Hikmet ERTÜRK
RAMAZAN AYI KUR’AN AYIDIR
"Ey müminler, sizden önceki ümmetlere olduğu gibi, günahlardan arınasınız diye, sayılı günler olarak oruç tutmak size de farz kılındı." (Bakara–183)Evet, ayette belirtildiği üzere Ramazan ayı içerisinde oruç tutmak inananlara faz kılınmıştır. Tabi ki Allah bizleri Rabb olması sebebiyle terbiye edecek. Bu ayda belirli saatler arasında aç kalarak aç kalan fakirlerin ne hissettiklerini anlamaya çalışacağız. Sadece konuşmak ile uygulama arasındaki farkların ne anlama geldiğinin de farkına varacağız.
Bu ayı hakkıyla idrak etmek istiyorsak ilk yapmamız gereken, Ramazan ayının neden bu kadar değerli kılındığı bilgisine ulaşmak olmalıdır."Ramazan ayı ki, o ayda Kur'an, insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayırt edici olarak indirildi. İçinizden kim bu aya yetişirse onu oruçla geçirsin. Kim hasta ya da yolcu olursa tutmadığı günler sayısınca sonraki günlerde oruç tutsun. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bu sayılı günleri tamamlamanızı ve size doğru yolu gösterdi diye kendisini tekbir etmenizi (ululuğunu dile getirmenizi) ister, ola ki, O'na şükredersiniz.’’ (Bakara–185)
Yaşadığımız toplumumuza şöyle bir bakarsak toplumumuz normal zamanda yapmadığı ibadetleri Ramazan ayında yaptığını görürüz. Oruç tutmak çok zor olmasına rağmen orucunu tutmaya çalışır, normalde namaz kılmayanlar bu ayda namazlarının tamamını kılmaya çalışırlar. Fakat her ne hikmet ise toplumumuzda öylesine derin bir dini kamuoyu! vardır ki bir türlü bu ayda Kur’an’ı kendi dillerinde okumaları gerektiğini düşünemezler. Bu ayda indirilen Kur’an kendi ifadesi ile ‘’ insanlara yol gösterici, doğru yola iletici, eğri ile doğruyu birbirinden ayırt edici olarak indirilmiştir.(Bakara–185) Peki kendi dillerinde Kur’an’ı okumayan, bu ayda sürekli anlamadıkları bir dilde hatim! İndiren bu kişiler nasıl doğru yolu bulacaklar ve nasıl Kur’an’ın belirlediği doğru ile yanlışı birbirinde ayırt edeceklerdir ki? İşte burada müthiş bir çelişki ile karşı karşıya kalıyoruz. Zaten bu çelişkili durumumuz daha Ramazan ayı girmeden kutlamaya başladığımız mübarek gün ve gecelerden itibaren başlıyor.
Halbuki halk arasında bilinen, bir bütün olarak üç ayların tamamı ayrıca kandil geceleri, Ramazan ayı, Kadir Gecesi, Cuma günü gibi mübarekliği ayet ve hadislere dayandırılan gecelerden sadece "Kadir Gecesi’" ve "İsra" Kur’an’da bahsedilmektedir. Fakat ne Kur’an’da ne de Peygamberimizin (S.A.V) hayatında halkın genelinin anladığı şekilde bir gece ya da kutsal gün anlayış biçimi bulunmamaktadır. Halk arasında Peygamberimizin tavsiye ettiğinin söylendiği bir gece olan "Berat Gecesi"nin nasıl vuku bulduğuna göz attığımızda bu konuda söylenmek istenilen şey daha iyi anlaşılacaktır.
"Berat Gecesi"nin varlığına dayandırılan ayetler Duhan Suresinin ayetleridir. Yüce Allah, Kur'ân'da şöyle buyurmaktadır: "1. Hâ-mîm, 2. Düşün özünde açık olan ve her hakikati bütün açıklığıyla ortaya seren bu ilahî kelamı! 3. Biz onu kutlu bir gecede indirdik: zaten Biz, (insanı) her zaman uyarmaktayız. 4. O (gece)de, bütün (iyi ve kötü) şeyler arasındaki farklılık, hikmetle ortaya konmuştur, 5. Katımızdan bir emir gereği: çünkü Biz (doğru yola ileten mesajlarımızı) her zaman göndermekteyiz..."
Bu ayette geçen "gece" kelimesi ile, Tirmizî'nin Sünen'inde, "Yüce Allah Şaban ayının ortasındaki gecede dünya semasına iner. Kelb Oğulları koyunlarının tüyleri sayısından daha çok insanı affeder..." şeklinde ve diğer kitaplarda geçen rivayetlerdeki "gece" kelimesi, birbirleriyle örtüştürülerek(!) "berat" gecesi diye isimlendirilen bir gece ihdas edilmiştir.
Özellikle halkın elinde dolaşan (maalesef çoğu tasavvuf kaynaklı) klasik kitaplarımızda geçen şu hadis de Duhan suresindeki mezkûr ayetlerle, bilhassa dördüncü ayetteki "O (gece)de, farklılık ortaya konmuştur" ifadesiyle örtüştürülür: "Şaban ayının 15. gecesinde, Allahu Teala gelecek sene o geceye kadar bir senelik işleri tedbir, takdir ve tayin eder. O yıl içinde ölecek olanların isimleri yaşayanlar defterinden, ölüler defterine geçirilir, o sene hacca gidecek olanlar yazılır, doğacak ve ölecek olanlarla bütün canlıların yaşaması için gerekli ihtiyaç maddeleri o gece tespit ve takdir olunur. Herkesin amel ve işleri Allahu Teala'nın huzuruna bu gece çıkarılır..."
İslamî ilimlerle az çok uğraşan herkes, "Hadis Usulü" ilmindeki şu kaideyi hatırlarlar: "İlk dönem İslam alimleri/muhaddisler, ahkam ifade eden konulardaki hadisleri almakta/kabul etmekte gösterdikleri titizlikleri, diğer hadisler özellikle de fezâil (faziletler) ile ilgili hadislerde göstermemişlerdir." Bu yüzden "faziletli amel" veya "faziletli ..." şeklindeki ifadelerin yer aldığı hadislerin çoğunun "zayıf veya uydurma" olabileceğine işaret etmişler ve bu hususa bizim dikkatlerimizi çekmişlerdir.
Yukarıdakiler göz önüne alınınca, şu anda Müslümanlar arasında rağbette bulunan "mübarek günler ve geceler" konulu kitaplarda yer alan hadislerin, neredeyse tamamının, zayıf, uydurma ve esaslı hadis kitaplarında yer almayan veya yer alsa da zayıflığına işaret edilen hadisler oldukları gözlenebilir. Tabii böyle mübarek(!) bir gece düşünülünce, o gecenin ihyası için şu kadar rekâtlı ve şöyle dualarla meşgul namaz vb. ibadetler de beraberinde zikredilerek Hz. Peygamber (sas)'e isnat ettirilecektir.
Durumun aşağıda temas edeceğimiz mantığı belli olmakla beraber, yukarıda zikredilen ayetin Berat gecesiyle ilgisinin olmadığını da belirtmek gerekmektedir. Yine böyle bir gecenin, Hz. Peygamber (sas) ve sahabesi tarafından ihya edilmesi/kutlanması gibi bir geleneğin olmadığı da herkes tarafından bilinmektedir. Zaten herhangi bir şer'î dayanağı bulunmadığından halk arasında yaygın hale getirilmiş olan ve bazı mübarek gecelere mahsus olduğu zannedilen namazları, cemaatle kılmak bidat olduğu için de, mekruhtur.
Yine önemle belirtilmesi gereken bir başka husus da, bu konularda zikredilen ve Allah'ın kullarını ibadete yönlendirmeyi hedeflediği düşünülen bu hadislerin(!), teker teker incelendiği zaman, çoğunun Kur'ân'a ters ve kendi aralarında da çelişkili oldukları müşahede edilebilir. Sadece birini örnek verecek olursak: "...Allah bu gecede kendisine şirk koşmayan herkesi mağfiret eder, ancak, büyücü, falcı ve devamlı şarap içenler, riya ve zinada ısrar edenler bu af ve mağfiretin dışında kalırlar. Ancak tevbe ederlerse hariç."
Sonuç, bu hale "din" demek gibi bir cüreti bile kabullenmekten kaçınmamız gerekirken, "insanları ibadete teşvik etmek gayesiyle" belli günleri kendisi istemeksizin "Allah'a has" kılmaktır. Bunun mazereti ne olabilir? O'nun noksanını mı tamamlamaya çalışıyoruz?
Böyle bir anlayış, "her gün rezil, ... gecesinde âbid" olan kulların sayısını artırmamış mıdır?
Her gün yaşanması ve hayata geçirilmesi istenen dinî zihniyetin, belli gün ve gecelere tahsis edilmesi, bunun sonucu değil midir? Mesela, ülkemizdeki bir çok şehirde "kandil münasebetiyle kapalı" bar, pavyon, kumarhane vs. bu anlayışın uzantısı değilse nedir?
İnsanların zaten dinden ve ibadetten uzak olduğunu, hiç olmazsa kandiller vesilesiyle cami ve ibadete yöneldiklerini, bu yüzden bunların bidat da olsa yapılmasını ve yaşamasını" istemenin mantığı ile hareket edenler, "dini belli günlere tahsis eden ve sadece o günleri öne çıkaran ve o günler vesilesiyle kurtuluşa ereceğini zanneden "Hıristiyan" mantıklı anlayışı öne çıkarmış olmuyorlar mı?
- "Böyle bir geceyi ihya etmek suretiyle, bir yıl ihya edilmiş olunur" anlayışı da, insanların "köşe dönme" mantığına destek olmuyor mu? Bakın etrafınıza, bunun misallerini ve kendi nefsinizde de icraatını müşahede etmiyor musunuz?
- "Fazla mal göz çıkarmaz, fazla ibadetten ne zarar gelir" demek de çözüm değildir. Çünkü dinin sahibi ve bildireni olarak Allah, tatbikatçısı olarak da Peygamberi, kullara böyle bir mükellefiyeti yüklemediği gibi, daima zikir ve tefekkür halinde olmasını ve böylece de "müslüman zihinli" şahsiyetlerin oluşmasını arzulayan hedefleri de sapmış olmaz mı? Çünkü "daima" yerini "bazı gün ve gecelere" bırakmıştır. Sonuç açıktır: Bidatlere boğulmuş, sapmış ve tahrif edilmiş bir din. Bu, bidatlerı savunmaktan başka bir şey de değildir.
Heyhat, bazı özel gün ve gecelerin insanlar üzerindeki psiko-sosyal fayda ve tesirlerinin yazılması beklenen(!) bu tarz bir yazının sonucu nereye vardı... Bu yüzden birileri, "bir tek kandillerimiz kalmıştı, onu da elimizden çıkarmaya çalışıyorlar" demesinler. Ben dini zorlaştırmak ve kolaylaştırmak gibi bir hedef de gütmüyorum. Çünkü dinin bizzat kendisi kolaydır ve ben, size -kanaatimce- daha doğru ve asıl olanı tavsiye ediyorum, üstelik benim diyeceğim belki de daha zor olanı: "Devamlı Adam Gibi Müslüman Olmak." Aslında zor görünse de mümine kolay gelen budur: "Bazı geceler ve günlerde değil, daima müslüman olmak ve daima müslümanca düşünmektir.’’ (Dr. M. Hanefi PALABIYIK)
Dr. M. Hanefi Palabıyık’ın yayınlanan bu makalesinde bahsedilen konular umarım bu gün ve gecelere bakışımızı doğru yöne kanalize edecektir.
Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Bu ayı bu denli değerli kılan şeyde Kur’an’ın bu ayda inmesidir. Bizleri de Allah katında değerli yada değersiz kılacak şey Kur’an’da geçen emir ve yasaklara gösterdiğimiz olumlu ya da olumsuz tavırlarımızdır. O halde bizlerin en öncelikli yapması gereken şey bulunduğumuz ayda tıpkı o denem ilk kez inen ayetler gibi Kur’an’ı kendi dilimizde okuyup hayatımızda yaşamaya çalışmaktır. Tüm bunları yapar isek o zaman bizleri de Kur’an tıpkı Ramazan ayını değerli kıldığı gibi değerli kılar. Tüm bunları yapmaya ikna olmamız Kur’an’ın nasıl bir kitap olarak gördüğümüzle alakalı bir meseledir. Ramazan ayının öznesi Kur’an ve bizim Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğu ile ilgili yanlış bilgilerimiz varsa bu bizi Allah katında değersizleştirecek küçük düşürecektir.
O halde Kur’an nasıl bir kitaptır? “O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir yol göstericidir.” (Bakara, 2)
“BUNLAR, kendi içinde apaçık ve tutarlı olan ve gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koyan ilahî kelâmın mesajlarıdır.” (Şuara, 2)
“Elif-Lâm-Râ. BUNLAR, doğruyu/gerçeği apaçık gösteren, kendisi de açık olan kitabın mesajlarıdır.” (Yusuf, 1)Bugün insanların Kur’an ile buluşmasında, vahiy ile nefislerini arındırmasında ve hayatlarını Allah’ın ayetleri ile yönlendirmesindeki en önemli engellerin başında
“Kur’an’ın herkes tarafından anlaşılamayacak bir kitap olduğu” önyargısı gelmektedir, bu listenin devamı da vardır. Kişilerin Allah’ın vahyi ile doğrudan muhatap olmasının önüne bir sürü şart koyulmuş: Çok iyi bir Arapça bilgisi; tefsir usulü, hadis ve hadis usulü, fıkıh usulü, nüzul sebepleri, muhkem/müteşabih, nasih/mensuh ayetler bilgisi, İslam tarihi, İslam düşünürlerin klasik eserleri, cahiliyye şiiri, Arap edebiyatı, Arap ve Ortadoğu tarihi, siyaset, ekonomi, fenbilimleri... Tüm bu alanlarda detaylı bilgiye vakıf olmadan Kur’an’ın sıhhatli bir şekilde anlaşılamayacağı kesin ifadelerle ileri sürülerek, adeta insanlar Kur’an’dan uzaklaştırılmaktadır.
Kur'an'ın anlaşılmayacağı, anlayabilmek için ciltler dolusu kitap okumak gerektiği şeklinde ileri sürülen görüşleri; “Biz onları anlayasanız diye indirdik” (12/ Yusuf,2); şeklindeki ayetler reddetmektedir.
“Akledesiniz diye indirdik” (43/Zuhruf,3);
“Güçlük çekesin diye indirmedik” (20/Tâhâ 2);
“öğüt alasınız diye kolaylaştırdık" (54/Kamer,17, 22, 32, 40)
"İşte bu Kur’an ile değerli olan bu Ramazan ayında; Kuran ile arınmak ve arıtmak; nefsimizi, hayatımızı, yakın çevremizi, dost ve düşmanlarımızı Kur’an’ın mesajlarıyla tanıştırmak zorundayız. Kur’an’ın anlaşılmasının ve yaşanmasının önündeki iç ve dış engelleri ortadan kaldırmak, insanları yeniden ve daha doğru usullerle Kur’an ile buluşturmak gerekiyor. İnsanların Kur’an’ı anlayamayacağını, onu anlamak için “onlarca ilim öğrenmek, binlerce sayfalık bir külliyatı su gibi içmek ve a’dan z’ye herşeyi harfi harfine bilmek gerekir” diyenlere inat Kur’an’la tanıştırmalı, buluşturmalıyız. Yine ve yeniden... Bıkmadan, usanmadan. Samimi bir niyetle ve anlamak maksadıyla tekrar tekrar okudukça daha iyi, daha çok anlayacağız. Çünkü bunu bize Rabbimiz söylüyor. O Kur’an “apaçık” ve “anlaşılır” derken, onu “kolaylaştırdığını” söylerken, “anlamak için” gönderdiğini bildirirken, üzerinde “düşünmemizi” isterken ve hayatımızda vahyin şahitliği yapma sorumluluğunu yüklerken, Kur’an’ı “anlaşılmaz ya da anlaşılması çok zor” görenler, Allah’ın ayetleriyle düştüğü çelişkiyi kabul etmek yerine “ama” diyerek başladıkları cümleleri sıraladıklarında neyi/neden koruduklarını düşünmektedirler?’’ (TOKAD)
Bu tarz bir yanılgı içerisinde olan yada bunu bir şekilde saklama gerekçesi olanlar, hidayet yolunu gizleyenler için Rabbimiz çok kötü bir sonu müjdelemektedir. Umulur ki bu duruma düşmekten korkulur.
“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.” (Bakara, 159)
Ramazan ayımızı inşallah birde bu anlatılanları düşünerek ve bu bilinçle idrak etmeye çalışalım. Umulur ki Rabbimiz geçmişte işlediğimiz günahlarımızı affeder bizleri hidayet yolunda sabit kılar.
Selam ve dua ile…