Hikmet ERTÜRK
UMRE İZLENİMLERİ
28.07.2010–08.08.2010 tarihleri arasında “Gerçekten Safâ ile Merve Allah'ın alâmetlerindendir. Onun için her kim hac veya umre niyetiyle Kâ'be'yi ziyaret ederse, bunları tavaf etmesinde ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah iyiliğin karşılığını verir, o her şeyi bilir.” (2/158) ayeti gereği, gönlümüzden de isteyerek Umre niyeti ile Kâbe’yi ziyaret ettik.
Tabi oralarda gördüklerimiz ve de duyduklarımız buralarda hayalini kurduğumuz şeylerden çok farklı idi. Umreye gitmeden önce sitemiz yazarlarından Yasin kardeşimizin “ Umre Günlüğü” (umre´den Hayata Dersler) adlı kitabını okumayı da ihmal etmedik. İnanın samimi olmak gerekir ise ben Yasin kardeşimizin kitabında anlattığı duygu yoğunluğunu bu boyutta yaşayamadım. Gördüğüm şeyler daha çok bende hayal kırıklığı oluşturdu. Aslında bazı şeyleri tahmin edebiliyordum ama bu boyutta olduğunu düşünmemiştim. İktibas sitesinde daha çok fotoğraflar ile umre ziyaretimizi aktardım. Sitemizde ise daha çok kafamda oluşan sıkıntılı konuları değerlendirmeyi düşündüm.
Arabistan’a hakim zihniyeti Suud rejimi/ailesi oluşturuyor. Güvenliğini ise Amerika ve Fransa’ya teslim etmiş durumdalar. Tabi bu endişenin öncesine dayanan sebepleri var. Daha önce Yemenli Müslümanların Kâbe’yi ibadete kapatma eylemleri olmuş. Burada dinlediklerimden öğreniyorum ki bu eylemin sebebi bir fetvaya dayanıyor. Eğer ki Kâbe yedi gün ibadete kapatılır ise yönetimdeki Kral otomatikman düşüyormuş. Tabi altı gün dayanabilmişler. Son gün Kâbe’ye sığındıkları yere su verilip elektrikle şehid edilmişler. Bu olaydan sonra Kral tarafından bu süre uzatılmış. Daha önce İranlı hacılar içinde böylesi bir katliam vuku bulmuş. Buralarda kesinlikle Hacc ya da umrenin asli rükünlerini yapamıyorsunuz. Yani ümmet olmanıza, Müslümanları katledenleri kınamanıza izin verilmiyor. Çünkü Suudi Arabistan yönetimi bu ülkeler ile barış anlaşmaları imzalamış. Ve anlaşmayı bozmak caiz değilmiş. Amerika ile korunmanın bedeli de öyle çok ucuz değil. Ümmetin malı olan petrol gelirlerinin yarıdan fazlası Amerika’ya bu Krallık tarafından rüşvet olarak veriliyor. Kral en son Kâbe’yi üstten gören Mescid-i Haram’a bitişik bir de saray yaptırmış kendisine. Buradan tavaf yapanların manzarası ile balkonunda oturuyor.
Mekke’de bizdeki gibi bir belediyecilik anlayışı varmıdır bilmiyorum. Ama Kâbe’ye giden sokaklar çok ağır bir koku ile kaplı. Yollara ağır zivf dökülmüş ve etrafında çok kirli olduğu görülüyor. Zaten Kâbe ziraat yapılamayan bir şehir. Her yanı volkanik sert kayalarından oluşan tepeler ile çevrili ve herhangi bir ot bile yetişmiyor. Bu tepeler yok edilerek dev oteller yapılmış. Neredeyse Kâbe bile görülmeyecek hale gelmiş. Zaten daha önce hıra mağarasından görülen Kâbe şimdi yapılan binalar sebebiyle artık görülemiyor.
Umre ibadetimizi yaptıktan sonra orada çalışan bir Türk kardeşimiz ile şehrin dışına alışveriş merkezlerine bakmaya gidiyoruz. Dışarısı Kâbe’nin bulunduğu yerden çok farklı.
Yanımızdaki kardeş biraz Arapça biliyor. Memleketimizdeki kardeşlerimiz için bir kaç şey alıyoruz. Tezgâhta duran Arap genç gülerek bir şeyler anlatıyor. Sonra anlıyoruz ki muhabbet bizim ülkemizde gösterilen ve sonra Arap ülkelerinde de gösterimi olan Türk dizileri üzerine imiş. Gümüş dizisinin başrol oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ hayranlığı var. Bu genç kendisinin onun yerinde olmasını çok istiyor. Sebebi ise Arap bayanların bu oyuncuya olan hayranlıkları imiş. Burada bir diğer beğenilen dizi ise “Aşk-ı Memnu” yani “yasak aşk” dizisi imiş.
Hz. İbrahim’in kabul edilen duası ile fakirlik sıkıntısı çekmeyen bu şehrin insanları maalesef İslam’ın şahitliğini de taşıyamıyor. Burada Araplar pek fazla çalışmıyor. Alışverişi, eğlenceyi, yemek yemeyi çok seviyorlar. Burada mülk edinme olmadığından yapacağınız işlerde Arap bir kimseden vekâlet alıp ona ücret ödemek zorundasınız. Arabistan yönetimi bu konuda vatandaşlarına para kazandırıcı bu tarz önlemler almış. Dışarıdan gelen gençler buradaki Arap bayanlar ile evlenmek istemiyorlar. Çünkü bu bayanlarda yemek yapma alışkanlığı yokmuş. Yemeklerini dışarıda yiyorlar. Perşembe, Cuma günleri burada tatil. Genelde çok evlilik hakim. Bu günlerini otellerde geçiriyorlar.
Otellerde ve şoförlük işlerinde genel olarak fakir ülkelerden gelen işçileri kullanıyorlar. Endenozya ve Bangladeşliler çoğunluktalar. Ailelerini bırakıp buralara gelmişler. Bizdeki asgari ücretin altında bir fiyata çalışıyorlar. Burada bir ölçüde kölelik sistemi devam ediyor.
Buradaki Arap topluluğun üretimde bulunma çalışma adına pek bir hevesi olmadığını görüyoruz. Genelde çok lüks, batılıların yaptıkları arabalara biniyorlar. Mazot çok ucuz. Arabalar da ucuz olduğundan tamir sektörü gelişmemiş. Arabaları tamir ettirmek yerine ya öylece biniyorlar ya da yenisini alıyorlar. Hemen herkesin elinde yemekten sonra pepsi kutularını görüyorum. İsrail kola olarak giremese de marka değiştirerek buralara bu içeceklerini satıyor. Zaten bu halkın bu tarz bir duyarlılığı da görülmüyor. Türk dizileri izleyip çok eşli bir hayat sürüp bol bol alışveriş yapıyorlar. Bir tavuk almak için bile lokanta önünde kuyrukta saatlerce bekliyorlar.
Bizim umreci kardeşlerimiz buraları bu yönü ile beğenmeseler de hemen kendi ülkelerinin güzelliklerini akıllarına getiriyorlar. Fakat şunu hemen belirtmeliyim ki bizim ülkemizi de böyle bir gözle değerlenirsek benzer durumlar söz konusu olacaktır.
Umre kafilemiz genel olarak Konyalı kardeşlerden oluşuyor. İki tane kafile sorumlumuz var. Yola çıktığımız andan itibaren tasavvuf ağırlıklı bir din ile karşı karşıya kalıyoruz.Bu yüzden Umre boyunca duyacağınız en fazla konulardan biriside zikir konusu olacak. Zikir kelimesinin sözlük anlamı da düşünmek, hatırlamak, hatırlatmak, anmak, öğüt, ihtar, uyarı anlamlarına geliyor. Fakat bu kimseler Kur’an’da 250 den fazla yerde geçen zikir ifadesinin anlamını o kadar daraltmışlar ki bunu sadece Allah’ın adını dilleri ile söylemek olarak algılıyorlar. Hal bu ki zikir Müslümanların Allah adına yapmış oldukları her türlü amelin genel adıdır. Zaten bütün ibadetlerimizin özü Allah’ı hatırlamak, akılda tutmak şekli ile O’na itaat etmektir. Umreye gelen kişiler 500,1000 kez tevhid çekmek, Peygambere (S) salâvat getirmek için epey zaman harcıyorlar. Fakat tüm bunlar için tabi ki bir beklenti içerisindeler o da Peygamberimizin kendilerine şefaat edeceği anlayışı. Günahlarını da bu şekli ile toptan affettirecekler.
Tabi Kâbe’ye yaklaştıkça otobüsümüzde bilgilendirme konuşmaları yapılıyor. Tabi konuşulan şeyler benim keyfimi kaçırıyor. Verilen bilgilerin çoğu Kur’an ile alakalı değil. Genelde falan zatların yorum ve söylemleri. Kâbe’yi tavaf edenlerin evliya ermiş kişiler melekler olduğundan bahsediliyor. O yüzden tavaf edenlere kötü davranmamamız söyleniyor. Yanlışlıkla bu evliya zatların kalplerini kırabilirmişiz. Birde “Allah’ın eli” meselesi var. Allah Kur’an’da yarattığı şeylerin hiç birine benzemediğini söylese de falanca tasavvuf bilicinin sözü burada aktarılıyor. Haceru’l Esved ile Kabe kapısı arasındaki bölümün haşa Allah’ın eli olduğu anlatılıyor. Bu yüzden de orada izdihamlar oluyor. Umreciler zannediyorlar ki orada Allah ile tokalaşıyorlar.
Tavafımız Sa’y yapıldıktan sonra bitiyor. Gezi programımız olacak. Kafilemizde olan kardeşlerimizle de tanışma fırsatımız oluyor. Bu kardeşlerimizin ceplerinde bulunan kitaplarda güllü yasinli Arif Pamuk'un kitapları başrollerde oynuyor. (Sevgili kardeşimiz Şükrü Hüseyinoğlu bir yazısında bu kitapları konu etmişti.) Bu kitaplarda Kitabında kimden nasıl şefaat koparılır, bunlar tek tek sıralamış. Zaten bu konu sürekli hem dualarda hem de irşat toplantılarında dile getiriliyor. Buraya şefaat aracılığı ile günahlardan arınmaya gelinmiş gibi bir hava estiriliyor. Şefaatin müşrik Yahudi inancı olduğunu İslam’da böyle bir şeyin olmadığını hatırlatmamız baya tepki topluyor. İlahiyat okumuşlarımızdan uyarı geliyor; “Kur’an’ın ne demek istediğini biz anlayamayız bu konularda yorum yapmak doğru olmaz.” Sözü fazla uzatmıyoruz. Çünkü kardeşler içerisinde fanatikler de var. Zaten soru sorulmasından pek hoşlanmıyorlar. Israrlı bir şekilde soru sormayı sürdürünce nasibimi de alıyorum zaten. Hemen İrancı ve de mealci olmakla suçlanıyorum. Münzelife'de de Hadis uzmanı Doçent bir ialhiyatçı zaten hemen hemen herkesi hadis inkârcısı olarak suçlamıştı. Ardından da laik sistemin devamı, bölünmemesi için bol bol dualarda bulunup onu bölmek isteyenleri de Allah’ın kahretmesini diledi. Tüm bu dualar boyunca ağlaması da cabası idi.
Mekke’ de otelimiz Kâbe’ye çok yakın olduğundan vakit namazını sürekli Kâbe’nin yanında kılıyoruz. Kâbe karşısından namaz kılmak çok güzel bir duygu. Son günlerinizde buradan ayrılmak istemiyorsunuz.
Medine’de Mescid-i Nebevi ilk durak yerimiz oluyor. Mekke-Medine arası 400 km civarı ve sabah namazına Medine’ye varıyoruz. Burası bildiğimiz Peygamberimizin (S) devesinin çöktüğü yere yapılan mescit. Şuan burası 400 da bir alan içerisine kurulmuş. Sadece mescidin içi 100 da ve burada bir milyon kişi aynı anda namaz kılabiliyor. Mescit içerisinde Peygamberimizin (S) ve ashabın mezarları var. Mescidin üstünde yeşil bir kubbe var. Arap polisi sık sık bu mezara doğru dönüp dua eden umrecileri uyarıyor. Yönlerinin Kâbe’ye doğru olmasını kendi lisanı ile anlatmaya çalışıyor. İçeride yeşil bir halı var orada namaz kılmak için uğraşan umreciler oluyor. Çünkü orada namaz kılar iseniz cehennem ateşinden kurtuluyorsunuz. Bu tarz inançlar sürekli anlatılıyor.
Hendek cihadının olduğu yerlerde hendeğe dair hiçbir iz bulunmuyor. Buralara benzin istasyonu ve binalar yapılmış. Yalnız Araplar bu tarz yerlere büyük mescitler inşa etmişler. Tabi umreciler buralarda bulunan ağaçlara bol bol çaput bağlamışlar. Uhud cihadının olduğu yer diğer yerlere göre daha orijinal kalmış. Okçular tepesi meydanın içinde duruyor. Bizde bu tepeye çıkıyoruz. Yanımızdaki kardeş tekbir getiriyor. Burası ganimetler adına yerlerini değiştiren sahabelerin korumakla yükümlü olduğu tepe. Tabi bizde bu tepede yerlerini terk eden kardeşlerimizi hatırlıyor Rabbimize onları tekrar yerlerine döndürmesi için dualarda bulunuyoruz.
Belli dönemlerde buralarda kafile sorumluları irşat çalışması dedikleri toplantılar sohbetler düzenliyorlar. Tabi umreciler arasında da şuan ki referandum gündemi konuşuluyor. Hemen hemen herkes bu olayı yeni bir kurtuluş savaşı gibi görüyor. Sistemin kendini yenileme görevini bu Müslümanlar eliyle yaptırıyor olması çok üzücü. Bir kez daha görüyorum ki bu tarz Müslümanlarda siyasi bir bilinç gelişmemiş. Zannediyorlar ki gelen şey İslam’a uygun olacak ve İslami bir düzenin gelmesine yardımcı olacak. Halbu ki laik sistem bu değişimlerle birlikte daha da güçlenecek. Müslümanlara karşı daha geniş görüşlü olacak. Zaten oy vermekle sistem İslami olana dönüşecek olmuş olsa oy vermek emin olun ki yasadışı ilan edilirdi. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.
Umremiz bu izlenimler ile sona yaklaştı. Ben farklı yerlerden gelen ve kendi kafilemizde gözlemlediğim izlenimlerden şu kanıya sahip oldum ki, Müslümanlar bu dünya ile ilgili değiller. Tüm dertleri öteki dünyada kendilerini kurtaracak sevap alma ve günahlarını affettirme çabasından ibaret. Siyasi bir bilinç taşımıyorlar. Dünyaya liderlik yapacak bir vizyona sahip değiller. Allah’ı razı etmenin tüm insanların kurtuluşuna hizmet etmek geçtiğinin farkında değiller. Bireysel olarak günahtan arınma ibadetleri yapıyorlar. Bu olay hayata etkisi olan bir anlayışa dönüşmüyor. Ne diyelim inşallah Allah Müslümanlara siyasi bir bilinç nasip eder. Çünkü dünyamızın Müslümanların önderliğine ihtiyacı var. Herhalde bu gidişle biz epey bir zaman daha sıramızı bekleyeceğiz. Allah hepinize umre ve Hacc ibadetini bilinç boyutunda yapmayı nasip etsin.