Hüseyin ALAN
İSLAM ÖNCESİ ARABİSTAN'DA CAHİLİYYE -III-
3-BEDEVİ YAŞAM TARZI
A-BEDEVİLİK VE BADİYE
Cahiliye dönemi anlatımları ve tasvirleri genelde, ilkellik, barbarlık, sefalet, düşünceden yoksunluk gibi özelliklerle hayatı baskın ve savaşlarla geçen, kan davası güden, totemlere tapan ilkel inançlı insanlar ve onlardan oluşan bir bedevi yaşam tarzı olarak tasvir ediliyor. Özellikle baskınlar, kaba kuvvetin hakimiyeti, sosyal hayat ve kadın konusunda olağandışı anlatımlar var. Bu iddialar işin tabiatına uymayan, normal mantık kurallarına ters gelen, anlaşılması mümkün de olmayan anlatımları kapsıyor. Bunun ötesinde, Kuran ve nas’ların bildirimine de aykırı düşüyor.
Çok fazla genellemeler yapılıyor, bazen hangi dönemin anlatıldığı atlanıyor, karıştırılıyor. Kaldı ki, rivayetlerin birçoğunun düzmece ihtimali olanlardan seçilmiş olduğu apaçık sırıtıyor. Bu anlatımlarla çizilen tabloda cahiliyyenin anlaşılması mümkün değildir. Dikkatli bakıldığında, ayrıntılar tahlil edildiğinde, bilinenlerden hareketle tefekkür edildiğinde bu durum açıkça gözüküyor. Bütün bunların Peygamber ve sahabeyi yüceltmek niyetiyle yapılmış olduğu ihtimalini güçlendiriyor. Oysa onları yüceltmek için berikilerin aşağılanmasına hiç gerek olmadığı gibi onların buna ihtiyaçları da yoktur.
Tarihin bir kesiti, insanlık halinin bir dönemi anlatılırken, özellikle Allah’ın son mesajını verdiği toplumsal vasat değerlendirilirken titizlik gösterilmemesi, rivayetlerin zayıf, tutarsız, gerçekçi olup olmadığına bakılmaksızın karıştırılmış olmasını anlamak güçtür. Yapılan değerlendirmelerde, aktarılan rivayetlerde Arap insanları, adetleri, düşünce yapıları, pek dikkate alınmamış gözüküyor. Müsteşrikler de bu konuda ayrıntı çalışmalar yapmışlar, onlar da işi anlamaya çalışmışlar. Ama onların kendi özel yöntemleri ve hedefleri olduğu için daha zayıf rivayetleri alıp önemli sonuçlar üretme peşinde oldukları biliniyor. Bu durum hemen de göze çarpıyor zaten. Onlardan insaflı olanlarda bile bu durum dikkatlerden kaçmıyor (İ. Derveze). Siyer konusunda araştırmalar ve değerlendirmeler yapan Esposito da, Derveze’ye benzer görüşleri dillendiriyor ve anlatılanların çoğunun “MÖ 1000 lerde süren kabile yaşam tarzının, M7 asırla aynıymış gibi” anlatıldığından dert yanıyor… Bu haklı değerlendirmelerden sonra bedevi tarzı hayatla ilgili rivayetlerden bir seçki yaparak konuyu anlamaya çalışabiliriz.
Çöl şartlarında bedevi özellikleri ile yaşayan, develeri, obaları ile çevreye yayılan Arap, esas olarak mert, sözüne sadık, özgürlüğüne düşkün, dayanışmacı, kavgacı, haşin yapılı olup hayatı kavim savaşları ve baskınlarla yoğrulmuş, kabile asabiyesi esasları üzerine kurulu bir dünyada geçiyor. Onlardaki kaba görünümlü tavizsiz özgürlüğüne düşkünlük, kabile otoritesi, gelenekleri ve kabilenin yazılı olmayan yasaları ile dengelenmektedir. Orta Arabistan’da Kurulu Mekke, Medine, Busra, Petra, Hire ve Taif gibi yerlerde yoğun olarak şehir hayatı yaşanmaktadır. Diğerleri, kabileler halinde köy ve kasabalarda yarı yerleşik veya göçer tarzı hayat sürdürmektedirler.
Bedevinin obasında, köyünde veya çadırındaki yaşamında kullandığı ev eşyaları genelde sadedir. Hayvan tüyleri, derileri ve kumaşlardan yapılmış elbise, ayakkabıların yanında minder, koltuk, sedir, yastık ve yatak gibi malzemelere sahipler. Yemek gereçleri olarak çeşitli kaplar, tabaklar, çanak, bardak, kazan vs. kullanılıyor. Onların temel tüketim besinleri hurma, av hayvanları, deve, keçi, vahalarda buldukları sınırlı sebze ve meyveler, et, süt ve bunların ürünleridir. Onlar ihtiyaç duydukları diğer malları şehirlerde, panayırlarda kendi malları ile takas ederek karşılıyorlar. Kasabalarda veya kervan yolları üzerinde oturanlar, zirai ürün yetiştirmenin yanında deve kiralıyor, refakatçilik ve ticaret yapıyorlar. Şehirli zengin ailelerin çocuklarına mürebbiyelik yaparak kazanç sağlayanlar da var.
Genel olarak bedevi sade yaşama alışık, lüks tüketime meyletmeyen, mahrumiyete dayanıklı, sözüne sadık, kabile üyeleri ile birbirlerine sıkı sıkıya bağlı, sağlam yapılı insanlar. Esnek olmayan bir tabiat, sertlik, kurallara sadakat, değişkeni fazla olmayan bir hayatta yeniliğe fazla rağbet göstermeme gibi özellikleri doğuruyor. Bedeviliğin hâkim karakteri bunlar gibi gözüküyor. Statik hayatı, esneklikten yoksun mizacı, günübirlik kabilevi ilgi ve maslahatlarıyla kabile gelenekleri, ahlaki emir ve müeyyidelere ayak uydurmada onu zorlamıyor. (Bkz. Tevbe 97, 98). Yüksek kültürlerin doğduğu, geliştiği merkezlere ya uzak ya da ilgisiz kalışları da, bu durumu besliyor. Zaten zihni faaliyetler, entelektüel gelişmeler, farklı kültürel vasat, yerleşik şehirlinin ayrılmaz bir parçasıdır. Şehir ortamı zekâya dayalı etkinlikler ve gelişmeler için mümbit bir yerdir çünkü.
Kuranda “el Arab” kelimesi bedevi Araplar için kullanılmaktadır. (Bkz. Tevbe 101, Ahzap 20…). Ayetlerde anlatılanlardan anlaşıldığı kadarıyla onların tehlikeli durumlardan sakınma ve normal durumları gözetleme gibi iki tür temel özelliğe sahip olduklarını ve buna da önem verdiklerini anlıyoruz. Bedevinin bu özelliği, bugünkü anlamda bildiğimiz içi-dışı başka münafık tiplemesi anlamda değil, onlar açık ve netler insanlar. Bu halleri, onların menfaatlerini gözetmeleri yüzünden böyle anlatılıyor. (Bkz. Tevbe 101)
Göçebe yaşam biçimi, yeniliğe uygun toplumsal bir biçim olarak görülmüyor. Bu şartlarda farklı kabilelerle birlikte bir yaşam tecrübesi oluşmadığı için, iyi-kötü, dost-düşman, yurt-birlik gibi fikirleri, kabile sınırlarını aşarak kurumsal yapısıyla oluşan bir devlet düzeyine gelemiyor. Bu şartlarda üretilen kavramlar, zihinsel faaliyetler ve onların toplumsal karşılıkları kabaca “kabile”, “şecere”, “gelenekler”, “ataların kahramanlığı”, “mekan” ve “asabiye” bağlamı ve çerçevesi etrafında dönüyor. O nedenle bu tarz bir yaşam sürecinde siyasi olarak farklılıkları kaynaştıracak yeni bir güce ve oluşuma gerek görülmüyor. Gerekli görüldüğü zamanlar da kurdukları kabileler arası ittifaklar, onların bu ihtiyacına cevap veriyor çünkü.
Fetih Suresi 11-12'de bedevilerin tehlikeli işlerden sakınma, tehlikeden uzak durma özellikleri anlatılırken, onların Hudeybiye seferine çıkışta gösterdikleri tavırları gösteriliyor. Peygamber ve arkadaşları Hudeybiye’ye giderken, onlar, Kureyş’in Müslümanlara karşı düşmanlığını biliyor, onların bu uygun fırsatı kaçırmayacaklarını dolayısı ile gidenlerin hepsinin öldürüleceklerini düşünüyorlardı. Oysa aynı bedevi, riski olmayan güvenli durumlarda, kazanç elde etmek için Müslümanlarla birlikte savaşa katılıyordu (Bkz. Fetih 15). Onların ikiyüzlülükleri bu sebeple söylenmişti. Bir kısım bedeviler, beklentileri karşılanmazsa Müslümanlıklarını başa kakıyor (Bkz. Hucurat 17) ve somurtuyorken, buna karşılık onlardan güzel tabiatlı, ahreti düşünerek Salih davrananları da vardı. (Bkz. Tevbe 99)
Bu anlatılanlardan ve ayetlerden de bedevinin tabiatının ak-kara gibi keskin olmadığını, her topluluk gibi onların da benzer özellikler taşıdığını görebiliyoruz. İbn Haldun bedeviliği anlatırken, insan soyunun başlangıç tarzı olarak gördüğü, saf ve temiz niyetlerin bozulmadığı özelliklere, haklı olarak dikkat çekiyor. İbn Haldun, köylünün, dini düşünceden ziyade büyüye eğilimli olduğunu söyleyen ve onları eleştiren M. Weber’e karşı, onların fıtraten bozulmamış olmaları nedeniyle “hayra” daha yakın buluyor. O, hadariler ile ilgili yaptığı değerlendirmede, onlar, çeşit çeşit haz ve zevklerle, refahın getirdiği âdet ve alışkanlıklarla dünyaya ve maddi menfaatlere yönelir, birçok huy ve kötülüklerle nefisleri kirlenir, demektedir. Tarihi tecrübeler de bunu göstermektedir zaten. Bu güzel özelliklerin yanında o da, dinlerin ilk önce şehirlerde doğduğunu, oralarda yaşanmaya başlayarak gelişip yaygınlaştığını belirtmektedir.
B-BADİYEDE BİLGİ KAYNAKLARI VE REFERANSLARI
Daha ziyade erkek soyundan (ataerkil) gelen akrabalığa dayalı kabile toplumunda “kurucu” ilke, kan bağı yolu ile kurulan “kabile asabiyesi” veya bağıdır. Bu nedenle nesep, kendilerini koruyacak, bir arada tutacak, tehlikeleri öğretecek ve diğer kabilelerden onları ayıracak olan koruyucu bir zırh, bir “otorite”dir. Bu otorite de ensap bilgisine dayalıdır. (Kabile toplumunda nesebe bağlılık ve ona duyulan ihtiyaç, modern dönem insanının kendi ulus tarihi, ulus kültü, devleti ve vatanına duyduğu ihtiyacın karşılığıdır.) Bu manada Arap kabile toplumunun, kabilesinin devamı için geliştirdiği bilgi üretimine bakıldığında bunun şairler, nesep bilginleri (ensâp), kıssacılar (ahbâr) tarafından Eyyâm-ül Arap ve bunlarla ilgili haberlerle sağlandığını görürüz. Kabilenin bilgi aktarımlarında önemli rol oynayan şairler ve ensaba verilen önem, toplumun kültürel, sosyal ve siyasi şartlarının ve ihtiyacının da bir sonucudur.
Asabiyet, bir manasıyla kabile üyelerine atalarının üstünlüğü ve şerefi ile övünmesini, kahramanlarını ve tarihi başarılarını gururla yâd etmesini ve yüceltmesini telkin eden bir duygudur. Bu duygu, insanlara nesebini öğrenmeye de sevk eden önemli bir etken. Nesep şecerelerinin muhafaza edilmesi yani ensap, şecerede adı geçenlerle ilgili birçok tarihi malumatı ve rol modelleri de bir araya getiriyor. Böylece kabile içi bilgi üretimi ve bilginin devamlılığı sağlanmış oluyor. Ensap ile birlikte şairler şiirleri ile ahbar kıssaları ile hatipler hitabet konuları ile bu bilgi üretimine katkı sağlıyorlar. Bayramlar, merasimler, şenlikler, fuarlar vs gibi vesilelerle, bu bilgiler sürekli aktarılıyordu. Bunlardan şiir, çoğunlukla ahbar tarzında şiirin ana temaları olan “fahr”, “medih”, “mersiye” ve “hiciv” ile kabilenin mazisi-tarihi ile ilgili bilgileri topluca aktarmaktaydı.
Kabile toplumunda şairlik, ahbar, kıssacılık ve hatiplik o nedenle meslek haline gelmiştir. Bu sayede toplumsal hafıza yenileniyor, nesilden nesile aktarılan bilgiler, rol modeller nezdinde referansları ile iyi-kötü, dost-düşman gibi değerlerde somutlaştırılarak kolektif hafızaya kodlanıyordu. Bu kodlanmış referanslar arasında en önemli yeri Kahtani’ler ( güney Arapları), Adnani’ler (kuzey Arapları) ve bunların kolları arasında cereyan eden savaşları ve kahramanlıkları anlatan Eyyam-ül Arap’la ilgili bilgiler alır. Onlar için atalarının cesareti, dürüstlüğü, eli açıklığı, zayıflara karşı yardımseverliği, tükeninceye kadar malını harcaması, sabrı, hilmi, arabuluculuğu, anlaşmalara yatkınlığı, yiğitlikleri vs oldukça önemlidir.
Bunları şairlerin şiirleri, ensâpçıların (soy-sop) şecereleri, ahbarcalar (kahramanlık kıssaları) ve hatipler (güzel konuşma) yolu ile yaşayanlara anlatılıyor. Bu nakillerde kavramlara yüklenen mana ile referanslar oluşturuluyor, nihayet toplumsal vaziyet alışlar, nesilden nesile böylece aktarılıyordu. Bunlarda genellikle mazi ve anla ilgili olarak, kabilenin soy ve şerefçe üstünlüğü, gelenekler, savaş başarıları ve kahramanlıklar merkeze alınarak yapılıyordu. (Modern dönemlerin mecburi eğitim sistemleri, dil-tarih kurumları, ‘başlarına “ulusal” eklemeler yapıldığında’ medya, aydınlar, akademya ve sanat, spor dalları vs de, aynı işi görmektedir)
Referans yapılan kavramlarının içeriğine bakıldığında kabile güvenliği, asabiye, birlik ve kabilenin devamını sağlamak amacı güdüldüğü görülmektedir. Çünkü kabile üyeleri, değerler bütününde, kabileye yüklenen manalara sıkı sıkıya bağlı kalarak varlığını devam ettirebilirdi. Dolayısı ile kabile üyelerine aktarılanlar, kabilesinin diğer kabilelerden soyca, şerefçe, kahramanlıkta ve güçte daha üstün olduğunun bilincini oluşturuyor, onların da kabulüne dayanıyor. Şecerede yer tutan geçmiş atalarının kahramanları, kahramanlıkları, cesaret, yiğitlik, merhamet, cömertlik, savaşçılık, zayıfı korumak gibi rollerini öğrenirken kendisinin ne yapması gerektiğini, rol modellerinden öğrenmiş oluyordu.
Bilgi üretme ve aktarma sistemi, aynı zamanda bir Arap’a, kendisinin ve kavminin yalnız olmadığını, öteden beri süren köklere sahip olduğunu, güçlü ve şerefli olduğunu, şimdi köklerini ve geleneklerini sürdürmede sıranın kendisinde olduğunu, onun da ataları gibi olması gerektiğini öğretiyor. Ona, yapması gerekenleri öğretirken onun hedefini de tayin ediyordu. Böylece o çöle hâkimiyeti, evrenin ve çevresinin varlıklarıyla kader ortaklığını, diğer kabilelerle bu anlamda sürdürülen bir yarışı, önünde hazır buluyor. Kureyş toplumu örnekliğinde ve diğerlerinde de akletme ve vaziyet alma durumu genelde böyledir ve dolayısı ile hepsinde benzer pratikler üretilmektedir.
KONU HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME
Kabile asabiyesini oluşturan geçmiş atalar, nesep bilgisi, nesepte yer alan kahramanlar, onların hayatı ve rol model oluşları oldukça önemliydi. Toplumsal belleğin oluşumunda ve toplumsal devamlılıkta onlar, önemliydiler. Kahramanların örnekliği, örnek tutumları, onların aklediş ve vaziyet alışlarını anlatan kıssalar da burada onlara referans oluyor. Bir Arap, onlara bakarak kendini ayarlıyor, düzeltiyor, onlar gibi olmaya çalışıyordu. Kendisini, onların devamı olarak düşünüyor. Bunun için onların yaptığını yapmaya, onlar gibi olmaya bakıyor, onlarla övünüyor ve gururlanıyordu. Onun için üstünlük ve izzet buradaydı.
Bundan böyle o, çölde, çölün derinliklerinde kendini yalnız, yapayalnız hissetmiyor. Böylece güç, enerji topluyor, motive oluyor, kendine olan güvenini tazeliyor, ayağını yere daha sağlam basıyor. Artık o, çölde tek başına yahut sadece kavmiyle de değil, hafızasında, bilincinde kocaman bir tarihe sahip, orada ataları ile birlikte oluyor. Toplumsal bellek dediğimiz şey burada gerçekleşiyor, bu aktarmalarla da toplumsal yaşamın anlamı, süreklilik, canlılık ve birlik duygusu sağlanıyordu. (Bilgi üretim sistemi ve sistemi yaşatanlar bahsi, bu işleri yapan şair, kıssacı, hatip, kâhin başlıkları altında ayrıntıları ile anlatılacaktır.)
Şimdi tefekkür edelim! Bu bağlamda, Kuran kıssaları, Müslümanlar için ne ifade ediyordu ya da ne ifade etmeliydi? Kuran’ın neredeyse üçte ikilik bölümünü kapsayan o kıssalar, Allah’ın kullarına aktardığı, hak olarak yaşanmış olaylar ve durumlar olarak, ne anlama geliyor, gelmeli? Gerek geçmiş peygamberler ve kavimlerinin hikayesi, gerek Salih kullar ve başlarından geçenlerin hikayesi, gerek kimi toplumlar, yaşantıları ve akıbetleri ile ilgili olarak anlatılanlar.
Sözgelimi Salih(s), Hud(s), İlyas(s), İdris(s), Eyüp(s)… gibi, bu gün taraftarı kalmamış, sadece isimleri anılan, yaşayan ümmeti de olmayan peygamberlerin kıssaları, neye karşılık anlatılıyor? Allah©, biz kullarını bunlardan haberdar ederken neyi murad etmiş olabilir?... Dünyalarda olmayacak iş başına gelen, İffet abidesi Meryem, eşinin en zor günlerinde dönüp dönüp kendisine sığındığı sükunet limanı, gizli Kahraman Hatice, Firavunun sarayında, pisliğin içindeki sabır taşı Saliha, yüreciğine, ciğerine ateş kozu düşen Musa’nın annesi, ya, kimlere bırakıyorsun bizi ey İbrahim, diyen Hacer?... Neden anlatılıyor bunlar bizlere? Neden?
İman ettim Allah’a ve tabi oldum Muhammed(s)’e diyen bir Müslüman’ın ve Müslümanlar topluluğunun belleği, zihinsel bilinci oluşturuluyor olmasın? Ey inanmış kullarım, şu dünya hayatında sizler yalnız değilsiniz, müşrikler, münafıklar ve kafirlerin oluşturduğu kalabalıklar arasında kendinizi yalnız hissetmeyin! Bakın, duyun da öğrenin! Siz gibi olanlar da var, onlar sizin kardeşleriniz, dostlarınız, Salih ve Saliha örnekleriniz! Kahramanlarınız onlardır sizlerin, ta başından beri de var onlar, sırasıyla yaşayıp gittiler şu dünyadan! Siz de şimdi yaşıyorsunuz, öyle değil mi? O halde bakın onlara, haberdar olun onlardan, dinleyin ve öğrenin hayatlarını! Ve siz de onlar gibi olun, onları takip edin, olur mu? Ey iman edenler, bunlar sizin içindir, kulak verin bu hakikate!
C-KADIN ERKEK İLİŞKİSİ
Badiyede kadınların durumu, o çağlarda bilinen toplumlardaki diğer uygulamalardan farklı bir görüntü vermiyor. Şartların ve tarzın kadına yüklediği sorumluluklar ve verdiği yetkiler, diğer ülkelerde de uygulanan çağdaş cinslerindeki genel statü ile eşdeğer. Kabilesi güçlü, saygın olan toplulukta hür kadınlar da statü olarak saygın ve güçlü durumdadırlar. Bu kadınlar evlenirken istedikleri erkeği seçmekte serbestler. Normal evlilikte, babası kızın rızasını alarak evlendiriyor. Amca, dayı ve halakızlarıyla yapılan evlilikler en yaygın olanı. Bu tür evliliklerde sosyo-ekonomik ve askeri sebepler ön planda. Bu evliliklerde kadına mehir veriliyor. Bunların boşanma hakları da var.
Mehir verilmeden, trampa usulü kız alışverişleri de yapılıyor (İslam bunu yasaklayacaktır). Uzaktan yapılan evliliklerde kadın, artık yeni kabilesinin üyesi sayılıyor. Bunun için olsa gerek, kızın velisi, kızına çok çocuk doğurmaması, düşman sayısını artırmaması tavsiyesinde bulunuyor. Bu tür evlilikte belli ki, ya yakın akraba erkeği yok ya da kadının tercihi ön planda. Esirler ve cariyelerle yapılan evlilikler de var. Çok evlilik, daha çok cariyelerle yapılan evliliklerde gözüküyor. Şehirlerde gözüken cariye evlilikleri, evlenmeye gücü yetmeyen, mihir de verecek durumda olmayan erkeklerin, sahibinin de rızasını alarak yaptıkları evlilik türleridir.
Erkek çocuk doğuran kadınlar daha etkili, kabilenin güvenliğini, geleceğini sağlama aldığı ve savaşçı yetiştirdiği için. Erkek çocuk doğduğunda sevinç var, şenlik yapıyor, ziyafet veriyorlar. Kız çocuğu doğduğunda ise ayıplanıyor, suç işlemiş gibi oluyorlar. (Bkz. Nahl 58, Zuhruf 17) Kadının genelde miras hakkı yok. Kız çocuklarını diri diri gömmek veya fakirlikten dolayı çocukları öldürmek âdeti, hem sık uygulanan bir adet değil hem de her kabilede uygulanmıyor. (Bkz. İsra 31) Öte taraftan öldürülecek çocukları kurtaran yahut bedel karşılığı onları satın alan, bu işle meşhur olmuş faziletli adamlar da var. Çocuk doğurmayan ya da kız çocuğu olanlarsa, kabile gücü oluşturan erkek çocuk sayısının önemi nedeniyle geri planda kalıyor ve onun üzerine sınırsız evlilik yapma uygulaması olabiliyor.
Göçebe hayatında çocuklara bakmak (şehirde asil ve eşraftan olan kadınlar çocukları emzirmez, onlara bakmazlardı. Bunun için özel sütanneleri ve bakıcıları olurdu. Peygamberimizi de böyle büyümüştür.), develeri sağmak, hurma liflerinden hasır, devetüyünden giyecekler ve çadır örmek gibi işler kadının sorumluluğundadır. Savaşta su taşımak, şiirler söyleyerek cesaret vermek, yaralıları tedavi etmek de onların göreviydi.
Kabile yaşamında kadınların da bildikleri bir şey var, o da, savaşta kabilesi yenilen kadının, kendisinin düşmana geçeceği gerçeğidir. Onun savaşı kızıştırma rolü buradan geliyor. Ayrıca kabile savaşçısı olan erkek, yenildiklerinde kabilesine ait kadınların ve kızların düşman eline geçeceğini, köleleştirileceğini bildikleri için ölesiye savaşıyor. Kadının veya kızının esir düşmesi, pazarda satılması ya da cariye edilmesi, bedevi Arap için büyük ayıp sayılıyordu. Bu bakımdan kadın, hem korunmaya değer bir varlık hem de Arap’ın bir şerefidir. Buna rağmen Araplarda olan köle ve cariyeler daha ziyade Arap olmayan insanlardan oluşuyor. Bedevi tarzı hayatta köle ve cariye sayısı oldukça az, şehirlerdeki görüntü oralarda gözükmüyor. Büyük savaşlar dışında Araplar arasında toplumsal bir güç dengesi olduğunu, hayatın çok sık baskın ve savaşlarla geçmediğini buna dayanarak da söyleyebiliriz.
Bedevi tarz toplumda kadınların statüsüne, kabile yaşam tarzına uygunluk arz eden bir görüntü vermektedir. Genel toplumsal kargaşa açısından bakıldığında, kabileler arası süregelen baskın ve savaşlar, kadının statüsü üzerinde etkin rol oynamışa benziyor. Bu durumlarda kadın pek yararlı olamadığı gibi ayrıca korunmaları da gerekiyordu. Esir alınan kızlar veya kadınlarsa, pazarlarda köle olarak satılabildiği gibi, cariye olarak da kullanılıyordu. Ekonomik açıdan bakıldığında, kadın kabile gelirlerine katkı sağlayan, baskın ve savaşlarda rol oynayan birinci derecede rol almıyor. Sosyal açıdan bakıldığındaysa, kız çocukları büyüyünce evlenip gidiyor, başkalarına savaşçı doğuruyordu. Bu gibi nedenlerle bedevi yaşam tarzında kadınların statüsü, kabilesinin ve eşinin itibarı ile bağlantılıdır.
Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi âdeti her kavimde yok ve olanlardaysa bunun da çeşitli nedenleri var! Bu adet en çok Kinde ve Temim gibi daha bedevi kabilelerde kısmen uygulanıyor, diğerlerinde gözükmüyor. Temim, Hire’ye bağlı birliklere yenildiği bir savaşta, mallarıyla birlikte tüm kadınlarını ve kızlarını da esir vermişti. Sağ kalan erkekler reisleri ile birlikte Numan’a vardılar, mallarını değil ama kadınlarını ve kızlarını kendilerine bağışlamasını istediler. Numan bu teklifi bir şartla kabul etti, erkekleri bir gece misafir edecek, ertesi gün sıraya dizeceği esirelere tek tek soracak, gitmek isteyenleri bağışlayacak, kalmak isteyenleri vermeyecekti. Dediği gibi de yaptı, ertesi günü meydana toplattırılıp yan yana dizilen kadınlara tercihleri soruldu. Kalabalık içinde yapılan bu sorgu sonunda reisin kızı dâhil bir kaçı kalmayı, diğerlerinin tamamı kavmine dönmeyi tercih etti. Temimin reisi düştüğü bu durumdan o kadar ayıplandı ki, bir daha kız çocuğu olursa diri diri gömeceğine dair yemin etti.
Kaynaklarda abartılı olarak anlatılan kız çocuklarının diri diri gömülmesi, kıtlık zamanlarında açlık korkusuyla öldürülen çocukların hikayesi, sık rastlanan bir uygulama olarak görülmüyor. İsra 31’de açlık korkusuyla öldürülen çocuklarla ilgili eleştiriler var ve böyle yapanlar kınanıyor. Ayrıca bedevi hayat da hayatın sürekli savaş ve baskınlarla geçmesi anlatımı da makul gözükmüyor. Bu durumu yaygın bir uygulama olarak kabul etmek, orada hem insan soyunun bitmesini hem de bedevi yaşam tarzının kendi kendini yok etmesini kabul etmek gibi bir sonuç doğurur. Öte taraftan çok evlilik için o kadar kadının nereden bulunacağı sorusu da, başka bir muammadır.