Mustafa ATAV

14 Nisan 2010

ÖZGÜRLÜK SÖYLEMLERİNİN ALTINDA KALMAK

Liberalizm, siyaset ve ekonomi felsefesine göre devlet, toplum ve bireyler arasında ki ilişkileri hoş  görü (tolerans) ve ”bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”  şeklinde formüle eden; her bireyin inanç, düşünce ve vicdan özgürlüğünün tanınması  gerektiği esasına dayanan, kökü  ta M.Ö ‘sinde oluşturulmuş  ama 1789 Fransız İnsan ve Vatandaş  hakları Beyannamesinde yeniden tarifi yapılan bir öğretidir.

Biraz daha açarsak; din, devlet ve diğer kurumların gücünün sınırlandırılması  gerektiğini, serbest piyasa ekonomisini, hukukun üstünlüğünü, tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğunu, bireylerin ifade özgürlüğünü ve bireyin kendi inandığı inanç sitemi dışındaki kabullere, ideolojilere ve insanın kendi ahlaki değerlerine ne kadar ters olursa olsun, başka cinsi yönelimlere sahip olan insanlara müdahale edilmemesi gerektiğini savunan felsefi bir öğretidir.

Siyaset tarihçilerine göre bu kavram ve felsefesinin Türkiye’de ilk karşılık bulduğu dönem, Osmanlı  ve İngiltere arasında yapılan Serbest Ticaret Antlaşmasının yapıldığı  ve batı aydınlanmasının tetiklediği varsayılan Tanzimat fermanının ilan edildiği 18.yüzyıldır.19.yy.da da İttihat ve Terakki partisine muhalefet amacıyla kurulan İtilaf ve Hürriyet Partisinin savunduğu ilkelerde kendini göstermiştir ama o günün koşullarında İ.T.Partisi mensuplarınca oluşturulan sert muhalefet nedeniyle yayılma zemini bulamamıştır.27 Mayıs 1960 darbesinden sonra başlayan ve 12 Eylül 1980 istibdat rejiminden bir şekilde iktidarı devralan T.Özal’ın geliştirdiği siyasetle kendisine meşru bir yer bulan liberalizm, 1990 yıllarda alevlenen “İkinci Cumhuriyet” tartışmalarıyla da yeniden Türk siyasetinde savunulan bir ideoloji olmuştur.

Bu girişten sonra şunu vurgulayalım ki; derdimiz, uzun soluklu bir araştırma gereken liberalizm ve tarihine ilişkin bir bilgi vermek değildir. Aksine, Müslüman kesimin geçmişte İslam düşünce geleneğinden yola çıkarak demokrasi, laisizm, Marksizm vs.nin yanında liberalizme de mesafe koyarken, özgürlük teranesiyle liberal kesimle omuz omuza gelmelerinin gelecekte telafisi mümkün olmayacak sorunlara yol açacağına dikkat çekmektir.. Ve kavramların neşet ettiği yerlere ve özgün olduğu söylenen tanımlarına da atıf yaparak laikliği, demokrasiyi ve liberalizmi, liberal demokrasiyi kullanmaya çalışmalarının; yani aslında birbirinin mütemmimi olan bu kavramlarda içkin olan “özgürlük”  söyleminin tartışılmadan önplana çıkarılmasının bir takım bedeller ödenmesine sebep olacağına işaret etmektir. Ki bu özgürlük söylemi müslümanların gündemine daha çok başörtüsüne getirilen yasakla beraber girdi ve şimdilerde de Demokratik ön başlıklı  dosyaların içeriğiyle ve darbe dosyalarıyla daha bir yerleşti.

Herkesin malumudur, geleneksel değerlerin oluşturduğu teslimiyetçi anlayışa rağmen gerçekleşen İslami bilinçlenme, beraberinde imam-hatip okullarından sonra üniversitelerde başörtülü  okuyan kesim sayısını artırdı.  Önceleri nicelik ve nitelik olarak rahatsız etmeyen bu uygulamanın, sonraki süreçte yaygınlık kazanmasını  irticai anlamda rejim düşmanlığıyla ilintilendirip tehlike addeden laik, Kemalist kesim, öteden beri çok tartışılan ama konjoktürel şartların ertelediği kanuni müeyyideleri anında yürürlüğe koyarak tepkisini gösterdi.

Haliyle, bu yasaklar karşısında mağdur olan müslüman kesimler, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen yasalarla kendisini korumaya alan ve bu çerçevede kendisini laik demokratik sistem olarak tanıtan ve yine üstelik bunu darbe ve muhtıralarla pekiştiren TC Devletine karşı hak talebinde bulunmak için eylemler geliştirdiler.

İşte zurnanın zırt dediği yer burasıdır.

Girişte de not düştüğümüz gibi, sözlük anlamlarından ve bu anlamaları pratik etme iddiasına soyunanların ifadelerine göre liberalizm “Din” e karşı rezervi olan, dini yaptırımlara, helal ve haram hükümlerine sınır konulması  gerektiğini söyleyen,”öte”yi, ahireti değil, tamamen dünyayı, burayı, an-ı önceleyen bir kabuldür.

Aslında bize göre tevhidi gerçeklikle bağdaşmayan bu kabulü, yani hakikatte vahiyle uzlaşması  mümkün olmayan bu öğretideki özgürlük söylemini hak talebi ve yasak karşıtlığı bağlamında gerçekleştirilen eylemlerde kullanmak, ilginçtir, bugünün müslümanı  için adeta rutin işlerden olagelmiştir. Atılan sloganlara, taşınan pankart ve dövizlere, yazılı  ve görsel medyada seslendirilenlere bakıldığında görülecektir ki; yasağa karşı geliştirilen söylemler, her ne kadar yer yer  “Din ve inanç özgürlüğü” ifadeleri kullanılıyor olsa da genelde “Din” ağırlıklı  değil, bilakis birbirinin mütemmimi olan demokrasi, laiklik ve liberalizm olmak üzre ideolojik ağırlıklıdır.

Şunu da ilave edelim ki; Dini değil, ideolojik eksenli gelişen tepkilerin sebebi, özellikle Fransa, İngiltere ve ABD gibi devletlerdeki laiklik uygulamasının nasıllığını, güya devlet ve organlarına tersine bir mantıkla öğretmek için biteviye dillerine dolayan akil kabul edilen insanların malum kavramları  meşrulaştırmalarından başka bir şey değildir; ki “Dinde zorluk yoktur–2/256” ayeti sanki onların görüşlerini teyit etmek için vahyedilmiş gibidir. 

Öte yandan Devlete, TSK’ya, yani sisteme, işleyişe karşı geliştirdikleri tepki nedeniyle hayran olunan yerli liberallerin de yedeğe alınmasının akabinde cemaat ve bireylerinin hak talebine ilişkin söylemlerinin artık din gerçeği yerine, zaten akil adamlarca meşrulaştırılmış seküler/profan çağrışımlar yapan özgürlük söylemlerine dayandırılması  kaçınılmaz olmuştur.

Şimdi burada durup sormak gerekmektedir: Kendi inanç  ve eylemleri için özgürlük söylemlerini kullanarak uygulama serbestiyeti isteyen müslümanlar, hani olur ya, yarın sürecin müslümanların lehine tersine dönmesi halinde, olası  yasaklar karşısında özgürlük talebinden bulunan insanlara aynı  serbestiyeti tanıyacaklar mıdır? Yani içki, kumar, faiz ve zinaya; cadde ve sokaklara taşan karşılıklı  rızaya dayalı ahlaksızlıklara, çıplaklığa, genelevlerine, randevu evlerine, meyhanelere, içki türü şeylerin üretilmesine ve onların açıktan satılmasına; televizyon ekranlarındaki ahlaksızlığa, yazarken hicap ettiğim porno, erotik film gösteren sinema salonlarına, eşcinselliğe, açıkta işini yapan transseksüellere ve daha bir dolu haram fiillere yasak koyup, aksine davranılması halinde müeyyide uygulayacaklar mıdır?

Yoksa bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar mı diyeceklerdir?

Demeye çalıştığımız şudur ki, müslümanlar eğer bugün kendilerine reva görülen yasaklar karşısında hak talebinde bulunurken hala “ey özgürlük”  türkülerini çığırmaya devam edeceklerse, yarın tersine bir durumda aynı  tepkilere nasıl bir refleks geliştirmeleri gerektiği hususunu da şimdiden eni-konu düşünmek zorundadırlar. Aksi halde ve kanaatimize göre müslümanlar “Din”e  özgü mesajlarda güvenililirlik ilkelerine zarar verecekleri gibi özgürlük söylemlerinin de altında kalacaklardır.

Yasaklara karşı mücadele geliştirmek, hak talebinde bulunmak elbette liberalizmin, şunun bunun öngördüğü özgürlükler bağlamında ele alınabilir ama Din gerçekliği, beşeri kabullere biçimlenmiş yasalara ve ideolojilere yaslanarak rejimlerden hak talebinde bulunmayı  kendisine zul addeder.. Din emr-i bil maruf nehy-i anil münker esasına bağlıdır,yani iyiliği emir,kötülükten men etme ilke ve görevinin yerine getirilmesini icbar eder, tavsiye bile etmez.

Ve Müslümanlar tebliğ görevlerini yerine getirirken amir pozisyonundadırlar, yalvarıcı, ricacı, minnetçi değillerdir.

Son olarak:  Rahmetli Ercüment Özkan’ın, sağlığında yasaklara karşı geliştirilen tepkilerin demokrasi eksenli dile getirilmesine eleştiri getirdiğini, örneğin; “başörtüsü, tesettür demokratik bir hak değildir, İslami bir vecibedir” diyerek hak talep etmenin usuli çerçevesini çizmeye çalıştığını İslam düşüncesine katkısına hürmeten hatırlatalım...