Etrafınızı bulanık görüyorsanız, eşyaları, insanları ve olayları net bir şekilde seçemiyorsanız, büyük bir gürültünün ortasında yaşıyorsunuz demektir. Bu gürültüyü çıkaran, sizin korkularınız, kararsızlığınız, kendinize olan güvensizliğinizdir. Korku içinde kaçan insan güçsüzdür, koştukça dizlerinin dermanının kesildiğini görür. Fazla kaçamadan gücünü tamamen kaybetmiş olan bacaklarının üzerine çöküp teslim olur. Çünkü o kendisinin yönetimini tamamen kaybetmiştir. Hâlbuki kovalayan koştukça güçlenir, kaçanı mutlaka yakalar. Yeter ki korku içinde olmasın, yani kovalıyor gibi yapmasın.’’ (R. Ş. Apuhan)
Kendimize olan güvensizliğimiz kaybolursa, korkularımız da kaybolacaktır. Moral ve kişinin kendine güvenmesi başarıya giden yolun en büyük yakıtıdır. Eğer ki bizler kendi düşüncelerimizin gücünü kavrayamaz ve çekimser kalırsak kendi yürüyüşümüzü sürdüremediğimiz gibi toplumumuzun değişim sürecinde de etkisiz kalabiliriz. Özgüvenimizi kazanmak istiyorsak, işe öncelikle, içerisinde yaşadığımız dünya bizlere miras bırakılmış olduğu halde onu nasıl kaybettiğimizin bilgisiyle başlayabiliriz. Böylece Rabbimizin çizdiği resmi de daha iyi okuyabilir, anlamlandırabiliriz.
Hani Rabb’in meleklere "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti. (Bakara, 30)
Böylelikle yeryüzünde Allah’ın hüküm ve emirlerini yerine getirmek üzere, O’nun halifesi olarak yaratıldığımız hakkında söylenen ilk sözleri işitmiş olduk.
Sonra ona [yaratılış] amacına uygun bir şekil verip Kendi ruhundan üfler; ve [böylece, ey insanoğlu] sizi hem işitme ve görme [melekeleri] hem de düşünce ve duygularla donatır: [Buna rağmen] ne kadar da az şükrediyorsunuz! (Secde, 9)
Rabbimiz bize ilahi özelliklerinin bir kısmını vermiştir. Ruhundan üflemiştir ki, Ebu'l-Alâ Mevdûdî'nin de dediği gibi, bunun anlamı bizlere ilâhî özelliklerinin bir yansımasını vermesidir. "Bu, ruhumuzun hayat, bilgi, kudret, irade, basiret ve ortalama tüm insâni özelliklere sahip olduğunu gösterir. Allah’a ihanet etmeden, onun halifesi olarak kalabilen bizler için bu muazzam olaya dikkatlice baktığımızda Rabbimizin sözlerinin yaşanması için çaba sarf etmekte geri durmamıza sebep olan, bize engel olan yeryüzünün yağmacı işgalcilerine karşı mücadelemizde çok büyük bir silaha sahip olduğumuz anlaşılacaktır. Hiçbir güç, hiçbir otorite asıl olarak kalabilen bizleri satın alacak güce sahip değildir. Fakat kendi ailemiz içerisinde ki sınavı da kazanmak zorundayız.
O sizi yeryüzünün halifeleri yapan ve size verdikleriyle sizi sınamak için kiminizi kiminize derecelerle üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası pek çabuk olandır ve muhakkak O, mağfiret ve rahmet edendir. (En’am, 165)
Ceza ve rahmet, mağfiret, Allah’ın sözlerinin taşıyıcılığı, önderlik ve sınav... Bizlere verilen ve sahip olduğumuz her şey bizler için birer sınav aracıdır. Üstünlüğümüz de bu sınav araçlarına karşı net duruşumuzla alakalıdır. Dünyaya dair elde ettiğimiz her şeyin emanet olduğu bilincini taşımalı, sahiplenmemeli, bunların bizlerden bir yerde isteneceği bilincini taşımalıyız. Bizler yeryüzünün asıl sahipleriyiz. Sahip olmak korumayı, tasarrufta bulunmayı da gerektirir. Hiçbir tasarrufta bulunamıyorsak, sahip olma hakkımızdan faydalanamıyorsak bu yeryüzünün kontrolümüzden çıktığı, artık bize ait olmadığı, dolayısıyla işgale uğradığı anlamına gelir ki, bu bizler açısından çok hazin bir olaydır. İşin garibi, Müslümanların böyle bir sıkıntısı, böyle bir endişesi de yok gibi görünüyor. Allah’ın onları mirasçı kıldığı mallarını geri alma gibi bir dertleri de yok. Kendi malları üzerinde tasarrufta bulunan işgalcilerden kendi malları adına pay alma telaşı içerisindeler. Çocuklarımızın da mücadele azığı olarak kullanacakları bu bilgiden haberleri dahi yok. Bu hırsızları ev sahipleri zannediyorlar ve onlara karşı davranışlarında kiracı refleksi gösteriyorlar. Bu isyankâr güruh, Rabbimizin yarattığı dünyada onun sözlerine isyanla bedavadan yaşıyorlar.
"Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "biz ancak ıslah edicileriz" derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. (Bakara, 11)
Bu ayet, onların fesat çıkaran, yalancı, bozguncu bir topluluk olduğunu, ancak buna rağmen toplumlarını ‘’ıslah ediyoruz’’ diye kandırdıklarını söylüyor. Buna karşı bizler ise bunların oluşturduğu suni gündeme karşı direnebilecek, kendimize ve çocuklarımıza özgüven aşılayacak, inançlarımızı utanmadan, çekinmeden yaşayabileceğimiz moral azığımızı kazanmak zorundayız. Hepimizin bakışı Rabbimizin bakmamızı istediği bakış açısı gibi olmalıdır. O halde bu sözde ıslah edicilere Rabbimiz nasıl bakmış, dışarı çıkıp bunları dikkatlice gözlemlemeliyiz. Unutmayalım ki bu sahte ıslah ediciler suni gündem oluşturmak yoluyla büyük kazançlar elde etmekte ve zenginleşmektedirler. Bu zenginlikleri Rahman’ın sözlerinin hayatımıza aktarılmasına engel olacak şekilde mücadele araçlarına dönüşmüştür. Bütün bunların yakıtı çok üzülerek söylüyorum ki bizim alın terimizden, emeklerimizden çalındı. Bunun sebebi ne yazık ki yersiz gururumuz, inadımız, elimizde çok az miktarda var olan şeyleri dahi veremememiz sebebiyle fakir ellerimizi birbirine kavuşturamamamızdır. Böylelikle Rabbimizin sözlerinde kardeşlik belgelerimizi onaylatamadık ve ahitlerimiz hep kâğıt üzerinde kaldı. Rabbimizin onayını almayan bu geçersiz kardeşlik görüntüsü, zalimler, sahte ıslah ediciler karşısında da gerçek etkisini hiçbir zaman gösterememiş, onların bizlere zulmeden batıl yürüyüşlerini de asla engelleyememiştir. Rızk endişelerimizi kardeşlerimizle oluşturacağımız birliktelikler vasıtasıyla gidermek yerine sözde ıslah edicilerin lanet olasıca kazanımları vasıtasıyla giderme yolunu tercih ettik. Bunun neticesinde inançlarımızın yaşanılması, çalıştığımız kurumların özelliklerine ve bizlere iş imkânı veren (!) patronların mevcut önceliklerine göre değişmeye başladı. Yani ibadetlerimizin de belli bir mesaisi, belli bir saati olmaya başladı. Zamanımız olmadı, dünya kazancı için çok çalışmak zorundaydık, Allah’ın sözlerini yaşamak için de randevu vermeye başladık, neticede ibadetlerimiz de iş arası reklâmlara dönüştü. Rabbimizin, Allah’a verdikleri sözleri unutan, sürekli mal biriktiren ve hakikati inkâra şartlanan bu insanlar için söylediklerini işittiğinizde bu sözlere muhatap olmak istemeyeceksiniz. Eğer bilmeksizin de olsa böylesi davranışlar sergilemişseniz bu nedenle utanç duyacak ve bir daha bu tarz insanlarla bir arada bile olmak istemeyeceksiniz. Tabii Rabbimizin sözlerine sadık kalan, O’nun sözlerinin temiz taşıyıcıları olarak kalabilenler için bu tanımlamalar her hal ve şartta birer yol azığı ve moral kaynağı olacaktır.
İnkâr edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. (Bakara Suresi, 171)
Rabbimiz, "akıl erdiremezler, çünkü bağırıp çağıran hayvanlar gibidirler" diyor. Bağırdığı şeyin anlamını bile bilmeyen, sağır, dilsiz ve kör hayvanlar. Umarım bu insanları çevrenizde ayırt edebiliyorsunuzdur.
Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
Rabbimiz bu ayette de söz konusu güruhtan bahsederken onların kavrayamayan, anlamayan, görmeyen ve işitmeyen hayvanlar gibi hatta onlardan da aşağı olduklarını söylüyor.
Şüphesiz Allah, iman edip salih amellerde bulunanları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İnkâr edenler ise metalanırlar ve hayvanların yemesi gibi yerler; ateş onlar için bir konaklama yeridir. (Muhammed Suresi, 12)
Bu ayetle ilgili Seyyid Kutub diyor ki; "İnkâr edenlerin payı ise "hayvanların yediği gibi" yiyip eğlenmektir... Bu kendilerinden insanlık karakterini ve nişanlarını silip süpüren rezil edici bir ifadedir. Çünkü bu ifadenin onlar için verdiği çağrışım açgözlü ve oburca yiyen hayvan çağrışımıdır. Hiçbir tat almaksızın, iyi ya da çirkin olup olmadığına bakmaksızın bulduğunu yiyen, duygusuz ve hayvanca yeme çağrışımıdır. Bu öyle bir yeme ki ortada onu frenleyen ne bir irade vardır, ne de bir tercih söz konusudur, ne üzerine bekçi olacak herhangi bir gözcü vardır ve ne de onu engelleyecek bir vicdan!"
Andolsun, sizden cumartesi (günü) yasağını çiğneyenleri elbette biliyorsunuz. İşte biz, onlara: "Aşağılık maymunlar olun" dedik. (Bakara Suresi, 65)
Allah, sözlerini dinlemeyen bu topluluğu aşağılık maymunlara çevirmiş. Eğer Rabbimizin sözünü dinlemiyorsak, üstelik O’nu kandırdığımızı düşünüyorsak bilmeliyiz ki suretimiz her ne kadar insan sureti ise de yaşayışımız aşağılık maymunların yaşantısından farklı olmayacaktır. Ömrümüz taklit ederek ve başkalarına şaklabanlık yaparak geçecektir.
De ki: "Allah katında, 'kesinleşmiş bir ceza olarak' bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Allah'ın kendisine lanet ettiği, ona karşı gazablandığı ve onlardan maymunlar ve domuzlar kıldığı kimseler ile tağuta tapanlar; İşte bunlar, yerleri daha kötü olan ve dosdoğru yoldan daha çok sapmış olanlardır." (Maide Suresi, 60)
Dosdoğru / dümdüz yoldan sapmış olan o insanlar, tağuta kulluk ederek Allah’ın hâkimiyetine ve O'nun ilahlığına tecavüz etmişler ve Allah da o topluluğu maymunlar ve domuzlara çevirmiş. Onları insan olma şerefinden mahrum bırakmış...
“Onlara, kendisine ayetlerimizden verdiğimiz ve fakat onlardan sıyrılıp çıkan, o yüzden de şeytanın takibine uğrayan ve sonunda azgınlardan olan kimsenin haberini oku. Dileseydik elbette onu ayetlerle yükseltirdik. Fakat o, yere saplandı ve hevâ/hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumun a benzer: Eğer üstüne varsan, dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu budur. Bu kıssayı anlat, umulur ki düşünür, ibret alırlar.” (A’raf, 175–176)
Allah’ın kendisine ayetler verdiği bu kişi duası makbul bir alim olan Yahudi bilginlerinden Bel’am bin Baura’dır. Hz Musaya beddua etmesi, onun yalanlaması için sunulan teklifi kabul ediyor. Günümüz dili ile yapılmak istenen şey kendi otoriteleri için söylemlerini tehlikeli gördükleri Hz Musa’nın dini söylemlerle halk nezdinde halk düşmanı, vatan haini ilan edilmesi görevini üslenmiştir. Yani ayetteki tabir ile Allah’ı bırakıp birilerinin köpeği olmayı üstünlük aracı olarak görüyorlar. O halde evrensel bir kavram olan Bel’am “dünya” için “din”ini satan, ahiretini dünyaya değişen ve bu doğrultuda azgın yöneticiler ve Allah’ın hükmüne karşı gelenlerle işbirliği yapan, onlara hizmet veren, dini ve bilimi âlet edip kullanarak insanları zalimlerin buyruğuna ve boyunduruğuna sokan kimliği simgeleyen din adamıdır. Şimdi kafanızdaki birçok soru işaretleri cevaplarını bulmuştur diye düşünüyorum. Çünkü sırf takvayı kuşanıp gerçek manada dine yönelmeye karar verdiğimiz noktada bu tarz din adamlarının telkinleriyle bu hak yürüyüşümüzü yavaşlatmak durumunda kalmışızdır. Üstelik gerçek manada İslam ile tanışmamızı sağlayan kardeşlerimize de bu işbirlikçilerin çeşitli kötü sıfatlar/isimler yakıştırdıkları göreceksiniz. Ama bu durumdan etkilenmenize, adımlarınızı geri atmanıza hiç gerek yok. Acaba bu adamlar kimlere benziyorlar? Bu adamlar Rabbimizin tanımıyla ‘’Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Eğer üstüne varsan, dilini çıkarıp solur…(A’raf–176) Öyle ise Köpeğe benzetilen, dilini sarkıtıp duran bu işbirlikçi adamlar için İslami yürüyüşümüzü yavaşlatmayalım, onların sözleri ile hareket etmeyelim. Yukarıdaki izahlarda inşallah kafamızda bir yere koyamadığımız,hareketlerini anlamlandıramadığımız ve bu yüzdende İslam adına net davranışlar sergilemekten çekindiğimiz durumumuzu netleştirecektir.
O halde onlar neden öğütten / hatırlatmadan yüz çeviriyorlar? Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler; aslanlardan korkup kaçan... (Müddessir, 49–51)
Tabii bu insanlar depremden, savaştan ya da herhangi bir tehditten kaçmıyorlar. Rablerinin uyarısından ve onlar için kurtuluş azığı olacak öğütlerinden olanca güçleriyle uzaklaşıyorlar. İşte bu haldeki insanlar aslandan korkup kaçan yaban eşekleri yerine konulmuşlar. Allah’ın sözlerini hatırlattığınızda geri duran, kaçan ne çok insanla(!) karşılaşmışsınızdır değil mi?
Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) taşıyamayanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. (Cum'a, 5)
Koskoca kitap yükü taşıyan eşek tabiri, aldığı ilahi mesajı gereği gibi yaşamaktan geri duranlar için söylenmiş. Öyle ki bunların durumu herkesin kendi çıkarları doğrultusunda semer vurabileceği bir eşek gibidir. İradesi alınmış, ne dersen onu yapmak için sopa vurulmasını bekleyen bir eşek.
Görüldüğü üzere Rabbimiz mesajlarında, bizlerin yürüyüşünün sürekli olmasını sağlayacak ve kendimize güvenmemizi kolaylaştıracak vahyi azıklar sunmuş. Şunu unutmamalıyız ki, değişim süreçlerimiz de ötekilerin sahip olduğu dünya nimetleri (lüks ve refah), statü, yönetici konumunda olmaları ve bizlerin onların ellerindeki mevcut iş imkânlarından yararlanıyor olmamız, yapıp ettiklerimizin hoşlarına gidip gitmeyeceği konusunda endişe duymamıza sebep olmuştur. Yapmamız gerekenleri yapmaktan rızk endişesi sebebiyle çekinmiş, vahyi yaşama noktasında, mevcut davranışlarımızı iyi olanla değiştirme noktasında sıkıntılar yaşamışızdır. Yukarıdaki ayetlerle tanıştıktan sonra bunları yaşadığımız yerlerde somut ifadelere çevirebiliriz. Bu hem bizim kendimize güven duymamızı, sahte ıslah ediciler karşısında rahat konuşmamızı, doğru hareket ve söylemlerimizin yön değiştirmemesini, ayrıca doğru tercihte bulunmamızı kolaylaştıracaktır. Dilerseniz her gün karşılaştığımız ama farkına varamadığımız hayvani özellikler taşıyan bu insanlarla! tekrar tanışalım. Bakalım eski çekingenliğimiz, iki büklüm duruşumuz, güvensizliğimiz, karşılarında konuşamama durumumuz devam edecek mi? Ne dersiniz şöyle bir dışarı çıkıp tekrardan etrafımıza ayetlerin manalarıyla bakmaya çalışalım mı? Cevabınız evet ise o halde yola koyulalım.
Allah ile ilişkileri bozuk olan bu insanlarla aranızda mesafe olmalı. İşte bu bakış açısı kendi ihtiyaçlarımız noktasındaki tüm alışverişlerimizde de referans olmalıdır. Tercihlerimizi hiçbir etki altında kalmadan ticari ilişkilerimizin kötüye gitme endişesi taşımadan Allah’ın emir ve yasaklarını dikkate alan, insan olarak kalabilmiş kişilerden yana kullanabilmeliyiz.
Bu gün iş görüşmesi için gitmeniz gereken yerler var. Yalnız şu an ki gideceğiniz yere her gittiğiniz anda inançlarınızla ilgili tanımlayamadığınız tuhaf şeyler hissediyorsunuz. Gideceğiniz yer kapısı çini süslemelerle işlenmiş ihtişamlı bir bina, midesine düşkün patronlar, iyi giyimli insanlar, iş sahiplerine ait park yerinde duran lüks otomobiller ve yüksekten bakan rahatsız edici bakışlar… Yalnız başınıza kaldığınızda ya da dindar sizin gibi düşünen dostlarınızla olduğunuzda inancınızla ilgili her şeyi konuşabiliyor ve rahat hareketler sergiliyorken buraya gittiğinizde nasıl hareket edeceğinizi kestiremiyorsunuz. Her nedense inançlı biri olduğunuzun bilinmesini istemiyorsunuz. Bu düşüncelerle yola koyuldunuz, bu düşünceleri kafanızdan atmaya çalışıyorsunuz, zaten şirketin kapısı önüne de geldiniz. Bir anda tüm bu düşünceleriniz, çekingen tavrınız dağılmaya başladı, peki ne oldu neden hem rahat hem hayret içerisindesiniz ki? Bugün çok farklı bakıyor çok farklı şeyler görüyorsunuz değil mi? Daha önceleri tanımadığınız nasıl birileri olduğunu seçemediğiniz böyle insanlarla konuşmak istemiyorken bu tablo karşısında onlarla konuşmak, sohbet etme isteği oluştu içinizde değil mi? İlk kez böyle insanların/Müslümanların ayrıcalıklı, özel insanlar olduğunu anladınız. Böylelikle onlara karşı içinizde müthiş bir sevgi oluştu. Bundan sonra artık kendi dostlarınızın Müslüman kardeşlerinizin yanına gittiğinizde en ufak önemsiz meselelerde onunla tartışmaz, kalbini kırmaz, ayrılığa düşmezsiniz değimli?
Sürekli İslam’ın mesajını anlaşılması için çabalayan bizler için bu iyi bir güven azığı olabilir. Hem hepimiz İslam’ı anlatma noktasında insanların İslam’dan yana değişmelerini çok istemişizdir. Tüm bunlara rağmen bizlerin uyarılarına uyanlar olduğu gibi bu uyarılardan uzaklaşanlarda olmuştur. Bu tarz olumsuzlukların olması, bu insanların ilahi mesaja yanıt vermemeleri bizlerin üzülmesine, İslami yürüyüşümüzün yavaşlamasına sebebiyet vermemelidir. Bu insanlara daveti götürmede çok yetersiz olduğumuzu düşünüp davetimizi tamamen terk etmemeliyiz. Çünkü Rabbimiz davete sırtını dönen bu insanlar için ne diyordu;
O Halde onlar neden öğütten / hatırlatmadan yüz çeviriyorlar? Sanki onlar ürkmüş yaban eşekleri gibidirler. (Müddesir, 51)
Allah (c.c.) onların durumunu zaten anlatmış. Bu insanlar sahip olduğu az miktardaki dünya metaını kaybetmemek için yaban eşeği gibi sürekli korkup kaçmak istiyorsa neticede bu onların tercihidir. Bizlerin bu durum için üzülmemize hiç gerek yok. Üstelik bu insanlar vermedikleri, bağlandıkları dünyalığın kölesi durumuna dönüşeceklerdir. Eğer sizin mesajınız onların dünyalığına zarar verir nitelikte ise size karşı mücadele etme gereği de hissedeceklerdir. Zaten Rabbimiz de bu konu hakkında şöyle demişti;
Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan yine dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir; (A’raf, 176)
Öyleyse bunların gürültü çıkarmaları, bizlere zarar vermeleri bizleri düşüncelerimizden ve Allah’ın sözleri üzerinde yol alıyor olmamızdan alıkoymamalı. Düşünsel kalelerimizi tekrar onarıp yolumuza devam etmeliyiz. Şunu önemle belirtelim ki, bu anlatımlar hiç kimseyi yermek için değil, bunlar sadece Rabbimizin bakış açısıyla olayları somut hale dönüştürmek ve anlaşılır kılmak için hayatın içinden seçtiğimiz kareler. Buradaki bakış açısı sözü edilen tiplerin mallarının çokluğuyla ya da güç ve statü (makam ve mevkii) sahibi olmalarıyla değil, Rabbin sözlerini ne kadar uygulayabiliyor olmalarıyla ilgilidir. Yukarıdaki ayetlerin kapsama alanına girenler, kendilerinde olan kötü davranışları değiştirmemekte inat ederek hakikati inkâra şartlanmış olanlardır. Bu insanlar hangi konumda olurlarsa olsunlar bunun hiçbir önemi yoktur. Biz ya da çocuklarımız bunlara bu gözle bakarak onların o şaşalı, ihtişamlı hayatlarına özenmeden, onları Rabbin karşısındaki gerçek konumlarıyla değerlendirmeli ve adımlarımızı vahiy eksenli olarak sürekli ileriye doğru atmalıyız. Önemli olan bu bakış açısını kavramış kardeşlerimizin söz konusu kişiliklerden uzaklaşmalarının onları içe kapanıklığa ve yalnızlığa değil Mü'min kardeşlerinin yanına götürüyor olmasıdır. Yoksa böyle bir bakış açısının hiçbir anlamı olmayacaktır. Çünkü her ne kadar Müslüman etiketiniz de olsa söz konusu ıslah ediciler(!) böyle bir durumda sizi yalnız bulmuşken farkında olmayacağınız bir biçimde size yine semer vuracak ve sizi sizin adınıza sömüreceklerdir. Siz her ne kadar bunu istemiyor olsanız bile...
İnşaallah artık Allah’ın mesajlarını yaşıyor olmamızdan çekinmez ve inançlarımızı saklama gereği de duymayız. Karşımızdakilere hak ettikleri değer dışında bir değerle yaklaşmayız. Çünkü bu izahlardan sonra dikkat etmeliyiz ki, bizler bu tanımlamalar içerisinde yer almayalım. Sürekli çaba sarf edelim ki, insan olarak, Allah’ın yeryüzünün halifesi kıldığı, O'nun yeryüzündeki mesajlarının taşıyıcıları, şahitleri olarak kalalım.
Selam ve dua ile…