Hikmet ERTÜRK

28 Haziran 2012

FAUST

"Faust, Goethe’nin neredeyse tüm yaşamı boyunca yazarak tamamladığı bir yapıttır. Urfaust adıyla onsekiz yaşında başladığı oyunu, Faust I ve Faust II adıyla iki büyük bölüm halinde yazarak seksen üç yaşında ölümünden kısa bir süre önce bitirebilmiştir.

Oyunun başkahramanı Faust, felsefeyi, tıbbı, doğa bilimlerini, teolojiyi araştırmış, gençlik ve olgunluk çağını yeryüzünün sırlarını çözmek için tüketmiştir. Faust’un bu arayışı Şeytan’ı (Mefistofeles) rahatsız etmektedir. Çünkü pek çok insanı felaketlerle yok etmesine, pek çok insanı dünyasal hazlarla uçuruma düşürmesine karşın, yeryüzündeki Faust adındaki doktor, akıl ve bilgi ile kendisine direnmektedir. Tanrı’dan Faust’u doğru yoldan çıkarmak için izin isteyen Mefistofeles, onun bunalımlar içinde olduğu bir gece karşısına çıkar ve Faust’a dünya hazlarını vaad eder. Bir iddiaya girerler. Mefistofeles, onun bilgi hastalığından kalbini kurtaracak, yaşatacağı en güzel hazlar karşısında Faust ’Dur ey zaman, ne güzelsin!’ diyecek olursa iddiayı Mefistofeles kazanmış olacaktır. Mefistofeles, Faust’u gençleştirir ve ona aşk duygusunu tattırır. Faust, bu duyguyu sadece Gretchen adlı genç bir kızdan çok ötede Helene idealine kadar hissedecek, ama her şeye karşın Mefistofeles’e beklediği cevabı vermeyecektir.

Goethe, Faust’un konusunu çok eski bir öyküden almıştır. Şeytanla bahse giren insanoğlu teması önceki yüzyıllarda da birçok öyküye ve oyuna konu olmuştur. Goethe’den önce birçok yazar tarafından defalarca işlenmiş bir konu olan Faust, daha önce de usta bir İngiliz yazarı olan Christopher Marlowe (1564–1593) tarafından Doktor Faustus adıyla işlenmiştir. Aynı konudan hareket etmelerine karşın iki oyunun olay örgüsü çok farklı biçimde gelişir ve sonuçlanır. Marlowe, Faust’u şeytanla girdiği anlaşmayı kaybeden biri olarak ele almıştır. Oysa Goethe Faust karakterini Şeytan Mefistofeles’e yenilmeyen bir insan olarak incelemiştir. Goethe, Faust’unda evrensel bir insan tragedyası yaratmıştır."(*)

Tüm bu konuları okurken, hiç çekinmeden caka satarak bu kitaplardan söz eden arkadaşları hatırladım. Bu tarz klasikleri okurken çok çağdaş, ilerlemeci insan olduklarını sizin gözünüze sokmaya çalışırlar. Aslında bu kitapları doğru düzgün ders almak cihetiyle de okumuyorlar. Amaç taraflarını belli etmektir. Yani gerici olmadıklarını ispat etmektir. Reklâm böyle güzel yapılınca, kamuoyu da böyle güçlü oluşturulunca tabi ki bu tarz şeyleri okumak moda haline geliyor. Okunmasına karşı değilim, dersler çıkartılabilir fakat bu başka kültürlerin, dini inançların küçümsenmesine dayanak yapılamaz. Üstelik de kendi kültürlerinden uzak bu kimseler bu yapıtları okurken çok öncelerden bu yapıtların daha orijinallerinin ellerinin altındaki inanıyoruz dedikleri kitaplarında daha orijinal bir şekilde anlatıldığından haberdar değildirler.

Haydi sizleri bu konuların anlatıldığı muhteşem bir yapıt olan Sad Suresine götürelim.

41- (Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyüb’ü da an. O Rabb’ine "Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azab verdi" diye seslenmişti.

42- Biz de ona "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su " dedik.

43- Ona bizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine bir ibret olarak ailesini ve onlarla beraber bir eş daha bağışladık.

44- Ey Eyyüb: "Eline bir demet sap al, onunla vur, yeminini bozma" demiştik. Gerçekten O çok sabırlı bir kulumuzdu, daima Allah’a yönelirdi

Hz. Eyyüb’ün kıssası ve sabrı dillere destan olacak kadar yaygınlık kazanmıştır. Öyle ki, bu sınama ve sabır insanlık tarihinde eşsiz bir örnek olarak yad edile gelmiştir. Yalnız bu konuya da, nezihliğini gölgeleyecek Yahudi efsaneleri (İsrailiyat) karışmıştır. Bu kıssa ile ilgili olarak ileri sürülebilecek en güvenilir anlayış, Hz. Eyyüb’ün Kur’an-ı Kerim’de de ifade edildiği gibi Rabb’ine yönelen iyi bir Allah eri olduğudur. Yüce Allah O’nu bir sınavdan geçirmiş, O da güzel biçimde sabretmişti. Öyle anlaşılıyor ki, Hz. Eyyüb’ün sınanması, bütün malını, ailesini ve sağlığını aynı dönemde yitirmesi şeklinde olmuştu. Fakat O, buna rağmen Rabb’ı ile bağını gevşetmedi, O’na güveninden bir şey kaybetmedi ve ilahi takdirin her şeyine gönül rızası ile katlandı.

Şeytan bu dar günlerinde Hz. Eyyüb’e vefakâr kalan bir avuç dostları (ki bu dostlarından biri de eşiydi) aracılığıyla bir takım kötü telkinlerde bulundu. "Eğer yüce Allah Hz. Eyyub’u sevseydi, onun başına bunca belayı yağdırmazdı." Şeklinde ki, sözler ile şüphe yaymaya çalıştı. Hz. Eyyub’un dostları da bu sözleri onunla konuşuyorlardı. Bu ise Hz. Eyyub’u uğradığı sıkıntı ve belalardan daha fazla üzüyor, rahatsız ediyordu. Bu şeytani telkinlerden bazılarını eşi kendisiyle konuşurken dile getirince Hz. Eyyub, eğer Allah’ın izniyle sağlığına kavuşursa bu eşine bir söylentiye göre sayısı yüz diye bilinen belli sayıda dayak atacağına yemin etti.

Bu sırada Hz. Eyyub şeytanın eziyetlerine ve dostlarını kandırarak onları etkisi altına alışına karşı uğradığı sıkıntıları Rabb’ine şikâyet etti. Bu eziyet kendisini ciddi boyutlarda etkiledi.

"Doğrusu şeytan bana yorgunluk ve azab verdi diye seslenmişti."

Yüce Rabb’i onun doğruluğunu, dürüstlüğünü ve gösterdiği sabrı, şeytanın manevralarından duyduğu nefreti ve onlara kanmadığını görünce rahmetini ona ulaştırdı. Sınanmasına son verdi, sağlığını geri verdi. Ayağı ile yere vurmasını, oradan serinleten bir kaynağın fışkıracağını, onunla yıkanıp suyundan içmesi halinde sağlığına kavuşacağını ve yaralarının iyileşeceğini bildirdi.

"Biz de O’na; "Ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içilecek soğuk bir su dedik."

Ve Kur’an’a Kerim buyuruyor ki;

"Ona bizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine bir ibret olarak ailesini ve onlarla beraber bir eş daha bağışladık."

Bazı rivayetlerde deniyor ki, yüce Allah O’nun önceki çocuklarını diriltti. Ve onlar kadar daha verdi. Ayetin açık anlamından yüce Allah’ın O’nun ölen çocuklarını dirilttiğine dair bir açıklama yoktur. Ayetin anlamı şöyle de olabilir: Hz. Eyyub sağlık ve mutluluğuna tekrar dönünce sanki yok olan ailesi tekrar etrafında kümelendi. Bunlara ilave olarak ilahi korumanın, rahmetin ve ikramın bir cilvesi olarak başkaları da O’na verildi. Bunlar akıl ve anlayış sahipleri için güzel bir anı niteliğindedir.

Burada kıssaların sunuşlarında önemli olan, yüce Allah’ın sınavdan geçirdiği kullarına, sabrettikleri ve onun hükmüne gönülden razı oldukları takdirde, nasıl büyük lütuf ve ihsanlarda bulunduğunun tasvir edilmesidir.

Hz. Eyyub’un eşine dayak atma yeminine gelince; yüce Allah O’na ve O’nu korumaya çalışan, göğüsledikleri sınamaya sabreden eşine merhametinden dolayı kolay bir çözüm göstermiştir. Hz. Eyyub’un yemin ederken belirlediği sayıdaki sopaları birleştirerek onların hepsiyle bir kere vurmasını emretmiştir. Böylece Hz. Eyyub, yemininin gereğini yapmış ve onu çiğnememiş olacaktı.

"Ey Eyyub! ’Eline bir demet sap al, onunla vur, yeminini bozma’ demiştik."

Bunca kolaylık ve onca ikram, Allah’ın erlerinden biri olan Hz. Eyyub’un musibetlere göğüs germesinin güzelce itaat edip ona sığınmasının mükâfatı olarak Rabb’i tarafından verilmişti.

"Gerçekten O çok sabırlı bir kulumuzdu; daima Allah’a yönelirdi."

 Bu kıssada Allah’a karşılıksız bağlanacak, davalarına sadakat gösterecek kardeşlerimiz için güzel dersler var. Eyyup Peygamber çok mal ve serveti olan birisi fakat servetinin çokluğu O’nu Allah yolundan alıkoymamıştır. Şam civarında yaşayan insanlara Peygamber olarak gönderilmiştir. Onları kula kul olmaktan vaz geçirip tek olan Allah’a kul olmaya davet etti. Yukarıdaki Kur’an ayetlerinden de anlıyoruz ki bu uğurda çok zahmetler çekmiştir. Malı, evladı ve bedeni ile imtihan edilmiş. Fakat inandığı değerlerden en ufak bir taviz vermemiştir. İnşallah Rabbimiz onun bu sebat üzere olan imanını bizlere de nasip eder.

(*) Kaynak: Wikipedia