Hüseyin ALAN
TEVHİDÎ STANDART
Bilindiği üzere Müslümanlar tartışarak, farklı açılımları ortaya sürerek doğrulardan daha doğruya ulaşacaklardır. Bu bağlamda fikri-teorik-pratik amaç taşıyan tartışmaları, sistematik kapsamda olanlarının, henüz açıkça da dillendirilemese de alavere dalavere çevirenleri veya görüntüye aldananları açığa çıkartması açısından da olumlu görüyorum.
ZULÜM terimi, yaygın manada, günlük hayatta başkalarının haklarının elinden alınması olarak anlaşılsa da, terime anlam veren asıl içerik Allah ve Allah’a ait olan hakların, tuğyan etmiş birileri tarafından gasp edilerek topluca insanları, nassın dışında kurallarla yöneten ve otoritesini bu yolla meşru gösterenlerin halini tasvir eder. Kur’an buna şirk diyor ve bunu en büyük zulüm olarak niteliyor.
Müslümanlar elbet zulmün her türlüsüne başkaldıracaklar, itirazlarını dillendireceklerdir. Bir anlamda Müslümanın varlığının gerekçesi budur. Şu farkla ki; her türden başkaldırı, esasa yönelik amaç taşıdığı zaman, tüm zulümleri ürettiği ve zalimleri desteklediği için tağuta yönelik siyasi çerçeve taşımak ve bu çerçevede hareket etmek kaydıyla anlamlıdır.
Yani öncelik, Allah’a başkaldıranlara başkaldırmak, dolayısı ile insanları Allah’ın yolundan alıkoyan yetki ve otorite sahipleri ve onların yardımcıları olan zalimlere verilmelidir. Diğer zalimler, büyük zulüm ortamında zalimlik yapma fırsatı elde etmektedirler de, onun için.
“Zalime meyletmeyin yoksa size de ateş dokunur…” ayetini bir kez daha hatırlayalım.
Şimdi, buradan hareketle kısa da olsa bir siyasi tahlil yapalım: TC devleti, bir “devlet projesi” olarak kendini yenilemekte, kendi kurumlarını da bu yeniliğe destek vermesi için zorlamaktadır. Her yerde ve her zaman olduğu gibi, bu gibi toplumsal-siyasal değişikliklerde, reform hareketlerinde, eski yapı alışkanlıkları ve sahipleri ile yeni yapıyı kuracak ve sahiplenecek olanlar arasında çatışmalar olacaktır. Bazen zor bazen kolay, bazen uzun bazen kısa devrelerle bu işler olur ve biter…
Arada “mağdur” olanlar, “yetki ve statü” kaybına uğrayanlar olduğu kadar, yeni durumda “memnun” olanlar, “yetki” ve “statü” kazananlar da olacaktır. Bu da olağan bir sonuç ve durumdur. Yeni yapı da olsa, dikkat edilmesi gereken “esas” gözden kaçırıldığında, Müslüman için söylenecek en hafif söz, gaflete düştüğü, dalalete saptığıdır…
TC kurulduğundan bu yana Müslümanlar, özellikle bilinçli olarak “Allah’tan yana taraf” olanlar, “paradigma dışı duranlar”, talepleri ve eleştirileri gereği öteden beri itilip kakıldılar, horlandılar, cezalandırıldılar ve tasfiye edildiler. TC bazı dönemlerde bile isteye, rejimin bekası gereği olarak “kötü hava koşulları” oluşturarak genelde tüm dindarlara, etnik aidiyet bildirip ulusal hak talep edenlere, ideolojik olarak rejim değiştirmek isteyenlere hep göz dağı verdi, onlardan önemli bulduklarını ve ciddiye aldıklarını da sellere sulara boğarak etkisiz kıldı.
Eski durumu ile “zulüm” timsali olan TC, sahici Müslümanlar nezdinde hangi gerekçelerle reddedilmiş ise, kendini ayarlamaya çalıştığı yeni durumda da yeni bir “zulmü” temsil edecektir. Eskinin sıkı siyasi-sosyal toplumsal politikası yerine yenilenmede hedef tutulan görece “özgür” toplumsal politikaları arasında, esas olarak bir fark olacak mıdır? Düne kadar itilip kakılan toplumsal grupların artık daha rahat hareket edebilecek olmaları, bu esası değiştirecek midir?
Yapacağı her türden reforma rağmen devletin asli kimliğinde, değiştirilecek olan anayasasının referansında, yeni kurucu iradesinin dayanacağı ideolojisinde bir değişme olmayacaktır. Çünkü, devleti bir değiştirenden veya dönüştürenden değil, devletin kendini değiştirmesinden, yeni duruma dönüştürmesinden bahsediyoruz.
Bütün olup biteceklerin varacağı sonuç, “tuğyan” temelinde oluşturulacak yeni anayasa ile görece garanti altına alınacak olan toplumsal grupların “haklarıdır”. “Hak” sahibi olmanın, “haklı taleplerde” bulunmanın ve “özgürlüklere” sahip olmanın içeriği, tanımını ve kabulü, bütün bunları onaylayacak “ideolojinin” onayından geçmesine ayarlı ve bağlıdır.
Yani Müslümanlar, kendilerini önce sisteme, sonra da diğer toplumsal gruplara kabul ettirme adına, çok temel taleplerinden ve ilkelerinden vaz geçmek zorunda kalacaklar.
Kalabalıklara sevimli gelen nedir öyleyse; dün aşağılanan halk yığınlarının yeni şartlarda kurulacak iktidar yapısı ve bloğu içinde yer alabilmeler imkanı, rant ve iktidar paylaşımı, siyaseten “eşit” hareket etme hevesi. Oysa TC, eski durumu ile dünyanın yeni oluşumunda yer alamazdı zaten mümkün olmazdı. Yenilenmesi gerekiyordu, yeni duruma ayak uydurması gerekiyordu ve olan biten de bundan ibaretti.
Kendilerinde bir özgünlük olmayanların, paradigma dışı bir iddia taşımayanların, olup bitenleri anlamaması ne kadar normalse, kendilerine lutfedilenler karşısında selam durmaları da o kadar normal sayılabilir! Hazin değil mi? Ne diyordu şehir efsanesi, biz bu filmi çok gördük! DP dönemi Menderes, ANAP dönemi Özal. AKP de onların devamı olarak övünmüyor mu?
AKP iktidarı ve ondan medet umanlar; Neo-liberal özgürlüklerin kazanımıyla elde edilecek siyaseten “eşitlik” karşısında, küresel kapitalist Pazar ekonomi-politiğinin toplum üzerine getireceği “kölelik” yükümlülüğünü gözlerden ırak tutarken, tüketim toplumunun kendine özgü işleyişi ile insan fıtratını toptan değiştirme gücünü hesap dışı saymaktadır. Olup bitenlerden habersiz ama düne kadar itilip kakılmış olanlar, kendilerine açılan “oksijen çadırı” ortamında yaşamayı zafer sayacaklar her halde!
Bu gibiler için AKP, düne kadar “sopa” yediğini, toplumda kendini “sığıntı” gibi hissettiğini düşünenler için despotik iktidarın yıkılacağı, “özgürlükler”den payına düşeni alacağı bir ortam oluşturmaktadır. Başkaları tarafından verileceğini sandığı “umudu” için kuyruğa girenler, köhnemiş bir rejimi çağdaşlaştırmak için uğraşan “kahraman”larını bulmuş gibiler! Ne diyelim, hayırlı olsun!
Zalimler arasında yerli-yabancı, doğulu-batılı ayrımı doğru bir ayrım değildir. Zalim olmakta ortak özellikler taşıyan herkes, her devlet, her grup ve her toplum aynı tepkiyi görmelidir. Hatta zalime yardımcı olanlar, zalime destek verenler, zalimin işlerini kolaylaştıranlar ve zalime ortak olanlar da, zalim hükmünde muamele görmelidirler. Allah da mümin kullarından bunu istemekte değil midir?
Zalimleri ayırmaya başladığımızda, tevhidi standartı yitireceğimizi, ölçüyü kaybedeceğimizi, hakikatın üstünü örteceğimizi bilmeliyiz. Ayrıca ümmetin düştüğü zillet halinin devamından da sorumluluk alacağımızı hatırlamalıyız.