Mustafa ATAV

11 Eylül 2009

MÜSLÜMAN İRADE VE GÜNDEM

Doğrusu, Müslümanlar olarak gündeme takılmak hususunda üstümüze yok. Her meseleye dair muhakkak söyleyeceğimiz, konuşacağımız bir şeyler var, entellektüel seviyemiz de buna müsait çünkü(!).

 

Oysa olması gereken gündemi okuyup takip etmek ama gündeme takılıp kalmak değildir.

 

İçinde yaşadığımız coğrafyanın siyasal erkinin bu doğrultuda bana göre yapmak istediği şey şudur: Başta Müslümanlar olmak üzere her inanç ve düşünce sahibinin kendi hassasiyetlerine dair oluşturduğu enerjilerini sunî gündemlerle tüketmek ve böylelikle sisteme dair geliştirilebilecek tepkinin önünü almaktır.

 

Bunu bize söylettiren şey yakın tarihte şahit olduklarımızdır. Yakın geçmişe doğru kısa bir yolculuk yaptığımızda, bugün olduğu gibi yine birdolu meselenin insanımızın hassasiyetlerini açığa çıkarıp kaşımak adına gündeme servis edildiğini ve her zamanki gibi günlerce tartıştırıldıktan(!) sonra sonuca vardırılmadan gündemden çekildiğini ve böylelikle var olan gerilimin azaltıldığı gerçeğini görmemiz kaçınılmazdır.

 

Bizim de takıldığımız gibi şimdilerde gündem“Demokratik açılım” ön başlığıyla “Kürt dosyası, açılımı”dır.

 

Dikkat edilirse Türkiye’de icra-i faaliyet eyleyen tüm siyasi partiler, varlık sebeplerini “Demokrasi”ye endekslediklerini iddia ederler. Devamla hiç kimsenin ırkına, diline, dinine vs. bakmadan inanç ve düşünce özgürlüğünden dem vururlar. Ama iş sosyal ve siyasal pratiğe gelince de zımnen “vatan hainliği” söyleminde de ihsas ettirildiği gibi bizatihi ayrımcılığı tetikleyen söz ve eylemlerin sahibi oluverirler; olmadı, meri kanunları “sizin özgürlüğünüz, benim çizdiğim sınırlara kadardır” dercesine kendi insanını mahkûm etmek için tersinden işletmeye çalışıverirler.

 

Herkesin de bildiği gibi sistemin, toplumu idare etmeye koyulmuş siyasetin, Ulus Devlet çerçevesince ta Cumhuriyetin ilanından bu yana, özellikle Doğu/Güneydoğu merkezli etnik ayrımcılığın üzerine giden bir politikası var. Türkiye’nin, siyasi iradenin de ötesinde asker merkezli egemenlik sorununu halletmesi sanki yıllardır “öteki” konumuna indirgediği o bölge insanının hassasiyetlerine ilişkin yaralarını sürekli kaşımasına bağlıdır.

 

Sosyal devlet kavramında mündemiç olan gerekliliği açımlarsak uygulanması tavsiye edilen şey, toplumu sosyal katmanlara ayırmadan, ötekileştirmeden salt insanın, insanın kendisine has geliştirdiği ulvi değerlerini merkeze alarak yaranın tedavisi cihetine gidilmesidir. Sistemin, derin algının mevcut söylemlerinden de anlaşıldığı gibi yarayı tedavi etmek gibi bir niyeti yok gibidir. Artık kronikleştiğini varsaydığımız malum sorun, insani ve İslami hassasiyetleri yok sayan söylemlerle kaşınmaya devam edilirken, senkronize olarak “Demokratik Açılım” paketinin gündeme alınıp  “Kürt sorunu” nu bu paket çerçevesince çözme vaadinin verilmesi de pek inandırıcı gelmemektedir. Çünkü bu mesele de, geçmiş örneklerde olduğu gibi bir müddet konuşulacak ve sonra gizli eller tarafından gündemden çekilecektir. Bunu söylemek gaipten haber vermek değil, bilakis yaşanan tecrübelerden alınan bir dersin ifadesidir. Keşke yanılsak da, insana, Müslüman’a özgü meselelerin üstesinden gelinebilse! Keşke, keşke!..

 

Buraya kadar özet olarak işin, sistem ve siyasi tarafını ele almaya çalıştık. Onlar, kabul edelim ki bize uymasa da kendi üstlerine düşenin hakkını vermektedirler.

 

Bütün bu tartışmaların ekseninde Müslüman akıl ve vicdan, Müslüman irade nasıl bir refleks geliştirmelidir? Bizim, özellikle cevabını merak ettiğimiz asıl soru(n) budur.

 

Maalesef, bıraktık yıllardır aynı düzlemde birlikte yaşadığımız gayr-i İslamî düşünce sahiplerini, İslami hassasiyetlerini ön plana çıkaran insanımız da yaratılış çerçevesince kendi iradesini koyamadığı etnik yapısını her vasatta ön plana çıkarmak gibi bir gayretin içine düşmektedir. Siyasi irade, ama küresel baskılarla olsun, ama konjoktürel sebeplerle olsun, siz Türksünüz, siz de Kürtsünüz diyerek iki kutuplu bir tartışma ortamı oluştururken, muhatap kişi ve zümrelerin bu tartışma ortamına kendi etnik yapılarını merkeze alarak katılmaları bilelim ki zaten istenilen bir şeydir ve tuzaktır.

 

Bizim Kur’an’dan öğrendiğimiz ve inandığımız şey şudur: Müslüman irade varlık mücadelesini ırk, kavim, kabile vs. eksenli değil Kur’an’ın tanımını yaptığı eşref-i mahlûkat çerçevesince yani daha da kuşatıcı olarak Din, İslam merkezli yapar.

 

“Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.” (Hucûrât, 49/13).

 

Kur’an, alıntı yaptığımız bu ayetten de anlaşıldığı gibi insanlar, topluluklar arası ilişkinin niteliğini ve şartlarını belirlerken; ayrışmayı,çekişmeyi bir taraf bırakıp tanışıp kaynaşmayı ve birbirimize çelme takmadan Allah’a itaatte,günahtan sakınmada üstünlük yarışına girmemizi tavsiye etmektedir. .

 

Devamla;“Ey insanlar! Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem ise; topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten sakınanınızdır. Arap’ın Arap olmayana, hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” 

 

Hz. Muhammed’e isnad edilen bu hadis de sanki ayetin tefsiri sadedinde söylenmiş olmakla beraber baştan beri dile getirmeye çalıştığımız düşünceyi de bize göre teyit eder mahiyettedir.

 

Özetle, bütün bunları söylemek var olan ötekileştirmeyi ve zulmü görmemek, yok saymak değildir.

 

İnsanın kendi irade ve ihtiyarı olmadan biçimlendirildiği etnik yapısını inkâr etmek ise zaten işimiz değildir.

 

Derdimiz, Kur’an’ın ve sahih İslam geleneğinin hiçbir yerinde kavme, ırka yani etnik yapıya, etnisiteye vurgu olmadığına göre; insana özellikle Müslümana özgü sorunların aşkın bir kavram olan ümmet çerçevesince ele alınması ve bunun da fevkinde İslam/Din merkezli çözme cihetine gidilmesini öngörmektir.

 

Müslüman irade rüzgârın önündeki yaprak olmadığına göre…

 

Gündemi takip edelim ama ona takılmadan, ona takılıp kalmadan…

 

“Mü’minler ancak kardeştirler…" Hucurat/10