Hikmet ERTÜRK

04 Ekim 2009

İÇİMİZDEKİ 'BEN'

İnsan fiilinin faili yani "unutan" demektir. Eninde sonunda Rabbine döneceği haberi verilen ancak buna rağmen eline geçirdiği dünyaya dair kazanımları nedeniyle kendini yeterli gören ve ölçü tanımaz bir şekilde azan insan... Aslında kendini yeterli görmesini sağlayan her şey dünyadaki rahat yaşamının bitmeyeceğini söyleyen şeytanın vesveselerinden başka bir şey değildir. Bunun ise kardeşlerimiz ile ötekiler arasındaki yanlış tercihlerimiz noktasında iyi bir hesap olmadığı açıktır. Kendimizi rahat hissetmemizi sağlayacak olan ve bu sebeple kendimiz için yeterli gördüğümüz dünya geçimliğine dair kazançlar ya da bulunduğumuz konum bizleri hiçbir zaman kardeşlerimizden uzaklaştırmamalıdır. Çünkü kardeşlerimizle asıl ve ebedi olan ikametgâhımızda tekrar ve üstelik Rabbimizin huzurunda karşılaşacağız. Öyle ki yanımızda bizleri kardeşlerimizden uzaklaştıran hiçbir ayartıcı da olmayacak. Elinde olanı vermeye yanaşmamak Rabbimize döneceğimiz bilgisini unuttuğumuz manasına gelir. Kendi kendine yeterli olduğunu düşünen, böylelikle azgınlaşan kimselerin Rahmani ikazlara vereceği cevap elbette ki futursuzca olacaktır. Çünkü Rahmanın uyarılarına boyun eğmeyen kişinin tek azığı bu dünyada kendisini rahat hissetmesini sağlayacak geçimliğidir. Henüz başkalarını düşünme anlayışı gelişmemiş bu insanlardan geçimliklerini alsanız ondan geriye hiçbir şey kalmayacaktır.

Gerçek şu ki insan fütursuzca azar, ne zaman kendini yeterli görse; Oysa herkes eninde sonunda Rabbine dönecektir.(Alak–7–8–9)

Kendisini yeterli gören insanın herhalde ilk yapacağı şey Allah’ı unutması olacaktır. Yani Allah’la kendisi arasındaki antlaşmaya / ahdine son vermek olacaktır. Yaşantısında uygulaması olmayan bir İslam'a tutunacaktır. Böylelikle Allah’ın müdahalesi olmadan yaşanacak, tüketilecek bir ömür ve yıllar boyu yaşanan sefil hayatlar... Tabii sonrasında da kardeşlerini, sefil hayatını sürdürmesini sağlayacak, yersiz övgülerle rahatlamasına yardımcı olacak, diğer ayartıcılara tercih edecektir. Öyle görülüyor ki, Rabbimiz bu insanlara kendi kendilerini unutturmuş olacak.

“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan (fasık) kimselerdir.” (Haşr Suresi, 19)

“Münafık erkeklerle münafık kadınlar (sizden değil) birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler, iyiliği yasaklarlar ve ellerini kapatırlar (cimrilik yaparlar.) Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar fasıkların taa kendileridir.” (Tevbe Suresi, 67)

Yukarıdaki ayetlerden anlıyoruz ki, Allah’ı unutarak geçici olan dünya hayatına kendisini adamış bu insanlar münafıklar ve fasıklar olarak zikredilmiştir. Ve bu dünyada tadabilecekleri en büyük ceza ile cezalandırılmışlardır. Öyle ki Allah’ta onları unutmuş ve onlara kendilerini unutturmuş... Allah inşaallah bu rezil duruma düşmekten bizleri korur. Yoksa hep düşlerini kurduğumuz öteki dünyadaki rahat yaşama hiçbir zaman kavuşamayacağız. Üstelik bu dünyada çektiğimiz sıkıntılar da boşa gidecek. Bu hesabı çok iyi yapmalıyız. Dünya uğraşlarının bizlere Allah’ı unutturmasına izin vermemeliyiz. Eğer ticaretimiz ve dünyaya dair diğer uğraşlar bizlere vahye ayıracak zaman bırakmıyorsa, üstelik bizi Allah’ın yolunda kavga vermekten alıkoyuyorsa, bedeli ne olursa olsun bu uğraşlarımızdan uzaklaşmak zorundayız. Aksi halde Rabbimiz kendisini unutan ve kendisini kendisine unutturduğu kimseleri münafıklar ve fasıklar olarak tanımlıyor. Halbu ki Rabbimiz bizlerin özelliklerini anlatırken ne diyordu; Bu kimseleri ne ticaret, ne alış-veriş, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin hoplayacağı ve gözlerin donakalacağı bir günün dehşetinden korkarlar. (Nur–37)

Artık nerede olduğumuzun, nasıl bir tercihte bulunduğumuzun farkına varmamız gerekiyor. Rabbimizin münafıklarla eşdeğer gördüğü bir hayatla yol alamayız. Onların özelliklerinden bir an önce kurtulup O'nun bizlere layık gördüğü özelliklerle yol almalıyız. Bizlerin sürekli Kur'an okuyor durumda iken bile böylesine dehşet verici bir hal üzere olmamız kendimizi tanımamızla ilgili tekrardan düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Öyle ki bizler gövde ve ruh gibi birbirinden çok ayrıntılı iki özden kuruluyuz. Hayvanlarla ortaklaşa sahip olduğumuz bir gövde ve Allah'ın bize üflediği ruh... Bazıları kötü ve geçici olan birinci akrabalığa, bazıları da ikinci akrabalığa sokulurlar. Bu yüzden bir takım insanların düşünceleri soyludur, bazılarınınki de bayağıdır. İşte aşağı yukarı bütün insanların ayaklarının kaydığı yer... Ve yine işte bunun için içimizde bu kadar canavar, kurt, arslan, kaplan var. Önce kendimize bakmalı ve canavarların sayısını kabartmamaya çalışmalıyız.

Sanırım takıldığımız yer, çoğu zaman kendimiziz ve genellikle kendimizi tanıma ile ilgili sıkıntılar yaşıyoruz. Rabbimiz Şems Suresinde diyor ki;

7-Nefse ve ona "bir düzen içinde biçim verene", 8-Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). 9-Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. 10-Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.

Ayette sözü edilen nefs Arapçada ‘’insanın kendisi’’ anlamına geliyor. Kelime manası olarak ise ‘’benlik’’manasını ifade ediyor. İşte nefs bizim 'ben'imiz yani kendimiz oluyor. Dışarıda yapıp ettiğimiz olumlu ya da olumsuz her şey bu 'ben'imizde olup bitenle alakalı dışa yansıyan şeylerdir. Yani kendimizde (nefsimizde) olan savaşı kazanmamız, arınmamız ve kurtuluşumuz anlamına geliyor. Bu bir zaferdir ve beden ülkemizin artık kendi kontrolümüze geçtiğini gösterir. Ayette anlatılan nefsimizin iki yönlü olduğudur. Yani bize kötülükten sakınmamızı söyleyen bir taraf ve bir de kötülük işlememizi söyleyen bir diğer taraf... ‘’Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).’’ Sınır tanımaz günah ve kötülüğü emreden ve ondan sakınmayı ilham eden iki yönümüz mevcut. Sınır tanımaz kötülükten arınan, temizlenen kişi felah bulacaktır. Yıkıma uğrayan kişi ise isyan eden, bozulmalara uğrayıp fucurdan yana tercihte bulunanlar kimselerdir. O halde kaybettiğimiz bir şeyler var ve bu kaybettiğimiz şeyleri nerede arayacağımızla ilgili bilgiler ortaya çıkmış oldu. Aradığımız şey kendi içimizde. Fakat biz işe hep başka yerlere bakarak başlıyoruz. Kendi dışımızda her şeyle ilgili oluyoruz. Halbuki Rabbimiz kurtuluşumuzun, etrafımızdaki kardeşlerimizin eksik yönlerini eleştirip ayrılığa düşmekten değil; kendi içimizdeki ('ben'imizdeki) sınır tanımaz günah ve kötülükten sakınmamızda olduğunu söylüyor. İçimizde kötülüğün olduğuna inanmalıyız. Çünkü bu kötülükten temizlenmemizin tek yolu içimizdeki kötülüğün varlığını kabul etmemiz ve Allah’ın gösterdiği şekilde ondan sakınmamızdır. İşte bu, kişinin kendisini tanımak için attığı ilk adımdır. Ayette geçtiği üzere nefsini örten yani onun kötülüğünü temizleyip dışarı atamayan, içinde tutan kişi yıkıma uğrayacaktır. Ancak bu kötülüğü kabul eden, kendinde bir sorun olduğunu anlayıp doğru teşhis koyan ve böylelikle onu içinden uzaklaştıran ise kurtuluşa erecektir.

Unutmayalım ki kişi kendinde olan kötü durumu kabul etmezse onunla mücadele etmesi söz konusu değildir. Bunu kabul etmediğimiz içindir ki, ilim kendini bilmek iken aldığımız, beslendiğimiz bilgi kendimizi değil başka kardeşlerimizin açıklarını, eksikliklerini görmek dışında bir işe yaramamıştır. Kısacası ilim bir tartışma aracı olarak kullanılmıştır. Biz bu huyumuzdan vazgeçmeye duralım ötekiler bize ait ne kadar kavram varsa hepsinin içini boşaltmışlar, şuursuz kelimelerin oluşturduğu karakterlerle oyalanmamıza yardımcı olmuşlardır. Umarım kendimizi biraz olsun tanımışızdır. İçimizdeki kötülüğü kabulle başlayan bir yolculuk ve bu kötülükle uğraşımız söz konusu. Bu konudaki tek yardımcımız 'ben'imize sınır tanımaz günah ve kötülüğü ve ondan sakınmamızı ilham eden Rabbimiz’dir. Öte dünyadaki kurtuluş adına yol alıyor olmamız, beden ülkemizdeki bütün uzuvlarımızın özgürleşerek vahye teslim olmasıyla ilişkilidir. Özgürleşemeyen bir beden vahyi yaşayamaz, hayata dönüştüremez. İçsel kaynaklı dünya sevgisiyle, ikiyüzlülük(riya), kendini beğenmişlik zafiyetiyle, kibir, gıybet gibi illetlerle, hiçbir zaman önemsemediğimiz, nefislerimizde yok sandığımız kıskançlık, öfke, büyüklenme, asabiyet, münafıklık gibi bozukluklarla bir arada yol alabilmek mümkün değildir. Unutmayalım ki bunların her birinin beslendiği kaynaklar vardır. Bu hastalıklardan kurtulacak hal çarelerini bir an önce edinme endişesini taşımalı ve sonsuza dek hayatımızdan uzak tutmalıyız. Bunca eksikliklerimiz duruyorken bizleri aşan, yapmamamız gereken işlere aday olmamalıyız. Böyle yaparsak önce kendimizle sonra kardeşlerimizle sıkıntılar yaşarız. İslam bizlere lezzet vermez, tat alamadığımız bu İslami yaşantı içerisinde de tutunmamız mümkün değildir. Unutmayalım ki, ayetlerde söz konusu edilen kötülüğün veya ondan sakınmamıza yardımcı olacak iyiliğin ağır basması bizlerin hangi yöne daha fazla yardım ettiğiyle alakalıdır. Bizler yaşantımızda ne ile besleniyor, yol alıyorsak o özelliklerimiz artacaktır. Bu nedenle amellerimizi küçümsemeden iyi olan yanlarımızı olabildiğince çoğaltmalıyız. Çünkü 'ben'imizde hangi yön ağır basarsa dış dünyada o yönümüze hitap eden çevreyle bir arada oluruz. Eğer bu durumda iken kardeşlerimizle İslami birliktelikler kurmaya kalkışırsak sürekli tartışmalı bir ilişki biçimi oluşur. Amellerin yalnızca Allah için olmadığı bu ilişki biçiminin bizi götüreceği yer de ateştir. Çevremizdeki insanların hal ve hareketlerini izleyelim. Öyle ki radyoda Allah'ı hatırlatan bir müzik çaldığında hemen kanalı değiştirdiklerini ya da onlara ahireti hatırlatan sohbetler ettiğinizde çok sıkıldıklarını, konu değiştirmek istediklerini, sizinle bir arada olmak istemediklerini göreceksiniz. Allah’ın sözlerine iman ettiklerini söyleyen bu kişilerin neden Allah’ın sözlerinden rahatsız olduklarının bilgisi kendi iç dünyalarında gizlidir. Çünkü dilleriyle Müslüman olduklarını söylemelerine rağmen İslam’ın emrettiği bir hayatı yaşamıyorlar. Uygulaması olmayan bir din üzerinde hayat sürüyorlar. Bu şekliyle beden ülkelerinde çok büyük sıkıntılar yaşıyorlar.

Öyleyse ilk adımımızın kendimizi gerçek manada tanımak olduğu bilgisini aklımızdan çıkarmayalım. Tabii ki, bu da tepeden inme değil, ilk dönem ahlaki ilkelerle, bedeni ruhtan, aklı kalpten ayırmayarak gerçekleştirilen bir çalışma olmalıdır. Fakat bu amaç edinilen noktada yürümek için, azık alınmadan çıkılan bir yolculuğa dönüşürse, bize ait olmayan aklımıza ve bize ait olmayan kalbimize hitap edilmiş olacaktır. Zaten sınanarak hayatın gerçekleriyle karşılaştığımızda, söylenilen sözlerin bizlere ait olmadığı anlaşılacaktır. Çünkü söylenilen sözler onları yaşamış olanların kötü bir taklidinden başka bir şey değildir. Bu şekilde bir anlayış aynı hatalar üzerinde ısrarcı olan dilimizi dizginlememize yardımcı olacaktır. Unutmayalım ki sorunlar 'ben'imizde(nefsimizde) olan kötülüğü kabul etmememizle başlar. Bunu kabule yanaşmaz isek bizlere sunulan vahyi doğrulara kulak tıkarız. Hatalarımızı herkes görebiliyorken bizler göremeyebiliriz. Böylelikle sürekli itiraz eden, vahye muhalif bir dilin sahipleri durumuna düşeriz. Bu ise bizlerin öteki dünyasının sonu anlamını taşımaktadır. İşte bu sıkıntılar içerisinde tutunabileceğiniz tek şey işlediğimiz salih amellerdir. Artık kendi içimizdeki 'ben'in yapıp ettikleri ile dışarıya yansıyan dil arasındaki farkları en aza indirmeye çalışmalıyız.

İnşaallah Rabbimiz bizleri kendimizi anlayabilen bir bilincin sahipleri kılar, kendimizle kavgalı olmaktan, kendimize takılmaktan kurtarır. Kardeşlerimizle bir arada aynı yol üzere gitmeyi nasip eder. İslam ailesinin mutlu bireyleri olarak yol almayı nasip eder. Unutmayalım ki ; Ki, o gün, insana ne malı ve ne de evlatları yarar sağlamaz. Yalnız temiz kalple Allah'ın huzuruna gelen kurtulur.(Şuara–88,89)

Selam ve dua ile…