Hikmet ERTÜRK
İNFAK: EN SEVDİKLERİMİZDEN
Kur’an’da geçen buyruklar çoğu zaman bizleri harekete geçirmiyor. Belki de buyruklarda bizlerden istenilen şeyi tam olarak kavrayamıyoruz. Ya da kurnazlık edip anlasak da yapmaya yanaşmıyoruz. Günümüzde en çok sıkıntı çektiğimiz konuların en başında gelen şey herhalde geçimlik endişesidir. O yüzden de elimize geçirdiğimiz geçimliklerimizi fakirlik ihtimalini de göz önüne alarak paylaşmaya yanaşmıyoruz.
Kur’an ayetlerinin ilk muhataplarının, kendilerine iletilen bu buyrukların anlamını gerçekten kavradıklarını görüyoruz. Çünkü şu an kavrayamadığımız şekli ile dursa da Kur’an’daki ayetlerin derinlemesine incelemelerini yaptığımızda bu ilk muhatapların en çok sevdikleri şeylerden, mallarının en değerli olanlarından Allah yolunda, O’nun davası için dağıttıklarını anlıyoruz.
Muhatap oldukları ayet Al-i İmran Suresi 92. ayet ve bakın bu ayetin ilk muhatapları nasıl tepki veriyorlar.
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyilik mertebesine eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, hiç şüphesiz Allah onu bilir.” (Al-i İmran–92)
İmam-ı Ahmed bin Hanbel rivayet ediyor. Abdullah b. Ebu Talha'nın oğlu Ebu İshak'tan, O da Enes b. Malik'ten işittiğini kaydeder. Enes der ki: "Ebu Talha Medine'li müslümanların en zenginiydi. En çok sevdiği malı da Beyraha bahçesi idi. Bu bahçe Mescidi Nebevi'nin karşısındaydı. Hz. Peygamber (S) oraya girer, orada bulunan tatlı bir kaynaktan içerdi. Enes der ki: 'Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız' ayeti inince, Ebu Talha dedi ki: "Allah “Sevdiğinizden dağıtmadıkça iyiliğe ulaşamazsınız” buyuruyor. Benim en sevdiğim malım ise Beyraha bahçesidir. Onu Allah yoluna bağışlıyorum. Onun iyiliğini umuyor ve yüce Allah katında bana azık almasını ümit ediyorum; Ey Allah'ın Resulü, Allah'ın sana gösterdiği şekilde onu kullan." Peygamber (S) “Çok güzel! Çok güzel! Bu kârlı, verimli bir arazi... Ben işittim... Ben, onu, akrabalarına dağıtmanı uygun görüyorum” buyurdu Ebu Talha da; “Öyle yaparım ey Allah'ın Elçisi!” dedi ve onu akrabaları ile amcaoğulları arasında paylaştırdı." (Buhari, Zekat, 44; Müslim, Zekat, 14; (Bkz. Nevevi, Şerhu Müslim, VII, 84–86))
Buhari ve Müslim'de; Hz. Ömer'in şöyle dediği kaydediliyor: "Ey Allah'ın Resulü, Hayber'de payıma düşen arazi kadar benim yanımda değerli hiçbir malım olmadı. Onu ne yapmamı önerirsin?" dedim. Resulullah (S) "Aslını bırak, ürününü Allah yolunda vakfet." buyurdu.
O dönemin ilk muhataplarının büyük bir çoğunluğu bu şekilde davranmışlar. Bu yönelişleri onları mallarının köleliğinden kurtarıp sadece Allah’a kul olmaya yönlendirmiştir. Şu an bizler açısından böylesi fedakârlıklar yapmak pek mümkün görülmüyor. Çünkü yapılan her işin sonucunun tüm Müslümanlara fayda sağlayacağı bir kardeşlik ittifakı içerisinde değiliz. Sahih liderlerimiz adına canlarımızı feda edecek bir bilince kavuşamamışız. Kardeşlerimizin haklarını kendimizinkinden üstün gören bir anlayışa sahip değiliz. Birbirlerimiz arasındaki üstük anlayışımız kim ne derse desin elde ettiğimiz kazançlara göre belirlenmeye devam ediyor. Malımızın küçük bir bölümünü bile kardeşlerimizle oluşturacağımız birlikteliklere vermeye razı değiliz. İslam davası kendi adımıza yaptığımız işlerin adı olmuş. İnşallah Müslümanlar bu halleri ile kalmayıp tekrar özlerine dönmeyi başarabilirler.
Şurası bir gerçek ki rızk konusunda Allah herkesi farklı farklı yaratmıştır. Fakat elde edilen bu kazancın kullanımını ise tamamen serbest bırakmamıştır. Kazançlarımız üzerinde fakirlerin hakları vardır.Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor:
"Allah kiminize kiminizden daha bol rızık verdi. Bol rızık verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere verip de bu hususta kendilerini onlara eşit kılmazlar. Durum böyle iken Allah'ın nimetini inkar mı ediyorlar?" (Nahl–71
Bir arada iş yapmaya çalışan Müslümanların ya da hiçbir işi olmayan Müslümanların uyacakları yol haritası böyle belirlenmiş. Birlikte iş yaptığımız, yanımızda çalıştırdığımız kardeşlerimizle olacak olan ilişki biçimi yukarıdaki ayette ki gibi olmalıdır. Bu kardeşlerimizi ömür boyu yanımızda işçi olarak tutmamalıyız. Onların da kendi işlerinin oluşmasına yardımcı olmalıyız. İşi olmayan kardeşlerimiz içinse elimizde kaynak varsa iş kurmalarına yardımcı olmalıyız. Onlar ömür boyu yanımızda çalıştıracağımız kölelerimiz değiller. Aynı davaya baş koyacağımız dava arkadaşlarımızdır. Onlarla eşit olmayı sevinilcek bir olgu olarak anlamlandırmalıyız.
Her müslümanın kendisine göre Allah tarafından ona bahşedilmiş bir enerjisi yeteneği olabilir. Herkesin ticari yetenekleri farklıdır. Fakat rızkın güç ve yetenekle hiçbir ilgisi yoktur. Tüm bunların tek kaynağı Yüce Allah’tır. Ve Allah bu kazançlarımızın paylaşılmasını istiyor. Nahl suresinde geçen ayetin iniş sebebi ise; Müşrikler Allah'ın kendilerine verdiği rızkın bir kısmını sahte tanrılarına ayırıyorlardı. Burada onlar hakkında diyor ki; "Onlar sahip oldukları malların bir kısmını elleri altında bulunan kölelerine vermiyorlardı. (Bu İslâm’dan önce fiilen yaşanan bir olaydır) Yani rızık konusunda köleleriyle eşit olmak istemiyorlardı. Peki ne diye Allah'ın kendilerine verdiği rızkın bir payını sahte ilahlarına ayırıyorlar? Bu soruyu Allah onlara soruyor; "Acaba Allah'ın nimetlerini inkâr mı ediyorsunuz?” Aynı soru bizler içinde geçerlidir. Böylesi müşrikler gibi davranan her müslümana sorulacak sorudur bu. Acaba Allah’ın nimetlerini inkâr mı ediyorsunuz?
Mekke dönemi ve o dönemin inanmışları babında ekonomik ilişkilere baktığımızda Müslümanlar arasında büyük ölçüde varlık ayrımı olmadığını görmekteyiz. Fakat günümüz Müslümanları sadece zekâtlarını vererek fakir kardeşleri üzerindeki sorumluluklarından kurtulacaklarını düşünüyorlar. Hâlbuki fakirlik bu kardeşlerimizin kaderi değildir. Eğer ki bir Müslüman’ın oturacağı evi, seyahat edeceği bir arabası ve de geçineceği bir miktar parası var ise arta kalan gelirini fakir kardeşlerinin hayat standartını yükseltmesi için kullanmalıdır. Mal biriktirme asla ve asla İslam’da yoktur. Yapmamız gereken şey fakir kardeşlerimizle eşit hayat şartlarına gelmeye çalışmaktır. En azından her Müslüman’ın böyle bir gayesi olmalıdır. Zaten bu kardeşlerimizin fakirliğe mahkûm olmaları bizlerin olumsuz davranışlarımız sebebiyledir. Servet köleliğine kapılmamış en azından yüz adanmış Müslüman tüm bu olumsuz ekonomik sorunları çözebilir. Hem böylelikle rızık endişesi ile oradan oraya çalışmaya giden İslam adına çalışma fırsatı bulamayan kardeşlerimizde İslam’a daha faydalı çalışmalar yapabilirler. Yüz kişi bin Tl’sinden vaz geçse yüzbin TL eder ve bu her bir Müslüman’ın iş kurması için yeterli olur. En azından çocuklarımız evlendiğinde böylesi bir yardımı yapmış olsak İslami aileler borçsuz bir evlilik yapacaklarından daha huzurlu, İslam için çalışma imkânı bulabilirler. En azından kendilerine ait evleri olur ve ömür boyu kira derdi yaşamazlar. Böylelikle genç Müslüman aileler arakalarında böylesi bir gücü gördüklerinde özgüven sahibi olacaklardır.
Konunun anlaşılması için somut örneklerde verebiliriz. Mesela bir kardeşimizin çiftçi olduğunu düşünün. 3 da serası olsun. Böylesi 10 Müslüman çiftçi olsun. Diyelim ki içlerinde bir kardeşleri asgari ücretle çalışıyor. En azından bir Dakar seradan 10.000 TL kazanan kardeşlerimiz bu kazançlarının 5.000 TL'sini verseler bu 50.000 TL eder. Bu kardeşlerine bir dekar yer ve sera yaptırırsalar bu kardeşlerinin de yıllık 10.000 TL kazancı olur ve oda başka kardeşine yardım etmek için bir fırsat yakalamış olur. İnanın bu tarz şeyler çok zor şeyler değil. Bizleri hiç sıkıntıya sokmadan yapılacak şeylerdir. Bu yardımlaşmaya memur kardeşleri de katabilirsiniz. Üstelik bunlar İslam adına söylediğimiz sözlerin yaşama aktarılmasıdır ve bizler bu yaptığımız şeylerden çok mutlu olacağız. Bundan herkes emin olabilir. Üstelik bu konu İslam’ın içinde olan bir konudur. Yukarıda örneklerini verdiğimiz sahabelerin hayatlarında bu tarz eylemleri kolaylıkla hiç düşünmeden yaptıklarını görüyoruz.
İnşallah bizler de ilk neslin gösterdiği fedakâr davranışları gösterme cesaretini yakalarız. Çünkü bizlere verilen nimetlerin paylaşımına razı olmaz isek hiçbir zaman İslam davamızda başarılı olamayız. Allah adına yerine getirmemiz gereken sorumluluklarda da başarıya ulaşamayız. Allah bizlere bu konularda korkak bir anlayış, korkak bir yaşayış nasip etmesin.