Hikmet ERTÜRK

20 Nisan 2012

MÜSLÜMAN OLARAK YAŞLANMAK

 

Müslümanlar açısından her şeyin çok karışık, iç içe kördüğüm olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu işin bir ucunda gençlerimiz, bir ucunda "bunları bizler yaşamıştık" diyen (ama hala ayakta olanları kastediyorum) orta yaşlı ağabeylerimiz var. Birkaç istisnai durumu göz önünde bulundurmaz isek yaşlılarımız tevhidi bilinç bağlamında henüz daha parmakla gösterilecek kadar azlar. Daha yaşlılarımızın oluşmadığı bir coğrafyada toplumlarımızın harcı olacak, müşriklerin karşısında onlara daima rahatsızlık verip Salih amel işleyecek genç kardeşlerimizin zaman içerisinde eriyerek bu kadar çabuk sahneden çekilmeleri yani Müslüman olarak yaşlanamamaları arkamızda dolduramayacağımız boşlukların oluşmasına, ilahi mesajın nesillere aktarılmasında köprülerin yıkılmasına, geçiş için kullanacağımız halkaların kopmasına sebebiyet veriyor. Çünkü bu boşlukları doldurabilecek yetişmiş kaliteli Müslüman insan kaynağımız yok.

Bir yerde kopan bu halkalar sebebiyle bir kuşağın diğer kuşağı sahipleneceği bütüncül yapı tamamlanamıyor. Davamız hep bir yanı eksik unsurlarla yarım aksak ilerlemek zorunda kalıyor. Mesela ben vahiy kaynaklı yürüyüşümü sürdürürken, benim güzel anneciğim sürekli yürüyüşümden vazgeçmem için bana nasihatte bulunuyor. Hem de kaygıları Rabbimizin yerdiği dünya menfaatlerinin azalması ya da elimizden gitmesi korkusu nedeniyle oluşuyor. Ya da genç bir kardeşim, yaşlı bir ağabeyim dertleşeceği omuz omuza yürüyeceği kendi yaşıtı olan Müslümanları bulamıyor, yaşıtları dışındaki Müslümanlarla dertleşirken ufak da olsa sorunlar yaşayabiliyor. Hatta evlilik çağına gelmiş gençlerimizin evlenebilecekleri tevhidi düşüncedeki karşı cinsleri bile parmakla gösterilecek kadar az sayıda. İşin çok daha vahim boyutu, bizler İslami ailemiz içerisindeki sorunlarla boğuşurken toplumumuzun dönüşümleri için mesaj olacak şahitliğimizin, onlar için bir şiddet, aşırılık olarak algılanmasıdır. Ve atalarından miras aldıkları dinlerine ekleme yaptığımızı da düşünüyorlar. Yani ötekiler toplumumuzu kendi düşünceleri adına eğitmişler ve toplum da olaylara onların bakmalarını istedikleri pencereden bakıyor.

Geri dönüp bu çok önemli sorunla uğraşmak, toplumumuzu iyi olana dönüştürmek, Allah’ın sözlerine değer veren, vahiy kaynaklı düşünebilen fertlere dönüştürmek zorundayız. Toplumumuzu dönüştürmekteki en büyük etmenin örneklilik olduğunu kabul ediyorsak; İlahi mesajla tanışan bizlerin gündemini ötekilerin yapıp ettikleri ve bunlara nasıl karşılık verileceği konuları belirlememelidir. Bizlerin gündemini kendi içsel-ahlaki sorunlarımız teşkil etmeli, içimizde olanı değiştirmeden adım atmayı denememeli, başka yerlerin bizi ilgilendirmeyen gündemlerini dillendirmemeliyiz. Kur'an'da yukarıda söz konusu edilen adımların dengeli atılması çerçevesinde hikmet kavramının bir yönü izah edilirken şöyle deniliyor; Yapıp edilenin arka planını görüp, olayların sebepleri ile sonuçları arasındaki ilişkiyi önceden bilip, dünya üzerindeki her şeyi yerli yerince okuyabilmek. O halde bu işler büyük bir içtenlikle davamız uğruna ölümü dahi göze almakla bitmiyor, dünya üzerindeki müstekbirlerin yaptığı çok karmaşık hesapların kodlarını da çözebilmek, ona göre yol haritası belirlemek zorundayız. Yerli ya da yabancı müstekbirlerin kökleri İslam’a ait olan toplumumuz üzerinde oynadıkları kirli oyunlarının kodlarını çözmek, onların kullandıkları mücadele araçlarını tanımak zorundayız. Şu anda yapılan şeyin toplumlarımızın İslam’a ait olan kültür kodlarıyla oynamak olduğunu kavramalıyız.

Görülen resim, bu insanların amaçlarına ulaşmak için geliştirdikleri yöntemin küresel sermaye aracılığı ile sözde dünya barışı adına ülkelerin ve toplumların güçlerini kendi kazanımları adına bedavaya kullanmaktan ibaret olduğudur. Bu zalimler için Müslüman bir ülkenin işgalinde savaştıracakları insanların Müslüman olması bile fark etmemektedir. Bundan önce Müslüman etiketli şahısların nasıl olup da Müslüman kardeşlerini bu zalimler adına öldürebilecek bir hale dönüştürüldüklerini çok iyi anlamak zorundayız. Kâfir ya da münafık olmuş demekle konu kapanmıyor. Çünkü toplumumuzun her bir ferdi hatta bizler bile yıllar sonra bu dönüşüme uğrayabiliriz. O halde bizler için hikmet kavramı kuşanılması gereken bir azıktır. Bunu yapamazsak inanın kullanıldığımızın farkına bile varmaksızın bizim emeklerimizden karşımıza yine bizim adımıza bizimle mücadele eden bizden birilerini çıkaracaklardır. Buna karşın biz hiç farkında olmaksızın bütün bunları yine Allah rızası için yaptığımızı düşüneceğiz. Tüm bu konularda çok uyanık olmalı ani refleksler göstermemeliyiz.

Tevfik Neyzenin bir sözü var, diyor ki; “Kalkın ey vatan elden gidiyor dediler, ayağa kalktık. Sonra bir de baktık ki yerimize oturmuşlar, biz ayakta kaldık.”

Bizim ise bu durumda boşalan yerlere koyabileceğimiz kardeşlerimiz bile yok.  

Unutmamalıyız ki sürekli aynı hataları yaparak, geçmişten dersler çıkarmadan yürümek hem kendimize, hem çevremize onarılması çok zor zararlar verecektir. Bu bağlamda acelecilik sorunumuzu da çözmeye çalışmak zorundayız. Dahil olduğumuz İslami süreç hemen bir anda her şeyin oluşabileceği, kolay kazanımlar elde edilebilecek bir sistem değildir. Bu süreç yaşayarak ilerlenmesi gereken ve yapıp ettiklerimizin / ibadetlerimizin sonucu olarak başarı bekleyebileceğimiz bir süreçtir. Başarı olmasa da hacca giden kaplumbağa misali gibi "gidemesem de ben bu yolda ölürüm" demek, Rabbimizin karşısında İslam’dan yana taraf olduğumuzun bir delili olacaktır.

Bu olaya iki tane örnek verebiliriz.

Birincisi Cafer b. Ebu Talib(r)’ın Habeşistan hicreti ve sonrasındaki Medine yolculuğu…

Cafer b. Ebu Talib Habeşistan’a hicret ediyor, Medine’de İslam Devleti kurulunca Peygamberimizin (S) çağrısıyla Medine’ye geri dönüyor. Belki bu satırları okuyan kardeşlerimiz geçen bu surenin bir iki haftalık bir süre olduğunu düşünüyorlardır. Cafer b. Ebu Talib, Peygamberinden (s) ayrı olmasına karşın sevgisini hiç kaybetmeden, hiç erimeden, inançlarından taviz vermeden yaklaşık on yedi yıl Habeşistan’da kalmış ve o süre sonunda peygamberin çağrısıyla Medine’ye geri dönmüş. Yani sabırla geçen bir bekleyiş ve hiçte aceleci bir tavır yok. Üstelik onca özlemlerine rağmen.

İkinci olay ise Selahaddin Eyyubi (r) ın Kudüs’ü Fetth etmesi olayı…

Selahaddin Eyyubi (r) kaybettiğimiz Kudüs’ümüzü yağmacılardan tekrar geri almayı başarıyor. Kudüs’ün tekrar alınma sürecide öyle kısa bir zamanda hallolmuyor. Biraz araştırma yaptığımızda görüyoruz ki Kudüs yaklaşık doksan yıl sonra geri alınıyor.

O halde geçmişimizi çok iyi okumaya gayret göstermeli aceleci davranmamalı ve elde ettiğimiz kazanımlarımızı da küçümsememeliyiz. Bu kazanımlarımızı bizden sonra gelecek nesillerimiz olan çocuklarımıza aktarabilmeliyiz ki böylece tekrar başa dönmeden kaldığımız yerden yürüyüşlerine devam edebilsinler.  

Biz süreç içerisinde ise kendi iç arınmamızı gerçekleştirirken bizleri aşmayan, altında ezilip yarı yolda kalmayacağımız faaliyetlerde bulunmak suretiyle süreç sonunda İslam ailemizi oluşturabilir, Rabbimiz toplumun iyi olanla değişme zamanını işaret ettiğinde de hala ayakta olduğumuzu, hazır olduğumuzu söyleyebiliriz. Yoksa bu çağrıyı da kaçırırsak öteki dünyada kurtuluşumuza vesile olacak büyük bir fırsatı da kaçırmış oluruz. Bu nokta da kontrolsüz aşırılıklarımızı bir kenara bırakıp toplumsal sevgi ve öfkelerimizin oluşması sürecine dahil olmalıyız. Vahiy kaynaklı yürüyüşümüzde alacağımız en önemli yakıt, Rahman’ı severek bizlere destek olacak toplumumuzdur. O halde bir an önce bireyden yani kendimizden başlayarak, örnek ailelerimizi sonra da ailelerimizin teşkil ettiği toplumumuzu inşa etmeliyiz. Bu süreç tamamlanmadan atacağımız her adımda geri dönüşler, başarısızlıklar yaşamamız kaçınılmazdır. Yaşadığımız yörelerde farklı konum fıkhını belirleme zorunluluğumuz var. Yüksek tepelerle çevrili bir vadide yaşıyorsanız tepelerin arka tarafında nelerin olup bittiğini de anlamaya çalışmalısınız. Bu kavrama biçimi tabiî ki bir hareketi gündeme getirecektir. Oturup durduğumuz yerlerden tepelerin arka taraflarından nelerin olduğunu nelerin konuşulduğunu bizler adına ne tür hesapların yapıldığını anlayamayız. O yüzden de görmediğimiz hiçbir bilgiye sahip olmadığımız şeyler hakkında saatlerce konuşup durmak zorunda kalmayız. Zaten şu günlerde etraf tepelere doğru yol almayıp tepelerin arkasında olanlar ile ilgili tutarsız yorum yapanlarla dolup taşmış durumda.

Düşünün ki toplumumuz Mekke öncesi cahili bir dönemi yaşıyor, yöntemimiz ne olmalı?

Öyle ki Mekke öncesi cahili dönemi yaşayan, bilgi ve tebliğe muhtaç olan toplumumuzu toptan tekfir mi etmeliyiz?

Birbirine uyuşmayan böylesi zıt davranışlarda bulunursak eğer her şey birbirine karışıp kör düğüm olabilir. Sonra birbirine dolanan bu düşünsel sistemi hiç açamayabilirsiniz, elinizdeki ipler de heba olur. O halde Müslüman olarak yaşlanabilmenin azığını kuşanmak zorundayız. Çıkan her sorunda, değişen her şartta ve ortamda, tüm baskılar karşısında düşünsel değişimlere uğramadan direnmeli ve yolumuza devam edebilmeliyiz. Söz konusu süreci içsel arınmamızı tamamlayarak, gelişip güçlenerek değerlendirebiliriz. Eğer aceleci davranır ve süreç oluşmadan yürümeye kalkışırsak çok kötü sonuçlarla karşılaşabiliriz. Bu noktada çok iyi niyetlerle de olsa bizlere erken yürümeyi tavsiye eden kardeşlerimize durumumuzu, eksikliklerinizi hiç çekinmeden izah edebilmeliyiz.

Çevremizde gördüğümüz canlıların kimi davranışları ve gelişim evreleri anlatmaya çalıştığımız şeyler için çok güzel örneklilikler oluşturmaktadır. Bu güzel örneklerden bir tanesi İpekböcekleri ile ilgilidir.

İpekböcekleri salgıladıkları bir tür madde ile üzerlerine koza örerler ve kozanın içerisine kendilerini hapsederler. Sonra zamanla kozayı delmeye başlar. Bu süreç içerisinde kanatları oluşur ve çalıştığı içinde güçlenir ve kozayı delerek uçup giderler. Oradan geçen birisi ipek böceğinin bu çabasını görünce iyi niyetli olarak acıyıp ona yardımcı olmak ister. Bu kadar uğraşmasın, hemen kozadan çıkıp gitsin diye kozayı hafifçe deler. Fakat ipekböceğinin oluşum süresi erken tamamlandığı, yeterince çalışıp emek sarf edip güçlenemediği ve kanatları oluşmadığı için dışarı çıkıp uçmaya kalktığında uçamaz ve yere düşer, korumasız bir şekilde başka canlılara yem olarak hayatını kaybeder.

Demek ki bir işe hazırlanırken belli bir sürece ihtiyacımız var. Verilmesi gereken mücadelenin kendi sırası ve yeri içerisinde verilmesi gerekiyor. Yani bizlerin daha henüz bebek iken yetişkin bir insan gibi davranmamaları gerekiyor. Fakat gelişim süreçleri içerisinde eğer bebek iseler ağlamalılar ki kasları, ciğerleri güçlensin. Yetişkinlik devresine de güçlü bir şekilde geçsinler. Ama yetişkin birer insan iseler karşılaştıkları her engelde ağlayıp durmasınlar.  Öyleki bu dönem Müslümanları bıkmadan usanmada amaçları için içinde durdukları kozayı delmek için uğraşmalılar. Hala kozalarının içinde olan kardeşlerimiz süreçlerini tamamlamış kozanın dışına çıkmış ipekböceği gibi davranmamalılar. İslami süreçlerini tamamlamış kozanın dışına çıkmış kardeşlerimiz de hala kozanın içinde gibi hareket etmemeliler. Saklandıkları bu yerlerden çıkmalılar yoksa güneş görmeyen o koza içerisinde hastalıklar ile boğuşup ömürlerini bu şekilde sefalet içinde tamamlamış olacaklar.

Bu bağlamda İslam adına bir şeyler yapmak için çaba sarf eden kardeşlerimiz çevrelerinde sürekli eleştiriye maruz kalabilirler. Bu eleştiriler yukarıdaki ipekböceği örneğinde de olduğu gibi iyi niyetli de olabilir. Burada kardeşlerimizin dikkat etmeleri gereken şey bulundukları ulaştıkları seviyelerini iyi tespit etmeleridir. Eğer bulundukları konum yapmaları gereken şeyler için müsait ise eleştirilere kulak tıkamaları ve bu yolda çaba sarf etmeye devam etmeleri gerekir. Çevrelerinden gelen bu iyi niyetli seslere kulak verirler ise bu onlar adına ölümcül dağılmalara sebebiyet verebilir. Hele ki böyle bir durumda kesinlikle bu kimselerin yardımlarına müsaade edilmemelidir. Yetişkin birer insan olan bu kimselerin sürekli bu şekilde bebek tavrı sergilemeleri ve bu halleri ile sizlere yardıma kalkışmaları zaten fiziki açıdan da ters bir durumdur.

Tabi ki bu ipekböceği örneği çok farklı bakış açılarını örneklemektedir. Burada kesinlikle pasif bir durum önerilmediği gibi konumumuzu aşan orantısız hal ve harekette de bulunmayı önermemektedir. Herkesin gelmiş olduğu aşamada bulunduğu seviyesine uygun hareketler içerisinde yer almasını önermektedir. Örneğin bu gelişmelerini tamamlamayan kimseler ile yola koyulduğunuzu düşünün. Karşınızda bilgi birikim ve davranışları itibari ile çeşitli yaş guruplarında kişiler olacaktır. Kimisi bebek kimisi orta yaş kimisi yaşlı kimisi genç. Bu kimseler ile konuşurken her birinin yaş ve aldıkları bilgi birikim itibari ile konuşmaları gereken sözleri birbirleri ile yer değiştirin. Yani bebek olan “cihattan” bahsetsin genç olan “durun daha bekleyelim böyle şeyler ile işimiz olmaz” desin ve siz sözü bu kişiler arasında sürekli yer değiştirtirin. Bu görüntü sağlıklı bir görüntü olmayacaktır. Çünkü her iki söz söyleyicide aslında söyledikleri şeyleri yapamayacak konumdadırlar. Eğer böyle bir duruma bir iyi niyetli kişi müdahale eder ise bu topluluk ve idealleri ölü doğacaktır. Bizleri çürütenin zaten bizden biri olması gerekir. Düşman yardımcı olmaz ve bu düşmanlık bizlerin kanatlarını güçlendirir. Zaten kocaman gövdesi olan ağacı yıkan kuvvetli esen rüzgârlar değildir. Ağacı gövdesinde beslediği kurtlar çürütmüştür. Ağaç içten çürümüştür, zaten yıkılacak, rüzgâr burada sadece bitiş noktasıdır.

İşte yukarıdaki örnekteki yaş belirlemeleri İslami bilgi ve hayatta yaşanılan kısmını ifade etmektedir. Bu şekli ile yapamayacakları şeyleri dillendiren ve hiçbir zaman yapmak istemedikleri şeyler üzerinden gündem oluşturan kimselerin İslam adına olan görüntüleri bir anlam ifade etmemektedir.

İslami tarzda örneklik sergileyen kardeşlerinde bu gelişim seviyelerine çok dikkat etmeleri gerekmektedir. Muhatap aldıkları kimselere seviyelerini aşan yüklemelerde bulunmamalılar. Bu süreç içi doldurularak gitmeli. Kanatlarını sağlamlaştırmaya çalışan birine yapmaları gereken İslami yükümlülükleri yerine getiremiyorken, bu konuda zafiyetler gösteriyorken bu süreci başaramadan kozasını delmeye yardımcı olmamalıyız. Bırakalım kendi kozalarını, zindanlarını kendileri aşsın. Kendi güçlerinin farkına varsınlar ve kendilerini tanıma süreçlerini sağlıklı bir şekilde atlatsınlar. Yoksa bu kardeşler bu arka planı boş olan konuşmaları ile kurda kuşa yem olabilirler.

Bizleri yavaşlatmaktan başka hiçbir şeye yaramayan gereksiz tartışma /çatışma kültürümüzden de uzaklaşmalıyız. Şunu unutmayalım ki hepimiz, kendi konumumuz, seviyemiz oranında zaten bir imtihanın içerisindeyiz. O halde önden gidenlerimizin arkasında kalmayalım. Biraz koşalım, koşar gibi yapmayalım.

İşte o yüzden her birimiz sürecimizi tamamlamak, çileyle yoğrulmak, pişmek ve güçlü bir şekilde kavgaya atılmak zorundayız. Hiç kimseyle laf yarışına girmeden, gereksiz yere onları itham etmeden, şu an için bizleri ilgilendirmeyen bilginin peşine koşmadan, bunları dillendirmeden arınmamızla ilgili yürüyüşümüzü hızlandıracak yol azığımızı kazanma çabası içerisinde olmalıyız. Bizleri yavaşlatmaktan başka hiçbir şeye yaramayan gereksiz tartışma /çatışma kültürümüzden de uzaklaşmalıyız. Süreç içerisinde neden yaşlanmadan değişiyor olduğumuzu sorgulamalıyız. Artık çocuklarımızın direnen amcaları, dayıları, halaları, teyzeleri, dedeleri, nineleri olmalı. Onlara hayatları pahasına destek olacak Müslüman anne ve babaları olmalı.

Gerilere gidip şöyle bir hatırlayın, bizler ailelerimizle ne çok sıkıntılar, tartışmalar, kırılganlıklar, küskünlükler yaşadık. Bu aile zindanını yıkmak için onları kaybetme pahasına çok çabalar sarf ettik. Aynı sorunları çocuklarımız ve bizden sonraki kuşaklar yaşamak zorunda değiller. Hiç olmazsa onların Müslüman toplumlar içerisinde yalnız Allah’ı dikkate alarak yaşayabilecekleri akrabaları, Müslüman kardeşleri, toplulukları, mahalleleri oluşsun. Şöyle bir düşünün; hiçbir suçunuz yokken birileri sizleri bir yerlere alıp götürüyorlar. Sonra sizleri görmeye anne ve babanız geliyor. Sizi haksız yere alıkoyan bu insanlara ne diyorlardır sizce? Allah için yaptığınız, önemsediğiniz, Allah'ın kabul buyurmasını beklediğiniz davranışlarınız ve İslami yaşantınız için özür diliyor, onların karşısında iki büklüm yalvarıyor, "benim evladım yapmaz böyle bir şey" diyorlar. Peki, ne yapmışbu kimseler? Adam mı öldürmüş, küçük bir kıza tecavüz mü etmiş, hırsızlık mı yapmış? Hiç biri değil. Ama siz her şeye rağmen her suçludan daha kötüsünüz ve ailenizde yalvararak sizi kurtarma refleksi gösteriyor. İşte bu bizleri büsbütün yıkan şeyler değil mi? Peki her anı dönemleri içerisinde yaşayabilsek, yaşlılarımız olsa dimdik durabilen, eğilmeyen, vahyi kuşanmış. "Metin ol yavrum, Allah sana yeter, biz arkanızdayız" diyebilse. "Benim evladım bu topraklarda doğdu, burası onun ülkesi, kendi ülkesinde Allah’ın sözlerini yaşıyor, olmasını kısıtlayamazsınız. O’nun sözlerini yaşamak için sizden izin alması gerekmiyor, yanlış bir şey de yapmamıştır" diyebilse. Ya da bir tek kardeşinize yapılan bir haksızlığı kendilerine yapılmış gibi kavrayan ve onun haklarını savunup kardeşlerinin yanı başlarından ayrılmayan kardeşlerinize sahip olsanız.

Tüm bunlar bizlerin aynası, bizlerin gerçekliği. Fakat görülen resmi hala tersinden okumaya devam ediyoruz. Hala görülüyor ki farklılıklarımızla uğraş verip ayrılığa düşüyoruz. Kontrolsüz eylemlere sahibiz ve "Kontrolsüz güç hiçbir şeydir" sözünün işaret ettiği gibi hiçbir başarı elde edemiyoruz. Evimizin önü ile ilgili değilken evimizin önü dışında her yerle ilgiliyiz. Mekke öncesi cahili dönemi yaşayan toplumumuzu, ailemizi, ama dil uzatabildiğimiz herkesi eleştiriyoruz.

Çevremizde gencinde yaşlısına Müslüman profili öylesine karma karışık ki bu toplumun genç Müslümanları ailelerinden harçlık isteyecek konumda iken bile ailelerini, anne ve babalarını tekfir etmeye kalkışabiliyor? Halbu ki bizlere düşen tek şey Rabbimizin dediği gibi inancımızdan taviz vermeden onları en güzel bir şekilde uyarmaktır.

Üstelik hiçbir kardeşimiz kendi konumunu kabul etmeyip yersiz gururları sebebiyle konumuna göre bir davranış biçimini geliştiremiyorlar. Bu da hiç tanıyamadığınız çok garip bir Müslüman tipi çıkarıyor karşımıza. Bu şekli ile İnançlarımız üzerimizde sanki askılıkta duran bir elbise gibi görünüyor.

Hendek savaşından bir sahne var.

Orada bir sahabe var, Resul onu Yahudilerden bir tehlike gelmesin diye sahabe hanımlarının yanına koruma olarak veriyor. Yahudilerin olduğu yerden sesler gelince kadın sahabelerden biri gidip bakmasını söylüyor. O sahabe ne diyor biliyor musunuz? "Ben bakamam gidin siz gidin bakın. Çünkü ben korkuyorum, zaten bu kadar cesur olsaydım gider Peygamberimin (s) yanında savaşırdım." kendinde olanı açık yüreklilikle söylüyor. "Ben bu kadarını yapabiliyorum" diyor. Kendinde olmayanı dillendirmiyor. Burada hem uyarıcılar için hem de tebliğ ve gelişim sürecindeki Müslümanlar için çok güzel örnekler var. Peygamberimizin yaptığı gibi kimseye kaldıramayacağı, onu aşacak sorumluluklar vermemeli, aldığı bilgiyi sindirmeden, hemen pratiğe aktarmasını istemeden, onun kendisini iyice tanımasını ve kendinde olmayan şeyleri konuşma dilini bırakmasını sağlamalıyız. Bu konuda ısrarcı olursak muhatabımız davranışlarını biz istiyoruz diye ortaya koyacağından gerçek olan sınav araçlarıyla karşılaştığında yürüyüşünü sürdüremeyecek, düşüşler yaşayacak ve yarı yolda kalacaktır. Öte yandan kardeşlerimiz konumunu kendinde olan, yapabildiği eylemler ölçüsünde kabullenmeli, eksik yönlerini sürekli telafi ederek takva yolunda ilerlemeye çalışmalıdır. Bir şeyleri yapmaya hazır olmamamız utanılacak bir şey değildir. Asıl utanılacak şey kendimizde olmayanı dillendirip, hayatın gerçekliğiyle karşılaştığımızda verdiğimiz onca söze rağmen yol arkadaşlarımızı yarı yolda bırakmamızdır. Zaten kendimizde olmayan, yapamayacağımız şeyleri dillendirmemiz Rabbimizin de tiksindirici bir eylem olarak gördüğü hal ve hareketlerdendir. 

İşte Peygamberimiz (s) her türlü farklı özellikteki bu insanları konumlarına uygun, kaldırabilecekleri sorumlulukları çerçevesinde bir bütün olarak tutmuş, aynı hedefe tek bir vücut olarak yönlendirmiştir. Ayrıca yol arkadaşının bu durumunu yani savaşacak cesarete sahip olmamasını onun seviyesine uygun bir görev vererek telafi etmiş, onu dışlamamıştır. O halde sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki; vahyi yaşayışımızda sorunlar yaşıyor olsak da, akidevi değişikliklere uğramadan çocuklarımızın tüm Müslüman akrabalarının da yer aldığı büyük ailemizi kurmak için sabırlı olmalıyız. Müslüman kardeşlerimizin evleri yanına evlerimizi yapıp Müslüman komşular edinmeliyiz. Kur'an'ın cihat ayetlerine giden yolda cihadın bir de bu yönüne muhatap olmalıyız. Bu halimiz haksızlık karşısında toplumsal öfkelerimizin, mutlu anlarımızda da toplumsal sevinçlerimizin oluşmasına yardımcı olacaktır. Çocuklarımız İslam’ı bizlerden dinlediği kadar dedelerinden, büyükannelerinden de dinlemeliler. Bu tip ailelerden eksikliğini çok çektiğimiz psikolojisi sağlam Müslüman bireyler yetişecektir. İnşallah Rabbimiz bizleri kardeşlerimize karşı sevgiyi, kâfirlere karşı direnişi kuşanan, Müslüman olarak yaşlanma sınavını yüz akı ile geçebilen, Müslüman akrabalarımızın oluştuğu kutlu şehirlerimizde yaşama hakkını elde edenlerden eyler.

Selam ve dua ile…