Muhammed Hamidullah’ın Siyer İlmine Katkıları

Muhammed Hamîdullah geçen asrın en büyük İslâm alimlerinden birisi olarak özellikle Hz. Peygamber’in (sav) tanınması ve tanıtılmasında, yani siyer ilmi sahasında önemli bir misyon üstlenmiş ve bu alanda kıymetli eserler vermiştir.

18-12-2022


Muhammed Hamîdullah, başta Kur’an ilimleri olmak üzere, İslâmî disiplinlerin pek çoğunda eserler vermiş komple ve velûd bir âlimdir. Bununla birlikte özellikle İslâm Peygamberi adlı eseri sebebiyle ülkemizde daha çok bir siyer alimi olarak tanınmıştır.
 
Müellifin İslam Peygamberi’nde başka, siyer sahasında gerek neşir gerekse telif olarak başka çalışmaları da mevcuttur. Bunların başında, ilk meğâzî ve İslâm tarihi yazarlarından kabul edilen İbn İshâk’ın 151/768) Sîre’sinin neşri gelir. Hamîdullah’ın bu bahiste ilim dünyasına kazandırdığı diğer bir tahkik çalışması ise, Belâzürî’nin (279/892-93) Ensâbü’l-Eşrâf isimli eserinin ilk bölümüdür ki, kitabın bu kısmı Hz. Peygamber’in (sav) hayatı ve faaliyetlerine hasredilmiştir. el-Vesâiku’s-Siyâsiyye de Muhammed Hamîdullah’ın gerek Hz. Peygamber’in (sav), gerekse onun halifelerinin resmî nitelikteki yazışmalarını ihtiva eden, ayrıca siyer ve İslâm tarihi ana kaynaklarının taranmasıyla meydana getirilen bir çalışmadır.
 
Muhammed Hamîdullah’ın en meşhur eseri İslâm Peygamberi’dir. Onun mezkur eseri gibi defalarca yayınlanan ve tercüme edilen diğer bir siyer çalışması ise Hz. Peygamber’in (sav) askerî faaliyetlerini inceleyen Hz. Peygamber’in Savaşları adlı kitabıdır. Resûlüllah Muhammed adlı kitabı ise Hamîdullah’ın muhtasar bir siyer telifidir. Müelifin burada zikredilen eserlerinden başka siyer sahasında muhtelif dillerde yayımlanan makale ve tebliğleri de bulunmaktadır.
 
Muhammed Hamîdullah’ın gerek telif, gerekse tahkik olarak ilim dünyasına kazandırdığı eserler kadar, onun bu alana getirdiği yeni bakış, metod ve yaklaşım tarzları da araştırmacılar için büyük önem arz eder. Hamîdullah her şeyden önce niçin siyer yazılması gerektiği sorusunu sormuş ve buna verdiği cevaplarla bütün siyer araştırmalarını temellendirmeye çalışmıştır.
 
Ona göre Allah Resûlü (sav), insanların en şereflisidir ve kâmil insandır, bu sebeple sadece peygamberliğini kabul edenlerin değil, dünyadaki her insanın onu tanımaya ihtiyacı vardır. Çünkü her ırk, her bölge ve her meslekten birçok insan dünyadan gelip geçmesine rağmen, onun yeri kesinlikle doldurulamamıştır. Dünyada yaşamış olan pek çok kişi unutulmuştur, ancak Hz. Peygamber (sav) zihinlerde hâlâ canlı durmaktadır. Bu sebeple o, tanınmayı ve tanıtılmayı her insandan çok daha fazla hak etmektedir. Ayrıca sünnetin bilinmesi için de Rasûlün (sav) hayatının en ince ayrıntısına kadar bilinmesine ihtiyaç vardır. Zira onun hayatı bilinmezse gerçek anlamda Müslüman olmak mümkün değildir.
 
Muhammed Hamîdullah, siyer çalışmalarında yeni bir anlayış olarak şahsî gözlem metodunu getirmiştir. Geçmişte bir kereliğine yaşanmış tarihî hadiselerin gözlenebilmesi mümkün olmadığı için burada şahsî gözlem ifadesi belki anlamsız gelebilir. Ancak inceleme konusu olarak tespit edilen tarihî hadiselerin meydana geldiği mekânları (şayet buralar hâlâ korunabildiyse) tekrar inceleme fırsatı her zaman vardır ve bu sayede gerçekleştiği rivayet/iddia edilen olayların, gözlemlenebilen mekânsal imkânlarla meydana gelip gelemeyeceğine dair harhangi bir kanaat izhar etmek her zaman mümkündür. Hamîdullah da bunun mümkün olduğunu eserlerinde göstermiştir.
 
Onun siyer araştırmalarına getirdiği en önemli yenilik, Allah Resûlü’nün (sav) hayatını (klâsik siyer kitaplarında olduğu gibi) menkıbevî üsluptan kurtararak rasyonel bir şekilde ele almak, tabiatıyla konuları aklî izahlarla açıklamaya çalışmak olmuştur.
 
Nitekim kendisi Bedir savaşının gerçekleştiği alanı bizzat incelemiş, eserinde savaşı krokiler yardımıyla anlatmıştır. Uhud, Hendek, Hayber savaşları ve Mekke’nin fethi de onun eserlerinde benzer şekilde takdim edilmiştir. Müellif, Hendek savaşı krokisini, ziyaret ettiği dönemdeki yerleşim mekânlarıyla da iç içe göstererek, savaşın gerçekleştiği alanı farazî bir şekilde değil, kendisinin incelediği dönemdeki gerçek boyutlarıyla tanıtmaya çalışmıştır. Benzer tespitleri şahsî gözlem yaptığı Tâif ve civarı ile Huneyn bölgesi hakkında da yapmıştır.
 
Müellif, Nur Dağı ve Hira mağarasını defalarca tetkik etmek suretiyle buralar hakkındaki izlenimlerini aktarmış, bu esnada karşılaştığı bölge sakinlerine oranın eski tarihi ile ilgili sorular sorarak, araştırmasında yerel kültürün kaynaklarından ve bölge sakinlerinin gözlem ve bilgilerinden de istifade etme yoluna gitmiştir. Hamîdullah bu anlayışını “Bütün belgeler yararlıdır, ama, hiçbir rapor kişisel gözlemle bir değildir” ifadeleriyle dile getirir.
 
Siyer alanında yazılmış kitaplarda ele alınan konular genelde dar çerçeveli bir şekilde, yani sadece Hz. Peygamber (sav) odaklı olarak ele almışlardır. Bu tür eserlerin başlangıç kısmında, İslâm öncesi dönem Mekke’si ve Kâbe hakkında kısa bilgiler verilmekte, ardından Hz. Peygamber’in (sav) soyu ile ilgili özet malumat aktarılmakta, daha sonra onun özel hayatı ve peygamberlik vazifelerine geçilmekte, akabindeki olaylar da Hz. Peygamber’in (sav) şahsî faaliyetleriyle ilgili oldukları derecede bahis konusu edilmektedir.
 
Hamîdullah ise siyer konularını çok daha geniş çerçeveli ele alır. Öyle ki, o sadece Mekke veya (biraz daha geniş şekilde düşünülürse) Mekke-Medine-Tâif üçgeni değil, bütün bir Hicaz ve Arap Yarımadası merkezinde bir siyer takdimi yapar. Hatta zaman zaman bu sınır da aşılıp, Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bağlantı sağlayan, Bizans, İran ve Habeş ile kültürel, dinî, siyasî, ticarî ve askerî ilişkileri bulunan bir Arap Yarımadası perspektifiyle Hz. Peygamber’in (sav) faaliyetlerini inceler.
 
Müellif, bu bakış açısıyla Hz. Peygamber’i (sav) dünyanın bütün bu bilinen bölgelerine (sadece Mekke veya Hicaz değil) gönderilen bir peygamber olarak görür -ki doğrusu da budur- ve onun nübüvvetini bir şehir ve bölgeden ziyade o günün dünyasının en önemli olayı olarak kabul eder. Hamîdullah bu bakış açısıyla meselâ Bedir savaşını sadece Mekke-Medine arasında veya Medineli Müslümanlarla Mekke müşriklerinin iştirak ettikleri bir çatışma, ya da Hicaz’ın bir iç meselesi olarak görmeyerek bunun uluslararası boyutuna dikkat çeker ve savaşın Habeşistan’daki yansımalarını aktarır.
 
Hamîdullah’ın ortaya koymaya çalıştığımız bu siyer metodu, İslâm Peygamberi adlı eserinde icraata konulmuştur. Nitekim müellif, eserinin başlangıç kısımlarında Hz. Peygamber’in (sav) soyu ve Mekke’nin siyasî hayatına geçmeden önce, o dönemin dünyası hakkında muhtasar, ama ihatalı malumat aktarır. Bu bahiste zikri geçen coğrafî bölgeler Çin, Hindistan, Türkistan, Moğolistan, Bizans, İran ve Habeşistan’dır. Muhammed Hamîdullah, eserlerinde sadece kendisinden önce doğu bilimcilerinin müracaat ettikleri araştırma teknikleriyle iktifa etmemiş, ayrıca bu teknikleri geliştirmiştir.
 
Onun siyer araştırmalarına getirdiği en önemli yenilik Allah Resûlü’nün (sav) hayatını (klâsik siyer kitaplarında olduğu gibi) menkıbevî üsluptan kurtararak rasyonel bir şekilde ele almak, tabiatıyla konuları aklî izahlarla açıklamaya çalışmak olmuştur.
 
Müellifin bu tür bir yol takip etmesinde hukuk araştırmacısı olmasının mutlaka etkisi vardır. Ayrıca onun, eserini neşrettiği Mutezile kelamcısı ve fıkıh alimi Ebu’l-Hüseyn el-Basrî’nin fikirlerinden etkilenmiş olduğu da söylenebilir. Hamîdullah, hukuk ilminden elde ettiği metod anlayışını siyer konularına da teşmil etmiş, yalın bir tarih aktarımı yerine tenkit, tercih ve tahlile dayalı bir sistem takip etmiştir. Nitekim onun İslam Peygamberi isimli eserinin birinci kısımda (tercümenin ilk cildi) siyerin siyasî konuları, ikincisinde ise kültür ve medeniyet bahisleri incelenmiştir. Her iki bölümde de siyer bahisleri klâsik siyer kitaplarının aksine kronolojik değil, sistematik olarak sunulmuştur. Daha doğrusu onun eserinde (özellikle de ilk bölümünde) kategorilere ayrılan konular, kendi içlerinde kronolojik olarak işlenmiştir.
 
Örnek vermek gerekirse, Medine’ye hicret sonrasında gerçekleşen ve Siyasî-Dinî Hayat başlığıyla aktarılan hadiseler, Kureyşliler, Ehâbiş Kabileleri, Habeşliler, Mısırlılar, Bizanslılar, İranlılar, Yarımadadaki Diğer Araplar, Yahudiler, Medine Dışındaki Yahudiler, Hristiyanlar ile İlişkiler şeklinde tasnif edilmiş, ardından bu kategoriler kendi içinde kronolojik bir şekilde ele alınmıştır.
 
Onun eserinin ikinci kısmı (cildi) da benzer özelliklere sahiptir. Müellif burada zamanımızdaki ilim tasniflerine göre kültür ve medeniyet tarihi konularına dahil edilebilecek siyer bahislerini ele almıştır. Burada Hz. Peygamber’in (sav) dinî, ahlâkî ve içtimaî sahadaki eğitim, öğretim uygulamaları incelenmiş, ibadet ve eğitim tarihi, ardından ilmî faaliyetler konu edilmiş, ayrıca devletin tanımı, kuruluşu, kuramsallaşması, yetkisi, sorumlulukları ve fonksiyonları üzerinde tespit ve değerlendirmeler aktarılmış, adlî sistemin kuruluş ve yönetilmesi, iktisadî ve askerî teşkilatların işleyişi, diplomatik hayatın başlangıcı ve gelişmesi ile Hz. Peygamber’in (sav) siyaset sisteminin temel prensipleri örneklerle sunulmuştur. Mimarî ve şehircilik faaliyetleri de bu bölümde ele alınmıştır. Eserin son kısımlarında ise sosyal hayat üzerinde durulmuş, nihayet Hz. Peygamber’in (sav) vefatı ve akabinde gerçekleşen hilafet meselesinden bahisle eser tamamlanmıştır.
 
Muhammed Hamîdullah’ın siyere getirdiği yeniliklerden biri, belki de en önemlisi ise Hz. Peygamber’i (sav) Müslümanlara ve bütün insanlığı takdimde mucize boyutundan ziyade, onun insanî yönünün ve getirdiği dinî öğretinin öne çıkarılması hususudur. Gerek eski kaynaklarda, gerekse günümüzde yazılan siyer kitaplarında Hz. Peygamber’in (sav) faaliyetlerinin sunumunda mucize bahislerine ağırlık verildiği ve onun doğumundan itibaren mucizeler ışığında tanıtıldığı açıkça görülür. Nitekim bu konuda Delâil diye bilinen müstakil kitaplar yazılmıştır.
 
Muhammed Hamîdullah, peygamberliğin takdiminde, mucize hususunda seleflerinden farklı yaklaşıma sahiptir. Müellif, “Bir peygamberden beklenen şey, onun doğumundan itibaren mucizeler göstermesidir” şeklinde mucizeler hakkındaki genel kanaatini aktardıktan sonra, eserinde Hz. Peygamber’in (sav) doğumu ve çocukluğu esnasında meydana geldiği rivayet edilen ve mucize olarak nitelendirilen hadiseleri , mesela kalbinin yarılması meselesini , müşrik bayramlarına katılmasının engellendiği hususunu herhangi bir yorum ve değerlendirme yapmaksızın aktarır. Ancak bunlar arasında sadece Bahira hadisesine itiraz ederek, buna inanmanın safdillik olacağını söyler.
 
Ayrıca Hicret esnasında mağaradaki güvercin ve örümcek meselesi ile bu sırada karşılaşılan Ümmü Mabed’in keçisinin bol süt vermesi gibi olayları da eserine alır. Fakat bunlar hakkında da herhangi bir görüş açıklamaz. Muhammed Hamîdullah, mucizeler ile ilgili esas kanaatlerini kitabının Mir’ac ve Mucizeler başlıklı kısımda dile getirir. Müellif, Kur’ân-ı Kerîm’de bir çok peygamberden ve onların mucizelerinden bahsedildiğini ifade ederek, Mûsâ’nın âsâsının yılan olması, kaybolan Yûsuf’un (as) bulunduğuna dair babası Ya‘kûb’un (as) vahiy alması ve İsâ’nın (as) hastaları iyileştirmesini buna örnek olarak gösterir.
 
Bu örnekleri sıraladıktan sonra, Allah’ın, zor vazifelerini yerine getirmeleri esnasında hem kendilerini kuvvetlendirmek, hem de şereflendirip üstün kılmak için peygamberlerine fevkalâdelikler verdiğini ve onlar için mucizeler yarattığını ifade eder. Hz. Peygamber’e (sav) de bazı mucizeler verilmiştir. Ancak Hz. Ebû Bekir (ra) ve Hz. Hatice (ra) ona inanmak için mucizeye ihtiyaç duymamışlardır. Bununla birlikte onun mucizelerinin birer şahidi olmalarına rağmen, Ebû Cehil ve Ebû Leheb gibiler yine de yola gelmemişlerdir.
 
Bu ifadeleriyle müellif, mucizenin iman konusunda tek başına yeterli olmadığını vurgulamak istemiştir. Hamîdullah’a göre, mucizenin inanmadaki tesiri ve önemi katî değil, izafîdir. Müellif, gerek önceki peygamberler, gerekse Hz. Peygamber’in (sav) mucizeleri hakkındaki görüşlerini şu ifadeleriyle ortaya koyar:
 
“Ben şahsen, Allah’ın seçilmiş kulları olan Resûllerin gösterdiği bütün mucizelerin gerçekliğine tam manasıyla inanan bir kimse olmakla birlikte, varlığı vacip (zarurî) olduğu için Allah’a ve Allah’ın resûllerine ve doğruluk dereceleri pek açık bir surette gözlerimiz önünde serili durması dolayısıyla bu resûllerin getirip tebliğ ettiği İlahi Öğretime inanmak lazım geldiği şeklinde bir düşünce tarzına sahip olmaktan kendimi alıkoyamamaktayım. Mucizeler, gönül ve kalbimize sığmayan bir şeyi kabul etmemiz için bizi zorlayan olaylardır. Mucize bir nevi zor ve cebir vasıtasıdır, cebir ve zor altında kalarak gösterilen bir itaat ve teslimiyet değer taşımaz; Kur’an-ı Kerim’de bu konu açık surette gösterilmiştir”. (el-Ankebût, 29/50-51).
 
Hamîdullah, “Allah’ın Resûlü’nde sizler için, Allah ve âhiret gününe ümitle bağlananlar ve Allah’ı bol bol zikredip hatırlayanlar için muhakkak pek güzel bir örneklik vasfı vardır” (el-Ahzâb, 33/21) âyetinin, Hz. Peygamber’in (sav) hayatı üzerinde eser yazan kişinin mucizeler üzerinde uzun uzun durmasını engellediğini ileri sürer. Müellif ayrıca muteber hadis kitaplarında yer alması sebebiyle üzerinde hiç şüphe bulunmayan ve tarihe mal olmuş mucizelerin felsefesini yapmanın ve bunların olabilirliklerini münakaşa etmenin de peygamberin takdimi açısında lüzumuna kani olmadığını dile getirir.
 
“Ben inanıyorum ki, bir inanış manzumesinin yahut davranışlar ve eylem nizamının akla uygunluğu ve mantıkîliği bizzat o sistem vasıtasıyla ispatlanır, yoksa sadece mucizelerle değil. (Allah için namaz kılmak ve oruç tutmak lazım geldiğine dair İslâmî öğretim) ile (ben bir ağaca seslenip onu çağırsam, o yerinden koşup gelir) ifadesi arasında bir ilişki görmüyorum. Bir ağacın yer değiştirmesi hiç şüphesiz bir mucizedir, fakat hareketsiz bir cismin hareket eden cisim haline gelmesiyle, sırf Allah emrettiği için namaz kılmak ve oruç tutmak şeklinde yaratılanların yerine getirmek durumunda oldukları vazife arasında hiçbir münasebet ve bağ bulunmamaktadır. Bu ve buna benzer birçok sebepler altında ben elinizdeki bu mütevazî siyer kitabında hemen hemen pek az bir şekilde mucizeler konusuna eğilmiş bulunuyorum”.
 
“Benim âcizane reyime göre, Muhammed as.’ın insan olması hasebiyle (sebep-netice ilişkisi içinde gösterdiği emek ve gayreti bilip öğrenmemiz), Allah tarafından onun faydalanması için ona verilen insanüstü mucizeleri bilmemizden daha istifadelidir ve bizim için daha öğretici mahiyettedir. Muhammed’in getirip bize bıraktığı İlahi Tebliğ ve Öğretim, insan olmamız hasebiyle bizimle daha çok ilişkilidir ve bize hitap eder. Bu İlahi Tebliğ’in ana yapısı ve gerçekliği hususunda onun kendi hemşehrilerini ikna edip buna inandırması gayesiyle kullandığı usul ve yolu bulup ortaya çıkartabilmemizde mucizeler, ikinci planda yer işgal ederler”.
 
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, Muhammed Hamîdullah geçen asrın en büyük İslâm alimlerinden birisi olarak özellikle Hz. Peygamber’in (sav) tanınması ve tanıtılmasında, yani siyer ilmi sahasında önemli bir misyon üstlenmiş ve bu alanda kıymetli eserler vermiştir. Sadece eserlerinin sayısı ve çeşitliliği değil, muhtevaları da dikkate alındığında, onun siyer çalışmalarına önemli açılımlar ve alternatif bakış açıları kazandırdığı da açıkça görülür. Onun siyere getirdiği en önemli yenilik kanaatimizce mucize merkezli peygamber takdiminden, insanî odaklı ve dinî öğreti merkezli bir peygamber takdimine geçiştir. Muhammed Hamîdullah’ın aynen hukuk, hadis, tefsir sahalarında olduğu gibi, bu alandaki eserleri de hem metod hem muhteva açısından daha sonra yapılacak yeni çalışmaların öncüsü ve araştırmacıların ilham kaynaklarından biri olmaya devam edecektir.
 
(Prof. Dr. Adem Apak / İslam Tarihi)

Etiketler : #Muhammed   #Hamidullah’ın   #Siyer   #İlmine   #Katkıları   
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler

Makaleler

Hava Durumu


VAN