Hüseyin ALAN

18 Mayıs 2010

İZMİR'İN YİĞİDİ

Henüz hiç bir ayrıntı yok. Yabancı ajansları ve el-Cezire'yi takip eden arkadaşlardan da iyi haberler yok. Uçağın 3800 metre yükseklikte Hindikuş dağ silsilesinde Kabil'e 100 km uzaklıkta bir tepeye çarptığı, infilak ettiği haberleri geliyor. Afganistan, ah ki ah, imkansızlıklar ülkesi, garipler yurdu. Teçhizat yok, helikopter yok! Arayanlar katırlarla arayışa geçtiler ama aşılması zor engeller var!

Afganistan yolculuğuna çıkacağı son gün birlikteydik İzmir'de. İzmir'in ikinci Bahaddin'i ile birlikte epey sohbet ettikti. O akşam İstanbul'a gidecek, oradan da Afganistan'a uçacaklardı, diğer İHH'lı yoldaşı ile birlikte.

Bu iki Bahaddin'ler 70'lerin kuşağıdır. Takılmıştım onlara; burada başka Bahaddinler yok, kalmadı sizlerden artık. Nesliniz tükendi. Kendinize mukayyet olun, ne olur bizleri üzecek işlere kalkışmayın, dedimdi! Hey Rabbim, 80'lerde devlet işlerine bulaşmayan, pis ilişkilerden uzak duran, vicdanlarını kirletmeyen, elleri tertemiz kalan iki güzel insandı bunlar. El emekleri ile geçinen, nâmerde muhtaç olmayan iki yiğitten birinin akıbeti meçhul, şimdi!

İzmir'den gönlü geniş, eli açık bir tanıdığı vaad etmiş yetimhanenin kuruluş giderlerini. Sıra arsasını bulmaya gelmişti Afganistan'a kurulacak savaş yetimlerinin bakım ve iaşe yurdu için. Aramış oraları, bulmuştu arsa verecek birisini. Onun için gideceğim diyordu Yıldız olan Bahaddin'imiz.

Bir hafta içinde dönerim, yaz mevsiminde de inşaatı bitiririz inşaallah diyordu. Öyle mutluydu ki, anlatılması zor, çok zor. Yetimlerimiz diyordu, bizim yetimlerimiz! Allah böyle imkanlar verir de biz boş mu dururuz! Ben bilirim ki çoğu masraflarını kendi cebinden karşılardı o, gücü yettiğince!

Kadere bak, taktire bak! Ne çok sok severdi oraları. 80'li yıllarda cenk etmişti kâfir Rus'lara karşı oralarda. İyi bilirdi coğrafyayı ve insanlarını Afganistan'ın. Birlikte gittiği kimi dostları şehid olmuş, mezarları orada kalmış, yaralı gazi olarak dönmüştü kendisi. Fırsat bulduğu her zaman gider ziyaret ederdi, cihad ettiği arkadaşlarının mezarlarını. Döndüğü zaman da paylaşırdı anılarını.

Savaş var oralarda, kirli ve pis bir işgal ve katliam. Ne gariptir ki eski tanıdıklarının bir kısmı da şimdi ABD'nin yanında yer almıştı. Ne olur ne olmazdı, mevsim iyi değil, ortalık karışıktı. Bu sefer gitme, yaşlandın artık, sağlığın da elvermiyor, diyerek takılmıştım! Hafifçe tebessüm ettiydi, gideceğim diyordu! Ben de biliyordum gideceğini, konu Afganistan oldu mu duramazdı. Ne çok anıları vardı oralarda!

Akıbetini bilmiyorum arkadaşım, bu gün ikinci gün ve hala bir haber yok sizlerden... Bana başka bir yazı yazdırmasın Allah'ım senle ilgili. Gönlüm yaslı, gözlerim hüzünlü. Tüm dostların gibi. Özletme bizleri, biz İzmir'li Müslümanları. Şu an duadan başka bir şey gelmiyor elimizden, aciziz.

Dün akşam senin kurduğun dernekteydik, tüm sevenlerin oradaydı. Herkeste hüzünlü ve meraklı bir bekleyiş, çoğunlukla da gözü yaşlı arkadaşların oradaydık. Tam da arzuladığın gibi bir birlik havası vardı, keşke görseydin! Lakin bu defaki toplantıda coşku değil hüzün doluyduk. Yapılacak bir şeyi paylaşmak için değil, senin gıyabında senin için toplanmıştık.

Bunu mu istedin bizden ey sevgili Yıldız? Senden gelecek her habere hazırlandık gibi ama bir umudumuz var hala... Yitirmeyeceğiz ve bekleyeceğiz.

Her şeye gücü yeten Rabbimizden niyaz ediyoruz, bizleri sevindirecek bir haber gelir mi ola?