Hikmet ERTÜRK
SAHİPLİĞİ DEĞİL ŞAHİTLİĞİ OMUZLAMAK
"Sen, Ey dünyaya şahit olmak için gelen insan! Şahitliği bırakıp da sahipliği mi omuzladın? Peki değdi mi?" Geride kalan yaşadığımız onca yılı anlatabileceğimiz sadece bir saatlik zaman dilimi için, ebedi hayatı sonsuza kadar kaybetmek çok kötü bir tercih olsa gerek. Üstelik bu durumda hüsrana uğramış ve doğru yolu bulamamış bir şekilde bütün yapıp ettiklerimiz için Rabbimizin huzuruna çıkarılacağız.
Bu dünyadaki bütün hayatımız gündüzün bir saati kadar bir zaman diliminde birbirimizle tanıştığımız an kadar kısa bir zaman diliminden ibaret iken bütün bir hayatımızı anlık zevklerimiz, rahat bir hayat hayallerimiz adına ateşe atmak, öteki dünyada geri dönüşü olmayan, süresiz bir şekilde hüsrana uğramak anlamına geliyor.
Allah insanları bir araya topladığı gün, sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kalmış ve bu süreyi birbirleri ile tanışmak için harcamış gibidirler. Allah ile karşılaşacaklarını yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır, onlar doğru yolu bulamamışlardır. (Yunus–45)
Öyle ki, sahiplenip kendimize ait zannettiğimiz her şeyin toprak olup elimizden alınacağını düşünürsek bu alışverişin hiç de mantıklı bir yanının olmadığı anlaşılıyor. Tabii ki bütün bunlar bizlerin neyi niçin tercih ettiğimizle alakalıdır. Tercihlerimizi etkileyen sebeplerimiz var. Halbuki Rabbimizin bizler için belirlediği süreye hiç etkileri olmayacak olan ayartıcılar için ebedi hayatımıza biçtiğimiz küçük değer hiç de anlaşılır gibi değil. Ölüm vakti geldiğinde bunu hiç kimsenin ne bir saat öne alma ne de bir an geciktirme yetkisi yok. Hayatımızın sürekliliği onların ellerindeymiş gibi bir düşünceye kapılıp ötekilere duyduğumuz sevgi ise çok anlamsız ve içi boş bir sevgidir. Öyle ki, Allah istemediği sürece bizlere zarar ya da fayda verebilecek durumda değiller. Hayatımızın tek gerçek sahibi Allah’tır. Güç ve kudret O’nun elindedir. O halde bu dünyada gündüzün sadece bir saati kadar yaşayacağımız bir süre için dünyaya dair endişe ve korkularımızdan kurtulmanın iyi bir hesap olduğu ortadadır.
De ki: "Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir fayda ve zarar verecek durumda değilim. Her ümmet için bir süre vardır; süreleri sona erince bir saat bile geciktirilmezler ve öne de alınmazlar." (Yunus–49)
“Her tercih bir vazgeçiştir.’’ Bizi ateşe götürecek olanı terk etmek, kurtuluşa/cennete giden yolu tercih ettiğimizin ispatıdır. Tersinden okursak; vahyi yaşamayı ertelemiş isek başka bir hayatı tercih etmişiz demektir.
Hiçbir şey asıl olanın yanında değer görmeye layık değildir. Bizler Rabbimizin yeryüzünde yarattığı mülkün mirasçılarıyız. Bu nedenle ötekiler karşısında kiracı refleksi gösteriyor olmamız makul değil. Gerçekte sahip olmadığımız için bize ait ne varsa hepsini ayrılış vakti geldiğinde toprakta bırakıp gideceğiz. Dünyaya dair hiçbir şey bizde kalmayacak.
Bizlere sunulan geçici hayata sıkı sıkıya sarılırsak, öteki dünyada bir daha düzeltemeyeceğimiz pişmanlıklarla yüz yüze gelebiliriz. Bizim olmayanı sahiplenmek bizleri bencil ve umursamaz bir yolculuğun asık suratlı palyaçolarına dönüştürecektir.
Allah'ın içinde yer almadığı hiçbir şey onda kaybolunacak ve mutluluk iksirleri aranacak kadar kıymetli değildir. Allah’ın sözleri bunca kınayıcının kınamasına rağmen hayatımızın her alanında yer almalıdır. Bu da özgüvenimizin varlığıyla mümkündür. Hiçbirimiz karşısında boynumuzu bükecek bir davranışın savunucusu değiliz. Kutlu bir sevdanın alçakgönüllü, yalınayaklı erleriyiz. Bu dünyada ebedi dirilişi ya da sürekli gülümseyişleri talep etmiyoruz. Acılarla, sıkıntılarla şahitliğimizi kutsayacağız.
Başkalarına bakış açımız son durakta kendilerine verilecek değerle aynı doğrultuda olmalıdır. Ne yaşarsak yaşayalım, hayata dair nasıl bir plan çizersek çizelim hep aynı yerde buluşacağımızın bilgisine sahibiz ve bu hayatın sonu bizi yanan avuçlarımızla kutlu hayallerimizde buluşturacaktır. Ahiret hayatına yönelik sıkıntılarımızı bu dünyaya dair rahat yaşam arzusuyla sonlandıramayız. Öyle görülüyor ki elde ettiğimiz her kazanç bizleri bu dünyaya biraz daha bağlayan amaçlar haline dönüşüyor. Sonrasında ise bu sahip olma duygularımıza yön veremiyoruz. Gerçekten sahiplendiğimiz, bırakılması gereken yerde terk edemediğimiz bu bağımlılıklarımızın kontrol ettiği bireylere dönüşüyoruz. Şöyle bir arkadaşlarınızı arayın, nasılsınız, ne yapıyorsunuz diye sorun. Hepsinin ticari endişeler içerisinde vahye ayıracak zamanlarının bulunmadığını, çağdaş kölelere dönüştüğünü göreceksiniz. Makine çağının ruhlarını kaybetmiş etkisiz kalabalıklarına dönüştürülmüşler.
Halbuki Rabbimiz bizler için ne diyordu:
Bu kimseleri ne ticaret, ne alış-veriş, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan ve zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin hoplayacağı ve gözlerin donakalacağı bir günün dehşetinden korkarlar. (Nur–37)
Biz nasıl düşünürsek düşünelim, önümüze attıkları bir parça ekmeğin bedelini bile bütün bir İslam âleminin kanı üzerinden kahrolası lüks yaşamlarına sermaye yapıyorlar. Bu şekliyle aslında öteki dünyaya dair kayıplar yaşarken geçici ikametgâhımızda onların bize verdiği ev ödevlerini yapmakla meşgul oluyoruz. İnsanı asıl kahreden şey bütün bunların farkında olamamak ya da daha kötüsü bu durumu kabullenmiş olmamızdır. Bu durumu kırabilecek fakir ellerimizi bir türlü birbirimize uzatamıyoruz. Kahrolasıca kapitalizmin, bundan çıkar uman savunucularının bizleri her zayıf anımızda sömürmelerine katlanabiliyoruz, hakaretlerini görmezden geliyoruz ama kardeşlerimizin ceviz kabuğunu doldurmayan sözlerinde fırtınalar koparabiliyoruz.
Dünyaya dair elde ettiğimiz her kazanç bizi ötekilerin rahat yaşamlarına özendiriyor. Veremediğimiz her şeyin kölesi durumuna dönüşüyoruz. Artık bizi yöneten şey dünyaya dair endişelerimiz, korkularımız, kazançlarımız ve sevgilerimiz oluyor ve sürekli hatalı davranışlar sergiliyoruz.
Allah Resulünün dediği gibi:
"Dünya sevgisi her hatanın başıdır. Bir şeyi sevmen, seni kör yapar, sağır eder."
Gerçekten de öyledir. Kendisini rahat yaşama kaptırmış bir kardeşinize hiçbir şeyi izah edemezsiniz. Size karşı artık sağır ve kördür. İşte böylelikle dünya sevgisi bizleri avucunun içine alarak köleleştiriyor. İstisnalar hariç tarihin her döneminde köleler hep birbirleriyle çatışmış, kavgalı olmuşlardır. Gözleri hiçbir zaman kendilerini ezen, dünyaperest düşmanlarını görmemiştir. Belki de bizlerin sürekli kavgalı olması, köle olduğumuzun, vahiyle özgürleşemediğimizin bir kanıtıdır. Çevremizdeki tüm ayartıcılara karşı dik bir duruş sergileyemeyerek, onların köleleri haline geliyoruz.
Öyleyse sorumluluklarımızı ucuz bir yaşam için feda etmeksizin yürüyüşümüze anlam katmak bütün bir dünya ve onun ayartıcıları karşısında özgürleşerek elde edeceğimiz bir azıktır. Gerçek manada özgürleşemediğimiz müddetçe hep birbirimizle uğraşmaktan, güçsüz kalmaktan ve sömürülmekten kurtulamayız. Sevgimiz yalnız Allah için olsun.
Selam ve dua ile...