Cemil ARSLAN
12 Mart 2008
STATÜKO’NUN ARSIZ DİRENİŞİ YAHUT CAN ÇEKİŞMESİ
Türkiye, bilhassa son zamanlarda bazı şer güçlerin, gizli örgütlenmelerin veya çetelerin başkaldırışına, psikolojik savaş taktiklerine ya da onursuzca meydan okuyuşuna sahne olmaktadır. Malum zihniyet, kendi görüş ve ideallerinin hâkim olabilmesi için elinden geleni yapmaktan asla kaçınmıyor.
Aslında, bu statik algılayış biçimine, sulanmış kafalara, bulanmış beyinlere ve körelmiş zihinlere henüz tanık olmuş değiliz. Bu kişi yahut kurumlar geçmişten beri kendi menfaat ve arzularını tüm zamana ve mekâna egemen kılabilmek uğruna her türlü söylem ve eylemi mubah görüyorlar. Haksızlıkları, zulümleri, yalanları ve talanları sıradan bir alışkanlık biçimine dönüştürüyorlar. Toplumsal problemlere; açlık, yoksulluk, eğitimsizlik, cehalet ve yolsuzluklara karşı duyarsız oldukları gibi bu sorunların yaygınlaşmasından ve kronikleşmesinden büyük haz duyuyorlar.
Başörtüsü yasağını uygulamakta kararlı olan üniversite rektörleri, insan haklarını içine sindirememiş bazı yargı kurumları, oligarşik bürokrasi, resmi ve sivil darbeciler ya da üniformalı sivilleri bu kapsamda değerlendirebiliriz.
Güya evrensel değerleri geliştirmeyi, özgürlükleri, insan hak ve hukukunu korumayı, üretimi ve dönüşümü gerçekleştirmeyi, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri sürdürmeyi kendine gaye olarak benimseyen yahut bunu kamuoyuna deklare eden, kısaca; göreceli bir medeniyet(!) inşa etmeyi amaç edinen üniversiteler, tam tersine bir medeniyetsizliği, çaresizliği, bitkinliği, üretimsizliği, çözümsüzlüğü, hazımsızlığı, özgürlükleri baltalamayı, eğitimsizliği, hülasa her türlü olumsuzlukları beraberinde getirdi.
Topluma örnek olmak ve sosyal dokuyla bütünleşmek amacıyla ortaya çıkan üniversitelerin çoğunluğu ve onların rektör müsveddeleri tamamen toplumsal yapıdan; toplumun inanç ve değerlerinden, kutsallarından, aidiyet duygularından koptukları gibi bu değerlere karşı da adeta savaş açtılar, medya araçlarında boy göstererek insani değerleri küçümsediler, hor gördüler, kendilerini hep halkın üzerinde gördüler.
Keza bu onursuzca, arsızca, acımasızca ve pervasızca sürdürülen soğuk muharebe gün geçtikçe daha da artıyor, toplumsal kutuplaşma ve kamplaşma belirginleşiyor, meydan okumalar kadim bir alışkanlık şekline dönüşüyor. Statüko, giderek tahammülsüz hale geliyor, hırçınlaşıyor, adeta can çekişiyor, şerefsizce insanları karalıyor, iftira ve dedikodular ayyuka çıkıyor. Hemen her gün birtakım gizli görüntüler, darbe senaryoları, saldırı planları, ayaklanma fısıltıları, karalama kampanyaları gündemi belirlemeye yetiyor ve hatta ziyadesiyle artıyor da…
Dişleme, fişleme ve afişleme yaygaraları toplumu huzursuz ediyor, masum halkın moral motivasyonunu çökertiyor, halk kitleleri arasında düşmanlık tohumları ekilmeye çalışılıyor, bölünme ve parçalanma oyunları gündeme veya toplumsal alana dayatılıyor.
Ontolojik yapısını yahut var oluş felsefesini tümüyle toplumsal çatışma, çözülme, kamplaşma, hesaplaşma, ayrışma, aldatma ve dayatma ideolojisi üzerine kurmuş ve bütünleştirmiş olan statüko ve onun sarsılmaz temsilcileri, kendilerini ülkenin gerçek temsilcileri veya asıl sahipleri gibi görüyorlar; çıkarlarına ters düşen her türlü gelişmeye, yapılanmaya, örgütlenmeye, resmi veya sivil oluşumlara karşı fütursuzca mücadele ediyorlar.
Vampir edasıyla halkın ve devletin kanını emiyorlar, can damarlarını kesiyorlar, tüm ekonomik ve toplumsal kaynakları çarçur ediyorlar, farklılıklara, değişikliklere ve sosyal zenginliklere asla hoşgörülü davranmıyorlar.
Özetle; böyle bir yapılanma ve kutuplaşma devam ettiği, insani/İslami değerleri özümseyen insanların güçlerini birleştirmediği, sesini çıkarmadığı, yanlışların sorgulanmadığı, korku psikolojisinin hâkim olduğu, protesto gösterilerinin genelleşmediği, toplumsal muhalefet anlayışının gelişmediği, haksızlıklara karşı direnç gösteren ve haykırış sergileyen teşkilatlanmalara yoğun destek verilmediği, kısaca ümmet bilincinin sosyalleşmediği; “halka karşı, halka rağmen” düşüncesinin sürdüğü, statükonun gündemi oluşturduğu, değiştirdiği veya belirlediği sürece her türlü olumsuzluğun yaşanması kaçınılmazdır…