Hüseyin ALAN
İSLAM ÖNCESİ ARABİSTAN COĞRAFYASI -II-
A-ARABİSTAN ŞEHİRLERİ VE MEKKE
M. 7. asırda Hicaz şehirleri de günümüz şehirleri gibidir. İstikrarlı, güvenli, kültürel-ekonomik ve sosyal imkanlar bakımından iyi durumda, dolayısı ile dışarıdan göç de alıyor. Şehirlerin etrafı kasaba ve köylerle çevrili, ulaşım ve iletişim imkanları var. Oralarda tarım, sanayi, ticaret ve beceri isteyen hizmet sektörü gibi gelişmiş, düzenli işler var. Hicaz beldesi, genelde sıcak iklimi (Nur 58), kurak beldesi, ekini olmayan tarıma elverişsiz toprakları (İbrahim 37) ile suyu kıt olarak (Tevbe 19) bilinen bir coğrafya… Kur'an^'da kullanılan “karye” terimi, kasaba, şehir veya büyük şehir (şehirlerin anası) olarak da kullanılıyor (Yunus 82, Muhammed 13).
Başlıca büyük şehir olarak Mekke, şehirlinin, köy ve kasabalıların toplandığı, göç ederek yerleştiği bir yer olarak anlaşılıyor (Kasas 59, Şura 7). Hicaz şehirlerinden (Mekke ve Medine) açıktan bahsediliyor, Taif, işaretle anılıyor), kasabalar ve kırsal yerleşim yerlerinden bahsediliyor. (Ali İmran 96, Fetih 24, Ahzap 13, Tevbe 12, Zuhruf 31, Araf 97). Peygamber(s) de Mekke’den, bu şehirden seçiliyor.
Birçok ayette Yüce Allah’ın Araplar üzerindeki nimetleri, kendilerine yapılan ikramları hatırlatılıyor. Bunların hepsine kendileri de bizzat şahitler. Bu anlatılanlar onların bilmedikleri veya tanımadıkları şeyler değildi. Kurak ve verimsiz arazide yaşadıkları halde yağmurun yağdırıldığından, yerden kaynaklar fışkırtıldığından bahsedilirken, bundan da ekinlerin, ağaçların, hurmalıkların, üzümlerin, narların, zeytinlerin ve çeşitli meyvelerin çokça bitirildiğinin ve onların hizmetine sunulduğunun vurguları var (Enam 99-141, Nahl 10-11, Rum 48-51, Kehf 7-11). Onlar, bunun dışında kendilerine ikram edilen diğer nimetlere de sahipler. Yaşadıkları yerlerde denizcilik, gemicilik, avcılık ve dalgıçlık da yapıyorlar (Enam 97, İsra 66-67, Nur 40, Şura 32-33). Ayetlerde, Kuran’ın ilk muhatapları olan Arap insanlarını düşünmeye, fikretmeye ve ibret almaya yönelik uyarılar var… İnsanlar, herhalde bilmedikleri şeylerden dolayı uyarılmazlar, düşünmeye davet edilmezler.
Ad, Semud, Lut kavminin mekânları, Filistin bölgesi (Saffat 133-138, Ankebut 38, Furkan 40, Rum 9, Fecr 11), Firavun’un Mısır’ı (Zuhruf 51, Duhan 23-27) gibi beldeler, onların çok iyi bildiği bölgelerdir. Habeşistan, Suriye, İran, Sind gibi ülkeler, Busra, Şam, Petra, Ankara, Kayseri, Gazze gibi merkez şehirleri ve yol güzergâhında bulunan küçük şehirler ve kasabaları da biliyorlar. Çünkü kara yolu ile yaptıkları geniş ölçekli ve uzun menzilli ticari seferleri var. Ayrıca denizden, yakın yerlere yapılan yolculuktan, dalgıçlıktan, deniz mamulleri için yaptıkları avcılıktan bahsediliyor… Bu bakımdan onlara, yeryüzünde gezip dolaşmaları tavsiye edilirken, oralarda eskiden yaşanmış hayatları düşünmeleri, kendilerinden güçlü nice devletlerin ve toplulukların da yaşadıklarını ama onların bu gün ne olduklarını, onların akıbetlerini tefekkür etmelerini, kendileriyle kıyaslamaları ve kendi akıbetleriyle ilgili olarak ibret almaları istenir.
Hicaz şehirlerinde evler temeller üzerine kuruluyor, sütunlar üzerinde yükseliyor. Merdivenle çıkılan katlı evler var. Mahalle, ev, oda, köşk, kâğıt, duvar, çatı, tavan, sütun, merdiven, elbise, süs eşyası, ev eşyası, halı, koltuk, sedir, yatak, yastık, minder, döşek, kazan, kap-kacak, cam-bardak, tencere, lamba, ipek elbise, iç gömlek, örtü, ayakkabı, tıraş malzemesi, yazı aletleri, kitap-defter, kalem, mürekkep, içkiler, demir, bakır, altın, gümüş, bilezik, halhal vs (muhtelif ayetlerde bahsedilen) bildikleri ve kullandıkları eşyanın ve malzemelerin kaba bir listesini oluşturuyor. Onlar, bu malzemelerin bir kısmını dışarıdan alıyorlar, bir kısmı da kendi imalatları. Türlü ihtiyaçlar için gerekli günlük tüketim veya süs olarak kullanılan aletler ve eşyaların üretiminin ve ticaretinin yanında ayrıca, yapı işleri, marangozluk, demircilik, bakırcılık, mefruşatçılık, boyacılık, dokumacılık, terzilik, dericilik, şarapçılık, kap kacakçılık, tabak ve bardakçılık gibi uzmanlık isteyen imalat işleri, şehir hayatında ihtiyaç duyulan bildikleri işlerden ve yaptıkları mesleklerdendi.
Hicazın şehirlerinden Yesrib, Şam ticaret yolunun üzerinde stratejik konuma sahip bir şehir. Orada yerleşik olarak yaşayan kalabalık bir topluluk var, toplumsal yapı demografik özellikleriyle farklı. Yahudi mahalleleri Araplardan ayrı yerlerde kurulu, onlar yaşadıkları yerleri kalelerle çevirmişler. Kalelerin dışında bahçeleri, arazileri var, ziraatın dışında ticaretle de uğraşıyorlar. Eğitim düzeyleri yüksek, asil Arap çocuklarının da gittikleri okulları var, eğitim veriyorlar. Ticaret, kuyumculuk, kâhinlik ve faizcilik, önemli uğraş alanlarından. Yesrib pazarları onların tekelinde. (Yesrib, hicret sonrası İslam şehri (Medine) Müslümanlar da siyasi otorite olurken ilk yapılan işlerden birisi de Müslüman pazarının kurulmasıdır. Bu pazarda vergi, özel mülk, özelleştirilmiş yer yoktur ve pazara girmeyen malın alışverişi yasaktır. Yahudilerin imtiyazını ve ekonomik üstünlüğünü bitiren bu uygulamalar nedeniyle ilk düşmanlık böylece başlamıştı) Yahudiler hem zenginler hem de büyük servete sahipler (Ahzap 27, Haşr 14).
Yesrib’in diğer sakinleri Evs ve Hazrec kabileleri ve onların alt kolları olan Araplardan oluşuyor. Bunlar ziraat ve ticaretle uğraşıyorlar. Yahudiler ve Araplar farklı guruplar halinde birbirleriyle anlaşmalılar ve iç savaşlarda müttefikleri ile birlikte hareket ediyorlar. Dış savunmada hep birlikler. Araplar savaşçı özelliklere sahipler ve kendi aralarında sürdürdükleri iç savaş (Yevm-ül Buas) uzun süredir devam etmektedir. “Hani sizler birbirinize düşmandınız…” (Ali İmran 103). Güçlü, bağımsız ve savaşçı bir topluluk onlar ama Mekkelilerden zayıf durumdalar. Risaletin onuncu yılında Mekke’ye hacca geldikleri zaman onlar, Kureyş’e, aralarındaki savaşı bitirmeleri için hakemlik teklif etmeyi de kararlaştırmışlardı. Allah’ın kuluna bir yardımıydı bu (Habeşistan denemesi istenilen sonucu (İran-Bizans savaşı nedeniyle orada bir iç savaş çıkacaktı ve bu durum hesapta yoktu) vermeyince, ileriki yıllarda Taif ve önemli diğer kabilelerle yapılan hicret yurdu arama girişimlerinin de akamete uğradığı ve morallerin bozuk olduğu zamanlarda) ve ilk akabe görüşmeleri bu zamanda yapıldı. Onlar, komşuları Yahudilerden de duyup bildikleri son peygamberi tanımaktan ve aralarındaki iç savaşı bitirecek birisini bulmaktan dolayı çok memnundular.
Hicazın diğer şehirlerinden Taif (Zuhruf 31) Mekkelilere yakın, Şam, Gazze ve Anadolu ticaret yolu üzerinde. 1000 metre üzerinde rakıma sahip. Taif’in tüm çevresine Vec vadisi de deniyor. Güçlü, bağımsız, becerikli, zengin ve savaşçı bir topluluk ama bunlar da Mekkelilerden zayıf durumdalar. Yerleşik ahalisinin topluca adı (alt kolların toplamı, şehirli yeni toplum) Sakifoğullar’ı, yönetimde etkili Ben-ü Ahlâf (Amir) ve Ben-ü Malik adlı iki güçlü kavmi var. Bu kavimler kendi aralarında tıpkı Kureyş’den Haşim oğulları ve Umeyye oğulları gibi, iç siyasette birbirine rakipler. Toprakları, iklimi, havası ve coğrafyası çok elverişli bir yer. Ziraat işleri, sanayi ve üretim dalları gelişmiş, etrafı kalelerle çevrili, verimli arazilere sahipler. Su problemi yok, yeşillik bol, bahçeleri ve serin havasıyla bilinir. Muz, Üzüm, kuru üzüm, nar, zeytinyağı, bal gibi birçok meyve çeşidi yetişir, hayvancılık, şarapçılık, dericilik gibi işler ileri düzeydedir, bunların dışında muhtelif ürünlerin imalatları da yapılır. Dericilik işleri çok ilerlemiş durumda, deriden mamul ayakkabı, at eyeri, deve semeri, çadır, su kovası, su tulumu, yağ tulumu gibi eşyalar ve debbağ (zırhlı araç) gibi savaş araçları da üretilmektedir.
Gelişmiş ticari ilişkilerin yanında doğal olarak Taif’de bankerlik müessesi de vardır. Kimi rivayetlerde, ta o zamanlar Taif’de hava kirliliğinden bahsedilir, mermer ve deri sanayi üretiminden dolayı. Kureyş’le içli dışlı, ortak işleri ve arazileri, ortaklaşa üretimleri ve ticaretleri var. (Peygamberin amcası Abbas ve Muaviye’nin babası Ebu Süfyan, orada mülkleri ve geniş çaplı ortak işleri olanların en meşhurlarıdır) Kureyş’le aralarında evlilik bağları dolayısıyla da yakınlık kurulmuş durumda… Taif’den devam eden ticari yol bir taraftan Medine, Hicr, Tebük, Maan, Mute, Amman, Şam, Gazze, Ankara, Kayseri gibi önemli şehirlere ve ticaret merkezlerine giderken, tersi istikamette Hire, Bahreyn, İran, Mısır, Yemen, Habeşistan gibi büyük merkezlere gider… Arapların üç büyük putlarından “Lat” buradadır. (Diğerleri “Menat” Mekke’de, “Uzza” Medine’de)…
Buna rağmen Kureyş’den çekinirler, onların çok güçlü olmasını kendileri için tehlike sayarlardı. Ficar savaşlarında benzeri nedenlerle Kureyş’in karşısındaki cephede yer almışlardı. Onlardan gelebilecek tehlikelere karşı her zaman tedbirli davranıyorlardı. O nedenle Taif’lilerin ileri gelen iki kavminden Amir oğulları Kureyş’le, diğeri Kureyş’in büyük rakiplerinden Huza Oğullarıyla müttefiktir. (Bunlar, Mekke fethinden sonra yapılan Hevazin savaşında Müslümanlara karşı da birlikteydiler) Bunun yanında Sakifoğulları olarak topluca bir taraftan Medine’den Evs kabilesi ile diğer taraftan da Kureyş’den Umeyye oğulları ile müttefikler (askeri ve stratejik anlaşma). Böylece onlar siyasi ve askeri dengeyi korumaya çalışıyorlardı…
Hz. Peygamberin, Habeşistan denemesinden sonra ikinci defa hicret yurdu ararken Taife neden gittiğinin gerçek sebepleri, yukarıda anlatılanlarda, onların taşıdığı niteliklerde ve şartlarda yatmaktadır. Bu bakımdan ne Habeşistan ne de Taif, rastgele veya mecburen yapılmış tercihler değil, taşıdıkları özellikleri, Mekke ile olan ilişkileri, alttan alta sürdürülen rekabetleri ve stratejik konumları nedeniyle düşünülerek ve hesaplanarak yapılmıştır. Dolayısıyla o mekânlar, orada yaşayan kavimler, oraların özellikleriyle hep birlikte hicret yurdu olarak tercih edilmişti…(Onların Kureyş’e karşı var olan çekinceleri ve korkuları, İlginçtir, Kureyş’den çıkacak peygamberliğe de düşman olmalarına neden olacak, sonuna kadar direneceklerdir…)
Zaten Mekke’de topraksız bir devlet yani inanç temelli özgün bir topluluk kurulmuş, kendi topluluklarından fiilen de ayrışmıştı ama Mekke içerden değiştirilecek ve dönüştürülecek duruma ciddi şekilde direniyordu. Yani fiziki ayrılık henüz tamamlanmamıştı. İlk vahiyden itibaren kurulan stratejiye uygun olarak yürütülen üç yıllık özellikli duruma, kurulan ilişkilere, sosyal örgütlenmeye, ekonomik dayanışmaya ve siyasi aidiyetin bütünlediği özgün bir topluluğun inşa edilmesine rağmen Mekke’de işler tıkanmıştı. O nedenle beşinci yılda Habeşistan hicreti denemesi yapıldı. Dışarıdan kuşatılacağını hisseden Kureyş bu nedenle Müslümanların iadesini sağlamak için hemen harekete geçti. Başarılı olamayınca da iç politikasında değişikliğe giderek üç yıllık boykot uygulamasını gerçekleştirdi.
(Bu tarz işleri ‘şaka’ zanneden, İslam’ın aslından, esasından, hedefinden ve peygamber stratejisinden bi-haberler ve eman meselesi gibi olayları saptıranlar için burada bir şey hatırlatılabilir; Yazılı olarak Kabe’nin duvarına asılan, boykot şartlarından birisi de, “ya Muhammed(s)’in ölüsü ya da tümünün ölümüne kadar boykotun süreceği”ydi!...) Bunun için şimdi aranan yer en azından Mekke’ye denk bir yer olmalı, oranın halkı da Kureyş’le boy ölçüşebilecek kadar cesur ve savaşçı olmalıydı. Mekke’de inşa edilen kardeş topluluğun hicret sonrası yeni mekânı, yeni kardeşleri bu özellikleri taşıdığı kadar, İslam’ın üstünlüğünü, peygamberin siyasi liderliğini de (elçiye itaat) kabul etmeleri gerekiyordu. Çünkü orası aynı zamanda Kureyş’in ve tüm Arapların düşmanlığına da karşı koyabilmeliydi… Tüm bunlar baştan düşünülmüş, hesaplanmış şeylerdir…
Dünyanın en eski şehirlerinden birisidir Mekke. Mekke’de su az, topraklar verimsiz, ziraatla uğraşılmıyor ama yaz kış kervan ticareti, denizde ve karada sürüyor. Onlar, panayırlara ve Mekke pazarına gelen malların naklini yaptıkları gibi, çeşitli ürünlerin takası için aracılık da yapıyorlar. Yine onlar kervan ticaretlerine ya katılıyor, ya ortaklık ediyor ya da adlarına vekil gönderiyorlar. Bu işi sadece zenginler değil orta sınıftan olanlar da yapıyor. Mekkeliler bu özellikleri nedeniyle ticaretten büyük servet edindiler. Sahil, deniz ticaretleri de var. (Bilindiği gibi Habeşistan’a hicret deniz yolu ile yapılmıştı. Orası onların tanımadıkları, bilmedikleri bir yer de değildi) Habeşistan deniz yolculuğu, denizle ve Habeşistan’la olan diğer ilişkileri de hatırlatmaktadır.
Mekke, tarihinin herhangi bir döneminde bir krallık idaresini hiç kabul etmedi. Bunu denemek isteyenler, çevre krallarla bu konuda görüşüp destek alanlar da halk tarafından kabul görmedi. Mekke, her dönem siyasal bağımsızlığını korudu, yabancı bir topluluğun işgaline de uğramadı… M.3. asra kadar Mekke’nin yerleşik halkı ve yönetimi Curhümi’lerdedir. Onların yerine sonradan Kahtanilerden Benü Huza geçti. Onlar Mekke ve Hicazda hâkimiyet kurdular. Onlar da, M.450’lerde Benû Fihr’in yedi göbek fürû’ndan Kusay tarafından Mekke’den sürüldü ve yerlerine Kusay liderliğinde Benû Kureyş geçti. Kureyş’in asıl isminin Fihr veya Nadr olduğu da söylenir. Kureyş, Mudari’lerden ve Benü Kinane boylarındandır. Kureyş o zamana kadar yarı göçebe, yarı şehirli hayat yaşıyorlardı.
Dağınık Kureyş kabilelerini bir araya getiren ve onları kabileler federasyonu olarak bir arada toplayan Kusay’dır. Kusay döneminde Kâbe’nin ve Mekke’nin yeniden inşası, iskânı başlamıştı. Onların, Mekke’de toplanınca şehrin çeşitli bölgelerine dağıldıkları, aralarında mahalle ve arazi paylaşımına gittikleri biliniyor. Mekke vadilerinde ikamet edenlere Kureyş’i bitah, çevrede ikamet edenlere Kureyş’i zevahir denmiştir. Kureyş’den ayrılıp başka bölgelere giden oymaklara da Kureyş’i arîye veya azibe denildi. Ayrıca evlilik ve diğer yollarla sonradan Kureyş kabilesine katılanlar da vardır. Mekke yönetimi artık Kureyş’in elindedir, Peygamber de bu kabileye mensuptur. Kureyş on iki sülaleden oluşuyordu. Mekke’de her sülale bir mahallede (coğrafi özerklik), her birininin başında bir reis, onların yanında melesi ve bağımsız meclisleri (Darun nedvenin dışında ve altında, otonom) vardır.
Kusay sonrası oğlu Abdümenaf’ın, onun da oğlu Haşim (Ö524), bu toplumsal yapıyı, sosyal-siyasi ve ekonomik kurumları ve düzeni daha da geliştirecektir. O, Sasani’ler, Himyeriler, Habeşililer, Gassaniler, Bizans imparatoru 1.Leon ve diğer kabile ve devletlerle diplomatik, ticari ilişkiler kurup anlaşmalar yaparak, Kureyş ticari kervanlarının serbest seyahat etmelerini sağlamıştı (İlaf anlaşmaları). Mekke’nin dini ve ticari önemi dolayısı ile Mekke’de gözü olan diğer kabileler ve devletlerden korumak için onları bir arada tutan, şehrin güvenliğini sağlayan siyasi, ticari, askeri ve diğer işlerini gördükleri, ortaklaşa karar aldıkları bir organizasyon yolu ile (darun nedve, mahalli meclislerden ayrı, hepsinin üstünde, hepsinin temsil edildiği meclis) bu işleri garanti altına aldılar. Orada, kendi gücüne dayanarak, hükmü asabiye oluşturarak, bir kabileler konfederasyonu kurdular. Böylece hem Mekke’nin hem de kendilerinin istikrarını, güvenliğini ve huzurunu sağlamış oldular.
Haşim, Mekke içerisinde silahlı bir teşkilat kurarak (hafare), çeşitli gelişmeler sonrası kozmopolitleşen ve kalabalıklaşan Mekke’de emniyeti ve güvenliği de sağladı. Kureyş’e dâhil diğer kabileleri de yeni kurduğu uluslar arası ticari organizasyona dâhil etti. Ortaklık, ortak iş yapma (mudarebe) anlaşma kültürünü geliştirirken Kureyş tüccarını hem birleştirdi hem de onları büyük bir güç yaptı. İflas eden tüccarları yeni bulduğu yöntemlerle kurtardı, iflasları önledi. Fakirleri tüccarlara hissedar ederek dayanışmayı, bağlılığı ve birliği tesis etti.
Haşim, ilaf, hafare ve mudarebe yolu ile hem coğrafi olarak pazarı genişletti, ittifaklar kurdu ve hem de çevrede ekonomi-politik bir üstünlük sağladı. Arap ticari kültürüne, ittifak ve ortaklıklardan oluşan konfederasyona dâhil olmayan, dışarıda kalan diğer kabilelerle hılf ittifakları (sosyo-ekonomik anlaşma ve dayanışmalar) kurarak yeni kazanımlar kattı. Hılf, geleneksel uygulamalarda vardı ve o bu tür ittifakları yenileyerek ve geliştirerek yeniden harekete geçirdi, fonksiyonel kıldı. Böylece tüm yarımadada yaşayan kabileler, bir şekilde bu ticari ortaklık veya ittifaklar zincirine katılmış, Kureyş’e bağlanmış oldular. Fil olayı ve ficar savaşları sonrası oluşturulan ve güçlendirilen “humus” kurumu nedeniyle, Kureyş, ilişkide oldukları tüm kavimlerle, kavimlerin ileri gelenleriyle özel ilişkiler geliştirdiler, onlara, Mekke içerisinde imtiyazlı statüler verdiler. Böylece tüm kavimler için Kureyş’in liderliği kabul edilirken, Mekke’nin güvenliği ve istikrarı hepsi için önemli hale gelmiştir.
Mekke ve çevresi ziraata elverişli olmayan bir yer olarak İbrahim(s)’in (İbrahim 37) duasında da geçiyor. Orada deniz seyahatlerinden bahsedilir. Bahçe sahipleri kıssası, tarımcılık özelliğinden dolayı değil, onların yalnızca kendi çıkarlarını gözeten bencil tutumları nedeniyle, Mekke tacirlerine işaret ve uyarı olarak verilmektedir (Kalem 17-33). Ticari ortaklığın ve ilişkilerin getirisi, Mekke’nin coğrafi konumunun da etkisiyle kervan yollarının ortasında bulunması, Irak yolunun başlangıcı olmasından da kaynaklanıyordu. Mekke’nin güvenli bir yer olması, ayrıca Hz. İbrahim’in duası ile gerçekleşmiş, o gün bu gündür de sürmektedir. (İbrahim 35, 37) Araplar da bunu, bu durumu iyi biliyorlardı. Hacer-ül Esved’i muhafaza etmekteki titizlikleri de bu nedenleydi.
Beldeye ve şehre hürmet anlamında “Beyt-ül haram” (Neml 91, Kasas 57, Ankebut 67, Kureyş 3-4) herkesçe bilinen kıymet tescili yapıldığı için Mekkeliler bu durumdan büyük yarar sağlıyordu (Maide 97). Bakara 191 de haram bölgede savaşın yasak olduğu yazılıdır. Bakara 44,149, 150’de, kıble olarak Kâbe’nin tayini, Arapların gönlünde Kâbe’nin üstünlüğüne tekabül ediyor. İnsanlar oraya hacca geliyorlar (Tevbe 17, 28, Enfal 3, 45 ), hacca gelenler ibadet ediyor, orada bir süre ikamet ediyorlar, karşılıklı ilişkilere giriyorlar. Bu ilişkiler onlara kültürel olduğu kadar sosyal ve önemli çapta ekonomik fayda da sağlıyordu.
Muhammed (s) vesilesi ile “Ben sadece bu beldenin rabbine kul olmakla emrolundum ki, o burayı kutsal kıldı ve her şey ona aittir” (Neml 91) buyrularak oranın önemi bir kez daha ve tekrar vurgulandı. Kutsallık, Allah’dan, onun rahmetinden ve dilemesinden gelmektedir; “Görmediler mi, çevrelerindeki insanlar kapılıp götürülürken biz orasını (Mekke) kutsal ve güvenli kılmışızdır” (Ankebut 67). Kureyş suresinde de, onların korkudan güven içinde oldukları, açlığa karşı doyuruldukları anlatılır ve bildikleri ve şahit oldukları bu durum onlara tekrar hatırlatılır. Fil süresinde de Mekke’ye karşı yapılan askeri seferi Allah’ın boşa çıkarttığı bildirilmektedir. Dolayısı ile orada güvenlik ve huzur kutsallıktan geliyor diyebiliriz.
Kutsal şehir, surlarla çevrili bir kale içinde değil, muhkem ve çok güçlü bir savunması da yoktur. Buna rağmen orada kan dökülmüyor, kan davası güdülemiyor, savaş yapılmıyor, sürekli güvenlik ve istikrara sahip kılınan bir yerdir. Oysa diğer beldeler güvenlik korkuları ile yaşıyorlar (Ankebut 67). Arapların Kâbe’ye hürmeti, Mekke ve çevresinin harem bölge kabul edilmesinden de dolayıdır. Mekke’nin kutsal belde olması da, Kureyş’in diğerleri nezdinde üstün tutulmalarına ve otoriter konumuna yardımcı oluyordu. Fuarlar güvenlik ortamı nedeniyle o çevrede kuruluyor, haram aylar da barış zamanlarına yardımcı oluyor.
Mekke’nin birçok bakımdan bu önemli durumu haram bölge oluşundan kaynaklanıyor ve Mekkeliler de bu durumdan büyük yarar sağlıyorlar (Maide 97). Dolayısı ile her türden ürün onların ayağına kadar geliyor, getiriliyor. Mekke, Arabistan yarımadasında dini, ticari, sosyal ve kültürel her hareketliliğin merkezi durumunda olduğu için birçok nedenle insanlar oraya güvenli şekilde gelip gidiyorlar. Arapların gönlünde Kâbe’nin üstünlüğü vardır (Bakara 44, 149,150), onlar hacca gidip geliyorlar (Tevbe 17, 28, Enfal 34-35) Böylece onların geçimlerinden ve ticaretlerinden bahsediliyor (Kasas 57, Nahl 112, Bakara 126, Neml 91, Ankebut 67). Bu sebeple Mekkeliler büyük servetlere sahip olmuşlardır (Kureyş süresi, Kehf 28, Meryem 73, Taha 131, Sebe 35, Müddesir 11-12, Hümeze 1-3)… Ayetlerde Peygambere yapılan uyarılar da var; fakirlikleri ve zayıflıklarına rağmen onlardan Müslüman olanlarla birlikte olması istenirken, servet ve evlat çokluğundan dolayı üstünlük taslayanlara meyletmemesi hatırlatılmaktadır.
Arap ticareti, Mekkeliler öncülüğünde bir taraftan Suriye, Irak, Yemen, Habeşistan gibi uluslar arası pazarlara, diğer taraftan Kızıldeniz yoluyla dünyanın geri kalan diğer pazarlarına ulaşıyordu. (Hamit Dabaşi, İslam’da Otorite, İnsan Yayınları) Büyük kervanlar, Mekkeli sermayedar ve tüccarlarının oluşturduğu bir komisyon tarafından idare edilirdi. Haşim’le başlayan bu durum, ondan sonra gelen yöneticilerin hafızalarında kodlanmış bir alışkanlık oldu ve bu imtiyaz hep sürdürüldü. Ondan sonra da Mekkeliler, siyasi ve dini otoriteyi temsil hakkını kendilerinde gördüler. Bu üstünlük Emevi-Abbasi dönemleri (M1250’ye kadar)’ne kadar da devam ettirildi. (Cabiri)
Mekke’nin refahı ve güvenliği, mekânın kutsallığından geldiği gibi, yerleşiklerin beşeri niteliklerinden de kaynaklanıyor. “Onları kutsal, güvenli bir yere yerleştirmedik mi ki katımızdan bir rızık olarak orada her şeyin ürünü toplanır.” (Kasas 57) Topraktan elde edilen zirai ürünler orada yoktu ama ticari amaç için çevre ülkelerden getirilen çeşit çeşit ürünler orada toplanıyor, depolanıyor ve onlar tarafından alınıp satılıyordu… Bu ayet, İslam davetini kabul ettiklerinde, zenginliği, güvenliği ve dolayısıyla üstünlüklerini kaybedeceklerini düşünen müşriklerin endişelerini anlatıyor. Onları, Müslüman olurlarsa şayet, yurtlarından zorla çıkartılacakları, çevre Arapların Mekke’nin kutsallığını kabul etmekten vazgeçecekleri, orada ikamet edenleri yağmalayacakları korkusu kaplamıştı. Ayet, bu endişeye karşılık gelmişti.
Bu anlayış sadece müşrikleri de etkilemiyordu. Nitekim M.630 da Mekke fethedildiği zaman gelen vahiyde, Müşrik Arap’ların Mekkeli olsun ya da olmasın, Kâbe’den uzak tutulmaları emredildiğinde ticaretin kesileceği ve aç kalacakları korkusu Müslümanları da sarmıştı. “Eğer fakirlikten korkarsanız…”(Tevbe 28), ayeti bu durumu anlatırken aynı zamanda kutsal beldede, ibadet ve ticaret için gelenlerden elde edilen servete de işaret etmekteydi.
Nihayetinde Kureyş orada Mekke’nin yüksek dini ve ticari konumunu, diğer Arap kabileler ve soyları üzerinde hem bir güç ve tehdit olarak hem de ortak çıkarlarını paylaşma aracı olarak kullandılar. Orta Arabistan’da ticaret yollarının kavşağı olması nedeniyle jeopolitik konumu ile Mekke, Kureyş’in dehası, becerisi ile de dönemin Sasani, Bizans arasındaki savaşın da neticesi ile kısa zamanda bütün Arap yarımadasının güven, istikrar ve birlik sağlayan kabileler konfederasyonu haline dönüşen bir şehir olacaktır. Dini merkez olmasının yanında temeli ticaret, ticaret yolları ve ticaret kervanlarını korumaya dayalı sosyal, ekonomik ve siyasal bir düzen kurularak Mekke, Arabistan’da şöhretli bir merkez, parlayan bir yıldız olmuştur.
Mekke’de hadari bir yaşam sürse de, bedevi nitelikli davranışlar da görülmektedir. Mekke’nin kenar mahallelerinde bedevi tarzı yaşam sürdüren Arapların bulunması da normal karşılanmalıdır. Badiyelerde geçici ikamet eden (tatil amaçlı veya iş gereği) şehirliler olabileceği gibi, şehirlerin banliyölerinde yaşayan bedeviler de bulunurdu. Mekke’de ticari birikimlerin sonucu oluşan aşırı servet düşkünlüğü, kabile bağlarını ve ahlaki sorumlulukları çözerken onun yerine baş gösteren bireysellik, kozmopolit kültürün ve refahın tipik özellikleri olarak görülmelidir. Fuhuş sektörü, kumar, tefecilik, eğlence gibi yaşam biçimleri azgınlaşmanın ve sekülerleşmenin getirdiği sosyal sorunlar olarak orada dikkati çekmektedir.
Mekke birçok açıdan merkezi öneme sahip bir şehirdi. Kureyş aslında İslam davetine karşı çıkarken sahip oldukları o büyük avantajlarını yitireceklerini düşünüyorlardı (Kasas 57). Mekkeliler peygamberi davete karşı çıktıkları zaman diğer Araplarda onlara uyarak karşı çıkacaktır. Bu durumun tersi de geçerliydi, Mekke fethinden sonra Mekkeliler İslam’a boyun eğip teslim olunca, diğerleri de teslim olacaklardır. Nasr Suresinden de anlıyoruz ki, “Ümmü’l Kura”nın, Mekke’nin konumu ve önemi burada yatıyor.