Mustafa ATAV

17 Şubat 2011

FARKLI DÜŞÜNMEK SOSYAL AYRIŞMA MI GEREKTİRİR?

Merak ediyorum..

Farklı biliyor ve düşünüyoruz diye bu dünyada birbirlerine tavır alanlar, selamı sabahı kesenler, umulur ki cennete gittiklerinde de acaba benzer tavrı mı sergilerler?

“Orası cennet, Hakkın adaletinin, şefkat ve şefaatinin yani rızasının yani O’nun vaat ettiği her türlü güzelliğin bizatihi tecelligahı.. Hiç öyle şey olur mu?” diye haklı tepki gösterenler, e hadi sorgulasınlar kendi benlerini o zaman..

Niye bu dünyada şöyle düşünüyorsan böylesin, böyle söylüyorsan şöylesin; şucusun, bucusun diye birbirlerini tefrik ederler; tefrik etmekle kalmayıp tekfir sadedinde kavramları muhataplarına niye yakıştırıverirler? Neden, hangi amaç ve gaye uğruna her geçen gün birbirlerini ama kadim kültürden ama nevzuhur kavramlarla tanımlayarak bölüm bölüm bölünürler de anlamak için çaba göstermezler?

Yoksa iman edip Müslümanlığımızı deklare ettikten hemen sonra bir iş, bir görev olarak mı verildi birbirimizi parça pincik etmeler; hatırdır, gönüldür demeden kırıp dökmeler?

Mücahede ve mücadele denilen şeyler birbirimize mi yöneliktir; işimiz gücümüz birbirimizle didişmek, birbirimizle itişmek midir?
 
Baştan söyleyeyim, muhatabım “Ben de Müslümanlardanım” diyenler..

İslam, Din denilince tüyleri diken diken olanlar; Müslümanlara, inandıkları değerlere açıkça savaş bayrağı açanlar ve bu agresifliklerini her vasat ve fırsatta sergileyenler değil..

Sözüm Müslüman kardeşlere, İslam düşüncesini söz ve eylemleriyle örneklendirmeye çalışanlara..

Bunun için çaba göstermeyi kendine dert edinmişlere..
 
Daha önce de dile getirmiştim: Faraza, dese ki Rabbimiz bize, “Alın size cennetim, yer beğenin kendinize!” diye, inanın orayı bile dar ederiz birbirimize!

Cenneti bile parsel parsel eyler; ayrı mahallelerde baskı uygulamanın derdine düşeriz..

Ve yine fırsat verse Rabbimiz, “hadi dökün içinizi” deyiverse bize, “Onu, şunu, bunu niye koydun cennetine? O şöyleydi, bu böyleydi; öteki bunu savunuyor, diğeri şunu iddia ediyordu” diye etimiz budumuz nedir, sınırımız nereye kadardır demez (haşa) isyan ederiz..
 
Farklı bilinecek ve tabiatıyla farklı düşünülecek elbette; ki zaten bu önlenebilir bir şey de değildir..

Laik kesimlerin, Kemalistlerin, gayr-i İslami algı sahiplerinin tep tipçilik dayatmalarına haklı olarak karşı çıkanlar ve onu inanç ve düşünce özgürlüğünün, ifade hürriyetinin önünde engel görenler, kendi kabulleri için, kendi aralarında hangi hak ve yetkiyle tep tip düşünme formülasyonu önerebiliyorlar ki?
 
Âcizane tavsiyem, ukalalık görmesin hiç kimse...

İslami düşünceyi referans alan dostlar akıllarını başlarına devşirsinler..

Yıllardır şikayet edip durdukları kesimlerin davranış modlarını içselleştirmekten ve onları neredeyse metot haline getirmekten derhal vazgeçsinler..

Birebir aynı düşünmüyoruz diye Müslümanlarla, alnı secdeye gelenlerle yollarını ayırmasınlar..

Hatta zarar vermedikleri, söz ve eylemleriyle hakaret etmedikleri ve insan tabiatına zaten ters olan “öteki” muamelesi yapmadıkları sürece diğer ideoloji sahipleriyle de..
 
Bilinsin ki sosyalleşmek bu değildir, İslam düşüncesinin paylaşımı ve tebliğ metodu ise hiç değildir; Hz. Muhammed örnekliğinde bu tarz davranışların zerresi yoktur ve o, canına kastedilene kadar müşriklerin arasında yaşamış, onların emanetini teslim almış; nasıl emin olunur, nasıl Müslüman olunur fiilen örneklendirmiştir..

Garip kaçsa da söylemeliyim: Kendisi gibi bilmiyor, kendisi gibi birebir düşünmüyor diye eşinden, çocuklarından, ana babasından yani ailesinden vazgeçmeyenler, onları terk etmeyenler, dostlarından, arkadaşlarından, kardeşlerinden de vazgeçmemeliler..

Ortada tevhit- şirk, hak-batıl kavgası yoksa eğer; cana kast, cana suikast niyeti aşikâr değilse şayet; İslam literatürüne göre din, akıl, can, mal, nesil emniyetine halel getirecek düşünce ve davranışlar söz konusu değilse evvel emirde, ayrışma ve bölüşme neden?
 
Malum..

Kadim İslam kültürü..

Onlarca ameli ve itikadi mezhepler,  tarikatlar, felsefi disiplinler, hizipler, cemaatler ne derseniz deyin; ister beğenin, ister beğenmeyin zengin mi zengin.. Doğrudur, maksat asla uygun olanı sahiplenmektir. Hurafe, sapkın kabulleri ayıklamak, Hz. Muhammed’in bizatihi örneklendirdiği Dine tabi olmaktır esas olan; ama bunun için okumak, bunun için araştırmak, çaba göstermek de olması gerekendir.

Lakin bilenlerle, alimlerle, iddia sahibi olanlarla, samimi gayret ortaya koyanlarla teati de yaparak; istişare ve meşveret ortamları oluşturarak; edep ve usulünce, erkânınca hırgür çıkarmadan, itişip kakışmadan, Müslümanca, dostça, kardeşçe tartışarak ve gerekirse eleştirerek ve eleştiriye tahammül ederek; tabii ki “öteki” kılmadan, tabii ki karşı cephe oluşturmadan..
 
Vakıa odur ki görünen bu değil..

Her gün yeni bölünmeler, yeni ayrışmalar yaşanıyor..

Yok, öyle değil diyenler, madem öyle İslam düşüncesi adına bunca cemaat, bunca tarikat, onlarca vakıf, yüzlerce dernek, bir dolu sivil toplum kuruluşlarının ne’liğini izah etsinler..

Hayırda yarışmak içinse bütün bunlar, kavga şart mı, didişmek olmazsa olmaz mıdır?

Yazılı ve görsel medyaya bakın, sanal alemde mebzul miktarda birbirine muhalefet edenler, hem de en şedidinden..

Yazılar, yazılara düşülen yorumlar savaş ve gerilim filmlerinin replikleriyle bezenmiş..

Hakaret ve sövgüler havalarda uçuşuyor..

O yüzden derim ki İslam ahlakı ve erdeminden dem vuranlar sorgulasınlar kendilerini, başkalarına değil kendilerine lazım İslamın edep ve terbiyesi..
 
Uzağın yakın olduğu, bilgi edinme ve paylaşımının olabildiğince kolaylaştığı bir vasatta hem de geçmiş kavimlerin dini ve siyasi kavgalarını eleştiren bizlerin bu yapıp etmeleri yerli yerincedir diyen varsa beri gelsin..
 
Ne demiştim, insanlar farklı bilir, farklı düşünebilirler..

Ki burada kasıt Müslümanlardır..

Bu gayet doğaldır ve engellenebilinecek bir durum da değildir..

Çünkü öğrenmek aşamalı bir süreçtir yani okuduklarımızı, duyduklarımızı içselleştirmek ve pratiğe koymak bir insan ömrüne karşılıktır..

Vahyin yirmi üç yılda tamam olması da bunun delilidir.

Ve iman etmenin, Müslüman kalmanın gereğini samimi ölçülerde ortaya koyanlara Rabbimiz yardım edecektir, vaadi bu yöndedir, aksini iddia etmekse vahyi mesaja terstir..

İsyanda kararlı olan ve kıyamete kadar mühlet verilen de bellidir ve bir Müslümanın onun tuzaklarına, hile ve desiselerine düşmemesi için yardımcı olan Rabbimizdir, iman etmedeki kararlılığıdır..
 
Madem durum böyledir, farklılıkları kaşımak, kavgaya, hırgüre sebep olmak, ayrı mahalleler kurmak veya aynı mahallede baskı oluşturmak yerine, birbirimize şefkatle, merhametle, dostça, kardeşçe, halisane niyetlerle yaklaşmamız olmazsa olmazdır..

Aksi halde hesabımızın zor olacağı kesindir…

Aksini iddia edecek olanlar varsa Kur’an okusunlar efendim..