bakılmadığı ve halkın kutsal değerlerinin küçümsenmediği, ipe-sapa gelmez yaftalamaların yapılmadığı, “çamur at, izi kalsın” saplantısının bulunmadığı, iftira, dedikodu v.b. söylentilerin olmadığı bir ortamda, suç çetelerinin, vampirlerin, yeraltı eşkıyalarının, gizli örgütlenmelerin, derin devletçilerin v.b her türlü asalakların varlığı ister-istemez kendiliğinden sona erecektir.
Bu vasatta, herkes mesuliyetinin bilincinde olmalı, taşın altına elini koymalı, sorumluluğu başkalarına atmamalıdır. Halkın gerçek gündemine inilmeli, gerçek sorunlar çözüme kavuşturulmalıdır. Bu çerçevede de; en başta başörtüsü zulmü ortadan kaldırılmalı, imam hatiplerin önü açılmalı, her türlü çifte standarda son verilmeli, bölgeler arasındaki gelir dağılımı uçurumu kaldırılmalı, etnik farklılıklara, farklı söylem ve eylemlere tahammül edilmeli, “tek tip insan modeli” algılayışından vazgeçilmeli, toplumsal tahammül sosyal ve siyasi hayatın tüm alanlarına nüfuz ettirilmelidir…