Cemil ARSLAN

19 Mart 2007

TOPLUM YÖNETİMİ VE İNSAN HAKLARI

TOPLUM YÖNETİMİ VE İNSAN HAKLARI

 

Kamu yönetimi; “halkı eşitlik, adalet ilkelerine ve sistematik hukuk kurallarına göre idare etmek” anlamına gelir. Bu tanımlamayı “siyaset” kavramının tanımından yola çıkarak yapmış bulunuyorum. Çünkü siyasetin genel anlamı; Bir toplumu en iyi bir şekilde yönetme sanatı” demektir. İdeal olan siyaset, toplum ya da kamu yönetimi anlayışı da bundan başka bir şey olamaz.

Türkiye’de ise; siyaset yapmak daha çok bu tanımlamanın haricinde yer alır. Aslında devlet yönetimi; siyasi mekanizmaya vakıf olanlara veya ehline verilmesi gereken bir emanet vasfı taşıması mecburi iken maalesef yoğunlukla ve çoğunlukla “toplum mühendisliği” diye icat edilen garip ve acayip bir zihniyet ya da organizasyon(!) tarafından icra edilmektedir. Bu siyaset veya toplum mühendisleri kendi anlayış, kavrayış ve algılayış biçimine göre bir insan tipi, yönetim biçimi yahut modeli oluşturmaya, toplumu dizayn etmeye, insanları “sürü psikolojisi” mantığıyla/mantalitesiyle yönetmeye çalıştılar ve mevcut problemlerin ortaya çıkışında büyük rol oynadılar. Mevcut açmazların, çözümsüzlüklerin ve sıkıntıların temelinde zaten bu tür ideolojik saplantıların; bilinçsiz, temelsiz, işlevsiz, halktan kopuk, “halka karşı, halka rağmen” v.b. politik depresyonların yattığı hepimizce bilinen bir gerçektir.

Yani halk iradesi devlet yönetimine yeterince yansımamış; menfaat çetelerinin, gizli örgütlenmelerin, yer altı eşkıyalarının arsız talepleri, iktidar savaşları ve başat mücadeleleri, psikolojik savaş taktikleri ve çapraş ateşleri “devlet kurumu”nu ve toplumsal yapıyı tümüyle yıpratmış, güven duygusu zedelenmiş, halk yönetimden ve yöneticilerden soğumuş, neticede devletle birey arasındaki oldukça hassas olan “sosyal doku” iyice zayıflamıştır.          

Gücünü tabandan ya da geniş halk kitlelerinden almayan hiçbir oluşumun, yapılanmanın ya da örgütlenmenin başarıya ulaşma şansı yoktur. Toplumla bütünleşemeyen, toplumsal yapıdan kopuk siyaset/yönetim/iktidar anlayışı önemini yitirmiş ve bu tür yaklaşımlar tamamen izole olma sürecine girmiştir.

Toplum, nasıl yönetilebilir ya da insan hakları ideal düzeyde nasıl geliştirilebilir? Konu üzerinde ana hatlarıyla durmakta fayda görüyorum:

·        İnsanlara yeterli düzeyde siyasi, ekonomik ve sosyal güvenceler verilmeli, açlık ve yoksulluk asgari düzeye indirilmeli, işsizliğin önlenebilmesi için uzun dönemli ve etkin devlet politikaları geliştirilmelidir. İnsanların maddi ve manevi açıdan tatmin edilmediği, insani kriterlerin tatbikat alanına konulmadığı bir vasatta insan haklarını tesis etmek çok güçtür. Katı devlet bürokrasisi kaldırılmalı; yerine açık, net, şeffaf, kuşkuya asla yer vermeyen, yerinden ve sivil toplum anlayışına dayalı bir yönetim şekli acilen uygulamaya konulmalıdır.

·        Eleştiriye açık, sorgulayıcı, analiz edici, hoşgörülü, herkesi kucaklayan ve kesinlikle ayırımcı olmayan bir siyaset anlayışının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması elzemdir.

·        Sivil toplum örgütlerine önem ve öncelik verilmeli, bu konuda yasal düzenlemeler yapılmalı, memurlara “grevli ve toplu sözleşmeli sendika yasası” çıkartılmalıdır. İşçilere verilen bu hak, memurlara verilmediği takdirde toplumsal eşitliğin sağlanabilmesi çok güçtür. Şayet toplumsal eşitlik tesis edilemezse, insan haklarının tesis edilmesi de o oranda güçleşir.

·        Yerel yönetimlere önem verilmeli, seçilenler atananlardan daha fazla yetkiyle donatılmalı, “idari vesayet” denetimi belirli ölçüde hafifletilmeli, yöneticilerin keyfi uygulamalarına son verilmelidir.

·        İnsani değerlerin, insan hak ve onurunun, dini ve ahlaki ilkelerin, sevgi ve saygı anlayışının her şeyden üstün görülmesi ve yaşamın tüm alanına yansıtılması şarttır.

·        Siyasiler, halkla bağını koparmamalı, devlet-birey arasındaki “sosyal bağı” geliştirmek ve güçlendirmek gereklidir.

·        “Siyasi partiler kanunu” değiştirilmeli, parti kapatmaların önüne geçilmeli, seçim barajı kaldırılmalı, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları yaşamın her alanında etkin olmalıdır.

·        “Hukuk devleti ve sosyal devlet” ilkelerine uyulmalı, kimden gelirse gelsin her türlü haksız ve keyfi uygulamaya son verilmelidir. Yöneticiler, “hukukun üstünlüğü” prensibine mutlaka riayet etmek zorundadır.

·        Sağlık, eğitim, güvenlik ve ulaşım alanları başta olmak üzere, bütün faaliyet alanlarında çalışan kamu görevlileri “insan hakları ve insan psikolojisi” konularında ciddi bir eğitim sürecinden geçirilmelidir.

·        Her türlü işkence, psikolojik baskı ve zorlamalar ortadan kaldırılmalı, devletin vatandaşları “çağdaş bir köle” konumunda olmamalıdır.

·        “Korku psikolojisi” kökünden yok edilmeli, baskıcı ve otoriter devlet anlayışı terk edilmeli, kanayan bir yara haline gelen “başörtüsü sorunu” acilen çözüme kavuşturulmalıdır. Bu konuda gerektiğinde referanduma veya toplumsal mutabakata gidilmelidir.

·        Felsefi, ideolojik temeli ne olursa olsun her türlü görüş, düşünce ve anlayışa saygı gösterilmeli, insan hak ve özgürlükleri önündeki bütün yasal-denetsel engeller kaldırılmalıdır.

·        Çağdaş çetelerin yönetimde söz sahibi olmadığı, cumhurun iradesinin hâkim olduğu, mutlu azınlığın itibar görmediği, kamu haklarının ayaklar altına alınmadığı ve efkârı umûmiyyenin temel haklarına riayet edildiği, “meşruiyet” ve “mesuliyet” esaslarına dayalı bir devlet modeli elbette hepimizin en temel arzusudur.

·        “Kamusal alan” sınırlamasının, takıntısının ya da saplantısının olmadığı, halkın iradesine ipotek konulmadığı, “darbe polemikleri”nin ve “derin devlet” tartışmalarının yapılmadığı, “yeraltı eşkıyaları”nın saygınlık kazanmadığı, “gizli örgütlenmeler”in ve dış kaynaklı dayatmaların meşrû karşılanmadığı bir idari yapılanmayı talep ediyoruz.

Özetle açıklamak gerekirse; ideal bir toplum/kamu/devlet yönetimi için toplumun bütün katmanlarını/tabakalarını tatmin eden ve bütünüyle kapsayan ekonomik, sosyal ve siyasi programlar uygulama alnına konulmalıdır. Bürokratik oligarşi yıkılmalı, üst düzey bürokratların ve üniformalı sivillerin keyfi tutumları son bulmalı ve siyaset kurumu üzerindeki tahakkümleri derhal ortadan kaldırılmalıdır.

            Sosyal alanda reformlar gerçekleştirilmeden ekonomik ve siyasi düzenlemeler asla uygulamaya konulmamalı, toplumda mutlak surette “siyasi, ekonomik ve sosyal denge” sağlanmalıdır…