Hikmet ERTÜRK
OLUMSUZ BAĞIŞIKLIKLAR
Bilgi maalesef her kişide aynı kabule dönüşmüyor. Alınan bilginin gereği yapılmıyorsa bu bizleri inançları askılıkta duran içi cansız elbise gibi gösteriyor. Yani ruhsuz yani ceset gibi. Aramızda tartışadurduğumuz tevhid gerçeği bir başkasına anlatırken ruhsuz, bir başkasından işittiğimizde kafa sallayarak tasdik ettiğimiz kuru bir gerçeğe dönüşüyor.
Hayatımıza yön verecek Allah’ın ayetleri yerini “Yemeğini şöyle yemelisin! Sofranda şunları bulundurmalısın! Şöyle giyinmelisin! Başörtünü şöyle bağlamalısın! Pantolonunun paçası, gömleğinin yakası şöyle olmalı! Mutfağın tasarımı, oturma odasının tefrişi böyle olmalı! Ancak şu marka otomobile binilmeli! şöyle kazanılmalı, böyle harcanmalı! üç günlük ömre dokuz günlük rızık hazırlanmalı! Sekiz saat çalışılmalı! şuralarda okunmalı! Şu şu bilgiler alınmalı! şu şu okullar bitirilmeli! Şu şu noktalara gelinmeli! Topluma ters düşülmemeli! Toplumun eğilimi neyse ona sahip çıkılmalı! Bir de eğer evine gelen misafir dindarsa dinden, imandan; faizciyse faizden, tüccarsa ticaretten bahsetmelisin!" safsataları gündemimizi sarmıştır.
Toplum olarak bu hale dönüşmemizin birçok sebebi var tabi ki… Bir nedeni yarınlarda yapılıp yaşanması gereken emirlere öncelik vererek bu emir ve hükümlerin hayatımız içerisinde yozlaşmasına sebep vermiş olmamızdır. Çünkü zamansız, mekânsız, yerli yerinde olmayan, sırası birbirine karıştırılmış, önceliği belli olmadan yaşanmaya çalışılan her amel biçimsiz ve ruhsuz kontrolsüz çabalarla heba olmuştur. Gündemimize aldığımız bu ve benzeri konular, amelsiz kıpırdamamıza sebep olmuşsa da zaman geçtikçe zihnimizde kuru ifadeler olarak şekillenmiştir. Çok önceleri bildiğimiz fakat yaşamadığımız kavramlara da "olumsuz bir bağışıklık kazanmışız."
Yapmamız gereken şeyleri doğru bir şekilde yapmadığımız sürece hep aynı şeylerle karşılaşacağız. Önce bizler daha öncesinde tevhid bilinci had safhada olan sonraları bu halinden kopuşlar yaşayan muhatabımıza bir şeyler anlatacağız. Fakat onlar, ağabeylerimiz o hep bildik edalarla bizleri umursamayacak, sonra bizler yaşlanacağız o kuşağın genç Müslümanları aynı şeyleri bizlere anlatacak bizlerde o bildik tavırlarla yine kulaklarımızı tıkayacağız. Çünkü geçmişinde yaşamaya devam eden herkes hep o anlatılanları biliyor olacak.
Bu konu ile ilgili güzel bir hikâye var.
Vaktiyle Osmanlı ordusundaki Mehter takımlarının davullarını develer taşırmış. Nitekim bu davulları yıllarca taşıyarak ihtiyarlayan bir deve azad edilmiş. Azad edilerek salıverilen bu deve, birisinin bostanına girip otlamaya başlamış. Devenin bostanda otladığını uzaktan gören bostancı, deveyi ürkütüp kaçırabilmek için eline aldığı küçük bir değnekle tencere kapağına vurmaya başlamış. Fakat devenin oralı olduğu yokmuş. Bostan sahibinin tencere kapağına devamlı olarak vurduğunu, devenin ise gayet sakin otlamaya devam ettiğini gören ve yaşlı deveyi Mehter takımından tanıyan komşusu seslenmiş:
—Ya hu komşu, boş yere hiç uğraşma! O deve yıllarca davul dinlemiş. Senin tencere kapağının tıngırtısı ona vız gelir...
Gülümsüyoruz ama hepimiz aynı sorunu çoğu kez farklı boyutlarda yaşıyoruz. O yüzden kazandığımız bu olumsuz bağışıklıktan kurtulmak zorundayız. Unutmayalım ki her insan kendi yaşadığı çevre ve zaman dilimi ile kendi kapasitesi doğrultusunda imtihandadır.
Zihnimizde, yüreğimizde, yaşamımızda Kur'an’ı tüketirsek bu aslında kendi tükenişimizdir. Gelin geleceğimizi “eski geçmiş” yapmak için yaşamayalım. Allah bizlerden hayatı imana göre biçimlendirmemizi istiyor. Yoksa sürekli geçmişimizde yaşadığımız anılarda hep kaybolur gideriz. Bizler zamanımıza inmek, zamanımızın yollarında yürümek zorundayız. Kendi içimize aynayı en güzel kendimiz tutabiliriz. Aynanın karşısına geçip imanımızla kazandığımız kimliğimize bakalım. Riyakârlık, iki yüzlülük, kibir, münafıklık girdabında nasılız? Rabbimizle ilişkilerimiz ne kadar sağlıklı? O halde Allah katında ne olduğumuzu tespit ederek kendimizi yeniden inşa edelim.