Hikmet ERTÜRK
HASBİHAL
Mısır denilince akla piriamitler geliyor. Piramitler konusu açılınca da bu piramitlerin yapımında kullanılan köleler ve Fravunların bu köleleri nasıl acımasızca çalıştırdıklarını bir çoğumuz duymuşuzdur. Hatta o dönem halkına gönderilen Musa Peygamber ile dönemin Fravununun mücadelesini az çok hepimiz biliyoruz. Bu tablo bizlerde o günün hak peygamberine karşı çıkan, çok kötü bir ahlaka sahip, halkına durmadan zulm eden bir yönetici prototipi sunuyor.
Şunu biliyoruz ki Mısırlılar ve yöneticileri o dönemde çok büyük medeniyyetler kurmuşlardır.
“Mısırlılar gayet dürüst, Örfüne geleneklerine bağlı binlerce yıllık medeniyet kurmuş, dünyanın 7 harikasından biri olan Ehramların sahibiydiler.
Bu konuya açıklık getirmesi bağlamında Mısır'da bulunan tabletlerden alınmış ve o dönem Firavununun yapmış olduğu duaya bakmak yeterlidir.
"Eşyayı görerek bu mahalden -Dünyadan- çıktım, orada ben hakikati söyledim, adalet yaptım, benden sonra gelecekler bana iyi muamele edin. Atanıza hürmetkâr olun, şikâyet etmedim. Öldürmedim ey hak ve adalet ilahı... Hiç kimseye iftira etmedim. İnsanlara karşı hiçbir sahtekarlıkta bulunmadım, hiçbir dul kadına zulmetmedim.. Mahkemede yalan söylemedim, menhiyattan hiçbir şey yapmadım. Hiçbir ameleye hiçbir gün yapabileceğinden ziyade gördürmedim. Tembel olmadım, işsiz durmadım, insan öldürmedim, mabetlerin ekmeğine almadım, ölülerin sargılarını, erzaklarını almadım, hileli kazanç yapmadım İlah"
Mesela Dr. Rıza Nur’un Türk tarihi kitabında geçen Mısırlıların çocuklarına nasihati bölümü de çok ilginçtir.
"İlim öğrenmeye gayret et, ilmi annen gibi sev çünkü ilimden kıymetli bir şey yoktur, tembellik ve havailik ile hiçbir gün geçirme yoksa kamçıyı yersin, senden yaşlı ve terbiyesi yüksek olana hürmeti unutma, onlar ayaktayken oturma."
Öyle anlaşılıyor ki Mısır toplumunun ahlak anlayışıyla bu halk içerisinde yaşayan Yahudilerin ahlak anlayışı birbirlerine taban tabana zıttır.
Her ne olursa olsun bugün Yahudilerin, toplumların başına geçirdikleri mason firavunlar kadim Mısır'ın firavunlarından daha adi, daha ahlaksız kalite bakımından mukayese kabul etmeyecek kadar aşağılık durumdadırlar. O dönemde Yahudiler Mısır yöneticileri tarafından çok ağır işlerde çalıştırılıyor baskı görüyorlardı. Musa (as) bu durumdan Yahudileri kurtarmaya çalışıyordu. Yahudilerin ehramlarını taş işinde çalışanlarını örgütlüyordu. Daha sonra da göreceğimiz gibi bu taş ustalarına MASON deniyordu. MASON teşkilatının bugün dünyanın başına ne denli büyük bir bela olduğunu çok kimse bilmektedir. İşte işçi sınıfının teşkilatlanması, tarihte bu MASON duvar ustalarıyla başlamıştır.
Musa peygamber Yahudileri Mısır'dan çıkartıp kurtarırken bu millet hakkında, Mısır milletinin ne kadar altın ve kıymetli eşyası varsa çalıp, Mısır'ı soyup soğana çevirmeleri ile ilgili rivayetler vardır. Eğer böyle ise bu işi Peygamberleri yanlarında iken yapmış olmalılar.
Bu olay tahrif edilmiş Tevratta şöyle geçer;
"Fakat her kan kendi komşusundan ve hanesinin misafirinden gümüş takımlar ve altın takımlar ve libaslar talep edip (onları) oğullarınıza ve kızlarınıza takarak Mısır'ı soyacaksınız." (Muharref Tevrat’tan Huruc 3/22)
Aslında bugünde farklı şeyler yapılmıyor. Fakat Müslüman halkların dünyada dönen olaylardan pekte haberleri yok gibi.
Bu günde Yahudiler içine girdikleri milletleri faizle soymaktadırlar. Altınlarını tekellerinde toplayıp onlara kâğıttan parayı benimsetmişlerdir.
O günlerde Haham Reichhorn 1869'da şöyle diyordu: "Piyasada altının yerine kâğıt parayı geçirmeye çalışacağız. Altını kasalarımıza çektikten sonra kağıt paraya da kıymet verecek de biz olacağımıza göre, bütün hayata hakim olacağız demektir."
Demek ki tüm bunlar şuan gerçekleştirilmiş durumda.
Çünkü bu gün görülen resimde adı müslüman ama İslami yönetimden nasipsiz müslüman ülkeler çöküş içindeler. Buna karşılık, sadece Almanya ve Güney Kore’nin gelirleri 57 Müslüman ülkenin toplam gelirine denk.
İslam Konferansı Örgütüne üye Müslüman ülke sayısı son yıllarda 57’ye ulaştı.
Ve bu gün dünyada yaşayan her 5 kişiden biri Müslüman!. (Toplam 1,5 milyar)
Eğitim durumları, dünya ekonomisindeki yerleri, üretim kapasiteleri, bilgi ve teknoloji kullanımları nedir, derseniz? Hiç sormayın…
İşte bazı rakamlar:
Bir dönem Kemal Derviş’in de başkanlığını yaptığı Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı verilerine göre, okur-yazar oranı Hıristiyan ülkelerde %90, Müslüman dünyasında %40.
57 Müslüman ülkedeki toplam üniversite sayısı 500, sadece ABD’deki sayı 5.758…
110 yıldan beri verilmekte olan Nobel Bilim Ödüllerinden Müslüman bilim adamlarının payına düşen sayı sadece 3.Gerçi bu çokta Müslümanların elinde bir şey değil. Bu tarz ödüllerin nasıl ve kimler tarafından verildiği bellidir.
Fakat eğitim evvela hala çözülmemiş büyük bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Eğitim konusunda da neleri yapıp neleri yapamayacağımızı başkaları belirliyor.
Ayrıca Müslüman Dünyası’nda Araştırma-Geliştirme (AR-GE) bütçesine ayrılabilen rakamlar çok cüce. Tüm Müslüman ülkelerin bu bütçeye ayırdıkları toplam para 20 milyar dolar civarındayken; aynı rakamlar örneğin ABD’de 394, Japonya’da 150 milyar dolar.
Peki, İslam ülkeleri! dünya ekonomisinin neresinde bulunuyor dersiniz?
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bu 57 ülkenin, 2008 yılı verilerine göre yıllık milli gelir toplamı 4,6 trilyon dolar. Bu rakam dünyadaki toplam gelirin ancak % 7,5 u nu teşkil ediyor ve 1.5 milyar kişinin yaşadığı bu ülkelerin dünya nüfusundaki payı ise yüzde 22,3. Bu da İslam ülkelerinin yoksul olduğu anlamına geliyor. İslam dünyasında kişi başına düşen ortalama gelir 2 bin 631 dolardır. Sanayileşmiş iki ülke olan Almanya ve Güney Kore’nin 2008 deki gelirlerinin toplamı da 4,6 trilyon dolar. Yani 57 Müslüman ülkenin toplam gelirlerine denk…
Tabi tüm bu veriler direkt belki bizlerin elinde olmayan şeyler olabilir. Çünkü yönetimsel olarak İslam ülkeleri denilen bu ülkeler belli batılı güçler ile her daim temas halindeler. Ve şuan anları aşacak bir güce de sahip değiller. Fakat bu veriler yinede bizimde topluluğunu oluşturduğumuz ülkelerin gerçekliğidir. Belki fikir verebilir.
Gerçek olan bir şey var. O da bizler hala tembellik ve de üretememe hastalığının bire bir içinde bulunuyoruz. Kur’an okumaları yapan bizlerin olayın bu taraflarını görmemiz gerekmektedir. Dünyada finans kurumları hala çok önemlidir. Fakat Müslümanlar ekonomik konular üzerinde hala kafa yormuyorlar. Her şeyden önce bir yol haritamız, bir idealimiz yok. Ve hazırda olan başkalarına ait finas sistmelerini taklit ediyoruz.
Ve sorunlarımız çocuklarımızı yetiştirirken başlıyor. Savunmacı, özür dileyici, kendinden emin olmayan dil her bir yanımıza hakim olmuş durumda. Böylelikle bu güvensizlik halimizi çocuklarımıza da yansıtmış oluyoruz.
Örneğin bu duruma Yahudilerin ninnilerini örnek olarak verebiliriz. Çünkü bizlerin ninnilerinden epeyce bir anlayış farkları mevcut. Onlar bebeklerine “oğlum büyüsün ninni, uçak motorları icat etsin ninni, bilim adamı olsun ninni, Allah’ın bize vaat ettiği topraklara hakim olsun ninni” diye ninni söylerken bizler “ dandini dandini dastana, danalar girmiş bostana, kov bostancı danayı, yemesin lahanayı” diye ninni söylüyoruz.
Ve sürekli uyuyup büyümesini telkin ediyoruz.
Başka söze ne denir artık gerisini hep birden düşünelim.
Şunu da hemen belirtelim ki bugünün ekonomisi adına hiçbir şeyin yönlendirici konumunda değiliz. Zamanın galip devletlerinin oluşturdukları finans sisteminin tüketici ve kullanılıcıları durumundayız. O yüzden zaten böylesi bir sistemin içinden çıkmadan bir başarı elde edebilmemizde mümkün değildir. Samimi gayretlerin bu noktada bir artısı olmayacaktır.
Bizleri harekete geçirecek anlayış nasıl gelişir?
Bizlerin bu anlamda daha farklı bir dil ve yöntem üretmemiz gerekiyor. Siyer ve tarih okumalarımızı daha farklı biçimlerde gerçekleştirmeye çalışmalı, alışılagelmiş klasik okumaların hatalarını görmeye çalışmalıyız. İslam tarihi içerisinde yaşanmış olayları ve o dönemi yaşayan kişileri doğru tanımlayamadığımız sürece zaten günümüz için bir içerik ve anlam üretmemiz söz konusu olamaz. Çünkü bizlerin yürüyüşünü belirleyen şeyler olaylara ve de kişilere yüklediğimiz manalar ile ilgilidir. Bu tarz doğru anlamlar bizlere dünyada olup biten şeyler hakkında da doğru öngörülerde bulunmamızı sağlayacaktır.
Bu bağlamda Peygamberlerin mücadelelerini de doğru algılamamız gerekmektedir.Peygamberlerin indirildikleri toplumların hayat öngörülerini inançlarını da doğru bir düzlemde değerlendirmeliyiz. Acaba yukarıda Mısır Fravunlarının birisinin yapmış olduğu dua dindar olmayan ya da Allah inancı olmayan bir kimsenin duasına mı benziyor?
Hadi daha yakından bir örnek verelim. Ebu Cehilin ya da Mekke’de Muhammed’e (sav) karşı çıkan halkın dindar olmadığını, Allah’ın varlığına inanmadığını söyleyebilirmisiniz ?
Ebu Cehil’in Bedir günü yaptığı dua aynen şu şekildedir.
“Allah’ım! Bizimle akrabalık ilişkisini keseni, bize bilmediğimiz şeyleri getireni ve adamlarını helak et. Bu gün burada haklı olanı galip kıl haksız olanı perişan et.” (Ebu Cehil)
O yüzden bizler biraz daha dikkatli okumalar yapmalıyız. Eğer Peygamberin mücadelelerini çok aşağıları indirger isek mücadele ettikleri toplumlarını Allah’a inanmayan kimseler olarak algılar ise bu tanımlamalar bizlerin günmüzdeki islam adına yaşantımızı da yanlış bir yöne götürecektir.
İnşallah tüm bir dünya için kafa yormayı gelişen olayları algılamayı gündemimize alabiliriz. Daha derinlikli tahliller yapabilir olayların arka planlarını görebilen hikmetli bir anlayışa da sahip oluruz. İnşallah Müslüman ülkeler diye bahsedilen ve bizlerin yaşadığı toplumlara sunulan herşeyin Batılıların bizleri kontrol edebilmek, sömürmek için hazırladıkları sistemler olduğunu, hareket ettiğimiz her anımızda onların ellerini güçlendirdiğimizi görüyoruzdur. O yüzden bir an önce onlara ait olan bu oyun tahtalarının içerisinden çıkmanın yollarını bulmak zorundayız. Yoksa bir ömür tükettiğimiz bu dünya esenlik yurduna dönüşmeyecek.
Selam ve dua ile…