Mustafa ATAV
LALELER Mİ ÖNCELİKLİ, İNSANLAR MI?
İstanbul... İçinde barındırdığı dünya dolusu sorunlara rağmen hakkında bir dolu güzellemeler yapılmış, destanlar, romanlar, hikayeler, methiyeler yazılmış, güzel fıkralara konu olmuş bir şehir..
Birbirlerine yabancı, farklı kültüre sahip insanlardan mürekkep yaklaşık 13 milyon nüfusa sahip..
Öyle bir nüfus ki istatiki verilere göre 1 milyon 200 bin insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Ancak kışın soğuk ve karda, sel, deprem gibi doğal afetlerde donmak ve ölmek üzereyken akla gelen, akabinde spor, sinema ve tiyatro salonlarında ve benzeri yerlerde geçici bir süreliğine ikamet ettirilen kimsesizler, hasta ve yaşlılar; genelde köprü altlarında, atm’ lerde, parklarda ve metruk yerlerde yaşamını sürdürmeye çalışanlar; mafyanın, sokak çetelerinin kurbanı olanlar, alkol ve tiner müptelası, esrar, eroin işlerinin hem içiciliğini hem de kuryeciliğini yapanlar da bu nüfusa dahiller..
Fuhuş mekânlarında, bar ve pavyonlarda insan olma gerçekliğini kaybetmiş sapkınların hazlarına hizmet ettirilip, bodrum katlarda yaşamaya mahkûm olanlar da işin cabası!
Gün geçmiyor ki bu dediklerimize dair haberler geçmesin ekranlardan, konu edilmesin gazetelerde!
Yıllardır seyredilen Yeşilçam filmi senaryolarının birçoğunun oralardan hareketle yazılmadığını kim söyleyebilir ki?
Ve çocukluğumuzda okuduğumuz merhum K.Tuğcu’nun hikaye ve roman kahramanlarının kuvvetle muhtemel İstanbul’un ara ve arka sokaklarında yaşayanların olmadığını da..
***
Aslında bana göre yoksulluk sınırına dair verilen rakamların daha fazla olduğu kesin; devlet bu, istatiki verileri her zaman doğruyu yansıtmaz çünkü! Fazlasını söylesinler de başlarına iş mi alsınlar hazretler?
Ama enflasyonu düşük göstermek hususunda kimse ellerine su dökemez o başka!
Bir de o yoksulluk sınırının altında yaşayanların çoğunun, Anadolu’daki bağlantılarını da bir düşünürsek, durumun gerçekten vahim olduğunu görmemiz kaçınılmazdır; ama ilginçtir daha önceleri de dediğimiz gibi bu demlerde fakirlikten, yoksulluktan bahsetmek duygu sömürüsü ve seküler düşünceye hizmet addedilir oldu, hem de tevhidi söylem sahibi Müslümanlar tarafından!
Dün kendisinden, altın, saray düşkünlerine, makam mansıp derdine düşenlere karşı yürüttüğü mücadele bağlamında övgüyle bahsedilen Ebu Zer’i anmak bile artık kabahat görülür oldu!
***
Malumunuz, böylesi devasa ve derin sorunların olduğu ve görünen tarafıyla imrenilecek güzelliklerin yaşandığı bir şehirde, Osmanlı tarihine özgü geçmiş bir zaman dilimine öykünürcesine 2005 yılından bu yana lale festivali düzenleniyor.. Çevresine sadece 48 gün kadar güzellik saçtığı söylenen bu çiçeklerin Belediyeye toplam maliyeti de yaklaşık 3,5 milyon liraymış!
Bu maliyeti haber olarak geçenler, olayı masum gösterecek ve haklı bir zemine oturtacak bir dolu sebep saymaktan da geri durmuyorlar..
Örneğin; İstanbul’un Asya ve Avrupa arasında köprü olması hasebiyle uluslararası boyuttaki tanıtımı, turizmin artışı, iç ve dış ticareti tetiklemesi; lale soğanı üretimi ve satışı vesilesiyle bir kısım insanın para kazanması vs..Hani bu tür girişimlerden kazanıldığı söylenen para ve itibarın yoksul kesimlerin derdine merhem olduğunu görebilsek gam yemeceğiz ama görünürde yok böyle bir durum ki!
Hep devlet, hep kurumlar; hep gelecek bahara, hep gelecek seçimlere!
Bu ara insanlar parklarda, camsız baraka evlerde donarak ölmüşler kime ne; insanı yaşatmak iddiası bir terane, asıl hizmet devlete ve orada konuşlananlara!
İşin aslını ararsanız, bizatihi insanın sorunlarını çözmeyen, zaten çözmesi de beklenmeyen bu tür atraksiyonlar gözbağcılıktan başka bir şey değildir..Sadece bir kısım insana rant sağlayan ve zaten zengin olan ve zaten villalarından arada bir dışarıya çıkan mutlu azınlığın sadece göz zevkine hitap eden ameliyeler bunlar..İki arada bir derede kalmış kesimler de ne yapsınlar; bu tür girişimlerden, kendilerine mutluluk payı çıkarma gayreti içindeler!
Şimdi sormak gerekmez mi?
Sık sık dile getirilmesinden rahatsız olunan fakir fukarayı, köprü altı çocuklarını ve daha nice garibanları ne kadar ilgilendirir o laleler ve güzel mi güzel görüntüleri?
Lale soğanının cücüğü var mıdır, gizliden, çaktırmadan onu yeme imkânları olursa yoksul ve garibanlar kendilerini zengin sayabilirler ve mutlu olabilirler mi bilemem artık; yakalanmaları halinde de ötesine karışmam, her şeyin bir bedeli var çünkü!
***
Artık adetten sayılır olmuş türlü bahanelerle festival düzenlemek ki zaten eskiden beri uygulana gelenlerden; olsun elbette, insanlar birbirleriyle tanışıp kaynaşacaksa, birbirlerinin dert ve mutluluklarına ortak olacaklarsa ne ala; lakin bizim itirazımız bir kısım insanları daha da mutlu, daha da zenginleştireceğiz, fırsat bu fırsat gelecek seçimlere köklü yatırım yapacağız diyerekten, gerçekten ihtiyaç sahibi olanların göz ardı edilmesine, israfa ve İslama rağmen ameliyelerin sergilenmesinedir..
Ve sanıldığının aksine tanışma ve kaynaşma gerçekleşmiyor oralarda..Ne idüğü belirsiz kişilerin düzenlediği gayr-i ahlaki ve gayr-i İslami konserlerde, bile isteye kısa süreli gönül eğlendirme anlamında hipnoza maruz kalan insanların bu tür beklentileri olabilir mi ve zaten beyin yıkayıcıların amacı da bu beklentileri unutturmak ve toplumsal isyanların önüne geçmekten başka nedir ki?
Velev ki laikliktir, özgürlüktür gibi uyduruk gerekçelerle yapılmak zorunda diyelim; yıllardır sömürülen insanların, kıt kanaat geçinenlerin, fakir fukaranın tükettiklerinden alınan vergilerle gerçekleştirilen bu festivalleri düzenlemekteki maksat, kazanıldığı iddia edilen imkânları, partilerinin ismiyle müsemma bir şekilde adalet ve kalkınma temelli paylaşılmasını gerekli kılmıyor mu?
Paylaşmayı, vermeyi, fakirlerin, ihtiyaç sahiplerinin isteklerini yerine getirmeyi de mi laiklik, demokrasi, şu veya bu engelliyor?
Devlet ve onun küçük ama bir o kadar da etkili şubelerinden biri olan belediyeler bunun için görevlendirilmemişler miydi aslında, varlık sebepleri kastettiklerimiz değil miydi?
Valiler, kaymakamlar, belediyeler ve muhtarların görevleri mağdur kesimleri tespit etmek ve onların sıkıntılarına çözüm üretmekten başka bir şey midir?
Konserlerde, zaten parasının hesabını bilmeyen sanatçı bozuntularına, şırfıntılara verilen binlerce dolar kimin cebinden çıkıyor? Her cinsten törenler, merasim ve o güzergâhlar için yapılan masraflar hep insana hizmet götürmek için mi?
Öyle mi sanıyoruz biz; yoksa kendi ikballerini garantiye almak için mi?
***
Hadi inanç ve ideolojileri İslamın rağmına olanlardan vazgeçtik; kendilerinin İslam olduğunu söyleyenler hazır işin başındalar işte!
Görüversek ya onları işaret ettiğimiz meseleler üzerinde enikonu kafa yorarken; bizatihi doğrudan insanların refahı için uğraşırken!
Hiç onlar bilmezler mi, görevini bihakkın yerine getirmeyen valilerin, topladıklarından bir kısmını iç eden zekât memurlarının, örnek aldıklarını söyledikleri Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer gibi yöneticiler tarafından azledildiklerini; yönetici ve tahsildar oldukları sürece ellerine geçirdiklerini halka geri vermek zorunda kaldıklarını?
Hiç duymadılar mı, makam ve mansıbın, kazandığı savaşların neredeyse zafer sarhoşluğuna kapılan, iman ettiği dinden daha çok şahsiyeti ön plana çıkarılan Halid Bin Velid’in görevden alındığını?
Ve onlar hiç bilmezler mi ki iman etmeden önce çok zengin olduğu halde, İslam olduktan sonra elinde ne varsa insanlarla paylaşan sahabilerin varlığını?
Ve yine bilmiyorlar mı, ne zaman mal mülk, makam mansıp, güç/iktidar kavgaları başlamışsa güzide insanların canına kıyıldığını ve babadan oğula saltanatın hükümferma kılındığını?
***
Okusunlar H. Alan kardeşimizin yazılarını; bedevilerin bile vahiy gelmezden önce bizden daha iyi paylaştıklarını, aralarındaki fakir fukarayı gözettiklerini, hiyerarşik algılarının da eşitler arasında görev dağılımından ibaret olduğunu bir görsünler..
Eksik olan tevhitti, onu da gelip öğrenmişler İslamın Peygamberinden!
Onların cehaleti tevhidi bilmemekti ama bizim cehaletimiz de tevhidi bildiğimiz halde paylaşmamayı türlü gerekçelerle meşrulaştırmamız; hiyerarşik yapılanmayı, makam ve mansıbı da insanlara tahakküm aracı olarak kullanmamızdır..
***
Sadece İstanbul ve belediyesi kabahatli değil elbette..
İşte yaz geldi, diğer il ve belediyelerde de bin bir çeşidinden festivallerin protokol görüşmeleri çoktan yapıldı bile; hazır seçim vakti de gelmiş mi, seyrediver sen gümbürtüyü!
Binlerce insanın derdine merhem olacak devasa harcamaları görüverin artık; cıbıl şarkıcılara, şuna buna verilen dolarları sayıverin bir bir!
Kimin için bu gürültüler?
Seksen milyon insana karşılık beş yüz elli milletvekili için; yani zaten güç ve itibar sahibi olanlar, zaten yoksulluk nedir bilmeyenler ama dünyaya yönelik hırslarını bir türlü tatmin edemeyenler ve gelecek seçimlerde bir daha belediyelerin imkânlarını, güç ve itibarlarını ellerinde tutmak isteyenler için!
Düşünün şöyle bir, siz hiç çulsuz birinin milletvekili veya belediye başkanı olduğunu gördünüz mü?
Olmuşsa bile muhakkak gözden kaçmıştır, başka beklentilere hizmet edecek olmasındandır!
***
Neymiş efendim?
Lale festivaliymiş!
Altı üstü bir çiçek ve görece güzellik; bir çiçeğe dünyalar dolusu para harcayarak hayat vereceğiz derken insanı, yoksul ve mağduru unutmak niye?
Allah’tan reva mı bu?
Geçmişimizle övünüp duruyoruz ya, bir zamanların güçlü imparatorluğu Osmanlı’nın debdebeli, şatafatlı zamanlarını ve o demlerde yaşanan isyanları ve haliyle çöküşünü hatırlatıyor bana laleler!
Her vasat ve fırsatta Osmanlı’nın yedi düvele hâkim oluşundan dem vuranlar, onun çöküş sebepleri üzerinde de dursalar ya biraz! Kurtardı mı Osmanlı’yı laleler ve gösterişli yaşamları?
***
Ve yazsa mıydım şimdi buraya zulmü, sömürüyü, israfı, istiğnayı, müstekbirliği; yoksulu, öksüzü, yetimi koruyup gözetmemeyi, doyurmamayı, sosyal adaletin tesisi için gayret göstermemeyi, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıp cehenneme götüren sebeplerden gören onlarca ayeti, bir dolu hadisi?
Alır mıydı sayfalar, okuyabilir miydik içimizi acıttıkları, gerçekleri, akıbetin neliğini hatırlattıkları için?
Müslümanlığımızı iddia etmek, onu sürdürebilir kılmak bağlamıyor mu bizi, düşünce ve eylemlerimizi?
Hep erteleyecek miyiz elan şimdi yapılması gerekenleri; yarına çıkacağımızın garantisini almışçasına?
***
Ne zaman ki insanın varlığı, inanç ve değerleri devlet ve kurumların varlığına tercih edilir; işte o zaman sosyal adalet sağlanmış demektir..
Gerisi bana göre laf-ı güzaftır!