Hikmet ERTÜRK

29 Mayıs 2012

YAHUDİ VE HIRİSTİYANLAR DA CENNETE GİDECEKLER Mİ?

Yahudi ve Hıristiyanların da cennete gidip gitmeyeceği ile ilgili bu soru ilk bakışta çok tuhaf, önemsiz bir konu gibi görünebilir. Fakat son dönemlerde kimi çevrelerin bu ve benzeri soruların cevapları üzerinden gizli gündemlere sahip olduklarına şahit oluyoruz.

Söz konusu ayet Bakara suresinin 62. ayetidir. Kur’an’da şu şekilde geçiyor.

“Müminler ile Yahudi, Hıristiyan ve Sabiilerden Allah’a ve Ahiret gününe inanıp iyi ameller işleyenler, hiç şüphesiz, Rabbleri katında mükâfatlarını alacaklardır; onlar için korku yoktur; onlar artık hiç üzülmeyeceklerdir.” (Bakara–62)

Aslında ayet yoruma bırakılmaksızın çok açık görünüyor. Bu ayette müminlerden kasıt Müslümanlardır. Sabilerden maksat ise müşrik Araplardan kopmuş bir topluluktur. Bu topluluk müşriklerin yapmış oldukları şirke bulaşmamış, tevhid inancına benzer bir inancı muhafaza etmiştir. Yani hemşerilerinin dinine inanmaksızın Hz İbrahim’in şeriatına göre hareket etmişlerdir. Bunu da hiçbir rehberleri olmaksızın yapmışlardır. Bundan dolayı müşrikler bu zümreye sapıklar ismini takmışlardı. Zaten bu gurup Hz Muhammed Peygamber (S) geldikten sonra hemen Müslümanlığı benimsemiştir.

“Okumuş olduğumuz yukarıdaki bu ayet bize şunu anlatmaktadır: Sözü geçen bu zümreler içinde Allah'a ve Ahiret gününe inanarak salih ameller işleyen herkes Allah katında hak ettiği mükâfata kavuşacaktır. Böyleleri için ne korku ve ne de hüzün ve keder kesinlikle söz konusu olmayacaktır. Önemli olan inanç sisteminin özüdür; bu konuda hiçbir ırk ve millet taassubu geçerli değildir. Elbette ki bu kural, Peygamber efendimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliği öncesi için geçerlidir. Yoksa Peygamberimizin gelişi ile iman mükemmel ve en son şeklini almıştır.”[1]

Anlaşıldığı üzere Yahudi ve Hıristiyanların cennete gitmese bile cehenneme gitmeyeceği şeklinde savunulan ve Allah dilerse cennetine de alır denilen bu ayetin günümüzdeki Yahudi ve Hıristiyanlarla bir ilgisi bulunmamaktadır.

Günümüzdeki ehli kitabın çok büyük bir bölümünü içine alan ayetler bu konudaki hükmü kesin bir şekilde vermektedir.

 "Allah, Meryem oğlu Mesih'(İsa)dır" diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır. Oysa Mesih demişti ki; "Ey İsrail oğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona cenneti kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı yer cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur." (Maide–72)

 "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Tek Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer onlar bu dediklerinden vazgeçmezler ise onların içindeki kâfirlerin başlarına acıklı bir azap gelecektir.” (Maide–73).

“Yahudiler "Üzeyir Allah'ın oğludur" dediler. Hıristiyanlar da "Mesih (İsa) Allah'ın oğludur" dediler. Bunlar, onların ağızları ile geveledikleri dayanaksız sözlerdir. Böyle demekle daha önceki kâfirlerin sözlerine özeniyorlar. Allah kahretsin onları. Nasıl gerçeklerden sapıyorlar?” (Tevbe–30)

Yukarıdaki ayetler çok açık bir şekilde günümüz Yahudi ve Hıristiyanlarının Allah’a ortak koştuklarını anlatmaktadır. Böylesi muhkem ayetler ışığında farklı yorumlar yapmak imkânsızdır. Eğer illaki bu kimseler cennete gidebilir deniyorsa bu kimselerin İslami kimlikleri altında başka gündemler gizlidir demektir.

Belki de Allah’a karşı içlerinde samimi bir sevgi beslemelerine karşın bu aldatıcılara aldanan kardeşlerimiz bazı kavramları algılayamıyorlardır. Özellikle ayetlerde “kâfirler” diye geçen zümrelerin kimler olduğu ve tanımı üzerinde bilgi eksiklikleri olabilir. Bu bağlamda Yahudi ve Hıristiyanlar da kâfirdirler. Kâfir anlamı ateizm anlamında yani “Allah’ın varlığını kabul etmeyenler” anlamında kullanılmıyor. Genel olarak hakkı örten Hz Muhammed’in (S) getirdiği mesajlara inanmayan, O’nun Peygamberliğini kabul etmeyenler için kullanılmış. Bu bağlamda kâfirler de Allah’ın varlığına inanırlar. Fakat İslam’ın emirlerine O’nun Peygamberi Hz Muhammed’e (S) inanmazlar. Bu yüzden bir kimse Allah’a inanıyorsa ve de Salih amel işleyip güzel davranışta bulunuyorsa Allah bu kimseleri de affedecektir inanışı yanlış bir inanıştır. Tüm bunlar Kur’an dışı çok iyi niyetli düşüncelerdir. Fakat eğer bizler kendimizi Müslüman olarak görüyorsak bu düşüncelerin Allah katında bir değeri yoktur. Çünkü bizim uymamız gereken ilkeler İslam’ın kitabı Kur’an’da geçen Allah’ın sözleridir. Kur’an’ı kabul etmeyen, kitapta geçen Allah’ın sözlerine inanmayan kimselerin de Allah tarafından bağışlanması söz konusu olamaz.

Yüce Allah şöyle buyuruyor;

"Allah ve Resulü bir işte hüküm verdiği zaman, artık iman etmiş bir erkek ve kadına, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir dalalete düşmüş olur." (Ahzab–36)

Evet, kim ki Allah’a ve resulüne karşı gelirse apaçık bir dalalete düşmüştür. Buradaki Resul’ün Hz. Muhammed (S) olduğunu hatırlayalım. Bu ayete rağmen Hz. Peygamberi Allah’ın elçisi olarak kabul etmeyen, O’na karşı çıkan, getirmiş olduğu davası ile mücadele eden Yahudi ve Hıristiyanların dalalette olmadığını söylemek ve üstelik de bu kimselerin salih amel işleyip iyi işlerde bulunanlarının cennete gideceğini söylemek Allah’ın sözleri ile çelişen ifadelerdir. Hatta bu kimselerin Müslümanlar ile barış halinde olmaları ya da iyi kimseler olmaları da bu gerçeği değiştirmez. Çünkü İslam dini Kur’an ve onun Peygamberi son elçi Hz. Muhammed (S) ile tamamlanmıştır. Diğer dinlerin hükümleri de geçersiz kılınmıştır. Bu yüzden Hz. Muhammed’e (S) inanmak temel itikadi bir meseledir. O’nun Peygamberliğini kabul etmeyen bir kimsenin af edilmesi söz konusu olamaz.

Fakat tüm bu kesin hükümlere rağmen kimi çevrelerin hala Yahudi ve Hıristiyanlar ile olan ilişkilerini Kur’an’da geçen ayetlerin sınırlarını da aşarak sürdürdüklerini görmekteyiz. Bu konular ile ilgili zaman zaman beyanatlarda da bulunmaktadırlar.

Bu konu ile ilgili Fethullah Gülen şöyle demektedir.

"Geçmiş dönemlerde, belli Hıristiyan ve Yahudilerin apaçık gerçek ‎karşısında gösterdikleri inat, ayak direme ve düşmanlığı ifade için Kur’ân’ın kullandığı aynı üslûp, bugünün Yahudi ‎ve Hıristiyanları için de kullanılacak diye bir şart, bir mecburiyet olamaz. Bu tür âyetlerde sübût-u kat’iye arandığı ‎gibi, delâlet-i kat’iye de aranmalıdır. Yani, bu âyetlerin Kur’ân âyetleri olduğu kesindir. Fakat, o âyetlerin ilk günden ‎bu yana bütün her Yahudi ve Hristiyanı içine aldığı kesin değildir.”[2]

Doğrusu o günden bugüne Yahudi ve Hıristiyanlar değişime, mutasyona uğramış da, bizim mi haberimiz yok bilemiyorum. Fakat yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi günümüz Yahudi ve Hıristiyanlarının inançlarında bir değişim görülmemektedir.

Allah’ın mesajları evrenseldir ve kıyamete kadar da mesajı değişmeyecektir. Allah geleceği de bilendir. Ayetlerinde neyi murat ettiğini neyi anlatmak istediğini kullarına danışacak da değildir.

Rabbimiz; “Ey iman edenler! Gerçekten hahamlardan ve papazlardan birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan alıkoyarlar..." (Tevbe–34) diye bizleri uyarıyorsa biz bu uyarıya uyarız. Ve bu kimselerle ilişkilerimize de dikkat ederiz.

Peki, bu ve benzeri ayetleri görmezden gelerek Fethullah Gülen ne demek istiyor?

Kanımca Kur’an’da Yahudi ve Hıristiyanlar ile ilgili geçen, onlar adına ağır ithamların geçmişte yaşamış olan Yahudi ve Hıristiyanları ilgilendirdiğini, o yüzden de günümüzde yaşayan bu kimselerin bu ifadelerden rahatsızlık duymamaları gerektiğini söylemeye çalışıyor. Diyor ki, “zaten siz onların yaptıkları hataları” yapmıyorsunuz. Bu tutum mutlak şirk içinde olan bu toplumların sırtını sıvazlamak, onlara yaranmaktan başka bir şey değildir. Gittikleri yolun doğru olduğunu söylemek ve onları bu hali ile kabul etmek onları kandırmaktır. Tüm bu toplumlara İslam’ın gerçek mesajını anlatıp onların hidayetlerine vesile olmak varken, bu hali ile onları avutmanın çelişkisi, anlamsızlığı ortadadır. Üstelik günümüzde Yahudi ve Hıristiyanların Müslümanlara yaptıkları zulümleri atalarını aratmış durumdadır. İsrailli Yahudilerin, Filistinli Müslümanlara yaptıkları ortadadır. Amerika ve batılı Hıristiyanların ise Irak ve Afganistan’da neler yaptıklarına hep birlikte şahit olduk. Sanki tüm bu olaylar yaşanmamış gibi açıklamalar yapmak hiç de doğru durmuyor.  Kanımca Fethullah Gülen ve benzeri kimselerin Yahudi ve Hıristiyanları cennetle müjdelemelerinin ardında kimi gizli gündemler mevcuttur. O yüzden de bu tarz söylemler kimden gelirse gelsin mutlaka Kur’an’ı bu sözlere hakem kılmak gerekiyor. Yoksa bu durum bizlerin de böylesi tutarsız düşüncelere kapılmasına yol açabilir.

Aslında Yüce Allah Kur’an’da Kitap ehlinden kimselerin bazıları ile ilgili güzel sözler de söylemektedir. Bu ayetlerin anlam sınırları aşılmasa böylesi bir ilişki Yüce Rabbimizin de olmasını istediği bir ilişki biçimidir. Fakat bu ayetler anlamlarından uzaklaştırılarak iş başka noktalara götürülmeye çalışılıyor.

Kur’an diyor ki;

“Kitap ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet etsen, onu sana eksiksiz iade eder. Fakat öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana iade etmez.” (Ali İmran–75)

“Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları dışında kalanları ile tartışırken olabildiğince gönül alıcı ve etkili bir dil kullanınız. Onlara deyiniz ki, "Bizler hem bize ve hem de size indirilen kitaplara inanıyoruz. Bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek ilaha teslim olmuşuz." (Ankebut–46)

Ayetin sonundaki "Ve biz O'na teslim olanlarız" bölümü aslında aynı dinin mensuplarıyız, yani İslam'a tabiyiz anlamı taşımaktadır. Üstelik ayette bahsedilen konu bu kitapların Allah tarafından indirilmiş oluğudur. Yoksa içeriği ve metni değiştirilmiş kitaplara inanılma anlamında bir söz değildir. Müslümanlar bu kimselere geçmişlerini hatırlatıyorlar. Ayetin sonunda ise “bizim de sizin de ilahınız birdir, biz O tek olan ilaha teslim olmuşuz o halde sizler de bizim gibi tek olan ilaha teslim olun yani Müslüman olun” telkini yapılmaktadır.

Ancak Yahudilerin ve Hıristiyanların zalim olanları için gönül alıcı ve etkili bir dil kullanımı bu genellemenin dışındadırlar. Çünkü onlar, kalıcı inanç sisteminin temel kuralı olan Tevhid, yani Allah'ın ilahlıkta ve Rabb'lıkta birliği ilkesinden sapmışlardır. O'nun hayat sistemini bir kenara bırakıp insan aklının ürünü olan laiklik, demokrasi, liberalizm v.b başka sistemlere uymuşlardır. Bu yüzden böyleleri ile tartışılmaz, iyi ilişkiler içine girmek gerekmez. Nitekim İslâm Medine'de bir devlet kurar kurmaz böylelerine savaş ilan etmiştir. Söz konusu olan bu savaş hali günümüz Yahudi ve Hıristiyanları içinde geçerlidir. Aslında işin en tuhaf yönü kendilerinin Müslüman olduğunu söyleyen kimi halkın da Müslüman olan ülkelerinin idarecilerinin Müslüman beldelerini işgal eden, buradaki Müslümanları katleden Hıristiyan haçlı ordularına nasıl olup ta yardım edebildiğidir. Hıristiyanların kurdukları bazı çatı örgütler şemsiyesi altında hemen hemen tüm Müslüman ülkelerden de oluşan askeri birlikler ne yazık ki hep Müslüman bölgelerinde harekât yapıyorlar. Çünkü bu Müslüman ülkeler ile Hıristiyan ülkeler yöneticileri aslında aynı ideolojiyi paylaşıyorlar. Ve her tarafa hem fikir oldukları demokrasiyi yaymak adına katliamlara gidiyorlar. Bu iş kesinlikle bir barış hali değil bu kendilerine müslümanım diyen kimselerin İslam’a olan ihanetidir. Bu olaylar böyle gösterilerek ehli kitap ile bir ve bütün olmaya çalışmak tüm bu çirkefliklere karşı çıkan Müslümanlara da terörist muamelesi yapıp üzerlerine bombalar yağdırmak asla ve asla bu davranışların haklılığını göstermez. Bizler asla ve asla böylesi ne Yahudi ve Hıristiyanlardan oluşan ehli kitapla ne de Müslüman olduklarını söyleyen ehli kitapla herhangi bir bağ oluşturamayız.

Artık şunu anlıyoruz ki ayetlerde geçen, ehli kitap ile ilgili bahsedilen şeyler onlar içindeki iyi ve kötü kimseler ile nasıl bir ilişki kuracağımızla ilgilidir. Yoksa onların cennete gidip gitmeyeceği ile ilgili meseleler değil. Çünkü her toplumun iyi ve kötü sayılan insanları vardır. Yahudi ve Hıristiyanlar içerisinde de elbette iyi kimseler olacaktır. Fakat bu iyi diye tabir ettikleri kimselerde en son din olan İslam’ı ve O’nun elçisi Hz Muhammed’i (S) kabul etmemiş kâfir kimselerdir. Fakat buna rağmen kimi ayetler delil gösterilerek bu kimseler aklanmaya çalışılmaktadır. Ama bu konuya delil gösterilen ayetler bu konular ile de ilgili değildir. Aşağıda anlamlarını vereceğimiz bu ayetler dikkatlice incelendiğinde ayetlerde bahsi geçen kimselerin, kitap ehli kimselerin içerisinde iken, İslam dininin mesajına inanıp Müslümanların safına katılan kimseler olduğu anlaşılacaktır.

Kur’an bu kimseler hakkında şöyle diyor;

“Ama onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinin içinde geceleri ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyan ve secdeye kapanan bir kesim vardır.” (Al-i İmran–113)

“Bunlar Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emrederek kötülükten sakındırırlar, hayırlı işlere koşarlar. Onlar iyi kullardandırlar.” (Al-i İmran–114).

“Onların yaptıkları hiçbir iyilik karşılıksız kalmayacaktır. Hiç kuşkusuz Allah takvalıların kimler olduğunu bilir.” (Al-i İmran–115).

“Kâfirlere gelince, ne malları ve ne de evlatları kendilerine Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar cehennemliktirler, orada sürekli olarak kalacaklardır.” (Al-i İmran–116 )

"Onlardan, iman edenler vardır ama çoğunluğu fasıktır."

Ayetlerde söz konusu edilen kimseler, Abdullah b. Selâm, Esed b. Ubeyd, Sa'lebe b. Şa'be ve Ka'b b. Malik’tir. “Ehl-i kitaptan bir topluluk olan bu kimseler iman etmiş ve müslümanlıkları güzel karşılanmıştı. Burada yukarıdaki ayet-i kerimeler onlara kısaca değinmektedir. (Daha sonraki ayette tafsilatlı değinilecektir). Çoğunluğu ise, Allah'ın, "Her birinin kendisinden sonra gelen kardeşine iman etmesi ve yardım etmesi" yönünden nebilerle yaptığı misaka bağlı bulunmamak suretiyle Allah'ın dininden sapmışlardır. Ayrıca İsrail oğulları dışında bir Resul göndermesinden dolayı O'nun iradesine teslim olmaktan, bu Resule uyup itaat etmekten ve Allah'ın bütün insanlar için irade buyurduğu kanunlarıyla yönetilmekten yüz çevirmelerinden dolayı da Allah'ın dininden sapmışlardır.

Bu, Ehl-i kitaptan iman edenlerin parlak bïr manzarasıdır. Şüphesiz onlar, doğru, köklü, tam ve kapsamlı bir imanla inanıp, müslümanların safına katılarak bu dini korumaya özen göstermişlerdi. Çünkü onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etmişlerdi. İmanî sorumluluklarını yerine getirip katıldıkları -insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet- müslüman ümmet ismini hak ederek iyiliği emredip kötülüğü nehyetmişlerdir. Ruhların tamamen iyiliğe yönelterek onu kendilerine yarıştıkları bir hedef yapmışlar ve hep beraber iyiliklere koşmuşlardı. Bundan dolayı da salihlerden oldukları ve yüce Allah'ın onların muttakilerden olduğunu bildiğine işaret edilerek, haklarının zayi olmayacağına ve ecirlerinin inkâr edilmeyeceğine dair bu doğru söz varid oluyor.”[3]

Görüldüğü gibi üç ayetin sonundaki ayette ise Peygamberin (S) mesajlarına inanmayarak, evlatları ve mallarına güvenen ve Müslümanların safına geçmeyen ehli kitap (Kâfirler) için onlar cehennemliktirler denilmiş ve orada sürekli kalacakları kendilerine bildirilmiştir. Yani bu olay bundan ibarettir. Bahse konu olan ayetlerde günümüz Yahudi ve Hıristiyanları içerisindeki bazı iyi nitelikteki Yahudi ve Hıristiyanları anlatmamaktadır. Konu tamamen Ehli kitap iken Müslüman olan kimseler ile ilgilidir.

Fakat Kur’an’da biz Müslümanların Ehli kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar ile nasıl bir ilişki kuracağımız hakkında da bilgiler verilmiştir. Bizim görüşümüz buradaki olumlu ayrımlarda hep din uğruna biz Müslümanlar ile savaşmayanlar ve bizleri yurtlarımızdan çıkarmaya yeltenmeyen ehli kitap ile ilgilidir.

Bu konu Kur’an’da şöyle geçmektedir.

 “Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz.” (Mümtehine–8)

İşte tüm bu konular bizim anlatmaya çalıştığımız konulardan farklı şeylerdir. Yani bu ve benzeri ayetlerde Yahudi ve Hıristiyan ya da her ne topluluk olursa olsun bizlerle savaşmayan, bizleri yurtlarımızdan çıkarmayan kimselere karşı adil davranmamızın bir sakıncası olmadığı anlatılıyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi günümüzdeki Yahudi ve Hıristiyanlar ile böylesi bir barış durumu söz konusu değildir. Bu zalimler her yerde Müslüman kanı akıtmaktadırlar.

Yüce Rabbimiz ayetlerinde “Onlar, yaptıkları kötülüklerden vazgeçmiyorlardı. Yaptıkları şey ne kötü idi.” (Maide–79) diyor ve bizleri uyarıyor; “Onlardan birçoğunun kâfirleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin kendilerine sunduğu şey ne kadar kötüdür! Allah onlara gazap etmiştir. Onlar ebedî olarak azap içinde kalacaklardır.” (Maide–80)

"Eğer onlar, Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilen Kur'ân'a inanmış olsalardı, kâfirleri dost tutmazlardı. Fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Maide–81)

“Çünkü onlar Allah'a karşı gelmişler ve O'nun ölçülerini çiğnemişlerdi.”

Elbette ki onlar Allah’a ve Peygamber’e ve O’na indirilen Kur’an’a inanmış olsalardı kâfirleri dost tutmazlardı. Burada açık olan bir şey var ki Kur’an’a inanan biz Müslümanların Yahudi ve Hıristiyanları (Kâfirleri) dost edinmemiz düşünülemez. Bizlerin çok dikkat etmemiz gereken bir konu ise sırf çıkar ilişkilerimiz nedeni ile kardeşlerimiz ile olan ilişkilerimizde birbirlerimizin uyarıcıları olmamızdan vazgeçmemeye gayret göstermemizdir. Çünkü yukarıdaki ayetler İsrail oğullarının biri birlerini hak üzere uyarmamalarından dolayı fasık duruma düştüklerini hatırlatıyor.

İslam’a bağlı olan bizler başkalarının yaptığı kötülüğü gördüğümüzde bundan bana ne diyemeyiz. Ben bu işe karışırsam benim de başım belaya girer düşüncesinde olamayız. Bu tip davranışların sahipleri yukarıdaki ayetlerde fasıklar olarak adlandırılıyorlar. Eğer kötülükler karşısında sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranırsak bu bizim İslam olma iddiamızı zayıflatacaktır.

Yukarıdaki ayetler bağlamında, bu sözleri söylediğinde peygamberimiz (S) yaslanmış bulunuyordu, doğrularak oturdu ve şöyle buyurdu:

"Canımı elimde tutan Allah'a yemin ederim ki siz onları doğru yola geri çevirinceye kadar çalışacaksınız."

Ebu Davud Abdullah b. Mesud'dan Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "İsrail oğullarında ilk meydana gelen zaaf şuydu; onlardan biri kötülük yapan birine rastladığında: Ey adam Allah'tan kork ve yaptığın işi bırak çünkü bunu yapman sana helal değildir, derdi. Fakat ertesi gün tekrar onunla karşılaştığında bu durum onu beraber yemek, içmek ve oturmaktan alıkoymazdı, onlar böyle yaptıkları için Allah, onların kalplerini birbirine benzetti." Sonra Peygamber "İsrail oğullarının kâfirleri Davud ve İsa'nın diliyle lanetlendiler" diye başlayıp "onların çoğu yoldan çıkmış (fasık) kimselerdir diye biten ayetleri okudu. Arkasından sözlerini şöyle bağladı. "Allah'a yemin olsun ki, hayır siz iyiliği emredecek kötülüğe engel olacaksınız. Zalimin elini tutup zulüm etmesine engel olacaksınız ve siz onu doğru yola geri çevirene kadar mücadele edeceksiniz."

Burada bizlerin görevi ehli kitaptan olsun kitap ehli Müslümanlardan olsun onları sadece yaptıkları kötü şeylerde uyarmak değil bu durumda ısrar etmek, ilişkilerimizi bu kimselerin sözü dinleyip dinlemediğine göre ayarlamaktır. Yani sadece iyiyi emir ve kötülükten sakındırma uyarıları yapmak değildir. Mesele bununla bitmemeli bizlerin görevi bu isteklerimizde ısrar etmek, onlarla kesin tavır ortaya koymak, kötülüğü, bozgunculuğu, günahkârlığı ve zulmü kuvvetle engellemektir.

Zaten bizlerin Kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlara ne söylememiz gerektiği Kur’an’da açıkça belirtilmiştir. Bu belirtilen sözde de hiçte öyle ehli kitap ile her şeye rağmen, kötülüklerine göz yumarak, aramıza mesafe koymadan, aynı yolda yürünmesini öğütlememektedir.

“De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun biz Müslümanlarız.” (Ali İmran–64)

İşte Rabbimizin bizlere söylememizi istediği bu sözlere olumlu cevap vermeyen Allah’a ortak koşan Ehli kitabın iyileri ya da kötüleri bizlerin dostu olamazlar. Bu kimseler ile herhangi bir bağımız olamaz.

Yüce Allah bu kesim ile olan ilişkilerimizde bizleri uyarıyor.

“Ey mü'minler' Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyiniz. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse o onlardan olur. Hiç kuşkusuz Allah, zalimleri doğru yola iletmez.” (Maide–51).

Anlaşılacağı üzere Allah’ın tüm uyarılarına rağmen kimi ayetlere farklı anlamlar yükleyerek onların cennete gideceğini söyleyip sonra da bu kimseler ile dostane görüntüler veren kişiler Yüce Rabbimiz tarafından onlar gibi olmakla bir tutulmuş.

Ve Yüce Allah,  “Kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler ve ne de Hristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır. De ki; ‘Doğru yol, sadece Allah'ın yoludur': Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah tarafından ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazsın.” (Bakara–120) diyor.

Bu ayette Rabbimiz bizlere Yahudiler ne de Hıristiyanların kendi dinlerine uymadığımız müddetçe bizlerden razı olmayacaklarını söylüyor. Yani bizim anlayacağımız Yahudi ve Hıristiyanlar bazı Müslümanlardan! övgü ile bahsediyorsa, onun düşüncelerini dünya Müslümanlarına örnek gösteriyorsa ve ondan razı oluyorlarsa burada düşünmemiz gereken noktalar var demektir. Çünkü yukarıdaki ayette bizlere net bir bilgi vermektedir. “Kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır.” Ve bu söz sıradan birinin değil her şeyden haberdar olan Yüce Allah’ın sözüdür. Bize de inanmak düşer.

O yüzden bizler Kur’an’a rağmen söylenen her söze itibar edemeyiz.

Kardeşlerimiz unutmamalılar ki Kur’an’a rağmen söylenen her sözün birer arka planı bulunmaktadır. Bu tip şeyler gizli gündemleri barındırırlar. O yüzden bulundukları ortamlarda kendilerine din adına söylemde bulunan uyarıcılarına dikkat etmeliler. Sorgulayıcı bir dile sahip olmalılar. Şunu artık anlayalım ki Kur’an anlaşılır bir kitaptır. Kur’an bizler arasındaki anlaşmazlıklarda hakem olabilecek sadeliktedir. Kur’an’a rağmen söylenmiş hiçbir sözü, hiçbir yol arkadaşlığını asla kabul etmemeliyiz. Bizlerin ayrı bir kitabı yok. Fakat kimilerinin söyledikleri birçok söz sanki başka bir kitabın sözleri gibi. Bu bağlamda Kur’an dışında söylenen her söz batıl hükmündedir ve Allah’ın sözleri ile irtibatlandırılamaz. Bu konular çokça dikkat etmemiz gereken hususlardır. Eğer bizler bu kaidelere uymaz isek o zaman yüce Allah’ın ikazları ile karşı karşıya kalırız.

“Size ne oluyor, nasıl hüküm veriyorsunuz? Yoksa size ait bir kitabınız var da (bu batıl hükümleri) ondan mı okuyorsunuz? Onda, “Seçip beğendiğiniz her şey mutlaka sizindir” (diye mi yazılı?)”   (Kalem–36–38).

Yukarıda anlamlarını verdiğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar ile ilgili tüm ayetler asla ve asla belirli bir zamana yönelik ayetler değildir. Tüm zamanları kapsamaktadır. Bu ayetler tüm zamanlar boyunca biz Müslümanlara seslenmektedir. Yani bizim kitabımızın ayetleridir. Biz de kardeşlerimize diyoruz ki; Allah’ın kendilerine seçtiği din İslam’dır. Bu dini benimseyen kardeşlerimizin bu dinin hükümlerini oraya buraya çekerek anlamlarından uzaklaştıranlar ile bir bağı olamaz. Öyle ki bizler bu dinden hoşnut olanlarız. Yüce Allah "…Bugün sizin hesabınıza dininizi bütünledim, size yönelik nimetimi tamama erdirdim ve sizin için din olarak İslâm'ı beğendim…" (Maide–3) diyor.

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dinİslâm’ı dinedinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” (Tevbe–29) diyor.

Dikkat ettiyseniz, bu ayette Allah’ın ve Resulünün yani Hz Muhammed’in haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen kimseler ile kendi elleri ile cizye verinceye kadar savaşmamız emrediliyor. Yoksa bu kimseler ile bir arada yaşamanın yollarını arayın denilmiyor.

Biz de Yüce Allah’ın bu sözleri üzerine başka bir söz söylemeye gerek duymuyoruz.

Selam ve dua ile…

 Dipnotlar

[1]Seyyid Kutub, Fizılâlil Kur'ân, Bakara Suresi 62. ayet Türkçe açıklaması.

[2]Fethullah Gülen, Küresel Barışa Doğru.

[3]Seyyid Kutub, Fizılâlil Kur'ân, Al-i İmran Suresi 112,113 ve 114. ayetlerin Türkçe açıklaması.