Hikmet ERTÜRK

16 Aralık 2010

O gün

1 YER, o [son] müthiş sarsıntı ile sarsıldığında,

2 ve yeryüzü ağırlıklarını1 attı[ğında],

3 ve insan: “Ona ne oluyor?” diye bağırdı[ğında],

4 o Gün yer, bütün haberlerini ortaya dökecek,

5 Rabbinin vahyettiği şekilde.

6 O Gün bütün insanlar, [geçmiş] fiillerini görmek üzere biri öbüründen ayrılmış olarak ortaya çıkacaklar.

7 Ve kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onu(n karşılığını) görecek,

8 kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu(n karşılığını) görecektir. (Zilzal Suresi)

Surede, hiç de hafife alınmayacak dehşetli bir günün haberi verilmekte. Üstelik henüz bu dünyadayız ve bu sonla yüz yüze gelmekten kurtulabiliriz. Nasıl olsa hepimizin yanacağı bilgisiyle ateşi hafife almak, ebedi hayattan geriye dönerek yanlışlarımızı düzeltme şansımız olmayacağı için acı pişmanlıklara sebebiyet verebilir. Şunu bilmeliyiz ki ölümünden önce kim ne yapmışsa onun karşılığını görecek. Kur’an, nasıl bir hayatı yaşarsak yaşayalım Allah’ın öteki dünyada günahlarımızı affedeceği tezini çürütüyor. Rabbimiz ölümümüzden sonraki ilk karşılaşma anından bahsederken En’am suresinde bizlerin nasıl bir istekte bulunacağını ve kendisinin de bizlere nasıl bir cevap vereceğini kitabında bildiriyor.  

27- “Cehennemin başında durdurulduklarında onların "Ah ne olaydı, dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve müminlerden olsak " dediklerini keşke görseydin!”

28- “Hayır, sadece daha önce içlerinde sakladıklarının akıbeti önlerinde belirdi (diye böyle hayıflanıyorlar. Yoksa) eğer dünyaya geri gönderilseler yine sakındırıldıkları yola dönerler. Onlar gerçekten yalancıdırlar.”

Burada 'yalancılar' olarak tanımlanmamızın sebebi, bu durumun dünyada iken bizlere bildirilmiş olmasıdır. Yanlış davranmamıza neden olan unsur ise içimizdeki sakladığımız gizli sebeplerimiz olarak ifade edilmiş. Yani iman ettiğimiz şeye aslında iman etmediğimiz anlaşılıyor / açığa çıkıyor. Bu dünyada tüm ısrarlı uyarılara rağmen Allah’tan yana tavır alamayanların öte dünyadan bu dünyaya tekrar geri gönderilseler dahi aynı tavırları sürdüreceği söyleniyor. Korkunç bir durumla karşı karşıyayız. Allah’ın güvenini sonsuza kadar kaybetmişiz ve ateşe atılacağız. Peki, bu neden böyle oldu? Neden böyle bir sonla karşı karşıya kaldık? Hayatımızı doğru olanla / vahiyle değiştirme ihtiyacı duymadık. Çünkü hiçbir zaman Allah’a döneceğimizi düşünmedik.

“Bakın, o adam, [yeryüzündeki hayatında] kendi görüş ve anlayışındaki insanlar arasında keyifle yaşadı; çünkü hiçbir zaman [Allah'a] döneceğini düşünmedi. Evet, öyle! Hâlbuki Rabbi, onda olan her şeyi görmekteydi! “(İnşikak–13–14–15)

Burada kötü örnek teşkil eden bir şahsiyetin özellikleri ve farklı ayetlerde de akıbeti anlatılmış. Yeryüzündeki hayatında Allah’ın uyarılarını dikkate almadan, kendisiyle aynı düşünceleri paylaşan yoldaşlarıyla birlikte keyif içerisinde yaşayan bir adam... Bu adam Allah’a döneceğini düşünmeyen, buna şüpheyle bakan, üstelik bütün bir hayatının kayıt altına alındığından habersiz bir şekilde sefil yaşantısına devam ediyor. Yani denilmek isteniyor ki "Siz bu adam gibi olmayın." İşte bunun için Rabbimiz bizleri görüp izlediğini, kendisine geri döndürülüp hesaba çekileceğimizi açık bir şekilde bildiriyor. Yukarıda bahsi geçen adam gibi; sadece bu dünyayı düşünen, Allah’ın dikkate alınmadığı bir yaşam biçimini terk etmemizi öğütlüyor. Tabii ki bu değişim, bağımlısı olduğumuz onca ayartıcı mevcutken hiç de kolay olmayacaktır. Üstelik Allah’ın uyarılarını dikkate alıp hayatımızda önemli değişikliklere karar verdiğimizde yaşadığımız çevrede de birtakım sıkıntılar oluşacaktır. Tercih ettiğimiz inançtan dolayı bizleri kınayanlar, tavır alanlar olacaktır. Yaşadığımız yörelerdeki bu olumsuz tepkilerden dolayı özgüvenimizi kaybedip Allah’ın sözlerini yaşamaktan çekinmemeliyiz. Bu hayatın süreli olduğunu, ölümümüzden sonra Allah’ın huzurunda hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Tabii ki Allah’ı umursamayan bu insanlar bizlerin haline gülebilir, dolayısıyla inancımızı alaya alabilirler. “Fakat; [Hesap] Günü ise, imana ermiş olanlar [geçmişte] hakikati inkar edenler(in halin)e gülecekler: [çünkü, cennette] sedirlerin üstünde [uzanmış şekilde] bakınıp duracaklar ve [kendi-kendilerine diyecekler]: “Bu hakikat inkarcıları, yapmaya düşkün oldukları şeyler için mi [böyle] cezalandırılıyorlar?” (Mutaffifin–34–35–36)

Eğer her türlü psikolojik baskıya, engellemelere, kınayıcıların kınamalarına rağmen doğru tercihte bulunmuş isek artık bizlere gülen, inançlarımızdan taviz vermemizi bekleyen ayartıcılara ve hakikati inkâr edenlere karşı rahat ve küçümseyici bir edayla ; "Bu hakikat inkârcıları, yapmaya düşkün oldukları şeyler için mi ( böyle ) cezalandırılıyorlar?" deyip böyle bir azapla karşı karşıya kalmadığımız için sevinebiliriz. Hakikati inkâr edenlerin, bizleri alaya alanların nasıl bir azapla karşı karşıya geldiklerini de dilerseniz Hac Suresinden öğrenelim.

20 “ve bununla onların içlerinde olan her şey ve deriler(i) eriyip gidecek; 21 ve onlar demir kıskaçlarla [bağlanmışçasına hep bu durumda] tutulacaklar; 22 ve kendi boğuntuları içinde (kıvranıp dururken) bu durumdan ne zaman kurtulmaya çalışsalar her seferinde yeniden (aynı boğuntuya) sokulacaklar ve [onlara:] “Tadın (bu) yakıcı azabı [sonuna kadar]!” [denecek].

Gerçekten de korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız. İnşallah ölümümüzden öncesiyle ilgili olarak bu dünya hayatına dair köklü değişiklikler yapmayı göze alabiliriz. Ölümün ne zaman geleceğini bilmediğimize göre, batıl yaşantılarımızdan bir an önce uzaklaşmalı, ertelemeci bir anlayıştan uzak durmalıyız. Yukarıda haber verilen kötü sonun, dünyada iken yapmaya düşkün olduğumuz şeylerden kaynaklandığı bilgisini almış olduk. Bu dünya hayatının süreli olduğunu ve sınava tabi tutulduğumuzu unutmayalım. Ahiretteki mutluluğumuz, bu dünyada arınmamızla alakalıdır. O halde çok kötü bir hayat yaşıyor olsak bile hala hayatta olmamız bizim için çok büyük bir fırsattır. Ölümümüzden sonra böyle bir fırsatımız olmayacaktır. Unutmayalım ki;” [Bu dünyada] arınmayı başaran ise, [öteki dünyada] mutluluğa ulaşır .“(Ala–14) Tabii bu dünyada arınmamızı engelleyen birtakım sebepler var. Bizleri Allah’ın dinini yaşamaktan alıkoyan, doğru gittiğimiz yol üzerinden saptıran ayartıcılar mevcut. Yaşadığımız süreçte ellerinde bulundurdukları makam ve mevkileri, varlıkları, zenginlikleri sebebiyle kendilerine hayır diyemediğimiz, onların günaha bulaşmış yaşam tarzlarını örnek aldığımız önderlerimiz var. "Hayır" diyemiyoruz, çünkü ellerinde bulundurdukları imkânlardan kendimiz adına faydalar umuyoruz. Ya da elde ettiğimiz kazanımları kaybetmek istemiyoruz. Halbuki sonu ne olursa olsun hayatın geçici hazzına kapılıp boşlukta ateşe doğru sürüklenen bu insanların adımlarını takip etmemeliyiz. Bu dünyada olmasa bile öte dünyada bu insanlarla mutlaka ayrılığa düşeceğiz ve onları uğrayacağımız kötü akıbetle ilgili olarak sorumlu tutacağız. Onları ne şekilde suçlarsak suçlayalım bu savunmamız bizleri ateşten kurtarmayacaktır.

“Ve [yeryüzündeki hayatlarında] hakikati inkâr etmiş olanlar [bunun üzerine] feryad edecekler: “Ey Rabbimiz! Bizi saptıran şu insanları ve görünmeyen varlıkları göster bize: onları ayaklarımızın altına al(ıp çiğneyel)im ki hepimizin en alçağı olsunlar!”(Fussilet–29)

İşte dünyada iken gururla dolaşan, bizleri de müptelası oldukları sefil hayatlarına dahil edip ateşe atılmamıza sebep olan insanlar hakkında söyleyeceklerimiz... Böyle olacağını hiç düşünmemiştik. Güç ve ihtişamları sebebiyle onların yanlarında yer aldık. Peki neden şimdi "Bizi saptıran şu insanları göster bize; onları ayaklarımızın altına alıp çiğneyelim ki hepimizin en alçağı olsunlar" diyoruz. Çünkü artık mal-mülk fayda etmiyor, oraya götüreceğimiz tek şey dünyada iken yapmış olduğunuz salih amellerimizdir. Adam kayırma yok, işi oluruna uydurma yok, aracılar yok, rüşvet yok, işlediğimiz salih amellerimizle ya da hayatımız boyunca işlediğimiz günahlarla baş başayız. Hayatta iken elde ettiğimiz dünya malının büyüsüne kapılıp Allah’a döndürüleceğimizi unuttuk. Kendimizi yeterli gördük. Öyle ki, malımızın bölüşüleceği korkusuyla kardeşlerimizden dahi uzaklaştık. Elde ettiğimiz dünya kazancının bizlere fayda sağlayacağı düşüncesine kapıldık. Hem de Rabbimizin Alak suresindeki uyarılarına rağmen.

“6 Gerçek şu ki insan fütursuzca azar. 7 ne zaman kendini yeterli görse: 8 oysa herkes eninde sonunda Rabbine dönecektir.”

Geçmişi şöyle bir hatırlar isek Peygamberlerin mesajlarını yalanlayanların, uyarılara karşı gelip onlarla mücadele eden, fütursuzca azgınlaşan kişilerin varlıklı, otorite sahibi kişiler olduğunu görürüz. Bugün isimler değişmiş olsa dahi uygulamada değişen pek fazla bir şey yok. Zira bugün de uyarıcılar var ve bizim onlara verdiğimiz cevaplar bu dünyadaki zenginliğimizle, makam / mevki olarak yüksek yerlerde olup olmamızla doğru orantılıdır. Kimimiz elimizdeki malın kaybolup gitmesi korkusuyla, kimilerimiz ise bu varlıklı kimselerin ellerinde bulundurdukları zenginliklerden "bizim de payımıza bir şeyler düşer" ümidiyle Allah’ın mesajlarını yaşamaktan çekinerek umursamaz tavırlar sergilemekte. Oysa biz dünyanın geçici hevesleri peşinde koşmamalıyız. Zira bu dünya oyun sahası değil, öte dünyadaki kurtuluşumuzun azığını toplayacağımız geçici bir sınav mekânıdır.

“İşte [böyle:] Biz gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunan her şeyi sırf bir oyun olsun diye yaratmadık.” (Duhan–38)

Oyun olsun diye yaratılmayan, öte dünyada sınava çekileceğimiz bir dünyada yaşıyoruz. Güzel şeylerdeki payımızı bu dünyada tüketmemeliyiz. Bu dünyada büyüklenmek, haklı olan her şeye karşı çıkmak öteki dünyada bizleri Rabbimizin karşısında çok aşağılık bir konuma düşürecektir.

“Hakikati inkâra şartlanmış olanlar ateşin karşısına getirilecekleri Gün,[onlara:] “Bütün güzel şeyler[deki payınızı] dünya hayatında tükettiniz, [öteki dünyayı hiç düşünmeden] onlarla sefa sürdünüz!” denilecektir, “O halde, bugün yeryüzünde küstahça büyüklük tasladığınız ve haklı olan her şeye karşı mücadele ettiğiniz için ve yaptığınız bütün sapkınlıkların karşılığı olarak aşağılanma cezası ile cezalandırılacaksınız!” (Ahkaf -20)

Bütün bu açık uyarılara rağmen günah işlemekten çekinmiyoruz. Bütün bir ömrümüzü içki masalarında hayata meydan okuyup sorunlarımızı unutmaya çalışarak geçiremeyiz. Hayatımız sürekli peşinde koştuğumuz kız arkadaşlarımızla yaşadığımız aşklardan, red cevabı aldığımızda kadehlere sarıldığımız garip duygusal durumlardan ibaret değildir. Sorunlarımızı aklımızdan kaçarak, unutmaya çalışarak halledemeyiz. Allah’a yaklaşmak için kullanmanız gereken zamanı acımasızca tükettiğiniz kahvehane köşeleri dürüstlüğü / erdemliliği kuşanacağınız yerler değildir. Geleceğinde kuşku olmayan güne hazırlanmak zorundayız. Böyle günaha batmış bir şekilde Allah’ın huzuruna çıkamayız; “çünkü günaha batmış olanlar [o zaman, görecekler ki] sapıklıkta ve ahmaklıkta kaybolup gitmişler!” (Kamer–47) Günahlarımızda ısrarcı olur da bu şekliyle hayatımız sona ererse öte dünyada Allah katında hiçbir değerimiz olmayacak. Hayatta iken dünyanın gelip geçici olduğu bilgisine sahiptik. Bu tarz bir hüsranla yüz yüze kalmış bizler için Rabbimiz Ankebut Suresinde; 64Çünkü [akıllarını kullansalardı bilirlerdi ki] bu dünya hayatı geçici bir zevk ve eğlenceden başka bir şey değildir; oysa sonraki hayat, tek [gerçek] hayattır: keşke bunu bilselerdi !” diyor. Anlaşılan o ki bunca açık mesajları okuduktan sonra bile umursamaz, bir o kadar da cesaret içeren davranışlarımızın sürmesinde farklı ama hatalı bir inanış biçimine sahip olmamızın etkileri var. Sonuçta nasıl bir hayatı yaşıyor olursak olalım Allah'la özel bir ilişkimiz olduğuna inanıyoruz. Ve bu şekilde cehenneme gitsek bile cezamızı çektikten sonra tekrar cennete gideceğimiz şeklinde batıl bir inanca ahibiz. Bu anlayış Yahudi toplumunda da var. Dolayısıyla Yahudiler bu yanlış inanışları nedeniyle, bizleri de kapsayacak şekilde Allah’ın sözleriyle uyarılıyorlar. Eğer böyle bir hayatı yaşamayı sürdürürsek ateş bizler için bütün günler boyunca yakıcı olacaktır.

Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.” (Bakara Suresi, 80-82)

Allah sözünden asla dönmez ! O yüzden henüz hayatta iken tercihlerimizden dolayı başımıza gelecek olan sahneleri iyi okuyalım ve bunu gerektirecek davranışlarımızı terk edelim. Rabbimizin; 59 “Onların ardından, salâtı boş veren ve yalnızca kendi şehvetlerinin, dünyevî tutkularının peşine düşen bir kuşak geldi; ve böyle yaptıkları için de, yakında tam bir düş kırıklığıyla karşılaşacaklar.” (Meryem–59) diye bahsettiği topluluklar gibi olmayalım. Çünkü tam da bu noktada çoğumuzun namazlarını / salâtı/ Allaha yönelmeyi terk ederek dünyevi tutkuların peşinden gittiği bir gerçektir. Üstelik Ahiret’te günahkârlar, kendilerinin hangi sebeplerden cehenneme atıldıklarını soran Mü'minlere aşağıdaki ayette şöyle cevap veriyorlar.

43- Cehennemlikler derler ki; "Biz namaz kılanlardan değildik.44- Yoksulların karnını doyurmazdık. 45 Bizim gibi olanlarla birlikte asılsız ve bozguncu konuşmalara dalardık.46- Hesap verme gücünü inkâr ederdik.47- Sonunda bize de ölüm gelip çattı."(Müddesir Suresi)

Bizimle birlikte olanlarla asılsız ve bozguncu konuşmalara dalıp hayata öyle bir ihtirasla sarılmışız ki, müşriklerin yaşantılarıyla kendi yaşantımız arasında çok fazla benzerlikler oluşmuş.

“Ve sen onları başkalarından daha ihtirasla hayata sarılmış göreceksin, hatta Allah'tan başkasına ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlardan bile daha çok: onların her biri binlerce yıl yaşamak ister; halbuki uzun yaşaması, böyle birini [ahirette] azaptan kurtarmaz: zira Allah onun bütün yapıp-ettiklerini görmektedir.”(Bakara–96)

Böyle bir hayatı yaşıyorken artık boş bir ümit içerisinde olmamamız gerekir. Yapmamız gereken şey müşriklerle aynı tutum ve davranışlar içerisinde bulunmamaktır. Allah’tan başkasına ilahlık yakıştırmaya şartlanmış olanlarla aynı düşünceleri, aynı hayatı yaşıyorken nasıl olur da cennete gideceğimizi düşünebiliriz ki?

51 “SEN, [Kıyamet Günü, hakikati inkar edenlerin,] -can damarlarından yakalandıkları için- kaçacak bir yer bulamayıp korkuyla büzüldükleri [anki halleri]ni bir görsen; 52 ve [görsen, nasıl] “Biz [şimdi] ona inandık!” diye yalvarırlar!”Fakat nasıl bu kadar uzaktan [kurtuluşa] ere[ceklerini ümit ede]bilirler? 53 Halbuki önceleri hakikati inkara kalkışmışlar ve insan kavrayışının ötesindeki bazı şeylere uzaktan dil uzatmışlardı.54 Böylece, kendileri ile istek ve özlemleri arasına bir set çekilecektir, tıpkı onlardan önce yaşayıp gitmiş olanlara yapıldığı gibi: çünkü ötekiler [de] şüpheye varan bir tereddüt içinde boğulup gitmişlerdi. “(Sebe Suresi)

Bu dünyada onlar için Allah’ın mesajlarına burun büktüğümüz bu adamların hiç de özenilecek bir tarafı kalmamıştır. Korkuyla Allah’a yalvarıyorlar ve gerçekten de acı çekiyorlar. İnşaallah bu adamların adımlarını takip edenlerden olmayız. Rabbimiz bizlere; “Halbuki, o tağutu ret etmekle emr olundular." (Nisa: 60) sözünü söyleyerek, mazeretimiz ne olursa olsun tağutu (Allah’ın hükmüyle hükmetmeyenleri) reddetmemizi, onların yanında yer almamamızı emretmişti. Öyleyse bu hakikat inkârcılarını dost edinmemeli, izzet ve şerefin Allah’ın yanında olduğunu anlamalıyız. Peki, bu kadar açık uyarılara rağmen bazı kardeşlerimiz, gerçek kardeşlerinden uzaklaşarak hala bu hakikat inkârcılarının yanında ne yapıyorlar dersiniz? "Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri dost ediniyorlar. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Hâlbuki bütün izzet ve şeref Allah'a aittir." (Nisa, 139) Kalabalıklarının oluşmasını sağladığımız bu insanlar öte dünyada çok iğrenç bir pazarlığın içerisinde rol alacaklar. Bu dünyada yanlarında çıkar, izzet, şeref umduğunuz bu insanların bu iğrenç pazarlıklarını duyduğunuzda bekli de tiksineceksiniz. Çünkü bu insanlar oldukça ileri giderek sırf öte dünyadaki kurtuluşları için çocuklarını, eşlerini, kardeşlerini hatta aşiretlerini dahi fidye olarak öneriyorlar. O halde bu bencil, cani insanlarla bu dünyadaki ilişkilerimize bir an önce son vermeliyiz.

“Gökyüzünün erimiş maden gibi olacağı gün; Dağlar da (etrafa uçuşmuş) rengârenk yün gibi olacak. (Böyle bir günde) Hiçbir yakın dost bir yakın dostu sormaz. Onlar birbirlerine gösterilirler. Bir suçlu-günahkâr, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye olarak vermek ister; kendi eşini ve kardeşini ve onu barındıran aşiretini de; yeryüzünde bulunanların tümünü (verse de); sonra bir kurtulsa. Hayır; (hiçbiri kabul edilmez). Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir.” (Mearic Suresi, 8–15)

Hiç biri kabul edilmiyor; doğruca ateşe atılacaklar. İşte bizler de hesap gününde suçlu / günahkârlardan isek, Allah’ı umursamadan bir ömür geçirmiş isek, bu ailevi ilişkilerin hiçbir değerinin olmayacağı açık bir şekilde anlatılıyor. Öte dünyada anlatılan azabın boyutlarını bu dünyadaki duyularımızla kavrayamayacağımız gün gibi aşikar. Çünkü bu dünyada uğurlarına ölmeyi bile göze aldığımız, bütün bir ömrümüzü onlar için çalışarak tükettiğimiz eşlerimizi ve çocuklarımızı fidye olarak önerecek olmamız oradaki azabın şiddetinin bizlerin bilgisinin dışında olduğunu gösteriyor. Anlaşılan daha önce hiç görmediğimiz, tamamen farklı, çok korkunç bir durumla karşı karşıya kalacağız. Allah böyle bir sondan inşaallah bizleri korur.

Bu azabla yüz yüze gelen insanların henüz yaşıyorken düştüğü hatalara düşmemeye gayret etmeliyiz. Öteki dünyanın varlığını gündemimize almadan herhangi bir hesabın içerisine girmemeliyiz. Çünkü ölüm gerçektir. İslam adına yaşadığınız yol üzerinde ölmek çok şerefli bir ölümdür. Fakat bu tercihte bulunmasanız bile ölüm yine de gelip sizi bulacaktır. Bu nedenle bir an önce anlamsız korkularımızı bir kenara bırakıp 'Allah’lı bir yaşam'ı gündemimize almalıyız.

De ki: “[Tabii bir ölümle] ölmekten yahut [savaşta] öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size bir fayda vermez; çünkü başarsanız bile hayatın zevkini ancak çok kısa bir süre tadarsınız!” (Ahzap-16)

Bu bilgi bizlere onurlu tavırlar sergilememizi de öğretecektir. Gideceğimiz yer Rabbimizin katı ve o istemediği sürece kimsenin bizlerin ölüm saati üzerinde herhangi bir etkisi söz konusu değil. Hiç kimse bu saati ne bir saat geri ne de bir saat ileri alamaz. Allah adına yaptığımız hiçbir şeyin hesabını müstekbirlere vermek zorunda değiliz. Bu zalimlerden dolayı adımlarımızı gri atmayı ya da korkmamızı gerektirecek hiçbir sebep yok. Çünkü ölümün ve yaşamın süresi Allah’ın elinde.

De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar."(Yunus–49)

Eğer doğru tercihlerde bulunmaz isek öte dünyada karşılaşacağımız cehennem çok ürkütücü bir yerdir. Cehennem; dar, dumanlı ve hücrelere kadar işleyen kavurucu azaplarla dolu korkunç bir ortamdır. Cehennemde yiyecek olarak diken ve zehir; içecek olarak kaynar su, irin ve kan olacaktır.

''Gerçekten Cehennem bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. Orada ne serinlik tadacaklar, ne de bir içecek; kaynar sudan ve irinden başka.'' (Nebe Suresi 21–25).

Çok ürkütücü bir yer ve bir insanın böyle bir sonla karşı karşıya kalması çok üzücü bir son. Rablerinin uyarılarını arkalarına atıp umursamayan, sürekli kendilerinden istenilen hayatı erteleyip bu gerçekle karşı karşıya kalanlar için korku dolu saatlerin başlangıcı... Bu durumda korkmamayı, içimizin rahat olmasını çok isterdik. Bu dünyada takva sahibi olan, Rablerinin uyarılarını dikkate alan insanlara Allah; 68 [Ve Allah onlara,] “Ey Benim kullarım!” diyecek, “Bugün ne korkmanıza gerek var, ne de üzüleceksiniz! 69 [Siz ey] mesajlarımıza iman etmiş ve kendilerini Bize teslim etmiş olanlar! 70 Siz ve eşleriniz, sevinç ve mutlulukla cennete girin!”(Zuhruf Suresi) Bu müjde bizim için çok güzel bir hediye, çok güzel bir lütuftur. ''Takva sahiplerine vaat edilen cennet; onun ağaçları altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup sakınanların sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir .'' ( Rad suresi 35 ) İşte bu, korkup sakınmamızın bir sonucu olarak bizlere hediye edilen, vaat edilen cennet... İşte bütün bu gösterdiğimiz erdemli davranışlardan dolayı ; 23 “[Buna karşılık,] imana erişip dürüst ve erdemli davranışlar orta koyanları Allah, içlerinde derelerin, ırmakların çağıldadığı hasbahçelere sokacaktır; orada onlar altın bilezikler ve inciler takınacaklar ve onların giyim-kuşamları da ipekten olacak; 24 çünkü böyleleri sözün en iyisine, en tutarlısına yönelmek [arzusunu göster]diler ve böylece O bütün övgülere layık olan'a götüren yola yöneltildiler. “(Hac Suresi) Evet, Rabbimizin biz iman edenlere sunduğu bunca müjdeden sonra dünya hayatının ölümümüzden önce bizleri tekrar ayartmasına izin vermemeliyiz. Rabbimizin aşağıdaki Fatır, Zümer ve Bakara Surelerindeki uyarılarını hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım.

“EY İNSANLAR! Allah'ın [yeniden diriltme] vaadi gerçektir: sakın, bu dünya hayatının sizi ayartmasına ve Allah hakkındaki [kendi] çarpık düşüncelerinizin sizi saptırmasına izin vermeyin! “(Fatır–5)

54 “Öyleyse [yalnız] Rabbinize yönelin ve [ölümün ve yeniden dirilmenin] azabı başınıza gelmeden önce O'na teslim olun, sonra hiç kimse sizi koruyamaz. 55 Bu azap, siz farkında olmadan, âniden başınıza gelmeden önce Rabbiniz tarafından size indirilmiş olan en güzel [öğretiye] uyun, 56 ki hiçbir insan [Kıyamet Günü] “Allah'a karşı umursamaz davrandığım ve [hakikati] küçümseyenlerden biri olduğum için yazıklar olsun bana!” demesin; (Zümer Suresi)

48 “Ve hiçbir insanın ötekine en ufak bir yararının dokunamayacağı, hiç kimseden şefaatin kabul edilmeyeceği, kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin yardım görmeyeceği Gün[ün mutlaka gelip çatacağı] bilinciyle yaşasanıza!”(Bakara Suresi)

Selam ve dua ile …