Hikmet ERTÜRK
MECNUN’UN DEVESİ
Mecnun, Leyla’nın köyüne gitmek için dişi bir deveye bindi. Bir süre yol aldı. Mecnun’un tek derdi bir an önce Leyla’ya kavuşmaktı. Dişi deve ise geride bıraktığı yavrusunu düşünmekteydi ve onun tek derdi ise geriye dönmekti. Mecnun bir an dalıp gitse, elinden yuları gevşetse, deve bunu hisseder ve geriye döner, geldikleri köye yani yavrusunun olduğu yere doğru giderdi. Mecnun kendine gelip baktığında, bulundukları yerden çok daha geriye gittiklerini fark ediyordu. Bu yolculuk iki-üç gün böyle sürdü. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırmış kalmıştı. Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, deveden indi ve: “Ey deve!” dedi. “İkimiz de sevdalıyız. Fakat sevdalarımız birbirine zıt, birbirine aykırı! Demek ki biz, birbirimizle yol arkadaşlığı yapmaya uygun değiliz. Senin sevgin de, yuların da bana uymuyor. O halde en iyisi ayrılalım!” diyerek deveyi bıraktı. Ve yalınayak yürüyecek de olsa çölü aşıp amacına Leyla’ya kavuştu.
Yukarıdaki efsanede anlatılan sahnenin bir benzeri ile hayatımızın çeşitli devrelerinde karşılaşmışızdır değil mi? Kötü yaşantımızı İlahi olanla değiştirmeye karar verdiğimizde kıramadığımız bir arkadaşımıza uymuşuzdur ve her zaman "Bir seferden ne olur? Beni seviyorsan, yapmasan da benim için yanımda ol’’, sözlerine kanıp, emeklerimizi heba etmişizdir. Hem de bu arkadaşlıklarımızı Allah'ın uyarılarına rağmen yapmışızdır. Hâlbuki Rabbimiz bu tarz söz söyleyicilerinden uzak durmamız gerektiğini bizlere bildirmişti.
Yüce Rabbimiz; Siz ey imana ermiş olanlar! Eğer gerçek mü'minler iseniz, imanınızı küçümseyen ve onunla eğlenenleri –bunlar ister sizden önce vahiy verilenlerden, isterse [bu vahyin] hakikati[ni] inkâr edenlerden olsunlar– dost edinmeyin ve Allah'a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Maide–57, buyuruyor. Yine Rabbimiz; Sizin dostunuz ancak Allah’tır, O’nun Resulüdür ve Allah’a tam boyun eğerek namazlarını hakkıyla ifa eden, zekâtlarını veren mü'minlerdir. Maide–55, Mü'minler, mü'minleri bırakıp hakikati inkâra şartlanmış olanları dost edinmesinler çünkü bunu yapan, Allah ile bütün bağını koparmış olur- kendinizi onlardan korumak için bu yola başvurmanız hariç- Ancak Allah, Kendisine karşı dikkatli olmanızı ihtar eder, çünkü bütün yollar Allah'a varır. Al-i İmran–28, buyuruyor. Ve bu uyarılara kulak asmayanlara; Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri dostlar ediniyorlar. Acaba onların yanında şeref mi arıyorlar? Oysa şeref bütünüyle Allah’ındır. Nisa–139, ikazını yapıyor.
Evet, şeref bütünüyle Allah’ındır. Bu haliyle yaptığımız kötü tercihimiz Allah ile de tüm bağlarımızı koparmamıza sebep verecek. Çünkü yukarıda ki ayetlerde öteki dünyadaki kurtuluşumuz adına hakikati kabule yanaşmayan arkadaşlarımıza karşı göstermemiz gereken tavırlar sıralanmış. İman eden bizler için onların bu dünyada ki sefil hayatlarına özenmemiz mümkün değildir. Üstelik iman etmekle bu konuda özgür olmadığımızda çok açık bir gerçektir. Öyle ise Allah’ın belirtmiş olduğu kurallarda Müslüman kalarak tavizler vermemiz, İslam’ı hafife alan arkadaşlarımızın yaşadığı bir hayatı yaşamamız söz konusu olamaz. Eğer ki birileri değişecekse bu İslam’ın kurallarının hiçe sayıldığı bir hayata sıkı sıkıya sarılmış olan arkadaşlarımız olmalıdır. Yoksa onlar ile bizler arasındaki kalın çizgiler bellidir ve bizler bu çizginin karşı tarafına asla geçemeyiz. Peki geçersek yada onların yaşam şekillerini onaylayan tavırlar sergiler isek ne olur? Yada zamanımızın büyük bir bölümünü onlar ile aynı şeyleri yaparak geçiriyorsak ne olacak? Böyle yaparsak ebetteki bu tercihimiz bizlerin imanına zarar verecektir. Yukarıdaki ayetlerde, İslam’ın emirlerine uymayanlara karşı takınmamız gereken tavrın çerçevesi çok net bir şekilde çizilmiş. İnancımızı küçümseyen ve onunla eğlenenleri, namazlarını hakkıyla kılmayanları, zekâtlarını vermeyenleri, hakikati inkâra şartlanmış olanları dostlar edinmememiz öğütleniyor. Eğer gerçekten inanıyorsak; arkadaşlarımız, dostlarımız; inancımızı sahiplenen, Allah’a tam bir teslimiyetle boyun eğerek namazlarını hakkıyla ifa eden, zekâtlarını veren müminlerdir, Allah’tır ve O’nun Resulüdür. Günümüz cahiliyesindeki arkadaşlık kavramı ise hayattan olabildiğince fazla haz alma, dünya metaını elde etme ve nefisleri tatmin noktasında Allah’ı dikkate almadan yaşanan sefil hayatların kesişmesi üzerine bina edilmektedir. Anlaşmazlık noktaları hep dünyaya dair kazanımlarda yaşanılan sorunlarla ilgilidir. İlişkileri, birbirlerine biçtikleri değer ölçüsü, makam-mevkii ve statüleri sayesinde işlerini yaptırabiliyor olmalarıyla alakalıdır. Yaşamları, yürüyüşleri, salt tanışıklıklar ve bu tanışıklıkların kendilerine sağladığı -haklı ya da haksız- faydaları üzerine kuruludur. Kısacası hep bu dünyayı ölçü alan, başka dünyası olmayan bir arkadaşlık biçimi... Söz konusu şey, dünya ve kazançlar ise ilişki biçimleri acımasızdır. İlişkilerinin başkalarını karşılıksız düşünen, sıkıntılarını gideren bir yanı yoktur. Bu dünyada "düşenin gerçekten dostu yoktur." Tabii ki resmin öteki yüzünde bizler varız. Dünyaya ne kadar bağlandığımız, hayatımızın ve dostluk ilişkilerimizin ötekilerle ne kadar benzeştiği sorgulanması gereken bir vakıa. Arkadaşlık ilişkilerimizin eksenini vahyi doğrular mı yoksa dünyaya dair geçimlik endişelerimiz ve sahiplenme duygularımız mı yönlendiriyor? Bunları denenen her Müslüman yaşamıştır ki, genel olarak maddi menfaatler ilişkilerimizde daha belirleyicidir. Zamanımızın çoğunu, bir başka ifadeyle günümüzün büyük bölümünü iş aletlerimizle olan ilişlilerimiz almaktadır. Zaten dostluk ilişkileri kurmaya zamanımız bile yok. Vahyi bilgilerin yaşanılırlığı, biz nasıl düşünürsek düşünelim arta kalan zamanlarımızda yer almıştır. Bu mazeretlerin Rabbimiz huzurunda geçersiz mazeretler olduğu bilinci ile ilişkilerimizi asıl olana dönüştürmek ve pek tabii vahyi kuşanan arkadaşlarımızla, kardeşlerimizle olan sıkı dostluklarımızla mümkündür. Yukarıda bahsi geçen 'Mecnun'un devesi' gibi sevdaları, hedefleri farklı olan arkadaşlarımızla iyi olana yürüyüşümüzde yol kat edemeyeceğimiz aşikârdır. Çünkü Mecnun'un devesinde olduğu gibi, eğer İslami yaşantımızda gevşek davranırsak bu arkadaşlarımız bizleri kendi müptelası oldukları sefil hayatlarına ortak edeceklerdir. Böylece sürekli başladığımız noktaya geri döneceğiz. Mecnun, sevgi ve değer yargıları farklı olan devesini kendi sevdasıyla baş başa bırakıp yalın ayak da olsa çölü aşıyor ve sevdiğine kavuşuyor. Çünkü bu şekilde amacına ulaşamayacağını anlıyor. En ufak bir dalgınlığında yani devenin yularını gevşek tuttuğunda hep başladığı yere geri döndüğünü görüyor. Söz konusu hadise bizim için de aynıdır. Allah’ı dikkate alarak ebedi bir hayatı, cenneti arzuluyorsak zorluklara katlanmalı, arkadaşlarımızı seçerken, rükû eden, secde eden, sevgileri Allah'a olan kişileri arkadaş olarak seçmeliyiz, deve temsili kimselerle arkadaşlık yapmamalıyız. Yoksa bu arkadaşlarımız gafletimizden faydalanarak bizleri kendi heva ve heveslerine tabi duruma getirebilirler.
Bu olayın bir başka üzücü boyuttu ise; tevhidi mesajla karşılaşan kardeşlerimizin aynı davayı savunan kardeşlerine duyacakları özlemi kendileri açısından 'arınmak' olarak nitelendirmemeleridir, ayaklarının birbirlerine doğru gitmemesidir. Kardeşlerinin yanında mutlu olmayı becerememektedirler. Birbirimizi gördüğümüzde yüzümüzdeki gülümseler o kadar sıradanlaştı ki, ışık vermiyor artık. Birbirimizle yaptığımız musafahalarımız bile unutuldu, hatta nerdeyse geçmişin tozlu sayfalarında öylece kalakaldı. Farklılıklarımız birbirimize karşı davranışlarımızdaki mesafeyi belirlemeye başladı. İnşaallah bu zafiyetlerimizi tekrar gözden geçiririz. Çünkü kardeşleriyle mutlu olmak, onlara karşı özlem duymak, yanlarında olma ihtiyacı hissetmek, onları ötekilerden daha değerli bilmek imanla alakalı bir hadisedir. Malımızı paylaşmayı beceremesek de gülümsemelerimizi, birbirimize karşı ilgi ve alakamızı kardeşlerimizden eksik etmeyelim. İnşaallah Allah bizlerden bu sevgiyi çekip alarak imanımızı boşa çıkartmaz. Tabii burada bütün zamanını Allah'a inkâra şartlanmış, onun emir ve yasaklarını görmezden gelen ve kendilerini Müslüman zanneden topluluklarla geçiren insanlardan bahsetmeye gerek duymuyorum. Çünkü bu arkadaşlar Allah'ın apaçık ayetlerine rağmen yanlış insanlarla birlikte olup Rabbimizin bahsettiği kardeşleriyle birlikte olmaktan kaçınıyorlarsa bizim bu konuda söyleyecek pek fazla bir şeyimiz yok. Peygamberimizin dediği gibi "Kişi sevdiğiyle beraberdir." Rabb'imiz bu arkadaşların Müslüman kardeşlerinin yanında olduklarını kabul etmeyecektir. Öyle ki, yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı üzere kabul etmeyeceğini, üstelik kendileriyle bağlarını da ebedi olarak koparacağını bildirmektedir. Bu tarz arkadaşlıklarımıza sınırlamalar getirmeden ilahi olanı yaşamak mümkün değildir. Allah’ın bunca ikazına rağmen ters bir yolda ilerliyor olmamız bizleri hiçbir zaman varılması gereken yere ulaştırmaz. Kaldı ki, bu konuda bir tercihte bulunmak bizlere bırakılmış bir öncelik değildir, aksine bu Rabbimizin bir emridir.
Hayatımızı vahiyle iyi olana dönüştürmek istiyorsak arkadaş edindiğimiz kişileri tekrar gözden geçirmek zorundayız. Allah'a rağmen yaşadıkları sefil hayatta ısrar ediyorlarsa onlarla yolculuk yapmaktan vazgeçmeliyiz. Aksi halde yaşam içerisindeki gevşek anlarımızda bizleri kendi saflarına dahil edebilirler. Böylece öteki dünyada yanacağımız ateşin yakıtını da bu dünyadan kendi ellerimizle götürmüş olacağız. Geçici olan bu dünyadaki tercihimiz ebedi olanı kaybetmemize sebep olacaktır. Üstelik İslam’ı yaşamayı o kadar çok istiyorken, sevgi ve değerleri farklı olan arkadaşlarımızı kıramadığımız, onların yaşantılarından uzaklaşamadığımız için. Öyleyse kalplerinin temiz olduğunu iddia ederek günah işleyen bu arkadaşlarımıza şunları söyleyelim : "Bütün bir ömrünüzü içki masalarında hayata meydan okuyup sorunlarınızı unutmaya çalışmakla geçiremezsiniz. Hayatınız sürekli peşinde koştuğunuz kız arkadaşlarınızla yaşadığınız aşklardan, red cevabı aldığınızda kadehlere sarıldığınız garip duygusal durumlardan ibaret değildir. Sorunlarınızı aklınızdan kaçarak, unutmaya çalışarak halledemezsiniz. Allah’a yaklaşmak için kullanmanız gereken zamanı acımasızca tükettiğiniz kahvehane köşeleri iyi olanı kuşanacağınız yerler değildir. Daha önce hiçbir özelliğini bilmediğiniz, sadece kare ası atıp oyunu kazanmanızı sağlayan masa arkadaşınıza duyduğunuz sevgi sizi ateşe götürecek anlamsız bir sevgidir. Geleceğinde kuşku olmayan bir güne hazırlanmak zorundasınız. Rabbimiz diyor ki :
SİZ EY imana ermiş olanlar! Sarhoşluk veren şeyler, şans oyunları, putperestçe uygulamalar ve gelecek hakkında kehanette bulunmak, Şeytan işi iğrenç kötülüklerden başka bir şey değildir. O halde onlardan kaçının ki mutluluğa eresiniz! Şeytan, sarhoşluk verici şeyler ve şans oyunları ile sadece aranıza düşmanlık ve nefret sokmaya ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymaya çalışır. O halde, (artık) vazgeçmeyecek misiniz? Maide 90–91
Dikkat edin! Yukarıdaki ayet kalblerinizin temiz olmasından, arkadaşlarınızla çayına, kolasına oyun oynamanızın kumar olmadığından bahsetmiyor. Ayrıca sarhoşluk veren şeylerin, şans oyunlarının ve akıp giden zamanın sizleri Allah’ı anmaktan ve namazdan alı koyacağından bahsediyor ve artık bu tarz şeylerden vazgeçmenizi istiyor. Aksi halde hiçbir zaman mutlu olamayacağınızı söylüyor. Şeytan işi pislikler olarak tanımlanan bu davranışları terk etmenizi emreden hepimizin yegâne yaratıcısı olan Rabbimiz değil mi? O halde aramızda tartıştığımız gibi bu sözleri sıradan sözler gibi tartışma konusu yapamayız. Müslüman olma iddiasında bulunan bizlerin yapması gereken tek şey sözü işitip itaat etmektir. Bu tarz arkadaşlık ortamlarından uzaklaşmadığımız takdirde emeklerimiz her daim boşa gidecek ve varmamız gereken hedefe hiçbir zaman ulaşamayacağız.
Üstelik bu ve benzeri yaptığınız günahlar sizleri çepeçevre kuşatmışsa ve bu sefil yaşantınızdan da herhangi bir sıkıntı duymuyor iseniz, uyarılara da kulak tıkamışsanız büyük bir suç işliyorsunuz demektir. Siz fark etmeseniz de işlediğiniz bu suçlardan dolayı Kur’an’da belirtilen hükümler çerçevesinde arama emriniz çıkartılmış durumda ve bu durumdaki yaşantınıza tövbe edip son vermez iseniz ölümünüzle birlikte melekler sizleri yakalayıp hapse atacak. Kaç yıl ceza alacağınızı merak ediyorsanız Kur’an buna cevap veriyor. Cezanız ömür boyu/süresiz hapis ve bu hapis süresi içerisinde af edilme umudunuz bulunmuyor. Verilen kararlar kesin ve bu hükümlerin değiştirilmesini dahi teklif edemiyorsunuz. Yani tıpkı Anayasanın ‘’değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeleri gibi’’ oluyor. Üstelik hapse atıldıktan sonra süresiz işkence göreceksiniz. Orda suçlulara işkence yapmak hak ettikleri cezayı farklı işkence şekilleri ile vermek normal rutin şeylerden sayılıyor. Yani bu aynı zamanda adaletli olmanın gereğidir. İnsan hakları örgütleri, işkenceyi önleme komisyonları falan yok. Oranın tek hakimi, sınırsız güçleri olan yüce yaratıcınız Allah(c.c.) dır. Rüşvet, torpil, adam kayırma yok. Bu tarz yerlere düşmemeniz için Allah’ın sizlerin emir ve yasaklarına uymanız için indirdiği Kur’an’ı Kerimi kendi dilinizle okumanız ve emirlerine uymanız gerekiyor. Eğer hala ısrarla günahlarınızın sizi kuşattığı bir hayatı yaşayarak öteki dünyada hapse atılmaktan kurtulmayı ya da bir müddet kalıp tekrar çıkmayı düşünüyorsanız…
Hayır, öyle bir şey yok. Kim kötülük işler de günahı tarafından kuşatılırsa onlar ebedi olarak kalmak üzere cehennemliktirler. Bakara–81
Öyle görünüyor ki yaşam şekli haline dönüştürdüğümüz günahlarımız bizleri süresiz bir şekilde cehennemde kalma riskiyle karşı karşıya getirecek. Günah işlediğimiz şeylerin alışkanlığa dönüşmesinde en büyük etkende kurduğumuz kötü arkadaşlık ilişkilerimizdir. Elbette yıllarca sırlarımızı paylaştığımız bazen de dert ortaklığı yaşadığımız bu arkadaşlarımızla ilişkilerimizi kesmek hiçte kolay olmayacaktır. Ama hiç kimse bir diğerinin alternatifsiz olduğunu, onunla yollarını ayırdığında yalnız kalacağını düşünmemeli ve bunun korkusunu yaşamamalıdır. Çünkü dünya zevklerine dalmış kötü ruhlu arkadaşlarınızı terk ettiğinizde sizleri siz olduğunuz için karşılıksız seven, sıkıntılarınızda hep yanınızda olan gerçek arkadaşlarınızla, kardeşlerinizle tanışacaksınız. Onlar yeri geldiğinde sizin için ölümü bile göze alacaklar. Size karşı sergiledikleri eksiksiz ahlaki davranışlara, Allah için karşılıksız sevgilerine şaşıracaksınız. Heyecanla sizlere sarılışlarındaki sıcaklığı hissedeceksiniz. Gülümsemeleriniz yüzünüzden hiç eksik olmayacak ve hatta sıkıntılarınızdan bile mutluluk duyacaksınız. İnşaallah merhum Ali Şeriati’nin dediği gibi, bizleri sorumluluklarımızdan kaçmaya yönelten ucuz bir inanç anlayışına kapılmadan, günahlarımızdan arınmayı öteki dünyaya ertelemeksizin hepimiz bu dünyada arınmayı başarırız.
Selam ve dua ile