Hüseyin ALAN

01 Şubat 2010

LİBERALİZM VE MÜSLÜMANLAR

Bir müslümanın müslümanlığı, vahyin tanımlaması ile geçerli oluyorsa; içeriğini doldurmak ve şeklini çizmek de vahye ait bir tekel olmalıdır. Bu bağlamda teslim olmuş kulluğun örnekliğini ve nasıllığını da dolayısı ile elçiler canlı kanlı bir halde yaşayarak göstermişlerdir. Aynı kaideden hareketle, birilerinin kendini tanımlarken, vahy dışı paradigma ile sınırlandırıp yahut ortaklandırarak vahy dışı referanslarla bir yaşam biçimi tercih etmesi, ancak kendilerini kandırmaları ile neticelenir diyebiliriz. Buradan hareketle bizler zahire göre, söylenenlere bakarak değerlendirdiğimizde, o gibilerin inançlarını ve yaptıklarının Allah nezdinde kabul edilmeyecek olmasını hatırlatabiliriz.

Burada bir kafa karışıklığından, zihin çarpıklığından bahsedilebilir; Ya İslam dini bilinmiyordur ya da liberalizm adlı din. Bir insan inancı ve davranışları ile kendini bir dine refere ediyorsa, dışardan herkes de o kişiyi ona göre değerlendirir. Bundan normal bir şey de olamaz. Hem ondan hem bundan yahut biraz ondan biraz bundan olunabileceği iddialı haline ise Kur'an'ın şirk dediğini aklı başında herkes bilir.

 

Liberal söylem, modernizmin ürettiği üçyüz yıllık sapkın ideolojilerden ( diğerleri muhafazakârlık ve marksizmdir )birisi olarak, kurucu, değiştirici ve dönüştürücü bir paradigmaya sahip ideoloji-dindir. Kendi iman ilkeleri doğrultusunda dünya hayatına dair ve hayatın tüm alanlarında kendine has bir toplumsal yaşam biçimi önerir. İnsan, hayat, kâinat hakkında liberalizmin kendine has bir anlam kurgusu-iddiası vardır ve bu bakış açısına referansla varlığa ve insanlığa dair değerlere sahiptir.

 

Dinler, kendilerine ait varlığı ve hayatı anlamlandıran paradigması ile ulus toplumların ve ulus devletlerin inşa edildiği modern dönemden bu yana tarihin dışında tutulmuşlardır. Üç yüz yıllık bunca süreçten sonra dünya yeni bir paradigma ile kurulmaktadır. Bunun ideolojisi de neo-liberalizmdir. AKP ile yürütülen süreçte bu döneme içkin bir durumdur....

 

Dünya yeniden kuruluyor ve bu yeni dönemin ideolojisi neo-liberalizmdir. AK Parti ile yürütülen politika, bu süreçle bağlantılı, küresel planlamanın buradaki iz düşümüdür.

Yeni ideoloji; yeni bir akıl yapısı, yeni bir anlamlandırma ve çoklu hakikat anlayışı ile, geçmişin modern düşünüş biçimi, tekli hakikat anlayışı ile her şeye kadir akıl-bilim anlayışına meydan okumaktadır. Ulus devletleri de dönüştürecektir.

Yeni durum, modern dönemin, hayatın dışında tuttuğu tüm paradigma, ve anlamlandırmalara olduğu kadar dinlere de özgürlük vermektedir. Çoklu ve parçalı hakikat anlayışı gereği, her türden hakka özgürlük alanı açıyor. Her aklı yapısını kendi içinde de çoğulculaştırıyor ve her parçayı meşru görüyor. Her parçanın kendisine ait hakikatini da meşrulaştırıyor. Toplum yaşamı da buna göre şekillenecektir.

 

Demokrasilerin katılımcı niteliğe dönüşmesi, her türden kültürel-etnik-dini-cinsel-mezhepsel vs her anlayışa ve gruba özgürlük alanı açması için zaten gerekliydi ve olan da budur.

Müslümanların vaziyetine gelince; üç yüz yıllık paradigma kargaşası bir yana, ulus devletlerin baskıcı ve ceberrut idaresi altında itilip kakılmaları, bunun sonucunda hayatın dışında tutulmalarına kıyasla, neo-liberal dünyanın kurulmaya çalışıldığı bu yeni durum, onlara da bir özgürlük alanı açarak sisteme dahil olmaları istenince, eski korkularını daha atmadan yeni bir durum karşısında, hepten şaşkınlaşmışlardır. Kavranamayan, tahlil edilemeyen durum, kanaatimizce budur...

Müslümanlar, yeni dönemin parlak ideolojisi neo-liberalizmin ne olduğunu iyi bilmek gibi bir sorumlulukları vardır. Dünya bir halden başka bir hale evrilmektedir. Burada müslümanlar nasıl bir konum alacaklardır; bu onlara açılmış bir alanla mı yoksa kendi verecekleri bir kararla mı olacaktır, bunun cevabını doğru vermelidirler.

Bu konuda söylenecek son söz; yeni durumda egemen ideolojinin, öncelikle kendi paradigmasını, ilkelerini ve değerlerinin üstünlüğünü diğerlerinin kabul etmesini istediğini bilmeliyiz..

 

Sonuç olarak; Yeni ideoloji doğrultusunda kurulmaya çalışılan küresellikte herkese özgürlük ve yaşayabileceği alanlar vardır. Katılımcı demokrasiye geçiş de bunun için gereklidir. Dolayısı ile her hak sahibine istediği verilecektir.

 

Şu şartla ki; her hak talep eden ve özgürlük isteyen kişi ya da gruplar, buna özellikle dindarlar da dahil, öncelikle yeni ideolojiye biat edeceklerdir. Zaten bu hal, yeni ideolojik egemenliğin cazip gösterdiği farklı yanıdır.

Her hak sahibine şu söylenmektedir; madem kendi haklarını savunuyor ve özgürce yaşamak istiyorsun, öyleyse barışı ve birlikte yaşamayı hazmetmelisin. O halde, sen de diğerlerinin hakkını ve özgürlüklerini savunmalısın. Yoksa totaliter ve baskıcı olarak suçlanacak ve dışlanacaksın. İlk şart budur...

 

İkincisi ve daha önemlisi ise kurnazcadır; yeni ideolojik düşünüş biçimi ve kendi paradigması kurduğu zihinsel kategorilerle, esastan ve kökten kendine rakip gördüğü İslam’ı, süreç içerisinde değiştirmeye çalışacaktır. Vahyi, yeni akıl yapısı kendi kalıplarında değerlendirip şekillendirecek, dönüştürdüğü oranda da kendi içine alacaktır. Son dönemlerin şaşkınlığı, yeni din anlayışları, absürt yöntemlerle kuran okumaları ve hatta peygamberin devre dışında tutulma çabaları, bu sebepledir.

 

Müslümanlar bu durumdan gafil midirler, hem evet hem hayır. Burada tehlikeli olan şudur; öncelikle zihinsel olarak bir değişim-dönüşüme uğrama tehlikesinin görülmesi önemsenmelidir. Zaten bunun ilk meyvelerini de görmekteyiz. Diğeri ise, ulus devlet yapılarında bu güne kadar itilip kakılan müslümanların, mal bulmuş mağribi gibi, toplumsal hayatta kendilerine sunulan imkanlarla özgürlük alanlarının tuzağına çekildiklerinin ve değişebileceklerinin kaçınılmaz olacağını görebilmeleridir.

 

Burada iş, sahih hattın devamı olan, Müslümanlar arasındaki mümeyyiz kullara düşmektedir; bu yeni durumun tehlikesini açığa çıkartmalı ve cennete bu yolla ulaşamayacaklarını Müslümanlara hatırlatmalıdırlar.