"Üniversite Gençliği ve İslami Mücadele" panelinden notlar
Özgün-Der'in düzenlediği "Üniversite Gençliği ve İslami Mücadele" panelinde konuşan Musab Akdeniz, üniversite gençlerinin sorumluluklarından söz ederek, iffetin korunmasının gerekliliğine, sorumluluk bilincinin kazanımı ve şahsımızın ve çevremizdekileri inşa etmede görev aldığımızın bilincinde olmamız gerektiğine, gençliği kuşatmak ve gençlerin ilgilerini, dikkatlerini kendimize çekmemiz gerektiğine vurgu yaptı. Akdeniz, “Müslüman bir genç kuşatma altındadır. Zulüm ve ifsatla karşı karşıyadır. En güzel bir biçimde mücadele bilincini kazanmamız gerekiyor.” şeklinde konuştu.
07-02-2012
Özgün-Der'in Cumartesi Seminerleri’nde bu hafta; ''Üniversite Gençliğinin İslami Mücadeledeki Yeri ve Etkisi'' konulu panel İlahiyat Vakıf Kafeteryası'nda gerçekleştirildi.
Konuşmacılar; Denizli Pamukkale Üniversitesi'nden Furkan Alan, Ankara Gazi Üniversitesi'nden Musab Akdeniz ve İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi'nden Furkan Akdeniz olurken, oturumu yöneten Safa Öztürk oldu.İlk sözü alan Furkan Alan; ilk kurulduğu dönemlerde üniversitelerin dinsizlik yapmamak ve İncil ayetlerini farklı tefsir etmemek şartıyla kendi içinde bağımsız karar alma haklarının olduğa dikkat çekerek sözlerine başladı.
16. YY’da Rönesans ve Reform hareketleri ile birlikte bilginin kaynağının değiştiğini söyleyen Alan, bilgiyi tekelinde tutan kilisenin aktardığı bilgilerin, yerini bilimsel deneylere ve rasyonel akla dayalı bilgiye bırakması sonucu üniversitelerin ciddi şekilde etkilendiğini ortaya koydu.
Furkan Alan; bu hareketlerin etkisini şöyle ifade etti:
“Rönesans ve reform hareketlerinin en önemli etkisi, dinin yeniden yorumlanması gerektiği görüşünün, ortaya çıkmasdır. Bu manada “din” her yönü ile tartışmaya açılmış, tabiri caizse akıl ile vahiy arasında ciddi bir rekabet başlamıştır. Buradan hareketle Protestanlığı anlamak da bizler için daha kolay olacaktır.”
17. ve 18. YY’larda üniversitelerdeki ruhban sınıfının otoritesinin süreç içerisinde giderek zayıflayarak son bulduğunu, bunun nedeninin; kilisenin bilginin tekeline sahipken bu konumunu yitirmesi ve bilim adamlarının tartışmaya açtığı teoloji, felsefe, hukuk, tıp, sanat gibi konularda kilisenin yetersiz kalarak meşruiyetini yitirmesi olduğunu sözlerine ekledi.
Modern Üniversiteler
Günümüz üniversitelerinin temellerinin 19.YY'da atıldığını ve modern üniversitelere uzanan bu süreçte batılı ekollerin dünyadaki tüm üniversiteleri etkilediğini örnekler vererek açıklarken sözlerine şöyle devam etti;
“19.YY’da artık modern üniversite kurumuna ulaşılmıştır. Bireyi merkezine alıp, demokratik bir örgütlenişle kendini bulmuştur. Endüstriyel faaliyete geçen ve kentleşmiş, şehirleşmiş toplumların, dinamiklerini sağlayıcısı olarak üniversiteler yer tutmaya başlamış ve dünyanın çeşitli ülke/İmparatorluklarındaki halklar ve hükümetler tarafından desteklenmişlerdir.”dedi.
Günümüzde “bilgi çağı”, “bilgi toplumu” gibi argümanların bu yeni toplumu ifade ettiğine işaret etti. Bilginin tekelini 400 yıldan bu yana elinde bulunduran üniversitelerin, bu dünyanın hâdileri haline geldiğini sözlerine ekledi.
Üniversiteler İslam’a ait bir kurum değildir
Furkan Alan; “üniversitede İslami hareket” başlığını felsefik olarak incelememiz gerektiğini ifade etti. Üniversite kurumunun tamamen batıya ait bir müessese olduğunu, gelişimde İslami hiçbir katkının olmadığı ve dolayısıyla asla İslam’a ait olmayan bir kurum olduğunu, bu yüzden bir Müslümanın üniversiteleri asla benimseyemeyeceğini ve sahiplenemeyeceğini söyledi.
Müslüman, bilgiyi ve tekniği kendisi üretmelidir
“Peki bu durumda biz ne yapmalıyız diye kendimize soracak olursak, âcizane bizim tavsiyemiz, bizimde aynı batılıların yaptığı gibi rasyonel aklın ürettiği bilgiyle mücadele edip, alternatif eğitim kurumlarını kurmalı ve kendimiz “bilgi ve teknik” üretmeliyiz.” dedi.
Tek çözümün bu söyledikleri olduğu konusunda iddia etmediğini, bu söylediklerinin bir tavsiye niteliğinde olduğunu sözlerine ekledi.
Parti veya cemaatlere neden geçiş yapıldı
Rasyonel aklın ürettiği bilginin karşısında duramadığımız takdirde, hayatın içinde çözülmemizin kaçınılmaz olacağını söylerken konuşmasına şu cümlelerle devam etti:
“Bugün Müslümanlar ve solcular ile alakalı olarak sıkça sorulan ‘dünkü ağabeylerimiz niçin bugün partili oldular, cemaatlere geçiş yaptılar, devrimciliğini koruyamadılar’ sorusuna cevaben söylenen ‘onlar davayı anlamadılar’ karşılığı, kanımca yeterince uygun bir cevap değildir. O ağabeylerimizin zamanla değişmesinin sebebini ben, yukarda ısrarla bahsettiğim bilgiyi üreten kurumlara olan bağlılığımıza bağlıyorum.
İdeolojik olarak bir dönem modernizmi kabul etmesek de, hayatın her alanında onların ürettiklerini kullandığımız için, fikri değişimde kaçınılmaz olarak bizleri buluyor. Üniversitelerde İslami hareket bu manada biraz ofsayta düşmektedir. Gençliğin ve üniversitenin vermiş olduğu heyecan ve serbestlikle bir takım işler yaptığımız dönemi kapsayan üniversite hayatı, bizi İslami olma konusunda yanıltabilir. Üniversitelerde devrimci olmak, mescid açmak, sohbet halkaları oluşturmak tabi ki salih işlerdendir. Fakat süreci, bilginin tekelini değiştiremezsek, bir dönem sevap kazanmakla kalırız. Üniversitede yaptıklarımız üniversitede kalır, öncelikle kendimiz daha sonra hidayetine vesile olduğumuz insanlar, hayata atıldıklarında o değişen ağabeylerimizden olurlar, kanaatindeyim.”
Çözüm okullara göndermemekte değil
Konuşmasının sonunda, bazı kimselerin çözümü okula/üniversiteye göndermeyerek bulduğunu zannettiğini belirterek şu sözleri ile konuşmasına son verdi:
“Şunu da belirtmeliyim burada çözüm çocuğumuzu okullara göndermemek asla değildir. Eğer mantığı böyle çalışan kardeşlerimiz ve ağabeylerimiz varsa bende onlara şehirlerini, arabalarını, apartmanlarını terk etmelerini tutarlı olmaları adına tavsiye edeceğim.”
Ardından sözü alan Musab Akdeniz; konuşmasında gençliğin toplumdaki yerinden, üniversitelerin hayatımızdaki konumundan ve üniversite gençliğinin sorumluluklarından behsetti.
Gençliğin önemine değinerek; gençliğin kurulmak istenen yeni toplumun vucudu ve ruhu olduğunu, dolayısıyla her türden toplumun en önemli unsurunu oluşturduğunu ifade etti. Modern zihnin eşyayı parçalayarak anlamaya çalıştığını, gençliğin tanımını yaparken de sosyal kategori ile ele aldığını sözlerine ekledi.
İnsan hayatını bir nehire benzeterek konuşmasına şöyle devam etti;
“İnsan hayatı nehir gibidir, kaynağından akar ve gürül gürül devam eder. Biz nehri parçalarsak nehir kurur ya da kesilir, devam etmez. Hayat nehrinde bebeğin, çocukluğun, gençliğin, olgunluğun ve ihtiyarlığın bir yeri vardır ve ölüm perdesinin arkasında da hayat nehri akmaya devam eder ve orada ruhuna kavuşur. Nehrin denize döküldüğü andaki yeri en zengin olduğu kısımdan nehre baktığımızda hayat hikâyesini, akışını görürüz ve bu akışta, hayatta; dede ile torun, olgun ile genç arasındaki akış söz konusudur. Yani kompartımanlar bağımsız değiller, ayrılmıyorlar. Burada parça olduğu yerden ayrılırsa anlamı bozulur ve ayrıldığında diğer parçaları da bozar. Gençliği de nehir yatağından koparırsak akışkanlığı durur ve kokar.”
Musab Akdeniz gençliğin sorunlarına değinerek devam ettiği konuşmasında; gençliğin en hastalıklı, problemli, en çok üzerine oyun oynanabilir, günah sektörlerinin gözdesi olarak algılandığını ifade etti.
Üniversite gençliğinin, kültürel yenilenmenin bir çeşit öncü grubu olduğunu, toplumsal değişmenin-gelişmenin, yeniden üretmenin en önemli dinamiği olduğunu ve en önemli bir “hız belirleyicisi” olduğunu söyledi. Gelecekte alacağı görevlerle toplum ve eğitim öğretim bakımından önemli sosyal tabakayı oluşturduğunu ve bu nedenle ideolojilerin dikkatlerini bu alana yönelttiğine dikkat çekti.
Üniversitelerin kültürel yenilenmede baş rol oynadığını ve üniversite kurumlarının bir nevi strateji belirleme merkezleri olduğunu ifade etti.
“Bizlerin üniversiteden beklentileri farklıdır, farklı olmalıdır. Biz yönetime sahip olma, rahata ulaşma, eğlenme, salt olarak bir meslek sahibi olma, keyif yapmak amacıyla yönelmiyoruz. İslami kimliğimizle, sorumluluk bilincimizle bakıyoruz." dedi.
Gençliğin üniversite döneminde yaşadıklarını anlatarak, üniversitede gençlerin uyum sorunu yaşadıklarını ve bir kültür şoku geçirdiklerini ifade etti. Gencin üniversitede bir değişim sürecine girdiğini ve bu değişim sonucunda öğrencinin kendi hayatını o yönde şekillendirdiğine dikkat çekti.
Müslüman gençler kuşatma altında
“Müslüman bir genç kuşatma altındadır. Zulüm ve ifsatla karşı karşıyadır. En güzel bir biçimde mücadele bilincini kazanmamız gerekiyor.” sözleriyle devam ettiği konuşmasında üniversite gençlerinin sorumluluklarından bahsetti. İffetin korunmasının gerekliliğine, sorumluluk bilincinin kazanımı ve şahsımızın ve çevremizdekileri inşa etmede görev aldığımızın bilincinde olmamız gerektiğine, gençliği kuşatmak ve gençlerin ilgilerini, dikkatlerini kendimize çekmemiz gerektiğine vurgu yaptı.
İslami çevrelerle ilişkilerimizin hassasiyetle korunması ve geliştirilmesinin gerekliliğine değinerek, aksi bir tutumun bireyciliğe yol açabileceğini belirtti.
“En önemli sorumluluğumuz, İyiliği emretmek, kötülükten de sakındırmaktır”
Tebliğ sorumluluğumuzun erteleyemeyeceğimiz bir sorumluluk olduğuna dikkat çekti. Ali İmran 104’de belirtildiği üzere kurtuluşa erenlerin iyiliği emreden ve kötülükten men eden topluluklar olacağını söyleyen Musab Akdeniz, en önemli sorumluluğumuzun İyiliği emretmek ve kötülükten de sakındırmak olduğunun altını çizdi.
Üniversiteler yatırım yapma yeridir
Kent kültürünün, modern veya post modern hayatın bizden götürdüklerini dikkate alarak, nefis tezkiyesi yapmalı, irfani boyutumuzu, tefekkür dünyamızı geliştirmeli ve bizi zinde tutacak dualar etmeli ve namazlarımıza ehemmiyet vermemiz gerektiğini vurguladı.
“Üniversiteler bizler için bir yatma yeri değil, yatırım yapma yeridir. Toplumdan kopuk değildir ve olmamalıdır.” sözleriyle devam ettiği konuşmasında imanımızı ve salih amellerimizi arttırmamız ve bu konuda büyük çaba sarf etmemiz gerektiğinin altını çizdi.
Bizim modern hayatın imtihanı olan dünyevileşmenin; dünya ile ahiret arasındaki dengeyi kaçıran büyük bir imtihan olduğuna dikkat çekti.
Sinsi bir hastalık: Bireyselleşme
Geçmişimizin, geleneğimizin getirdiği tecrübelerden birikimlerden faydalanarak bizden sonraki gelecek üniversiteli genç kardeşlerimize mücadele bilinci, bir kültür ve iyi bir örneklik sunabilme sorumluluğumuzu diri tutmamız gerektiğini ifade etti.
“Bireyselleşmenin çok fazla olduğu günümüzde, Müslümanların arasında da yayılan bu sinsi hastalıktan kaçınmamız gerekiyor. Yalnızca Allah’ın rızasını gözeterek çalışmalı, mücadele etmeli ve üzerimize düşen sorumlulukları fedakârlıkla yerine getirmeliyiz” cümlesiyle konuşmasına son verdi.
Son olarak konuşmasını gerçekleştiren Furkan Akdeniz, gençliğin toplumsal ve siyasi dönüşümlerde motor görevi gördüğünü belirterek başladığı konuşmasında; İran İslam Devriminde ve Cezayir İslami Kıyam’ında gençlerin büyük rol oynadığını, bugün de Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’daki ayaklanmalarda gençlerin aktif rol aldığını ve gençlerin bu dinamizminin itekleyici-ateşleyici güç olduğunu ifade etti. Böylesine önemli bir konumu olan gençlerin kendi haline bırakılmadığını, sürekli olarak belirli bir eğitim formasyonundan geçirildiğini ve bu sistemin devlet denetimi ile sürekliliğini kazandığına dikkat çekti.
Üniversiteler hiçbir zaman özerk olmadı
Türkiye’de sistemin üniversiteleri sürekli kontrol altına almaya çalıştığını tarihten örnekler vererek üniversitelerin hiçbir zaman özerk bir kurum olmadığını ortaya koydu.
Eğitimin önemine değinerek devam ettiği konuşmasında; İslami kimliğe sahip fertlerin oluşmasında, toplumsal dönüşümde ve vahyin sosyalleştirilmesinde önemli bir olgu olduğunu ifade etti. Peygamber(as) ve ashabının ilk dönemlerden itibaren alternatif Kurani bir eğitim sürecinden geçtiklerinin altını çizdi. Bugün mevcut cahili sistemin örgün eğitim kurumları ile böyle bir eğitimin yapılmasının mümkün olmadığını da ekledi.
Rejimin eğitim kurumları olmazsa olmaz değildir
Müslümanların üniversitelere gitmek konusuna olmazsa olmaz olarak bakamayacağını, bizlerin Allah’ın dinini yaşamak ve yaşatmakla sorumlu olduğumuzu vurgulayan Furkan Akdeniz;
“Bizim Müslüman olarak temel amacımız eğer İslami kimliğe sahip olmak, dünya ve ahiretimizi kazanmak ise bunun için rejimin eğitim kurumları olmazsa olmaz değildir. Ve bir Müslüman için dünyaya ilişkin beklenti katsayısı bu kadar yüksek olan üniversite kapısından girmek amaç haline getirilemez. En baştan beri söylemeye çalıştığımız gibi hayatın anlamı üniversiteye gitmek, iyi bir mesleğe sahip olmak değildir, hayatın anlamı Allah’ın Kuran’da vazettiği dini yaşama, yaşatma gayreti içinde olmak, çocuklarımızı bu bilinçle yetiştirmektir. Bunun dışında üniversiteyi, liseyi ya da ilköğretimi hayatın akışı içerisinde ancak hak ettiği ölçüde değer verilmesi gereken alanlar olarak görmeliyiz.“ dedi.
Alternatif İslami eğitimi uygulamak zorundayız
Müslümanların alternatif İslami eğitim sistemini oluşturmaları gerektiğini, sistemin ifsat edici etkilerine karşı direnmede en etkili yolun alternatif İslami eğitim sürecine girmek olduğunu ve böyle bir ortamı, imkânı hazırlamak zorunda olduğumuzun altını çizdi ve şöyle devam etti:
“Yaşadığımız ülke her açıdan cahili kirlilikler içeren bir yer. Ve bu kirlilikler sadece bizim elbisemizi kirletmiyor. Birlikte yaşadığımız toplumu -ki onlar bu türden cahili etkilere karşı daha korunaksızlar- onları da kuşatıyor. Bu anlamda eğitim alanında var olan, zihinleri ele geçiren uygulamalara karşı çıkmalıyız. Çünkü bizim tebliğle sorumlu olduğumuz bir toplumu daha 6-7 yaşında itibaren faşist antlarla, marşlarla, törenlerle ve inkılap tarihi gibi yalanlar üzerine kurulmuş tarih anlatısı ile eğitiliyor. Bu tür uygulamalara karşı çıkmak zorundayız. Sonuçta iki yönlü bir mücadele içinde olmak zorundayız. Birincisi alternatif İslami eğitim, bunun yaşı, sınırı yok, herkese lazım. İkincisi cahili sisteme karşı bütüncül ve parça parça mücadele içinde olmalıyız.”
Müslüman bir öğrenci için üniversitenin anlamı
Üniversitenin hayatımızda 4-5 yıllık bir dönemini kapsadığını, Böylesi uzun bir dönem, atıl bir vaziyette, kapsama alanı dışında, sadece rızık alanını kapsayacak olan bilgiyi ve diplomayı edinmenin hedefiyle geçirmenin, hayatı parçalamak olduğunu, bunun da dini parçalamak anlamına geldiğini söyledi.
Üniversite’de muhataplarımızla ilişkilerimiz
İlişkilerimizin temel belirleyicisi Kuran ve sünnet olmak zorunda olduğunu, “Müslümanlar birbirlerine karşı merhametli, kâfirlere karşı izzetli ve şedit olurlar” ayetinin dünyanın neresinde olursa olsun tüm Müslümanlar için temel ilke olduğunu ve terk edilemeyeceğini söyledi. Bu hususlara teorik olarak Müslümanların itiraz etmediğine fakat bu ilkelerin pratiğe yansımadığına veya tesirinin az olduğuna da dikkat çekti. Müslümanlarla olan ilişkimizi oluştururken mutlaka kardeşlik perspektifinden yaklaşmakla mükellef olduğumuzu ifade etti.
İslam’a açıktan düşmanlık yapanlara müsamaha gösterilemez
Sol-sosyalist unsurlarla olan ilişkiler de Kuran’da belirtildiği üzere ‘düşmanlık yapmak’ kıstasına göre belirlendiğini, İslam’a ve Müslümanlara açıktan düşmanlık yapan, yok etmeye çalışan gruplara karşı hiç bir şekilde müsamaha, iyi niyet gösterilemeyeceğini ifade etti.
Bunların dışında kalan kitlelere karşı da ıslahi bir dille yaklaşmak, önce vahiyle tanışmasını daha sonra da vahiyle doğru ilişki kurmasını sağlamaya çalışmak gerektiğini belirtti.
Gençlik ile cemaat ya da yapı ilişkisi nasıl olmalı
28 Şubat sonrası nesillerin değişmesiyle belirgin bir şekilde ortaya çıkan cemaat ile gençlik arasında ilişkinin nasıl kurulacağının bir sorun olduğunu savunan Furkan Akdeniz şöyle devam etti:
“Bu sorunun liberal, post-modern etkilerin yoğun hissedildiği bir döneme rastlamasıyla ciddi bir problem halini aldı. Öteden beri radikal, tevhidi akımlar sorgulayıcı, eleştirel bir tarzda olaylara yaklaşmışlardı, doğal olarak bu camiaların yetiştirdiği çocuklarda bu özellikleri kopyaladılar ve bu sefer cemaate karşı kullanmaya başladılar. Cemaat ve cemaatin öncüleri yeni bir dönemde olduklarını iyi okuyamadılar, gençlikle ilişkiyi doğru, dengeli bir zemine oturtamadılar.”
Üniversitedeki İslami çalışmaların tek başına bir şey ifade etmeyeceğini, bu çalışmaların üniversite öncesi ve sonrası ile bir bütünlük arz ediyorsa anlamlı olacağına vurgu yaptı. Ne kadar iyi bilince sahip olsak da, kendi lokal alanımızda İslam'ı yaşamaya çalışsak da bunu toplumun tüm alanlarına ve katmanlarına yansıtmadıkça verim alamayacağımızı söyledi. Üniversitelerdeki çalışmalar da ancak ilkeli ve tutarlı bir yapının uzantısı olurlarsa fayda ve umut vereceğini, aksi takdirde üniversite bitmesiyle birlikte mücadelenin de biteceğini sözlerine ekledi.
Panel, katılımcıların soruları ile son buldu.
(Kaynak: Özgün Yürüyüş)
-
Mehmet Pamak 08-02-2012 01:05
Gençlerimizin bu güzel çabaları ve sunumlarındaki nitelikli içerik, ilkeli duruş, vahye teslimiyet çok etkileyici doğrusu. Dünyevileşmek yerine, ahiret-kulluk eksenli bilinçle Kur’an ahlakını kuşanma örnekliğini oluşturma çabaları, tevhidi şahidlik sorumluluğunu yerine getirme duyarlılıkları, takdir ve dualarımızı hak ediyor, umutlarımızı arttırıyor. Allah kendilerinden ve onlara bu tür ortamları hazırlayanlardan razı olsun ve sayılarını arttırsın inşallah. Musab kardeşimizi Ankara İLKAV’da yapılan bir panelde de dinlemiş aynı şekilde takdir ve dua etmiştim. Bu panelde konuşan diğer kardeşlerimizin sunumlarından aktarılan notları okuduktan sonra, aynı takdir ve duaları onlar için de tekrarlıyorum. Bize umut veren bu gençlerimizin sayılarının, niteliklerinin ve fedakarlıklarının artmasını, çabalarının bereketlenmesini Rabbimizden niyaz ediyorum. Gençliğin önemi ve yeri hakkında bazı hatırlatmalarla, geçlerimizin bu değerli çabalarına katkıda bulunmak istiyorum. Bilindiği üzere, Peygamberimizin davetine ilk icabet edenler arasında çok sayıda gencin yer aldığını görüyoruz. İçlerinde gençliğe model olacak şahsiyetlerin yer aldığı bu gençlerden bazıları şunlar; Ali b. Ebu Talip, Erkam b. Ebi’l Erkam, Mus’ab b. Umeyr, Abdullah b. Ömer, Ubeyde b. El-Cerrah, Zeyd b. Harise, Abdullah b. Mesud, Habbab b. Eret, Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Saad b. Ebi Vakkas ve Esma binti Ebubekr, Muaz b. Cebel, Cafer b. Ebu Talip. Yüce Allah, vahyini yeryüzünde fıtrat ile buluşup bütünleşmek ve İslami şahsiyeti ve hayatı inşa etmek üzere göndermiştir. İkisi de dünyada birleşmek, bütünleşmek üzere Allah’tan gelen fıtrat ve vahyin arasının kesilmemesi, birleştirilmesi gerektiği de Bakara ve Radd surelerinde emredilmiştir. Bu sebeple, henüz bozulmamış olan bir fıtrat (insani yaratılış-doğa) ile vahiy karşılaştığında, tabiri caizse mıknatıs gibi birbirini çekme özelliği gösterirler. Bu bakımdan, yaşları küçük olduğu için, içinde bulundukları cahiliye toplumunun kuşatması ve kendisine benzetmesi etkisinin henüz tam sonuç almadığı, zihinlerini tam anlamıyla işgal edip, ruhlarını kirletip esir alamadığı genç insanların, hidayete yönelme potansiyelleri daha büyük olmaktadır. Yaratılışla gelen temiz fıtratın başlangıç noktasına henüz çok yakın olmalarından kaynaklanarak, fıtratlarının daha fazla korunmuş olması imkanı ve zihinsel zindelikleri sebebiyle vahyin mesajına olumlu cevap verme potansiyelleri de daha yüksek olabilmektedir. Bu sebeple, tarih boyunca Peygamberlerin (s) davetine ilk icabet edenler arasında önemli oranda genç insan yer almıştır. Ayrıca gençliğin, İslami davet, eğitim ve şahidlik sürecindeki, zulme karşı adalet mücadelesindeki yeri ve önemi de çok büyüktür. Bugün de Müslüman gençler, iman ve amellerini, dünya görüşlerini, hayat tarzlarını Resulün (s) güzel örnekliği, şahidliği çerçevesinde doğrudan Kur’an’a dayandırmalıdırlar. İlk neslin yaptığı gibi, önce Resulün güzel örnekliği zemininde, ilk inşa ettiği hayatın içinde Kur’an okunup, vahyin ölçüleriyle teçhiz olunmalı, Kur’an ahlakıyla ahlaklanılmalıdır. Resulün (s) önderliğindeki ilk Kur’an nesli içinde yer alan sayıca önemli miktardaki genç sahabenin, bizzat Kur’an ve Resulün rehberliğinde aldıkları kitap ve hikmet eğitimiyle oluşturdukları model şahsiyetleri, inandıkları dava uğrunda fedakarlıkta, bedel ödemede zirveyi yakalayan ihlaslı mücadeleyle ortaya koydukları muhteşem örneklik, bugün de gencimizle, yaşlımızla hepimizin yolunu aydınlatmaktadır. Tabii ki, görece temiz kalma avantajı, zihni zindeliği ve idealizmiyle gençliğin, bir davanın, özellikle de vahye dayalı tevhidi bir davanın müntesibi olma potansiyelinin yüksekliği yanında, dinamizmi ve enerjisinin yüksekliğiyle de müntesip olduğu davanın mücadelesine hareketlilik, verimlilik kazandırması söz konusu olup, gençliğin bu bakımından da önemi büyüktür. Gençlik, aynı zamanda müntesip oldu davanın geleceği, istikbali demektir. Davanın sonraki nesillere intikali bakımından da büyük önem arz eder. Gençliğin ihmal edilmesinin zararı, mücadeleyi durduracak, durağanlaştıracak, donduracak ve davanın geleceğe intikalinde zaaflara yol açacak kadar büyük olur. İçindeki genç unsurlarıyla beraber ilk nesil, tam bir teslimiyetle Allah’a ve Kur’an’a bağlanmış, ihlas ve samimiyetle tevhidi mücadeleye adanmışlardı. İnandıkları dava ve ilahi değerler uğrunda son derece fedakâr ve hayırlarda yarışan, zulme karşı yardımlaşan muhteşem bir dayanışma ve mücadele örnekliği oluşturmuşlardı. Hak ile batılı karıştırmayan, cahiliye yapısı ve inancından tam bir ayrışma ve arınma ile uzaklaşıp alternatif İslami yapıyı inşa eden, iman kardeşliğini ve biz bilincini belirleyici kılan ümmet algısıyla bütünleşmişlerdi. Şirk inancından, yapısından, sisteminden ve nadiyesinden (meclisinden) beraatlerini ilan edip, tevhidi inanca, İslami yapıya (aletrnatif İslami şuraya/nadiyeye) ve iman kardeşliğine dayalı velayet bağıyla birbirlerine bağlanmışlar, davaları ve birbirleri için fedakarlığın zirvesine ulaşmışlardı. Şirk inancı ve sistemine itaatsizliği ve uzlaşmazlığı, bizim için de bağlayıcılığı olan temel ilke olarak ete kemiğe büründürmüşlerdi. Ya Hz. Musab b. Umeyr’in örnekliğinde otaya konduğu gibi, genç yaşta davası uğruna, evini, ailesini, memleketini terk edip çok uzaklara tebliğ, davet, eğitim ve şahidlik göreviyle gitmekten çekinmeyen, ya da geride kalanların katlandıkları gibi zorluk ve sıkıntılara katlanan, işkenceye, ekonomik ve sosyal boykotlara, baskı ve zulümlere karşı onurlu bir direniş ortaya koyan güzel örneklikler oluşturmuşlardı. Onların yolunda olabilmek için, bugünkü gençliğin de, doğrudan Kur’an ve onun pratiği olan sünnetten sahih bir İslam algısını, doğru bir akıdeyi alması, mehcur (terk edilmiş) bırakılmış Kur’an’a doğru yeniden hicret ederek, onu hakkıyla okuması, ahlak edinmesi, inancını, amellerini, nefsini, ahlakını, “verrucze fehcur” emri gereğince geleneksel ve modern cahiliye kirlerinden arındırıp, şahsiyetini vahiyle inşa etmesi ve tebliğ, davet, eğitim ve şahidlik sorumluluğunu yerine getirmek için seferber olması gerekir. Küfre, şirke, ifsada ve zulme karşı, Kur’an ile büyük cihadı (cihaden kebiran) ikame edip (Furkan 52), Mekke’yi inşa etmeye, hayatı ibadet kılmaya talip olması gerekir. Böylece, İslam’ın iktidar ve medeniyetini ürettiği, Allah’ın hükmüyle hükmedilen, tüm insanlara adaletle muamele edilen Medine’ye ulaşmak için, fedakarlıklarda yarışan bir örneklik, vahyi sosyalleştiren bir Kur’an toplumu nüvesi/ modeli oluşturması ve bu cazibe merkezi çevresinde toplumu tevhidi istikamette dönüştürme, vahiyle inşa etme çabası göstermesi gerekir. Gerçek bir iman, sahibini iman ettiği değerlerin hakimiyeti, yaşamlaştırılması uğrunda en büyük fedakarlıklara sevk edebilen imandır. Bizim için örnek olması gereken ilk neslin imanı, Firavun’un işkenceyle katletmesine meydan okuyan sihirbazların imanı ve saraydaki imkanlara mağarayı tercih eden “ashabı kehf” gençlerinin imanı gibi, davası uğrunda ödedikleri bedellerle zirveye çıkan bir imandır. Mekki olan Kehf suresinde anlatılan Ashab-ı Kehf aslında Mekke gençlerine inandıkları dava uğrunda nasıl fedakar olmaları gerektiği konusunda onurlu bir örnek olarak sunuluyordu. Şüphesiz ki, bugünün ve kıyamete kadar geçecek bütün zamanların geçlerine de. Ashab-ı Kehf’in tutumu, duruşu, fedakarlığı üzerinde biraz düşünerek, bugünün gençlerine de, yaşlılarına da dersler çıkarmaya çalışalım. Onlar bir avuç gençtiler, saraylarda ve pek çok nimetler içindeler, kendilerine dünyevi bir sürü imkanlar sağlanmış durumda. Buna rağmen, bütün bunları bir yana iterek, sarayda zalim sultanın yüzüne hakkı haykırıyorlar. Hem de en zalim yönetimlerin baskısı altında, imparatorların, Allah düşmanlarının, tağuti sistem önderlerinin sarayında hakkı haykırdılar. Allah’dan başka İlahlara tapmayacaklarını söylediler. Taviz vermediler, uzlaşmadılar, şirk sistemine itaati reddettiler, sadece Allah’a kulluk ve ibadet yapacaklarını haykırdılar. Birilerinin marjinal olmamak için alabildiğine taviz verdikleri bu ortamdan kalkarak baktığımızda, bu gençlerin tavizsiz, ilkeli ve onurlu tercihinin sonucu öyle bir “marjinal”lik ki, başka bir şey yapamıyorlar ve bir mağaraya çekiliyorlar. Allah yolunda, sarayları terk edip bir mağaraya sığınmak, Allah’ın övgüsüne mazhar oluyor. Müthiş bir şey bu, büyük bir fedakarlıkla görevlerini ve kulluk sorumluluklarını yerine getirdiler, toplum ve egemenler davete icabet etmemiş, tam tersine onları öldürmeye kalkmışlardı, bu sebeple yapabilecekleri başka bir şey yoktu, davete direnen toplumlarını terk edip mağaraya sığındılar. Yani toplum davete direnince, bugün sık yapıldığı gibi, marjinallikten kurtulup kitlelerle buluşmak için, cahiliye toplumunun sistem, model ve değerlerine doğru savrulmak yerine, bir avuç onurlu, ilkeli genç, inandıkları değerler uğruna dünyevi her şeyi terk edip mağaraya sığınmaktan çekinmediler. Bugünkü, oradan oraya savrulan Müslümanların verdikleri tavizin yüzde birini verseydiler, sarayları bırakıp mağaraya gizlenmek zorunda kalmazlardı. Ancak bu ilkeli ve onurlu tercihle sığındıkları mağara onlar için, saraylardan daha ferah, daha güzel bir mekan oluvermiş, Rabblerinin yardımı ve rahmeti onları kuşatmış, onlara mutluluk getirmiş, izzeti kazandırmıştı. Sarayda olmayı tercih edip, Allah’tan uzak kalmak, huzursuzluk ve zillet iken, toprak ve kayadan ibaret mağarada olup, Allah’ın tarafında olmak huzur getirmiş, izzet ve şeref kazandırmıştı. Halbuki, kendileri gibi binlerce genç vardı, mağara gençlerinin önde gelenleri de onlar gibi davranıp, görece özgürlükler ve dünyevi zenginlik ve imkanlar uğruna topluma ve egemen sisteme uyum sağlasalardı, refah içindeki hayatlarını saraylarda sürdüreceklerdi. Ama, o zaman onlar da, diğer gençler gibi sıradan olup hem ahiretlerini kaybedecek hem de unutulup gideceklerdi. Ancak onlar bu tutumlarıyla, riski göze olan fedakar çıkışlarıyla, zalim sultanların yüzüne hakkı haykırarak, Allah’ın dinin yardımcıları olmayı tercih ettiler, şeref kazandılar ve hükmü kıyamete kadar geçerli Kur’an’da bütün insanlığa ve gençlere örnek olarak sunulmayı hak ettiler. İşte bugün de gençlerimiz ve biz, bu onurlu gençleri örnek almalıyız, dünyevi imkanlar adına tavizler vererek eklektik hak-batıl sentezi anlayışlarda kitlelerle birlikte olmak yerine, iman ve ilkelerden taviz vermemekten kaynaklanan hak yoldaki marjinalliği şeref saymalıyız.
- Siyonazi çetesi, Gazze'de gıda yardımı bekleyen sivillere saldırdı: 150 maktul 1000 yaralı
- Gazze İle Dayanışma ve Şehadet Gecesine Dâvet
- Gazze İle Dayanışma ve Şehadet Gecesi'ne dâvet
- İktibas’a bu cumartesi Ali Kaçar konuk oluyor
- Gazze’ye Yardım Kampanyası
- Siyonist vahşet: İnfaz edip çöpe atmışlar
- Adana ve Mersin seyahatinden sadra düşenler
- Kur'an Nesli İlim Merkezi'nin çadır yardımları Gazze'ye ulaştı
Makaleler
Hava Durumu