Hüseyin ALAN
İSLAM ÖNCESİ ARABİSTAN COĞRAFYASI -VI-
MEKKE’DE OKUMA-YAZMA DURUMU
Siyer yazarlarımızın çoğunun düştüğü garip bir durum var; o da, cahiliyye Arap toplumunun okuma yazma konusunda çok geri olduklarına dair genel kabuldür. Hatta cahiliyyenin bu anlama geldiğinden yola çıkarak yanlış bir yargı da üretilmiş ve Peygamberin Kuran’ı kendisinin yazamayacağını ispat bağlamında, onun okuma ve yazma bilmez (ümmi!) birisi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Kuran’ın bizzat kendisinin okuryazar olanlara, okuryazarlığın her türlüsüne, bilenlere ve iddia sahiplerine her türden meydan okumasına rağmen! Oysa cahiliye her zaman ve her toplumsal şartta İslam’ın zıddı, inzal edilmiş hakkın karşıtı olandır. İslam’da ilim vahiydir, dolayısıyla vahyi, ilmin ve hakikatin kaynağı kabul etmek, cahiliye de ise bu hakkı bilmemek, kabul etmemek, yerine başka bir kaynak kabulü vardır…
Her yeninin kabulü, eskinin ötekileştirilmesi ve küçük gösterilmesini de beraberinde getirir. Klasik siyerler, yanlış bir anlayışla, Kuran’ın getirdiklerinin daha iyi olduğunu ve Hz. Peygamberin yaptıklarını daha güzel göstermek için, cahiliyyeye kötü bir kılıf geçirdiler. Dolayısıyla onlara yanlış bir misyon biçtiler. Böylece onları, gerçeklerin dışında tarif ederek biçimlendirdiler. Bu da bir takım gerçeklerin örtülmesine, bazı hususların öne çıkartılıp bazılarının da göz ardı edilmesine yol açan yanlış bir bakış açısı geliştirdi. Buna göre oradan peygamberi tanımak da, ne yaptığını öğrenmek de zorlaştı. Dolayısı ile Bu bakış Kuran’ı doğru anlamaya da bir engel teşkil etti…
Oysa Kuran’ın getirdiklerinin ve Peygamberin söyleyip örnekleştirdiklerinin üstünlüğü, özgün ve hak olması, bir diğerinin düşük olmasına bağlı, bir başkasının anti tezi veya alternatif olmasına karşılık değil, “kendiliğinden” olmasındandır. İslam ta başından beri onlar yokken de özgün, kendine has, sadece kendi başına hak olandır. Bu nedenle Kuran’ın ilk muhatapları dahil onlar yok olduktan sonra da sonuna kadar tüm diğerleri de, İslam’a göre değerlendirilmelidir.
Siyer konusunda bizleri yanıltan bu durum, günümüz toplumları için de geçerli olmak kaydıyla cahiliyyeyi olduğu kadar İslam’ı da doğru anlamamıza engel teşkil etmiştir. Ayrıca birçok bâtılın da kabulüne sebep oldu. Tümü olmasa da modern düşünüşün etkide kalmış siyercilerin, genel manada olumsuzluğa yol açan görüşleri, bu defa modern olanı veri kabul etmekten kaynaklanıyor. Bu kez eskiyi (bu defa eski, şartlarla sınırlı ve kendi dönemine has peygamberi uygulamalardır) “ötekileştirerek” hakikatin dışında tarif edip biçimlendirmek oldu. Bu şartlarda ortalama bir dindarın, özel merakı ve arayışı da yoksa peygamberi doğru tanıması ve İslam’ı anlaması da zorlaştı…
Araplar okuma-yazma işine aşinadır. Ticari ve sosyal hayattaki işlevleri açısından buna ihtiyaçları vardı ve belli amaçlarla bu gereklilik karşılanıyordu. Bunun için bile yazı ve hesap bilgisi gereklidir zaten. Mekke’de vahiylerin yazılması olayını düşündüğümüzde bu işlerin önceden de bilindiğine dair işaretleri görürüz. Bu manada Hudeybiye anlaşmasının yazılı yapıldığını, panayırlarda seçilen şiirlerin Kabe’ye yazılarak asıldığını, boykot anlaşmasının da yine yazılı olarak Kabe’nin içine takıldığını hatırlayabiliriz… Bunlara ilaveten şahıslar ve kabileler arasında yazılı anlaşma metinleri vardır. Köle mülkiyet senetleri, emanlara dair vesikalar, mezar kitabeleri, muallakat metinleri de yazılı belgelere örnektir. Ayrıca anlaşmalarda kullanılan mühürler var ve bunlar Arapça olarak kazınıyordu.
Araplar hem birbiri ile içerde hem de ticari ilişkiler dolayısı ile uzak belde insanlarıyla gelişen çeşitli ve sıkı ilişkilere sahip durumdalar. Kureyş’de okuryazar oranı, topluluğun mevcut şartları göz önüne alındığında yeterince olmalıdır, bundan doğal bir şey de olamaz. Bunu anlamak için Kuran’a baktığımızda şunları söyleyebiliriz: Kuran’da bahsedilen okumak, ”karae” fiili, türevleri ile 87, yazmak, “ketebe ve emla” kelimeleri türevleri ile 320 defa geçiyor… Kendi tecrübeleri ve tanıştıkları diğer kültürlerin etkileri sonucu onlar birçok ilme, birikime, marifete ve maharete de sahip olmuşlardır. Nücûm (astronomi-astroloji), tarih, ensâp, dil, şiir, nesir, tıp, hayl, zecr, tâbir, ferâset, kehânet, Arafat, iyafet, kıyafet[1] onlardan en çok bilinenleridir.[2]
Araplar arasında İbranice, Süryanice kitaplar ve Arapça hikmet kitapları var. Bunlar yazılı malzemelerdir… İleri gelen ailelerin çocuklarının okuma yazma bildikleri rivayetleri var ki bu çok makuldür. Hatta o çocukların okula gitmeleri için velileri tarafından baskı gördükleri anlatılmaktadır. Sınırlı sayıda da olsa dönemin Arabistan’ında kız-erkek talebelerin beraber okuma ve yazma öğrendikleri şehirler var. Mekke, Medine, Taif, Hire, Dumet-ül Cendel, bunlara örnektir... Yazı malzemeleri olarak kullanılan beyaz ince deri, parşömen, hurma dalları, deve kemikleri, çanak kırıkları, yumuşak beyaz taşlar ve tahta levhalar var… Araplar, üzerine yazı yazılan beyaz, ince deriye “rakk” diyor, kelime Kuran’da da geçiyor (Tur, 2-3). Tomar denilen, büyük kağıt anlamına “sicil” de geçer ( Enbiya 104). Esas olarak kağıda kırtas (kurtas, kartas), beyaz sayfa veya parşömene mührak ve varak diyorlar. Kelime, Kuran’da, kitap yazılan kağıt anlamına (Enam 7-91) de kullanılmaktadır.
Yazı gereçleri için Kuran’da geçen kitap, kalem ve mürekkebe atıf yapan ayetler (Lokman 27, Kehf 109) var. Yazıların papirüs olan kırtas üzerine (Enam 7-91), parşömen olarak rakk üzerine yazıldığı bildiriliyor. Yazılı kayıtlar (Tur 3, Beyyine 2, Müddesir 52, Kamer 52), Kalemle öğreten, bilmediğini öğreten (Alak 4-5), kutsal metin (Ankebut 48) yazılı vesikalardır. İnsan fiillerinin zubur üzerine yazıldığını bildiren ayet (Kamer 52) ve yazılı malzemelerden (suhuf, yada yapraklar biçimindeydi) bahsedilmektedir. Bunlar kayıt tutmak için kullanılan evraklardı…
Alusi, Arapların okuma yazma konusunda ileri düzeyde olduklarını söylerken yazı ve yazı aletleri ile ilgili
Kelimelere dikkat çeker. Konu ile ilgili Arapçada geçen bazı lafızlar şunlardır; devaat (hokka), melik (hokka içine konan yün), midâd (mürekkep), unbûbe (kalemin açılmış hali), kitap, sahife, suhuf, kırtas, kalem, satır, harf, şekil, nokta, nihbere (mürekkeplik), muhraf, sifir, esfar… Başka bir rivayette Araplar yazı malzemesi olarak, kamıştan yapılmış kalem, kömür tozu, sengi denilen yapışkan bir madde, kandil isinden meydana gelen mürekkep, kağıt olarak rakk denilen deri, kırbati denilen kumaş, taş levhalar, deve kemikleri, çanak, çömlek… gibi malzemeleri kullanıyorlar. Kırtas ve papirüs onların bildikleri malzemeler olarak şiirlerde çokça geçiyor.[3] (Merakı olanlar Türk toplumunda ve Türkçe de benzer konuyla ilgili kullanılan ve ayrıntı veren kelime sayısı hakkında kıyas yapabilirler…)
Belazuri, İslam geldiğinde okuyup yazabilen 43 kişinin ismini veriyor. Bu sayı gariptir, o günkü şartlarda Mekke’de olması gereken yeteri kadar bile değil, olsa olsa bilindiği kadarıyla ve en azını gösterir bir sayı olarak görülebilir. O isimlerin çoğunlukla bilinen vahiy kâtipleri olduklarını gördüğümüzde, bunda bir gariplik olduğu zaten anlaşılıyor. O günkü durumda Mekke’nin ticari hayatını, kozmopolit yaşantısını, panayırlara giden uluslar arası tacirlerin varlığını bile düşündüğümüz bir şehirde, bu sayılar gerçeğe tekabül etmez.
Mekke özeline bakıldığında, İslam öncesi dönemde onların elinde İbranice, Süryanice ve Arapça metinler olduğunu söylemiştik. “Daniel’in Kitabı” olarak bilinen yazılı bir metinin varlığından, onu okuduklarından bahsedilir.[4] Bu kitaplar okunuyor, okunanlara ilgi duyanlarca da bilgiler paylaşılıyordu… Tüccar bir kavim olan Mekkelilerde, ticari hesaplar, alacak-verecek işleri, yazılı senetler, kar-zarar hesapları, faiz hesapları gibi bilgilerin yazılı olduğu vesikalar vardır. Sosyal hayatta, ikili ilişkilerde, ekonomik ve siyasi sonuç üreten işlerde köle mülkiyeti senetleri, şahıslar ve kabileler arasında yapılan yazılı anlaşmalar, emanlara dair yazılı vesikalar, önemli vesilelerle yazılmış mektuplar, mühür, mezar kitabeleri, vasiyetler vb belgelerden de bahsedilmelidir.[5] Yazılı senetler, şiirler, anlaşmalar, vasiyetler gibi önemli olayların yazıya geçirildiği zaten biliniyor…
Kuran, beşeri âlem düzeyinde, nihayetinde okuma yazma ürünü bir kitaptır. Ancak bu okuyup yazma algısı, o günün insanında günümüzdeki gibi algılanmıyor. Sözlü kültüre dayalı bir toplumda, ezberlenen bir metnin yazıya geçirilmesi farklı bir işlemken, yazılı ya da sözlü bir metni okuma işlemi de o yıllarda farklı anlaşılmaktadır. Bu manada Kuran’ın okuma yazmadan kastına bakıldığında, anlam ve zihinlerde çağrışan karşılık olarak günümüz insanının anladığı manaya gelmiyor… Kuran’ın çağdaşları, okumaktan, anlamayı ve ezberlemeyi anlarken bundan da hitabetin kendilerinde uyandırdıklarını hemen icra etmeyi anlarlardı. Yani gerek sözlü gerekse yazılı bir metini okumaktan, anladıklarını (mesajın içeriğini), tutum ve tavır alma değişikliliği olarak algılıyor ve hemen de gereğini yapıyorlar. Başka bir deyişle onlar, okudukları bir şeyin, lafzın (sözlü veya yazılı fark etmiyor, bu ezber tekrarı olan Kuran ayetleri için çok daha geçerli) mesajını alıyor ve nefsine uyguluyor. Yani aldığı mesaja uygun olarak niyetini ve halini düzeltiyor, yeni aldıklarıyla eski uyguladıklarını değiştiriyor. O nedenle onların okuma işlemi, okunanla bağlantılı olarak bir davet niteliği taşıyor, okuyucu da o davete karşılık ya yenileniyor yahut eski halde ısrar ediyor…
Okuma yazma konusunda bizi en çok ilgilendiren konu, ümmi kavramı etrafında dönmektedir. Bu manada ümmi kavramı, okuma yazma konusunda hiçbir şey bilmeyen olarak yanlış tanıtılmış bir kavram olarak gözükmektedir. Bunu böyle açıklayanlar Bakara süresi 78 de geçen “ümmiyyûn” dan çıkardılar, “söylentiden başka” ifadesini buraya dayandırdılar. Oysa ayette kitaptan bahsediliyor. Kitap yazılı bir metindir. Dikkat edilirse ayette yazılı bir kutsal metni olmayan bir topluma referans vardır… Ali İmran 75 de geçen, ehli kitaptan bazıları “ümmetlere karşı…” ifadesinde, burada, Yahudiler kelimesi başkaları için kullanılıyor. Zira aynı sürenin 20. Ayetinde Muhammed’e “ ehli kitaba ve ümmiyyû’na de ki” deki ümmiyyûn kelimesi, Yahudi olmayan, yazılı ve kutsal bir metni olmayanlardan bahsedilir ki bunlar putperestlerdir. Yahudiler bunlara gentile diyor. Yahudi olmayan demek (gentile); onlara göre kutsal kitaba sahip olmayanlar demekti. Muhammed(s) ve kavmine karşı da bu atıf yapılırken, aynı manaya kullanılmış olmalıdır.
Konu Cuma Suresi 2'de, daha açıktır. Araf 157'de Musa(s) ile 158'de tüm insanlığa seslenmesi istenen Muhammed(s)’den bahsedilirken, ümmilik bazında, ümmi nebi olarak geçer ve kitabı mukaddeste önceden haber verildiği söylenen, Yahudi olmayan peygamberdir demektir. Çünkü Muhammed Yahudi ve Hıristiyanlardan başka, Yahudi olmayan putperestlere ve kendi toplumuna da gönderilmişti… Kavram olarak ümmi, dar manasıyla bile okur- yazar olmayan anlamına gelmiyor. Bu nedenle kavram, ancak, kutsal kitaba sahip olmayanlar olarak karşılanabilir. Bu aynı zamanda Muhammed’in kitabı mukaddes konusunda doğrudan bilgisi olmadığı anlamını da içerir…[6]
[1]Corci Zeydan, İslam Uygarlığı tarihi 1, iletişim yayınları.2004
[2]M. Hanefi Palabıyık, Cahiliye Dönemi ve İslam’ın ilk Yıllarında Okuma yazma faaliyetleri, A:Ü:İ:F: dergisi, sayı 27, Erzurum 2007.
[3]Kettani, Teratibül İdariye, iz yayıncılık.1991
[4]El Azami, Hadis edebiyatı tarihi.
[5]Nihat Çetin, DİA, Arap maddesi.
[6]Abdül Vahap Özsoy, Hz. Peygamberin ümmiliği hakkında bir tartışma, A.Ü.İ.F. dergisi, sayı 31, Erzurum 2009.Ahmet Önkal, "Hz. Peygamber'in Ümmîliği", SÜİF Dergisi, sayı 2, 1986. İbrahim Sarıçam , age. M.Hanefi Palabıyık, Cahiliyye Dönemi ve İslamın ilk Yıllarında Okuma yazma Faaliyetleri, AÜİF Dergisi Sayı 27 Erzurum 2007