Hikmet ERTÜRK

04 Eylül 2013

MISIR'DA SİVİL DİRENİŞ

Bugünlerde Mısır bağlamında bir şeyler söylemek gerçekten çok zor.Mısır toplumunun İsrail karşısında güvencesi olduğunu zannettikleri orduları tarafından gerçekleştirilen darbe 14.08.2013 tarihi itibari ile kanlı bir katliama dönüştü. İhvan bu katliamlara Adeviye, Nahda ve Mısır’ın değişik yerlerinde onca şehidlerine rağmen ısrarla silahsız bir şekilde direnmeye devam etmektedir. Müslüman göstericilerin üzerine tankların eşliğinde keskin nişancılar, devletin desteklediği güçler, hapishanelerden çıkardıkları suç örgütlerinin/baltacıların mensupları, sivil, silahsız, çocuk, kadın, yaşlı ayırımı yapmaksızın binlerce müslümanı katletmeye devam ediyor. Belki İhvan’ın mensupları şuan itibari ile bu katliamcılara karşı kendilerini savunmanın, karşılık vermenin işleri daha da çıkmaza sokacağını düşünüyorlardır. Çünkü bu dünyada güç haklı olmak anlamı taşıyor. Amerika’nın çıkarlarına hizmet etmek bu dünyanın haklılık göstergesi durumundadır. Artık dilediğiniz her türlü zulmü yapsanız binlerce masum kişileri öldürseniz de sizler asla terörist olarak adlandırılmazsınız. Öldürülen katliamlar reva görülen kesim ise her daim terörist, ayrılıkçı, isyancı olarak yaftalanır. Fakat artık Müslümanların bu psikolojik eşikten kurtulmaları gerekmektedir. Müslüman halkların kendi canlarına kasteden, namuslarına göz diken, yaşadıkları topraklardan göç etmeye zorlayan zalimlere karşı durmak, kendilerini savunmak en doğal haklarıdır. Bunun kararını verecek olan Amerika ve ya batılı devletler değil zulme uğrayan halklardır. Bu halklar Müslüman halklardır ve inanç değerleri onlara kendilerine yapılan zulme kendi dinlerinin izin verdiği sınırlar içerisinde aynısı ile karşılık vermelerini söylemektedir.

Mısır'da Batı demokrasisi ile iktidara gelen İhvan hareketi, bizzat ABD ve İsrail’in destekleri ile işbirlikçilerince gerçekleştirilen darbe ile acımasız bir katliamla bastırıldı. İhvan’ın da artık kendi halkına dayatılan demokrasi denilen şeyin içeriğinin ne anlama geldiğini anlaması gerekiyor.

Bakın Batı’nın Mısır’daki olaylar karşısında timsah gözyaşı döktüğünü ifade eden Robert Fisk neler söylüyor; İngilizler Mısır’ı yönetirken, tıpkı Londra’daki gibi parlamenter demokrasiyi desteklediklerini göstermek için bir parlamento kurulmasını sağladılar. Mısır muhalefetinin ilk söylediği şey “Kraldan kurtulmak istiyoruz” olunca, hepsini hapse tıktık! Batı demokrasisinin temeli istedikleri kişilere oy verildiği zaman destek vermek üzerine kurulu. Bunu Filistin ve Gazze örneğinde de bunu gördük. Adil ve demokratik seçimler olmasını istedik, oldu ve Hamas seçildi. Ama istediğimiz bu değildi! Biz dünyada istediğimiz kişilerin seçilmesini istiyoruz. (Gülüyor)

Demokrasi gerçekten de batının ürettiği, sadece onların çıkarları için kullanılmasına izin verdikleri bir sistemin adıdır. Şuan için ülkelerini fazla bir sorunla karşılaşmadan demokrasi ile yönetenleri bu durum şaşırtmasın.

Demokrasi sayılara değer verir, sayılar hakikatin ölçütü değildir. Fakat Mısır bağlamında görüldüğü gibi sayılar da çok fazla bir şey ifade etmemektedir. O yüzden Atasoy Müftüoğlu’nun dediği gibi, “niteliğin, hikmetin, bilgi ve bilincin mücadelesini vermek durumundayız. Zaten hiçbir kuramcı demokrasiyi savunamıyor, sadece ‘demokraside kalmak zorundayız’ diyorlar”

Müftüoğlu bilinçlerin sömürülmeye çalışıldığını; sorgulayan, tartışma ve soru-cevap üreten bilinçlerin yok edildiğini; “Bilinci sömürgeleştirme çabalarına maruz kaldığımızı ama farkında olmadığımızı söylüyor. Müftüoğlu bu tezini şu çarpıcı örneklerle somutlaştırıyor: “2010’da İspanya’da bir kilisede Hz. İsa posteri kırbaçlanırken 2.5 yaşında bir çocuk postere yönelip ‘kendini savunsana, kendini korusana’ diye bağırıyor. 2.5 yaşında bu çocuk. Gazze için sadece ‘ağlayalım, dua edelim’ diyen zihniyetin bilinç yaşı işte bu çocuğun bilinç yaşından geridedir.”

Aynı şeyleri Mısır düzleminde de düşünebiliriz. Mısır’da olup bitenleri sadece dua ile hal yoluna koyamayız. Dünyanın her yerinde Müslümanlar katlediliyor. Ve bu halklar bir şekilde çıkış yolunu da bulacaklardır. Bu çıkış yolu asla kâfir devletlerin yardımını beklemek şekli ile olmayacak.

İnsan Hakları İzleme Örgütü yayımladığı raporda Arakanlı Müslümanlarla yapılan görüşmelerin içeriğini de yayımlamış. Burmalı bir askerin köyü ateşe verilen bir Müslüman'a,''Hayatını kurtarmak için yapabileceğin tek şey dua etmek!'' demesinden yola çıkan örgüt, rapora ''Tek Yapabileceğin Dua Etmek: Myanmar'ın Arakan Eyaletinde Rohingya Müslümanlarını Hedef Alan İnsanlık Karşıtı Suçlar ve Etnik Temizlik'' adını vermiş.

Rohingya Kamplarına düzenlediği özel bir ziyaretten sonra uluslararası kamuoyunun ve devletlerin sessizliğine sitem eden gazeteci Wayne Hay ise şöyle diyor: “Bu kamplardaki insanları, sadece Myanmar hükümeti değil, ‘gelişen demokrasideki’ ‘satılık’ ‘ekonomi ödüllerini alma telaşı içinde’ olan ‘dünyanın diğer hükümetleri’ de hayal kırıklığına uğratıyor...”

Tüm dünyanın sırtını döndüğü, katledilmelerini izlediği Arakandaki Rohingya Müslümanları yayınladıkları bir bildiri ile artık kendilerine yapılan zulümlere karşı silahlı mücadele/cihat etme kararı aldıklarını duyurmuşlar.

Arakan, Mısır, Çeçenistan, ırak, Suriye ve çatışmaların sürdüğü tüm bu topraklar bizlerin öz be öz vatanıdır. Ümmet topraklarıdır. Ve bu topraklar Amerika ve batılıların yardımları olmadan kendi kaderlerini çizmek durumundadırlar. Ve şunu iyice anlamalıyız ki bu çatışmalarda Müslümanlar Müslümanları öldürmüyorlar. Bu ayrımı çok net yapmak zorundayız. Mazlum müslüman halklar, Batılılar tarafından başlarına getirdikleri işbirlikçi yönetimlerle çatışıyorlar.

Bu gün Müslümanların büyük bir bölümü hala bu oyunları görmezden gelerek Batının on dokuzuncu yüzyılın sonlarında Ortadoğu için çizdiği yapay sınırları kutsanmaktadır. Herkes ait olduğu ulus devletinin toprağını vatan olarak görmekte kutsal payeler yüklemekte, kutsamaktadır. Batılı Emperyalist devletlerin ilerde kullanmak amacıyla bıraktığı problemli sınırlar ve toprak parçaları bizler için nerdeyse kutsal topraklar hüviyetine büründürülmüştür.

En kutsal topraklarımız Mekke ve Medine. Peygamberin hemşerileri şimdilerde ne yapıyorlar dersiniz? Kralları binlerce Mısırlı müslümanın katledilmesine birinci dereceden ortak olmuş durumda. Amerika İsrail bile Mısır olaylarının arkasında olduklarını kabul etmiyorken Suudi Kral hiç çekinmeden darbeye destek olduğunu açıklıyor. Bu suskunluk Peygamberin yaşadığı topraklarda yaşayan Müslüman halklara yakışmıyor.

Bizim ülkemizin Medyası ise yine bildik bir medya… Zulme direnen Müslümanları sürekli demokrasi yanlıları diye isimlendiriyor. Artık demokrasiyi savunmak bir haklılık vasıtası olarak görülüyor. Kim daha iyi demokrat kim gerçekten demokrasiyi sahipleniyor bu konuda demokrasi taraftarlığı paylaşılamıyor. İş o noktaya geliyor ki Müslümanlar kendi inançlarına tezat bu ideolojiyi savunmaya mecbur bırakılıyorlar. Demokrasi belki Mısır için farklı algılanıyor olabilir. Anayasasında şeriat’a aykırı bir hüküm konulamayacağı belirtilen Mısır’da demokrasi sadece seçim aracı olarak görülmüş olabilir. Fakat burada da eğer seçilmişseniz yine Batılıların istediği Liberal politikaları uygulamak zorundasınız. Yoksa sonunuz işte Mısır’da katledilenler gibi oluyor.

Müslümanların tüm bu olup bitenlerden dersler çıkarmaları gerekiyor. Mısır’da ekonominin yüzde yetmişinin ordunun elinde olması da düşünülmesi gereken bir şeydir. Müslümanların işin her alanında olmasının gerekliliği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Tüketen değil üreten olmak zorundayız.

Sözün özü her şeye rağmen İhvan’ın ilk kez meydanlarda olması önemlidir. İnşallah bu onları dönüştürecektir. Bu haliyle bir şeylerin de farkına varılabilir. Şehidlerinin kanları inşallah yerde kalmaz. Tüm Müslüman beldeler alev alev yanıyor.Her yerde bir kavga var ve iman iddiasındaki bizlerin mutlaka bu mücadelede taraf olması gerekiyor. Çünkü “Hak ile batılın çarpıştığı savaş alanında olmadıktan sonra; çağının şahidi, toplumunun şehidi olmadıktan sonra nerede olursan ol! İster namaza dur, ister içki sofrasına otur; ne fark eder!” (Ali Şeriati)

 Selam ve dua ile…