Cemil ARSLAN
TOPLUMSAL EŞİTSİZLİK VE TABAKALAŞMA
TOPLUMSAL EŞİTSİZLİK VE TABAKALAŞMA
Toplumsal tabakalaşma; “bireylerin ekonomik koşullarında, eğitim düzeylerinde ve yaşam biçimlerinde ortaya çıkan farklılaşmadır,” şeklinde tanımlanabilir.
Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi; her farklılaşma bir eşitsizlik olgusunu beraberinde getirmektedir. Farklılaşma, elbette insan yaşamının temel öğesidir ancak günümüz toplumlarında sosyal farklılaşma veya tabakalaşma oldukça yaygın ve statik bir duruma gelmiştir.
Bu durum, ister-istemez toplumsal eşitsizliği beraberinde getirdi. Tarihin eski dönemlerinde yaygın bir şekilde görülen kapalı toplumsal tabakalaşmanın izlerine günümüzde maalesef yoğun bir ölçekte rastlanmaktadır. Hâlbuki bize gelişmiş(!) çağ olarak yansıtılan ve dayatılan modern değerler söz konusu ve bu değerlerin hakim olduğu günümüz dünyasında, eşitsizliğin, adaletsizliğin, kayırmacılığın ve haksız kollamacılığın neredeyse hemen her türlüsüne tanıklık etmekteyiz.
Bireylerin yaşam biçimlerinde meydana gelen farklılaşma, aynı zamanda toplumsal sınıf ayırımını da belirginleştirmiştir. Toplumsal sınıflar arası eşitsizlik ve uçurumlar da önemli ölçüde sosyal sorunları ve açmazları durağanlaştırdı.
Toplumsal sınıf mücadelesi, tarihin hiçbir döneminde günümüzdeki kadar insanlığı derinden yaralamamış, yıkıma uğratmamış veya olumsuz yönde etkilememiştir. Böyle bir yapılanma içerisinde; insanlarda ciddi anlamda güven bunalımı yaşanmakta, bireyler birbirine karşı ikiyüzlü davranmakta, sevgi ve saygı anlayışı geri plana itilmektedir.
Toplumsal farklılaşma, pragmatik (faydacı) bir toplumsal ideolojiyi ortaya çıkarmıştır. Çünkü farklılaşmanın meydana getirdiği tablo, bireylerin ister-istemez kendi şahsiyetlerini gizlemeye, sahte roller oynamaya veya gerçek dışı davranmalarına zemin hazırlamaktadır.
Batı-liberal felsefenin adeta bir eşantiyon edasıyla insanlığa sunduğu Homo Ekonomicus (ekonomik insan) modeli; insanları maddeci bir anlayışa yöneltmiş, hedonizm (hazcılık) ideolojisini empoze etmiş, insanlığa herhangi bir vizyon ve misyon sunmamıştır. Bütün insanlara fazlasıyla yetecek olan dünya nimetleri, maalesef bir avuç insan topluluğu tarafından acımasızca kullanılmış, talan edilmiş ya da yağmalanmıştır.
Bir tarafta eşitsizlik ve adaletsizliğin her türlü örneğine; diğer tarafta ise bütün olup bitenlere duyarsız kalan insan topluluğunun miskin, fütursuz ve pervasızca tavırlarına şahit olmaktayız. Günümüzde her şeyden önce, ciddi anlamda değerler problemi yaşanmaktadır. Neyin değerli olduğu ya da neyin değersiz olduğu dahi henüz netleşebilmiş değildir.
Türkiye’de bugün iki kesimli toplumsal yapı diyalektik bir şekilde varlığını sürdürüyor. Merkez-çevre ikilemi hayat-memat meselesine dönüşmüş; çevreyi temsil edenler hep dışlanmış, toplumsal yaşamdan tecrit edilmeye çalışılmış ve sonuçta sosyal çatışma, çelişki ve çarpışmalar sıklıkla yaşanılır olmuştur. Yoğunlukla ve çoğunlukla toplumsal talepleri karşılık bulmayan mazlum ve masum konumdaki insanlar psikolojik savaş, çapraz ateş veya vur-kaç taktikleri sonucu kelimenin tam anlamıyla sosyal bir dram yaşamaya mahkum, mahpus ve mecbur edildiler. Kimliğini ve kişiliğini muhafaza ve müdafaa etmeye özen gösteren ve belirli bir ölçüde İslami duyarlılığa sahip olanlar, “top yekun savaş” parolasına, çığırtkanlığına yahut dayatmasına maruz kaldılar.
Toplumsal bir kambur haline dönüşen gelir dağılım adaletsizliği birlikte yaşama, yardımlaşma ve dayanışma bilincini zayıflatmış, ekonomik mücadelenin dayanılmaz ağırlığı fertleri sosyal ve siyasi olaylara karşı duyarsızlaştırmış, halk kitlelerinin çoğunda toplumsal şuur zayıflamış, beyinler körelmiş, idealler dumura uğramış, menfaat ve materyal ilişkileri genellikle ön plana çıkmıştır.
Başörtüsü ve imam hatip meselesi adeta bir kangren şekline dönüşmüş, masum halkın çocukları ikinci sınıf muameleye tabi tutulmuş, umutları ve hayalleri yok edilmeye çalışılmış, köşe başları önceden parsellenmiş, yargı mekanizması büyük ölçüde objektifliğini yitirmiş, bazı sözde sivil toplum örgütleri ve basın organları pusulasını şaşırmıştır. Malum zihniyetin temsilcileri halka tepeden bakmaya, “ulusalcılık” şarkıları(!) söylemeye ve nutukları atmaya, toplumu germeye, insanları birbirine düşürmeye, “soğuk savaş” senaryoları hazırlamaya ve toplumu kamplara bölmeye canhıraş bir şekilde gayret sarf ediyor.
Özetle açıklamak gerekirse, toplumsal tabakalaşma; toplumlarda büyük ölçüde eşitsizliği, sosyal sınıf farklılığını, gelir dağılımı dengesizliğini, sosyal tabakalar arasındaki mücadeleyi adeta kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu mücadele günümüzde yoğunlukla yaşanmaktadır. Özellikle büyük kentlerin varoşlarında yaşayan bazı kitleler, çeşitli toplumsal problemlerin ortaya çıkmasında figüran rolü oynamak zorunda bırakıldılar. Çünkü bu insanlar, genellikle yaşama dair bütün hayallerini, beklentilerini, umutlarını yitirdikleri için İslam’la aidiyet bağını koparmış bazı mihrakların, yerli işbirlikçilerin kötü emellerine alet olmaktan kendilerini kurtaramadılar. Bu insanların belki en küçük kabahatleri bile söz konusu değil; ancak birileri, bunların saf niyetlerini suiistimal ederek veya bu insanları çeşitli vaatlerle kandırarak yahut kullanarak menfi amaçlı sosyal ve siyasi olayların içerisine ittiler.
Toplumsal alandaki farklılaşmaları, çatışmaları, çelişkileri ve çarpışmaları, sosyal sınıf ayırımını, eşitsizliği ya da gelir dağılımındaki dengesizliği asgari düzeye indirmeden, toplumsal mutabakat oluşturmadan, “halka karşı, halka rağmen” felsefesini ortadan kaldırmadan, başörtüsü ve imam hatip sorununu çözmeden, Yüce Dinimize karşı söylem ve eylemleri yok etmeden toplumsal problemler kesinlikle çözümlenemez, çözümlenebilmesi de imkânsız…