Cemil ARSLAN

12 Mart 2007

GLOBAL EMPERYALİZM VE MODERN SÖMÜRGECİLİK

GLOBAL EMPERYALİZM VE MODERN SÖMÜRGECİLİK

 

Emperyalizm; “güçlü bir devletin ekonomik yardımda bulunma, modernleştirme, uygarlaştırma v.b gerekçelere dayanarak, bu tür görüntüler altında -gerçek yüzünü saklamak suretiyle- 'geri kalmış' ya da 'gelişmekte olan' diye tanımladığı ülkelerin yeraltı ve yer üstü zenginliklerini sömürme, onları ekonomik ve siyasal açıdan kendisine bağımlı hale getirme, çaresiz, çözümsüz, bitkin ve etkisiz bırakma süreci”dir.

Emperyalizmin yoğun baskıları, tehditleri, ablukaları, ambargoları, kin kusmaları, kurmaca dünyaları, sahte beyanları, akıl almaz senaryoları v.b menfi davranışları fakir ülkelerin toplumsal yapısını, ekonomik sistemini, politik yapısını ve ülkeler arası münasebetlerini olumsuz yönde etkilemiştir.

Yoksulluğun pençesinde kıvranan ve sistematik sömürgeciliğin en vahim ve en vahşi misallerini adeta iliklerine kadar yaşayan yoksul toplumların kendini bilmez, arsız ve onursuz bazı insanlarının yahut idarecilerinin ruhları ipotek altına alınmış, beyinleri parsellenmiş, iradeleri tescillenmiştir. Bu elit (!) tabakanın sarsılmaz temsilcileri; ekonomik ve teknolojik az gelişmişliğin yanı sıra aşağılık kompleksinin de etkisiyle iktisadi açıdan gelişmiş ülkelerin daha çok olumsuz olarak nitelendirilecek davranışlarını, tutumlarını, perspektiflerini, yaşam tarzlarını, paradigmalarını sanki yerleşik bir alışkanlıkmış gibi adeta bir eşantiyon edasıyla pervasızca kendi toplumsal yapılarına empoze etmekten de geri durmadılar.

Günümüz dünyasında gündemde önemli bir yer tutan globalleşme ya da küreselleşme süreci; kültürel/ekonomik/siyasi emperyalizmin yani küresel emperyalizmin önemli ve etkin  adımlarından birisini oluşturmaktadır.

NATO, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, G-8 v.b örgütlenmeler de evrensel emperyalizmin ayak oyunlarından veya sinsi tuzaklarından başka bir şey değildir.

Küreselleşme ya da modernleştirme bahanesiyle birçok ulusun doğal ve yapay gelir kaynakları acımasızca talan edilmiştir. Dolayısıyla bu yoksul ulusların kültürel mirası da yoğun ve kesintisiz baskılar, dayatmalar ve aldatmalar sonucu dejenere, demode ya da izole olmaya başlamıştır. Zamanla kendi kültürel değerlerine, tarihi mirasına, dini ilkelerine yabancılaştırılan, köklerinden, aidiyetlerinden ve dinamiklerinden koparılan ve sonuçta ihanete uğrayan bu toplumlar; kültürel açıdan olumsuz yönde etkilendikleri gibi ister-istemez ekonomik ve teknolojik açıdan da dışa bağımlı hale getirildiler.

Bu gün, önemli ölçüde petrol zengini olan bazı Arap ülkeleri teknolojik alanda, siyasi arenada oldukça tecrübesiz, beceriksiz ve geri kalmışlardır. Sadece petrol zengini olmak, yatıp-yuvarlanmak; teknoloji üretmemek, sanayi yatırımı yapmamak, istikbale yönelik insanları ideal bir eğitim sürecinden geçirmemek sorunları tamamen içinden çıkılmaz bir boyuta ve buhrana getirmektedir. Hammaddenin yanı sıra teknolojik transferin de mutlaka yapılması yahut ikame edilmesi gerekir.

Yeryüzü coğrafyasında ülkelerin birçoğu dış güvenliklerini (egemenliklerini) tamamen ABD’ye teslim etmiştir. Elbette bu siyaseti güden teslimiyetçi malum devletlerin küresel emperyalizmin küstah, bedbaht ve insafsız pençelerine düşmeleri, inim inim inlemeleri, bundan ağır maddi ve manevi bilânçolarla ayrılmaları gayet tabiidir.

ABD öncülüğünde adeta promosyon(!) gibi sunulan Yeni Dünya Düzeni (Düzensizliği) ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) de bu yaklaşımın temel adımlarından birisidir. Güya dünyaya yeni bir teknoloji, çağdaşlık, demokrasi veya medeniyet getirme iddiasında bulunan ABD’nin, şer odaklarının, dış patentli mihrakların gerçek hedefi; üçüncü dünya ülkelerinin doğal ve ekonomik kaynaklarını sömürmek, barbar, hunhar, gaddar veya gayri insani politikalarını meşru(!) kılmak, bu mağdur, mazlum ve masum milletleri kendilerine uşak ve yandaş yapmaktan başka bir şey değildir.

Ülkemizde İslam Dinini dünyevileştirmek isteyen seküler beyinler, Protestan anlayışlar, din adamı kılığına giren garip mahlûklar, kutsal dinimizi kendi kötü çıkar ve ideallerine alet etmek isteyen zavallı insanlar güruhu da küresel sermayenin, haçlı zihniyetinin veya emperyalist sistemin en namzet mümessilleridir.   

Küresel emperyalizmin veya vahşi kapitalist sistemin ülkemizdeki yılmaz bekçileri, satılık kalemşorlar, yerli işbirlikçiler, mason locaları, liboşlar, onursuz ve arsız kendini bilmez bazı insanlar fütursuzca ülkemizde cirit atıyor, düşmanlık tohumları ekiyor, insanlarımızı acımazsızca birbirine kırdırıyor, toplumsal birlikteliğimizi tehdit ediyor, sanki muzaffer bir asker gibi davranıyor ve sonuçta sadece kendisini kandırdığının farkına bile varmıyor. 

Sonuç itibarıyla; her milletin kendi kültürel değerlerini, normlarını, tarihsel mirasını, dini inanç ve ahlâk anlayışını kendi toplumuna iyi bir şekilde aktarmaları, eğitim politikalarını yeniden gözden geçirmeleri, radikal önlemler almaları, topyekûn zihinsel inkılâba tabi tutulmaları ve nesillerine ideal düzeyde eğitim-öğretim imkânı sunmaları gerekir. Bunun yanı sıra bilahare ekonomi ve sanayi hamlesi başlatmaları şarttır.

Ekonomik yapısını, teknolojik sistemini ve donanımını dış ülkelerin insafına, vicdanına ve insiyatifine bırakanlar, sosyal ve kültürel yönden de dışa bağımlı kalacaklardır. Bu yüzden dolayıdır ki; her ulusun ekonomisini, teknolojisini, sanayisini, maddi araç ve gereçlerini; kendine münhasır paradigmasını, argümanlarını, aidiyet duygularını, ahlaki ve dini bünyelerini, yaşam tarzlarını, dünya görüşlerini hemen her platformda koruması, kollaması, geliştirmesi ve gelecek nesillere sağlıklı bir şekilde emanet etmesi gerekir.

Bir milletin sadece sosyal, siyasi ve kültürel alanda kendisini muhafaza ve müdafaa edebilmesi, geliştirebilmesi veya ileriye taşıyabilmesi mümkün değildir. Bir toplum, aynı zamanda eğitim alanında, ekonomik ve teknolojik alanda da kendisini ispatlayabilmelidir. Aksi takdirde kendisini küresel güçlerin istilasından, baskısından ve yakın markajından kurtarması sözkonusu olamayacaktır…