Cemil ARSLAN

16 Nisan 2008

SUÇLULAR TOPLUMSAL YAPIYI TEHDİT EDİYOR!

Son   
Türkiye’de işlenen adi suçların fazlalığı, ülkenin adeta bir “suçlular evreni” haline dönüştüğünün göstergesi olarak karşımızda durmaktadır. Türkiye'de suç işlemek için her türlü ortamın müsait olduğu, hakim yapının suçlu üretmeye dönük bir işleyişe sahip olduğu, alkol, fuhşiyat gibi kötülüklerin anası olan bataklıkların çeşitli kanallarca teşvik edildiği, genellikle suç işleyenlerin reklâmının yapıldığı, verilen cezaların suç fiilini önlemede yeterli olmadığı için bu tür olaylarda ciddi oranda artış olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Cezaların yaptırım gücünün zayıf olması, insanların birçoğunun suç işleyen bireylere karşı duyarsız, etkisiz ve bilinçsiz davranması, “sosyal kontrol” mekanizmasının işlevsiz hale gelmesi de suçların artmasına ve kronik hale gelmesinde etkili olmuştur. Bunun sonucu; menfaat çeteleri giderek yaygınlaşmış, yeraltı eşkıyaları inlerinden çıkmış, gayri meşru-gizli örgütlenmeler sosyal yaşantımızın kaçınılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Dikkati çeken önemli noktalardan birisi; terör, hırsızlık, yolsuzluk, gasp, intihar, öldürme, yaralama vb eylemlerin sıradan bir alışkanlık durumuna gelmiş olmasıdır. Bu tip suçların nedenleri üzerinde ciddiyetle durulmalı, konu üzerinde hassasiyetle araştırmalar yapılmalı, gerekli önlemler alınmalı ve bu tür sorunlar basit bir olaymış gibi asla geçiştirilmemelidir.
 -Şayet sosyal yapının öğeleri arasında uyum/eşgüdüm olmazsa, toplumsal yaşamın ahengi bozulur, sosyal bünye yozlaşır, sosyal denge zayıflar, insanlar arası ilişkiler karmaşıklaşır, toplumsal sorunlar kaçınılmaz ve katlanılmaz bir hal alır.
 
Türkiye’de Suçlar Giderek Artmaktadır?
 
Birinci sebep; suç işlemenin adeta meşru(!) bir davranış gibi lanse edilmesidir.Kitle iletişim araçları bu tür olayları magazinleştirmekte ve haber programlarında sanki bir “eşantiyon” gibi sunmaktadır. Basının reyting yapabilecek haber malzemesi az olduğu için bu tür olaylar daha çok abartılı, özendirici ve sansasyonel bir tarzda aktarılmakta, asparagas haberler ve kurmaca senaryolar gündemi bir hayli meşgul etmeye yetmektedir.
Yapay senaryoların, sun’i/kontrollü gerilim politikalarının ve sanal krizlerin toplumun bazı kesimleri tarafından “genel-geçer”, “objektif değer” ve “referans” olarak kabul görmesi de suç fiilinin ve failinin artmasına sebep teşkil ettiği söylenebilir. Hatta bazı suç işleyenler televizyonlara beyanat verecek, kendi reklâmını yapacak kadar bedbahtlaşmış, küçülmüş ve alçalmışlardır. Bu kadar densizliğin, vurdumduymazlığın ve aptallığın anlatılacak, açıklanacak ve değerlendirilecek hiçbir tarafı olmasa gerek…
Tabii ki, en başta dini hassasiyetin olmayışı suçları ve suçluları caydırıcı önlemlerin, cezaların yaptırım gücünün varlığını geçersiz kılmaktadır. Din duygusundan tecrit edilen bireylerin ileride karşımıza potansiyel bir suç makinesi gibi çıkması, frenkeştayn örneği teşkil etmesi asla yadırganmamalı, hayretle karşılanmamalı ve katiyen ayıplanmamalıdır. 
İkincisi; gelir dağılımındaki adaletsizlik, ekonomik darboğazlar, açlık ve yoksulluğun hüküm sürmesidir. Bu faktör, suçların işlenmesinde belki çok önemli bir role sahip değildir ancak suç işlemeye alışan ve suçu adeta bir hayat tarzı haline getiren bireylerin kolaylıkla bu alışkanlıklarını terk etmeleri mümkün değildir. Başlangıç aşamasında ekonomik etkenler dolayısıyla belki masumane(!) gösterilen bu suçlar, zamanla toplumsal yapıyı tehdit edecek nitelik kazanacaktır. Bu yüzden dolayıdır ki, bu tür suçlar kesinlikle hoş görülmemeli, bu suçlara tolerans gösterilmemeli, failleri ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
Hırsızlık, kapkaççılık, ırza tecavüz, yağma ve talan, insan haklarını gasp eden, toplumun genel ahlaki ve dini değerlerine saldıran ve bu eylemleri kalıcı hale getiren kişilere ağır cezai müeyyidelerin uygulanmasıdır.
Üçüncüsü; verilen cezaların dengesiz olmasıdır. Örneğin; toplumun kaynaklarını soyup-soğana çevirenlere oldukça hafif cezalar verilirken veya hiçbir ceza verilmezken; diğer yandan birkaç baklava çalan küçük çocuğun gayet ağır cezaya çarptırıldığına hepimiz şahidiz. Suçun niteliği gerçekten çok önemlidir. Burada verilecek dengesiz bir ceza toplumsal alanda ciddi tepkilere, reaksiyonlara, cezaların inandırıcılığının azalmasına ve karşıt tavır geliştirilmesine neden olacaktır.
En ağır cezaların hırsızlık ve yolsuzluk yapanlara, haramzadelere, insanları haksız yere öldürenlere, işkence yapanlara verilmesi çok daha isabetli olacaktır.
Suçların bu denli artarak yaygınlaşması her şeyden önce küresel düzlemde toplumsal itibarımızı derinden sarsmaktadır. Sadece emniyet birimlerinin tespit edebildiği suç sayısının 487 bin 761 olması, suç fiilinin hiç de küçümsenecek boyutta olmadığını yansıtmaktadır.
Bu konuda:
1) İlahiyatçılara,
2) Sosyologlara,
3) Psikologlara,
4) Pedagoglara,
5) Ekonomistlere,
6) Hukukçulara,
7) Siyasetçilere ciddi görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bu şahıslardan müteşekkil sivil bir örgütlenme veya güç birliği mutlaka en kısa zaman diliminde oluşturulmalı ve bu oluşumun ortaya koyacağı bilimsel sonuçlar ve raporlar acilen tatbik edilmelidir.
Burada dikkat edilmesi gereken husus; toplumsal olayları sadece kaba kuvvetle, askeri ve polisiye tedbirlerle, cezai yaptırımlarla kökten çözebilmek, sorunları temelden halledebilmek imkânsızdır. Bu yüzden dolayıdır ki; toplumun bütün kesimlerini, iç dinamiklerimizi ve sivil toplum kuruluşlarını bu sürecin içine katmak gerekir.   
Mevcut eğitim sistemiyle çocuklara ve gençlere iyi bir eğitim olanakları sunmak, toplumun değer, norm ve ideallerine yani “sosyalleşme” sürecine münhasır bireyler yetiştirmek ve geleceğimizi teminat altına alabilmek, gençleri suç çetelerinin ve karanlık odakların sinsi tuzaklarından kurtarabilmek söz konusu değildir.  
Kanaatimce, işlenen bütün suçların temelinde;  sosyal ve siyasi sistemin yozluğu, ekonomik sistemin çarpıklığı ve toplumsal ilişkilerin nitelik değiştirmesi yatmaktadır. Bunun içindir ki; radikal ve köklü adımlar atılmalı, popülizm, hümanizm ve hamaset nutukları atmaktan vazgeçilmeli, toplumun realiteleriyle örtüşen plan, program ve projeler geliştirilmelidir. Toplum olarak hepimiz elimizden gelen bütün gayret ve azmi sergilemeli, topu başkalarına atmak veya taca atmak yerine üzerimize düşen sorumlulukları harfiyen yerine getirmeliyiz.
Bu konuların yalnızca yılın belirli gün veya haftaları içerisinde tartışılması, değerlendirilmesi ve çözüm seçeneklerinin sunulması sorunun halledilmesinde, problemlerin asgari düzeye indirilmesinde geçerli bir seçenek olacağı kanısında değilim.
       Önemli olan nokta; bu sorunları daima gündemde tutmak ve üzerine ciddiyetle gitmek, yapay gerilimlerden kaçınmak, olayları abartılı olarak sunmamak, reyting kaygısı taşımamak ve toplumsal ahengi sağlamak gerekir. En temelde İslam'ın ölçülerini toplumsal hayatımıza hâkim kılmak, gelir dağılımı dengesizliğini önlemek, adaleti, eşitliği ve toplumsal değerleri kalıcı hale getirmek, terörü, hırsızlığı, soysuzluğu, haydutluğu, çeteleri ve diğer bütün suçları ve suçluları önleyebilmek için tüm toplumsal dinamiklerimizi hayata ve harekete geçirmek zorundayız.