Müslüman gibi inanıp Firavun gibi yaşanmaz
Müslüman insanların kriterleri, bakış açıları değişiyor. Hepimiz lüks peşinde koşuyoruz. Daha fazla nasıl zengin olabiliriz diye mücadele ediyoruz. Bu hengâmede Allah’ı, peygamberi, Kuran’ı unutuyoruz. Kendimizi unutuyoruz. Kendimizden, inandıklarımızdan, kimliğimizden uzaklaşmanın bize bir katkısı olmaz, bu bizi bitirir.
22-04-2010
İslam ve Hayat
Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen “Hz. Muhammed’i günümüze taşımak” konulu konferansa konuşmacı olarak katılan Ankara İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu, Müslüman insanların tevazu sahibi, alçakgönüllü ve sade bir yaşama savunması gerektiğini belirtirken, “Müslümanlar şatafattan, müsriflikten uzak durmalıdırlar. Müslüman gibi inanıp firavun gibi yaşanmaz” dedi.
İslam ümmetinin derdi bizim derdimizdir
Müslüman olmanın insana belli sorumluluklar yüklediğinin altını çizen Prof. Dr. Kırbaşoğlu, “Bizler eğer Allah’a iman ediyor ve Hz. Muhammed’e inanıyorsak, en büyük mucize olan Kuran’a göre hayatımızı idame ettirmeye çalışıyorsak, yani eğer biz Müslümansak bizim Müslüman olmamızın bize yüklediği bir sorumluluk bulunmaktadır. Bu sorumluluğun farkında olmalıyız. Hayatımızı Kuran’a göre yaşamak zorundayız. Kuran ne diyor adil olacaksın, çalmayacaksın, yalan konuşmayacaksın, insanların hakkını gözeteceksin, yardımlaşacaksın, zulüm etmeyeceksin, ilkeli olacaksın, tevazu sahibi, alçakgönüllü ve sade bir yaşama sahip olacaksın, müsriflikten uzak duracaksın, şatafata kaçmayacaksın, paylaşacaksın diyor. Ancak biz bugün maalesef bu ilkelerimizden hızla uzaklaşıyoruz. Bu bilinçten uzaklaşıyoruz. Bu durum asla kabul edilemez.
Üç yüz milyon nüfusa sahip olan Amerika’da 520 milyon otomobil olduğu belirtiliyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu nasıl bir israftır! Birileri çıkmış bugün diyor ki, bakın Cami önlerinde Adidas markalı ayakkabıların sayısı arttı. İşte bu Türkiye’nin gelişmesi anlamına gelir. Bu ne demek? Böyle bir şey kabul edilir mi? Müslüman insanların kriterleri, bakış açıları değişiyor. Hepimiz lüks peşinde koşuyoruz. Daha fazla nasıl zengin olabiliriz diye mücadele ediyoruz. Bu hengâmede Allah’ı, peygamberi, Kuran’ı unutuyoruz. Kendimizi unutuyoruz. Kendimizden, inandıklarımızdan, kimliğimizden uzaklaşmanın bize bir katkısı olmaz, bu bizi bitirir.
Bakın ABD İslam dünyasına saldırıyor ve biz seyirci kalıyoruz. Bu asla kabul edilemez. Biz Müslüman insan olarak zulüm karşısında seyirci kalamayız. Tepkimizi göstermek zorundayız. Çocuklar ölürken, silahlar patlarken, füzeler havada uçuşurken, Müslümanlar öldürülürken bu bizi ilgilendirmez deme lüksüne sahip değiliz. İslam ümmetinin derdi bizim derdimizdir. Bu sorunlarla yüzleşmek ve bu sorunların çözümüne ilişkin somut adımlar atmalıyız. Bugün gezegenimiz tehdit altındadır.” dedi.
Kurtuluşun kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir“Dünyanın bir bölgesinde insanlar açlıktan ölürken diğer tarafta insanlar obeziteyi tartışıyor” diyen Kırbaşoğlu, “Son 50 yılda Batı dünyasının katlettiği insan sayısı 20 milyondur. Bu ölen insanların büyük kısmı da masum, sivil insanlardır. Bu insanların bizim sorunlarımıza çare olması mümkün değildir. Bizim için kurtuluş kaynağı Kur’an-ı Kerim’dir. İnsanlık daha adil, daha özgür bir dünyaya ihtiyaç duymaktadır. Bunu tesis edecek olan şey Hz. Muhammed’in sünnetidir. Hz. Peygamber’in sünnetini doğru anlamak zorundayız. Sarık takıp, cüppe giyip, yemeğe tuzla başlayıp, gümüş yüzük takarak sünneti yerine getirmiş olmayız. Hz. Peygamber’in yaşamının bir bütün olarak değerlendirmeliyiz.
Ahlakı, adaleti, özgürlüğü, direnişçiliği yok sayarak sünnet anlaşılmaz. Hz. Peygamber’in hayatını iyi anlamalıyız. Afrika’da insanlar açlıktan ölürken birileri obeziteyi tartışıyor. Kozmetiğe harcanan paralar ortada. İnsanlar alış veriş delisi olmuş durumdalar. Alış veriş yapmadan duramıyoruz. Müslümanların daha dikkatli olması gerekiyor. Dünyayı kuşatmak isteyenlere karşı direniş göstermeliyiz, eylem yapmalıyız. Zulme karşı gelmeliyiz. Yaşanan tüm zulümlere karşı kim karşı koyacak, bu toplumu kim bilinçlendirecek, kim adaletsizliğe karşı koyacak? Artık Hz. Peygamber’in yaptığı gibi elimizi taşın altına koymalıyız. Bu katillere karşı Müslümanlar mücadele edecek, bizler mücadele edeceğiz. Yapılan adaletsizliklere karşı ortak mücadele edeceğiz” şeklinde konuştu. Kırbaşoğlu’nun konuşması, dinleyiciler tarafından büyük beğeniyle karşılandı ve konuşmasının sonunda büyük alkış aldı.
-
HUSEYIN SASMAZ 05-05-2010 00:01
"Size ne oluyor ki Allah'a saygı göstermek istemiyorsunuz?" (Nuh 13) Ayeti kerimede geçen "vekar" kelimesi, tazim etmek, saygı duymak anlamındadır. Burada Allahu Teâlâ, retorik ve keskin bir soruyla kendisine saygı gösterilmesini talep etmektedir. Saygı; sevgi ve bağlılık karışımı bir duygudur. Bu duygunun ne şekilde dışa yansıtılması gerektiğini, âlimler, belirtilen ayetin tefsirinde şöyle izah ediyorlar: İbn Zeyd: "Size ne oluyor da Allah'a itaat olan hiçbir iş yapmıyor-sunuz?" Ayeti kerime şöyle de açıklanmıştır: "Siz ne diye Allah'ı tevhid etmiyorsunuz? Çünkü Al¬lah'ı tazim eden O'nu tevhid etmiş olur." Evet, izahatlardan da anlaşıldığı üzere Allahu Teâlâ'ya saygı göstermek, ancak ve ancak O'nu birlemek ve O'na itaat etmekle olur. İtaat, Allahu Teâlâ'nın emir ve yasaklarına uymak, yani hiç kimseden ve hiç bir şeyden çekinmeden Allahu Teâlâ'ya kulluk etmek demektir. Dahası Yaradan'a saygı, tevhid ve itaatin yanı sıra, itaatte sebat etmekle sağlanabilir. Nitekim İbn Bahr'ın söz konusu ayeti kerimeye getirdiği izaha göre; vekar (ta¬zim) Allah için sebat göstermek demektir. İslam ideolojisi tek doğru ideolojidir. Tüm zaman ve mekanlarda değişmeyen doğruya inanan ise elbette üstündür. Bu hakikate binaen, Allah (c.c.)'a saygı göstermek, dimdik bir duruş ve büyük bir asaletle (saygı uyandıran davranış şekli/arılık) Allah (c.c.)'a itaat etmek ve bu itaatte sebat etmek anlamına gelir. Fakat bu asil duruşu, günümüzde Müslümanlar sergileyememektedirler maalesef. Bunun sebebi ise, Allah'a kulluk etmelerinde zihinlerini aydınlatacak, kendilerine güç katacak vahiyden kaynaklanan fikirlerden uzaklaşmaları ve bu fikirlerin yoksunluğundan doğan boşluğu bilinçli veya bilinçsiz batıl fikirlerle doldurmuş olmalarıdır. Dünya çapında, genel atmosfer bu fikirler doğrultusunda şekillendirilmektedir. Bu da; Müslümanların Allah'a kulluktan çekinmelerine ve bunun neticesinde, ayak bastıkları toprakları, soludukları havayı ve bunlar gibi tüm nimetleri yaratıp kendilerinin emrine sunan Rabb'lerine saygısızlık yapmalarına neden olmuştur. فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفِّيهِمْ أُجُورَهُمْ وَيَزِيدُهُم مِنْ فَضْلِهِ ۖ وَأَمَّا الَّذِينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا "İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini ödeyecek, onlara olan bol nimetini daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanları elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar." (Nisa 173) Müslümanların Allah (c.c.)'a kulluk etmelerinin önünde duran ferdi, ekonomik, toplumsal ve yönetimsel (otorite) birtakım çekinceleri vardır. Müslümanların Allah'a (c.c.) kulluk etmelerinden çekinmelerine sebep olan etkenlerden ilki dünya sevgisidir. Bu meselede Müslümanların çekincelerini, doğru öncelik sırlamasını yapmak ve buna uymak oluşturmaktadır. Dünya sevmek insanı, hayatında daima önceliği ona vermesine, büyük bir hırsla dünyaya sarılmasına, ondan vazgeçememesine, helal ve haram gözetmeksizin daha fazla elde etme arzusu ile sürekli kamçılanmasına sebep olur. Dünya ve dünya nimetlerini Allahu Teâlâ yaratmıştır. Ve O'nun (c.c.) nazarında bunların hiç bir kıymeti yoktur. Allah (c.c.) Müslümanlardan dünyayı buna göre değerlendirmelerini istemektedir. Zira ömür dünyayı elde etmek için verilmemiştir. Dünya, ömrü gerektiği gibi geçirebilmek amaçlı insanoğlunun emrine amade kılınmıştır. Müslüman önceliği her zaman için Allahu Teala'ya kulluğa, yani Allah'ın rızasını elde etmeye vermelidir. Kendini dünyaya değil Allah (c.c.)'a adamalıdır. Diğer sevgiler Allahu Teala'ya beslenen sevgiyi kesinlikle geçmemelidirler. Allahu Teâlâ Müslümanları dünyayı sevmemeleri ve bu dünyayı hiçbir zaman ahiretlerinin önüne geçirmemeleri gerektiği yönünde tenkit etmektedir: مَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الْآخِرَةِ نَزِدْ لَهُ فِي حَرْثِهِ ۖ وَمَنْ كَانَ يُرِيدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِهِ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْآخِرَةِ مِنْ نَصِيب "Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya karını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz." (Şura 20) Doğru veya yanlış gözetmeksizin, sorunsuzca heva ve heveslerinin isteklerini yerine getirebilme arzusu Müslümanları Allah (c.c.)'a kulluktan çekinmelerine iten bir diğer husustur. Doğru ölçüyü ortaya koyup, ona tabii olmak, Müslümanların çekincelerinden bir diğeridir. Müslümanlar, heva ve heveslerinin liderliğinde, Allahu Teala'nın koyduğu ölçülerden uzak bir yaşam sürmemelidirler. Zira İslam, tam bir teslimiyetle, Allah (c.c.)'ın arzularına boyun eğme anlamını taşır. Allah'ın iyi gördüğünü iyi ve kötü gördüğünü kötü görmeyi gerektirir. Heva ve hevesi ölçü yapmaktan ve onun peşinde koşturmaktan da meneder. Müslüman canının istediği yöne yürüyüp, zevklerinin tatminine koşamaz. Hatta Peygamber Efendimiz (sav.) bu meseleyi doğrudan iman meselesine bağlamış ve şöyle buyurmuştur: لا يؤمن أحدكم حتى يكون هواه تبعاً لما جئت به "Sizden biriniz iman etmiş olmaz. Ta ki, onun hevası benim getirdiğime tabi olasıya kadar." (Ebu Naim ve Nasr b. İbrahim El-Muktesi rivayet edip sahih olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Nevevi de sahih olduğunu söylemiştir.) Birçok Müslüman rızık kaygısıyla Allah (c.c.)'a kulluk etmekten çekinmektedir. Hayatta kontrolleri altında olmayan alanların olduğunun idraki ve bunun sonuçlarına teslimiyet göstermek Müslümanların çekincelerindendir. Mesela: Müslümanlar, sahip oldukları İslami kimliği öne çıkardıkları zaman, kendilerine ait işyerlerinin kabul görmeyeceğinden, dolayısı ile rızık kazanamayacaklarından korkup Allahu Teâlâ'ya kulluk etmekten çekinmektedirler. Mevcut statükoya uymaktadırlar. Veyahut ta çalıştıkları işyerinde namaz kıldıkları, oruç tuttukları, Allah (c.c.)'ın Kelam'ından bahsettikleri vs. zaman patronun gazabına uğrayıp işlerini kaybetme, ailelerine nafaka götürememe korkusu ile tavizler vermektedirler. Oysa ki patronu ve patronun vesilesi ile kendilerine ulaştırılan rızkı yaratan Allahu Teâlâ'dır. Müslümanların bu noktada bilmeleri gereken rızkı temin edebilmek için çalışmanın farz olduğu, vesilelerin her zaman için değişebileceği fakat rızkı verenin hep Baki kaldığıdır. Aynı zamanda rızkın miktarı da Rabb'ın kontrolündedir. Dolayısı ile insan kendisine ayrılandan daha fazlasını alamayacaktır. Kendisine ayrılanın ise hiç bir güç önüne geçemeyecektir. Zira Allahu Teala bu hususla ilgili şöyle buyurmaktadır: إِنَّ رَبَّكَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقْدِرُ ۚ إِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِهِ خَبِيرًا بَصِيرًا "Muhakkak ki, Rabbin rızkı dilediğine çok, dilediğine az verir. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, (onları) çok iyi görür." (İsra 30) Allahu Teâlâ'ya kulluktan çekinilmesine neden olan bir başka etken ise toplumsal baskı ve kınanma korkusudur. Doğruların ebedi üstünlüğüne güvenmek ve kalabalıklar içerisinde bu doğruları bir meşale gibi, gururla taşımak, birçok Müslüman'ın çekincesidir. Toplumdan/ aileden/ arkadaş çevresinden dışlanma endişesi içerisindedirler. Müslümanlar etraflarındaki insanların tepkisini çekmemek, baskılara maruz kalmamak ve akıntıya ters düşmemek için Allahu Teâlâ'nın emirlerine aykırı hareket etmektedirler. Zira ‘el ne der?', ‘gülerler adama', ‘hangi zamanda yaşıyoruz' gibi cümleler artık Müslümanlar arasında çok yaygın hale gelmiştir maalesef. Hayatlarını Allahu Teâlâ'nın emir ve yasaklarından uzak bir şekilde idame ettiren Müslümanlar, aralarında bulunan fakat kendilerinin aksine Allah'a (c.c.) yaklaşmayı kendilerine ideal edinmiş olan din kardeşlerine sık sık "garipler" olduklarını hissettirmektedirler. Mesela: Tesettür hükmüne riayet eden mümine kızlarımıza; "daha genç değil misiniz böyle şeyler için, yaşlı ninelere dönmüşsünüz!" denmektedir. Yoksa İslam sırf yaşlılara mı indirilmiştir?! Zinanın her türünden uzak duran, namaz kılan, ebeveynlerine itaat eden vs. müminlere, sıra dışı davranışta bulunuyorlarmışçasına, hayret dolu gözlerle bakmaktadırlar. Hatta zaman zaman bu kardeşlerimize ağır ithamlarda dahi bulunmaktadırlar. Oysaki tüm kainat, her şeyi ile Allah (c.c.)'a boyun eğmişken, sadece insanlar O'na (c.c.) isyan etme cüretini göstermişlerdir. Bu durumda kim sıra dışıdır acaba? Sahibine itaat eden mümin mi? Yoksa Yaratıcısına itaat etmekten beri duran Müslüman mı?! Müslümanlar, yalnızlığın oluşturduğu, soğuk ıssızlığı sıyırıp atmalıdırlar. Zira Allah (c.c.)'ın kayıtsız şartsız, doğru yolda yürüyen Müslümanların dost'udur. O (c.c.) öyle bir dost'tur ki ne ihanet eder, ne yalnız bırakır, nede unutur. Müslüman'ın görevi, var gücü ile Allah (c.c.)'yu razı etmeye çalışmak ve bu yolda toplumdan/ aileden/ arkadaş çevresinden gelen baskılar karşısında yılmamaktır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur: لَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَائِمٍ "...hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar" (Maide 54) Müslümanların Allah (c.c.)'a kulluktan çekinmelerinin bir diğer nedeni, günümüzde hakim olan zorba yönetimlerin eziyetlerine maruz kalma endişeleridir. Korku ve güç terimlerinin doğru kavranılması ve bu kavrayışın gereğinin yerine getirilmesi yani mefhum haline dönüştürülmesi, Müslümanların aşmakta en çok zorlandıkları çekincelerden biridir. Mesela; zalim idareciye Hak sözü söylemekten, zalimlerin bertaraf edilmesi ve Hakkın hakim kılınması için yürütülen siyasi çalışmalara katılmaktan geri durmaktadırlar. Başlarına gelebilecek musibetler onları yıldırmaktadır. Hapis, can güvenliklerinin olamayışı vs. geri adım atmalarına yol açmaktadır. Yaratılmış tüm varlıklar, yaratılmış olmaları hasebiyle acizdirler. Bilinmelidir ki aciz olan bir varlık, asla güçlü değildir. Güçlü olduğunu düşünen ise sadece kendini kandırır. Zira ölüm onu mutlaka gelip bulacaktır. Dolayısı ile korkulamaya layık olan sadece, ölümsüz olan Allah (c.c.)'dır. إِنَّمَا ذَٰلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءَهُ فَلَا تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ "İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun." (Ali-İmran 175) Allahu Teala'nın gücüne denk hiçbir güç yoktur. O (c.c.) koskoca dünyayı, güneş ve ayla uyumlu bir şekilde döndürmektedir. O (c.c.) gökyüzünü direksiz yeryüzünden ayrı tutmaktadır. O (c.c.) insanların ve hayvanların, hepsinin rızkını vermektedir. O (c.c.) sayısızca insan yaratmıştır, halen yaratmaktadır da ve her biri birbirinden farklıdır. Bütün bu saydıklarımız zaten kendi başına muazzam bir gücün göstergesidir. Birde bunların hepsinin ve daha fazlasının Allah (c.c.) tarafından aynı anda yapıldığı düşünüldüğünde, O'nun (c.c.) gücünün ne kadar büyük olduğu ortaya çıkmaktadır. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمَاوَاتِ وَلَا فِي الْأَرْضِ ۚ إِنَّهُ كَانَ عَلِيمًا قَدِيرًا "Ne göklerde ne de yerde Allah'ı aciz bırakacak bir güç vardır. O, bilendir, güçlüdür." (Fatır 44) Hayat verme ve hayat alma gücü ise sadece Allahu Teala'da dır. Allah (c.c.) her bir insan için bir ölüm vakti belirlemiştir. Her insan ancak o vaktin yani ecelin gelmesiyle ölecektir. Yani ölümün vakti asla değişmez. İster zalimlerin zindanlarında olsun ister yumuşacık yataklarda olsun ecel geldiğinde bu hayat yolculuğunda, ne bir an geri nede bir an ileri gidilebilecektir. Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ ۖ فَإِذَا جَاءَ أَجَلُهُمْ لَا يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً ۖ وَلَ يَسْتَقْدِمُونَ "Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar ne de bir an ileri gidebilirler." (Araf 34) İman edenin arkasında işte böyle muazzam bir güç vardır. Bu durumda hangi zalimin zulmü ve tuzağı Müslüman'a zarar verebilir ki?! Allahu Teâlâ bu mesele hakkında Enfal suresi 30. ayette şöyle buyurmaktadır: وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ ۚ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللَّهُ ۖ وَاللَّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ "Hatırla ki, kafirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en iyisidir." Evet, Müslüman'ın lehine tuzak kuran Allah (c.c.)'tır. Böyle bir Yardımcı ve İlahi yardım ile kim baş edebilir?! بِنَصْرِ اللَّهِ ۚ يَنْصُرُ مَنْ يَشَاءُ ۖ وَهُوَ الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ "Allah, dilediğine yardım eder, galip kılar. O, mutlak güç sahibidir, çok esirgeyicidir." (Rum 5) Hiçbir şeyden korkmadan, hiçbir baskı karşısında yılmadan, ecel ve rızık kaygısını atmış vaziyette, dünya sevgisinden uzak, Allahu Teâlâ'nın küçük büyük tüm emirlerini, titreye titreye yerine getirmektir Allah (c.c.)'a saygı göstermektir. Yani kısacası kalpte, elde ve dilde Allah (c.c.)'a kulluk etmekten çekinmemekle Allahu Teala'ya saygı gösterilmiş olur. Bu saygının karşılığı ise şu şekilde anlatmıştır Kur'anı Kerim'de: جَزَاؤُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا ۖ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُ ۚ ذَٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ "Onların Rableri katındaki mükafatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O'na saygı gösterenler) içindir." (Beyyine 8) Kur'anı Kerim'de, itaatleri ve itaatlerinde sebat etmeleri ile Allah (c.c.)'a saygının zirvesine ulaşmış, geçmiş ümmetlerden bahseden bir çok kıssa vardır. Bu kıssalar ise bizler için ibrettir. Buruç suresinde bahsi geçen kavimin kıssası, Allah' (c.c.)'ya saygımızda bizlere ışık tutacaktır inşallah. Peygamber Efendimiz (sav.) söz konusu kıssayı şu şekilde anlatmıştır: Abdurrahman b. Ebi Leyla, Süheyb-i Rumi´nin, Resulullahın, Ashabul Uhdud hakkında şunları buyurduğunu rivayet ettiğini söylemiştir: "...Kralın yanma gidildi ve ona: "Gördün mü vallahi senin korktuğun başına geldi, insanlar iman ettiler." denildi. Bunun üzerine kral, yol kavşaklarına çukurlar kazılmasını emretti. Çukurlar kazıldı. Kral onların içine ateş yaktırdı. Dininden dönmeyenleri oraya atıp yakın." dedi. Yahut da onlara: "Haydi kendini hendeğe at." denildi. Onlar da bunu yaptılar. Nihayet bir kadın geldi. Kucağında çocuğu vardı. Kendisini ateşe atmaktan çekindi. Çocuk ona: "Anneciğim sabret çünkü sen, hak üzeresin." dedi." (Kıssanın tamamı şu kaynakta bulunmaktadır: Müslim, K.ez-Zühd,bab: 73,Hadis no:3005/ Tirmizi, K Tefsir el-Kuran, Sure:85, bab:2, Hadis no:3340) 03.05.2010 Esma Sıddık
-
necati türkoğlu 28-04-2010 22:08
müslüman gibi inanıp firavun gibi yaşanmaz. şu başlık öyle bir yerine oturuyor ki ikisi bir arada olmaz.
- Siyonazi çetesi, Gazze'de gıda yardımı bekleyen sivillere saldırdı: 150 maktul 1000 yaralı
- Gazze İle Dayanışma ve Şehadet Gecesine Dâvet
- Gazze İle Dayanışma ve Şehadet Gecesi'ne dâvet
- İktibas’a bu cumartesi Ali Kaçar konuk oluyor
- Gazze’ye Yardım Kampanyası
- Siyonist vahşet: İnfaz edip çöpe atmışlar
- Adana ve Mersin seyahatinden sadra düşenler
- Kur'an Nesli İlim Merkezi'nin çadır yardımları Gazze'ye ulaştı
Makaleler
Hava Durumu