Hikmet ERTÜRK
SABIR GÜNLERİ
Önümüzde "sabır günleri" var. İşte O gün ‘’İman’’ avuçlarımızda tuttuğumuz kor ateş gibi olacak. Bırakırsanız İmanınız gidecek, bırakmazsanız bu dünyanın bütün zamanları boyunca avuçlarınız yanacak.
Herhalde bu bağlamda en çok canımızı acıtan bir o kadar da zorlandığımız sınavımız Müslüman’ın Müslüman’la sınanmasıdır. Öyle görünüyorki kimi kardeşlerimiz içimizden birileri tarafından cehennemlik amelleri işleyerek cennete gideceklerine dair ikna edilmiş görünüyorlar (Allah korusun). İman, kardeşlik, bir arada olma, sorumluluk ve ispat isteyen kavramlardan bir kaçıdır. Öyle ki can bilip kardeş dediğimiz birçok kardeşimize biçtiğimiz değer elde ettiğimiz kazançların yok olma endişesi içerisinde kaybolmuştur. Kaybetmeyi, kardeşimiz için kendimizde olanı paylaşmayı göze alamadık. Çünkü kardeşlik kelimesini bugüne kadar ağzımızdan çok çabuk çıkardık; düşünmeden, anlamadan en önemlisi de hiç denenmeden. Kardeşlik zor olanla karşı karşıya gelindiğinde daha bir sıkı sıkıya kenetlenmektir. Öyle ki zamanı birlikte paylaşmanın, karşılıklı söylenen sözlerin hayatımız pahasına korunması gereken birer namusları vardır. Yaşamlarının namusuna inananlar her zaman kardeşi için zor olana katlanmayı göze almışlardır. Hiç kuşkusuz bir arada yaşamak sorunlara da aday olmak anlamına geliyor. Ayetlere bakış açımız, içlerini ne şekilde doldurduğumuz da yürüyüşümüzün rotasını etkileyen bir faktördür. Tek başına, yalın, yüzeysel bir okuyuş engeller karşısındaki ilerleyişimize yetmeyecektir. Kuşanmamız gereken bilinç Rabbimizin bizleri sorunlarla terbiye ediyor olmasını görebilmektir. Kardeşlerimizle aramızda yaşadığımız sorunların sağlamasını yapabiliyor ve her şeye rağmen yürüyüşümüzü sürdürebiliyorsak bu bizim için kazanç olarak algılanmalıdır. Çünkü Allah eksik bir şeyleri üzerimizde görmüş ve çıkan bu sorunla eksik yönlerimizi tedavi etmek istemiştir. Tabii bir de şeytan var ve o da hislerimizi ve anlık duygularımızı harekete geçirerek sorunlara karşı nefsi bakmamızı, yanlış bakış açıları geliştirmemizi bizlere fısıldıyor. Nefsi bir bakış açısına bizleri ikna ederek, hayata dair korkularımızı, dünyanın lüks ve rahat yaşamını bizlere süslü gösteriyor. Bugün dünya Müslümanları olarak böyle bir bakış açısını kuşanmak zorundayız. Temel sorun inancımızdaki netliği yakalayamamamız, zaman içinde de sürekli kötüye doğru değişebiliyor bir özellik taşıyor olmamızdır. Rabbimiz diyor ki:
"Allah'a, Peygamber'e inandık, itaat ettik" diyen münafıklar (en-Nûr, 24/47; Münafıkûn, 63/1); diğer taraftan Hz. Peygamber'e isyanı, düşmanlığı fısıldaşırlar (el-Mücâdele, 58/9-10). Onlar aynen şeytanlara benzerler (el-Haşr, 59/16); tabiatları gereği Allah'a ve Peygamber'e muhalefet üzeredirler (el-Mücadele, 58/20); fakat kalblerindeki gizlediklerini ortaya çıkaran âyetlerin inmesinden de çok korkarlar. (el-Infitâr, 82/4-5; et-Tevbe, 9/64)
Olaylara bakış açımızla ilgili bir diğer sorun ise, Allah'ın dinini yaşama ve hayatımızı değiştirmeye karar verdiğimiz andaki değişim sürecinde yaşanılan sorunların da aynı biçimde algılanmıyor olmasıdır. Vahyi ilk kuşandığımız an aynı zamanda vahyin ilk kez bizlere ulaştığı, Hira'dan kalbimize süzüldüğü ilk andır. Bunları ilk kez inen, vahyolunan ayetler olarak algılayıp hayatımıza aktarmalıyız. Vahyi yaşamada karşılaştığımız sorunlar da yine aynı şekilde Allah'ın bizde gördüğü eksiklikleri terbiye etme aracıdır. Yani sorunlar karşısında Allah'ın dinine sırt çevirme tavrını sergilememeliyiz. Aksine Allah'ın sözlerine kulak vererek eksik olduğumuz yönleri geliştirmeye çalışmalıyız. Dini bireylere indirgememeli, onları da birer sınav aracı olarak görmeliyiz. Herkes kendisiyle sınanan kardeşinin başarılı olması için çaba sarf etmeli, onu düştüğü hatayla yalnız başına çaresiz bırakmamalıdır. Sözler bizleri incitebilir ama bu incittiğini düşündüğümüz sözler bizler hiçbir şey değilken, varlık olmamışken bize hayat bahşeden, var eden Rabbimize aittir. Varlık olmak başlı başına her şeye katlanmayı göze alabileceğimiz anlamlı bir değerdir. Şimdi bir an olsun, her nerede hangi topluluk içerisinde olursak olalım yaşadığımız anı, yaşadığımız her şeyi gözden geçirelim. Yukarıdaki ayette geçen "Fakat kalplerinde gizlediklerini ortaya çıkaran ayetlerin inmesinden de korkarlar" sözünü kendimizde bir tartalım. Bakalım imanımızın derecesi ne kadarmış ve bize ait olan az amellerle ne kadar yüzleşebiliyoruz? Öyle ki geriye ne kadar az gerçeğin kaldığını görünce çok üzüleceğiz. Ama olsun başarı, hayali, boşlukta kalan, bizim olmayan sözlerle değil, bize ait değerlerin hayata yansımasıyla elde edilecektir. Böylece çok fazla sayıda geri dönüşler de yaşamayız.
Tabii bu noktada tercihlerimiz Allah ile aramızda sır olarak kalacaktır. Ne kadar sağlıklı yol aldığımızın hesabı başka bir zamana ertelenmiş olacak. Yine de bir bilenin olduğu bilinci, her şeyin başka bir zamanda ortaya çıkacak olması, ölümden öncesiyle ilgili bir şeyler yapmamız gereğinin daha akıllıca olduğunu gösteriyor. Ayetlerin münafıklar için söylenmiş olması, ya da şeytanın özellikleriyle alakalı olması bizleri sorumlu olmaktan, muhatap almaktan alıkoymaz. Bunların Rabbimizin cahiliyeden kalma ahlaki davranışlardan bizleri arındırma, terbiye etme, onlardan ayrıştırma metodu olduğunu iyi algılamalıyız. Kur’an'ın bu eleştirilerine açık yüreklilikle cevap verip kendimizi vahyi doğrularla iyiye doğru dönüştürmek zorundayız. Yoksa bizler de "Allah’a ve Peygambere inandık, itaat ettik" diyen münafıklar gibi diğer taraftan Hz. Peygamber'e isyanı, düşmanlığı fısıldayabilir, kalplerimizde gizlediklerimizi ortaya çıkaracak ayetlerle muhatap olduğumuzda korkuya kapılabiliriz. Şunu unutmamalıyız ki İslam adına yanlış adımlar attığımız sürece bizleri uyaran ayetler daha önce münafıkları uyaran ayetler olarak Kuranda bulunmaktadır. Yapmamız gereken tek şey ayetleri doğru algılayıp bu halimizi terk etmek olmalıdır. Çünkü bu doğruların söylendiği ortamlardan uzaklaşmak çözüm değildir. Kendi hissi doğrularımızla yorumlar yapmamız asıl olan gerçeği değiştirmeyecektir. Kur’an'a açık yüreklilikle danışıp çözmeye yanaşmadığımız her zafiyetimizin üstü kapanmış olacak, tedavi edilemeyen bu hastalığımız şartlar oluştuğunda tekrar ortaya çıkacaktır. Bir adım ötemizde ölümle son bulacak hayatımızda kardeşlerimizle haklılık yarışı içerisine girmeden kendi imanımızı kurtarma endişesi taşımalıyız.
Öyleyse yapmamız gereken şey vahyi algılama, anlama, hayatımıza dönüştürebiliyor olma becerilerimizi önleyen zafiyetlerimizden kurtulma ve onları ıslah etme olmalı. Böylelikle kendimize ait, iyi olana götüren, olabildiğince fazla kazanımlar elde edebiliriz.
Bununla birlikte bize ait olmayan, sadece bilgide kalan konuşma dilini bir tarafa bırakmaya çalışmalıyız. O'ndan geldiğimizin ve dönüşümüzün de yalnız O'na olduğu bilincini kuşanmalıyız. Bilgilerimizi bilinçli tercihlere dönüştürebilmeliyiz. Tabi ki bu bilinç düzeyimizi canlı tutmakta kendi kavramlarımıza sahip çıkarak ve onları kendi yaşantımıza taşımakla mümkündür. Bunu yapmak bizler için kaçınılmaz bir zorunluluktur çünkü Peygamberimiz (S) asla başkalarının kavramları üzerine bir yaşam felsefesi kurmamıştır. Kur'an kavramlarının uygulanırlığını da yürüdüğü yol üzerinde yaşayarak ispat etmiştir
Sözün özü; sabır günlerimizi eğilip bükülmeden yaşamaya gayret edelim ve sıkıntılardan yılmayalım. Çünkü sabır sürekli geri dönüşlerin değil, direnerek ilerlemenin yol azığıdır. Önümüze gelen her rüzgârla savrulmayalım. Sabırlı olalım ve bizlere sunulan cahili hayat tarzının bizim hayatımızda neleri etkisizleştirdiğini iyi anlamaya çalışalım. Doğru adımlar atabilmemiz ise Kur’an ve sünnetten anlayabildiklerimizi hayatımıza doğru bir şekilde aktarmakla mümkündür.
Umarım bundan böyle evimizin önü ile ilgili olan sorunlarımızı aşmadan uzak yerlerin sorunları ile ilgili olmayız. Öyle ki Müslümanlar için emin ve güvenilir şahsiyetler olduğumuz kadar tüm insanlığın kurtuluşu için de güvenilir fertler olmaya çalışmalıyız. Her şeyden önce mutlu bir aile olmalı ve bu mutluluğumuzu tüm kardeşlerimize de yansıtabilmeliyiz. Çünkü Müslüman olmak demek her anıyla mutlu bir insan olmak demektir.
Selam ve dua ile…