Mustafa ÖMEROĞLU

06 Kasım 2009

KAFAMIZ KARIŞIK VESSELAM

Bu aralar, cahilliğimize verilsin artık, kendimizi bildik bileli kuru diye attığımız imzanın aslında ıslak olduğunu öğrenmiş olduk. Mürekkep, birtakım kimyasallardan, isten, boyadan vs. mürekkep ama kâğıt kuru, aradan bir hayli de zaman geçmiş, nasıl da ıslak kalıyor hayret?

 

İşin şakası bir tarafa, TV kanallarından birinde ciddi mi ciddi, entelektüel mi entelektüel seviyelerde(!) bu nevzuhur mevzu tartışılıyordu; yani irtica ile eylem planında mezkûr subayın attığı imzanın ıslaklığı ve bir delinin kuyuya attığı taş misali, ıslak imza makinesinin varlığı ve tabii ki imzanın sahte olduğu iddiası üzerinde fikir üretiliyordu. Bir müddet sabırla izleyip dinlemeye çalıştım ama “Bu kadarına da pes doğrusu!” diyerek tahammül edemeden kapattım televizyonu. Gerçi izlediğim, ıslak imza konusunda muhatap olduğumuz ilk tartışma değildi ama karşımda duran iki kişinin danışıklı dövüşü andıran paslaşmalarına şahit olmak bir başkaydı. Başkaydı derken, bu bağlamda yazılmış köşe yazılarını, ciddi mi ciddi makaleleri, bilirkişilerle(!) yapılan röportajları ve canlı TV şovlarını(!) küçümsediğimiz sanılmaz umarım. Her yeni gündemde olduğu gibi, gündeme ilişkin söylenmiş her şeyin kendine has kıymet-i harbiyesi var bizim nazarımızda, isterseniz olmasın!

 

İnsan bu, çeşiti bol nasıl olsa… Programı yöneten ve katılan gazeteci beyefendi(!) süreçten etkilenmeden nasıl olur da hala orduya yağ çekilebilir, sorusuna cevap olarak gösterilebilecek çeşitlerden biriydi ve maalesef bunlardan yaşadığımız coğrafyada mebzul miktarda var. En baba hukukçular, en baba siyasetçiler, en baba gazeteciler, bugünlerde iktidarı sarsılan medya gücünü arkasına almışlar ya, söz ve mikrofon da hazır onlara verilmiş ya, ne anayasa kalıyor, ne hukuk/yargı kalıyor, ne kriminal inceleme yapan laboratuar ve ne de teknoloji kalıyor didiklenmedik!

 

Dedikleri gibi gerçekten de varmış mı böyle bir alet, sorusuna cevap aramak için daldım sanala âleme ve gördüm ki essahtan da varmış(!). Ver altı bin doları, al makineyi ve koy belgeyi makinenin ilgili yerine, tıpkıbasım taklit ediversin imzanı. Sanal âlemde Makinenin özellikleri böyle anlatılıyor. Teşekkür mü etsek ne etsek, sık sık değişen gündemler, sağ olsunlar, neler neler öğretiyorlar bizlere(!)…

 

Eh,çok şükür(!)..

Makine sayesinde, peygamber ocağı (hâşa) ordumuzun çok değerli askerleri(!)darbe girişimi iddiasından paçayı yine kurtardılar…

 

Dersem, garip kaçar mı?

 

İddialar, belgeler havada uçuşuyor, uçuşuyor ama şuyuu vukuundan beter kavli gereğince, sizce gereği niye düşünülmez ve hala niye bekleşir durur iktidar sakinleri?

Kafamız karışık vesselam!

 

Doğrudur, iyi şeyler oluyor; doğrudur, adalete dair birtakım iyileştirmeler söz konusu; doğrudur, açılım girişimlerinin iç huzura katkı sağlaması kuvvetle muhtemeldir; doğrudur, daha bir takım müspet gelişmelerin altına imza atılıyor ama nedendir bilinmez, iktidarların azline, yıllardır kimlik yapıları ve inançları nedeniyle Kürtlerin ve Müslümanların tehcirine dair geliştirildiği varsayılan ordu mensuplarına ait her atraksiyon, bıraktık ceza-i müeyyideyi bir kınamaya dahi layık(!) görülmüyor…

 

Gel de düşünme, gel de hayıflanma, gel de şüpheye kapılma!..

 

Hep söylenir, iktidar koltuğu şikâyet etme yeri değildir, diye ama gelin görün ki ,”Mühür kimdeyse Süleyman odur” gerçeğine rağmen hala şikâyet, hala şikâyet!

Başbakanlığa bağlı bir kurum ve onun üst düzey yöneticileri (geçmişte) darbe yapmalarından, darbe girişimlerinden, ikide bir güncelleştirdikleri muhtıra çeşitlerinden (Teknolojiye kurban olalım biz!), gözdağı vermek için düzenledikleri brifinglerden hiç mi hesaba çekilmez, diye bir soru daha sorsam? Soracağım ama abes kaçacak farkındayım.

 

Doğru, tarih, yani yaşanan süreç ortadayken ve o dönemlerin kayıtlı belgeleri arşivlerde, hatta şahit olanların bir kısmı hala hayatta iken; idam kaldırılsa da ikide bir merhum Menderes’i işaret edip idam sehpasına  gönderme yapanlar, merhum T.Özal’ın “iki Necdet” operasyonu ve G.K. Başkanı Torumtay’ın istifa süreçlerinde oynadığı rolün akabinde başına gelenleri dolaylı dolaysız hatırlatanlar varken ne yapsın garibim Başbakan? Öyle değil mi? Biz de çok şey mi istiyoruz ne?

 

Deniliyor ki, Devlet içindeki gizli yapılanmalar/örgütler, Ergenekoncular vs, medyadaki darbe şakşakçıları, uzun zamandır iktidarların sorunu gibi gözüken ama askerî cenahın neredeyse varlık sebebi sayılan PKK, falan filan tasfiye ediliyor. Ergenekoncuların bir bir yakalanması (Sonradan bazıları da bir bir salıverildiler. Şimdi dans ediyorlarmış, acaba ne demek lazım?), İrticayla mücadele eylem planın deşifre olması, hala birileri ıslak mı kuru mu tartışadursun, ordu mensubu birinin imzasının gerçekliğinin ortaya çıkması vs. tasfiye sürecinin geldiği yeri gösteriyormuş!

 

İyi işte, ne güzel!

 

Hazır, Ergenekoncuların da, asker içinde darbe planlayıcılarının da belgeleri çıkmışken ve gerçekliği de ispatlanmışken; tekrar sorayım, niye hâkim irade, evrensel insan haklarına, AB uyum yasalarına ve çok inandıkları Demokratik gerekçelere sığınarak gereğini yapmıyor?

Bir zamanlar merhum Özal yapmış, şimdikiler de o cesaret yok mu, diyenlere hak vermeyelim mi şimdi?

 

Neyse, sakin olmak lazım, gerçekçi olmak lazım… Pişmiş aşa su katmamak lazım… Vaveyla koparmadan, işi tantanaya, gürültüye, şamataya kurban etmeden akıllı, uslu, usturuplu davranmak lazım… Ve bu demlerde sırt sıvazlayanların, hadi biraz cesaret, bu işi ancak sen yaparsın diyenlerin gazına gelmemek lazım…

 

Dersem inanır mısınız?

 

Çık işin içinden çıkabilirsen?

 

Kafamız karışık vesselam!

 

Eh buna da şükür!

 

Anayasanın Müslümanları, daha doğrusu düşünenleri ve düşüncelerini ifade edenleri doğrudan mahkûm etmeye elverişli kanunları ıslah edildi (Tümüyle ortadan kaldırıldı demek zor da o yüzden), idam ezası kaldırıldı (Apo’ya teşekkür mü etsek ne yapsak!), özgürlükler görece olarak arttı (AB uyum yasaları  sağ olsun diyelim mi?), artık ortalık yerlerde Din, İslam diye konuşabiliyor, dernek, vakıf vb. kanallar ile daha rahat hizmet edebiliyoruz. (Sakın başörtüsü konusunda ısrarcı olmamamızın sebebi bu olmasın!) İktidarda eşi başörtülü Başbakanımız, hizmetinde görev yapan ehl-i tarik milletvekillerimiz ve onun da ilerisi Cumhurbaşkanımız var. Meclisteki dinleyici localarına başörtülüler girebiliyor (Üniversitelere de sonra giriliverir, acele etmemek lazım. Ayrıca başörtülü milletvekili olmama sözü verilmişse, resepsiyonlara, orduevlerine girmeme vaadi verilmişse, e bu da oluversin artık!)...Üst düzey yöneticilerden adamlarımız çok… Üst kurulları neredeyse işgal ettik… Medya hemen hemen elimizde, Doğan grubu da tasfiye yolunda(!).Ha unuttuk, Türkiye’nin neredeyse yarısından fazlasında bizim adamlarımız Belediye Başkanı… E,emniyette de rivayetlere göre “F” tipi örgütlenme var… Ve daha daha bir dolu güzellikler(!) var oğlu var, onları da sayalım mı?

 

Neyse, şimdilik yeter, artık saymayalım. Adama demezler mi, adama sormazlar mı, bu kadar iyi gelişmeler(!) varken ne diye sızım sızım sızlanıyorsunuz, diye?

 

İmza varsın ıslak kalsın, varsın makine taklit etsin, varsın darbe planlayıcıları görevden alınmasın, varsın üst düzey ordu yetkilileri azledilmesinler!

 

Bu kadar iyiliklerin, güzelliklerin yanında dert ettiğimiz şeylerin esamisi okunur mu?

Biz işimize bakalım, değil mi dostlar?

 

Ne demeye çalıştım bilmem ki?

 

Mazur görün artık, dedim ya kafamız karışık vesselam, bundan sonrası can sağlığı velhasılı kelam!

 

Desem, yine inanır mısınız?