Hikmet ERTÜRK

06 Şubat 2011

TUNUS VE MISIR AYAKLANMALARININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Batılı devletler şu günlerde Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin halk isyanı sonucu ülkeden kaçmasının ardından yönetim kaosu yaşayan Tunus’ta 25 yıllık sıkı laik rejimin ardından İslamcı bir iktidarın gelip gelmeyeceği sorgulanmaya başlamışlar.

Bunun nedeni olarak gösterilen şey ise, Bin Ali rejiminin Londra’da sürgünde yaşamaya zorladığı, “Tunus’un Humeynisi” lakaplı Tunus İslamcı partisi Ennahda’nın (Yeniden Doğuş) Lideri Raşid Gannuşi’nin yıllar sonra ülkeye dönmesi. “Ennahda olmadan yeni bir hükümet kurulamaz” diyen Gannuşi, Tunus’a “İran modeli” getireceği konusundaki endişeleri dağıtmaya çalışıyormuş.

Gannuşi ayrıca bir açıklamasında Türkiye’de iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin görüşlerine çok yakın olduklarını ifade etmiş.

Ne diyelim, kendisi bilir, kendini nerede görmek istediği kendi seçimi.

Bu cümlelere, ben de şu şekilde birkaç cümle ekleyeyim. Acaba, laik medyanın deyimi ile, İslamcı liderler şeriat istiyorlar mı? Bu soru bu günlerde sıkça soruluyor ve tabiî ki laiklerin bu endişelerini yatıştırmak amaçlı bu liderlerden de bolca onları yatıştırıcı sözler sarf ediliyor. Anlaşılan o ki daha ne istediğini açıkça söyleyemeyen kimseler bu ümmete önderlik yapıyor.

Hepsi söz birliği etmişçesine İslam’ın ne olduğunu taleplerinin neyi kapsadığını söylemekten kaçınıyorlar?

Hatırlarsanız Türkiye’de de bir dönem İslam’ın öncüleri olarak gösterilen bir çok alim! ard arda “İslam’ın bir devlet talebinin olmadığını” söylemeye başlamışlardı. Tüm bunlar kanımca çok organize bir yapıyı işaret ediyor. Sanki bir el tüm bu isimlere Müslüman halklar adına bir şeyler söylettiriyor.

İşte bir örnek daha;

Mısır’da önde gelen muhalif grup Müslüman Kardeşlerin sürgündeki yetkilisi Eşref Abdülgaffar, Mısır’daki halk ayaklanmasının, Batı basınına yansıdığı gibi İhvan’ın isyanı değil, Mısır halkının ortak tepkisi  olduğunu söylemiş.

Doğru söylemiş bence de Müslüman Kardeşlerin böyle bir vizyonu zaten hiç olmadı. Binlerce taraftarı öldürülüp işkencelerden geçirildiğinde bile kollarını kıpırdatmadan beklemeyi tercih ettiler.

Aslında Hasan El Benna özelinde ihvan Türkiyeli Müslümanlarca da çok doğru tanınmıyor. Türkiye’de bu harekete benzeyen cemaatlere çok sert eleştiriler yapılırken İhvan’a yapageldiklerinden dolayı hiç eleştiri gelmiyor. “Hapishanede özellikle Seyyid Kutub, İhvan’a göre “radikal” olan düşüncelerini ifade ettiğinde İhvan mensupları büyük tepkiyle karşılıyorlar. Hatta idama mahkûm olup, idam için götürülürken, İhvan mensuplarının büyük bir çoğunluğu “Cehenneme git Kutub! diye bağırıyorlar.” (Ercümend Özkan İle söyleşiler sayfa; 132 A.B. Bircan’ın Sorusu) Anlaşılan Seyyid Kutub’un son çıkışları o yıllarda bu hareket için rahatsızlık oluşturmuşa benziyor. Demem o ki bu cemaatin emperyalistlere karşı örnek alınacak fikirsel kimi net duruşları olsa da metotsal davranışları Türkiye’deki Nurcu akımlara daha çok benzemektedir.

İleri ki dönemlerde eğer ki bu halk ayaklanmaları İhvan tarzı İslami cemaatlere iktidardan pay verme şansı doğurursa halklarına nerelere taşıyacaklarını hep birlikte göreceğiz. Fakat şunu hemen belirtelim ki bu oluşumların maalesef siyasi basiretleri yok.

Takiyüddin el-Nebhani’nin  bu hareketten ayrılma sebebini de bu bağlamda okuyabiliriz. Ama ne hikmetse Müslüman halklar bu tarz hareketleri omuzlarında taşımayı tercih ediyor.

Görülen o ki şu günlerde bu İslam coğrafyalarında uygulanan şeyler yıllar öncesinden planlanmış. Ve burada yıllardır Müslümanların farkına vardıkları emperyalist düşüncelerin bir bir gerçekleştiği görülüyor. Model olarak görülenler ise maalesef bizden! birileri. Her halde ne kadar övünsek azdır!

Oluşan resim bizlere o coğrafyadaki hak arayışlarının renginin İslam olmadığını gösteriyor. Ancak bu halkların sebebi ne olursa olsun böyle bir cesaret göstermeleri de önemsenecek bir durumdur. Bize düşen ise bu aktörler içerisinde yer alan Müslümanların nasıl bir tutum sergilediklerini iyi gözlemlemektir. Buradan çıkan sonuçlara göre bu uygulamaların Müslümanları nereye götürdüğünden dersler çıkarabiliriz. Fakat bu dersleri çıkartırken inşallah kendimizi de darı ambarında zannetmeyiz. Kendimiz ve orada yaşayan Müslümanlar arasındaki kültürel fark ve mücadelesel tecrübelerimizi iyi etüt etmeliyiz. Sonra çok büyük hayal kırıklıkları ile karşı karşıya kalabiliriz. Fakat burada kesin olan bir şey var ki halka rağmen hiçbir şey ayakta kalamıyor. Öyle ya da böyle bu çağın Firavunlarının devrilişini izlemek bu çağa tanıklık adına güzel bir şey. İleride bir şeyin açıklığa kavuşması gerekiyor. Burada ayaklanan halk gerçekten yıllardır kendilerine yapılan zulümlere karşı kendi istek ve becerisi ile mi meydanlara inmiştir? Eğer böyle ise dış aktörler bu ayaklanmalar karşısında hazırlıksız yakalanmış olabilir. Ve tüm bu dış çabalar bu kalabalıkları kendi istedikleri yöne kanalize etme uğraşısı olabilir. Fakat olayların çok öncelerini göz önüne alıp resme bir bütün olarak bakarsak bence tüm bunlar planlı bir projenin ürünüdür. Bunu ilerleyen günlerde sonuca bakarak göreceğiz. Şuan sebebi ne olursa olsun bize düşen bu mazlum halkın acılarını, geçmişte çektikleri sıkıntılarını önemsemek, şehidleri için saygı duymak düşer.

Son söz: Umulur ki bu halklar tıpkı İran’da olduğu gibi sadece ve sadece İslam’ın hakim olması içinde meydanları doldurmayı göze alabilirler. Fakat şunu unutmamak gerekir ki; 

“Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir." (Enfal–53)

Selam ve dua ile…