Ak Parti: Muasır "ılımlı İslam" seviyesi
Mehmed Durmuş / Venhar Haber
AKP'nin referansları
Kısa adı AK Parti (AKP) olan Adalet ve Kalkınma Partisi, 14 Ağustos 2001 tarihinde kurulmuş, on beş ay gibi kısa bir süre sonra, 3 Kasım 2002’de iktidar koltuğuna oturmuş bir partidir. On yıldır iktidarda olup da toplumun desteğini azaltmak bir yana, bilakis artırması, AKP’nin Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleştirdiği bir ilktir. Bu başarının bir numaralı aktörü, kuşkusuz partinin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır.
AKP kurulduğu günden itibaren hem Türkiye kamuoyunu hem de batı dünyasını çok meşgul etmiştir. Acaba AKP nasıl bir partiydi; İslamcı mıydı, dindar-demokrat mıydı, liberal miydi, takiyye ile devlet yönetimini ele geçirip ülkeyi şeriata götürecek bir gündemi saklı tutan radikal İslamcı bir parti miydi? AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan gerçeğini açıklarken komplo teorilerine başvurmanın gerekli olduğuna inanmıyorum. Bunun yerine o, ideolojisi ve icraatlarıyla değerlendirilmelidir.
AK Parti’nin referansları, Parti tüzüğünün “Kuruluşun Temel Dayanakları” başlıklı ikinci bölümünde şöyle sıralanmaktadır: “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, başta ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ ile ‘İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ olmak üzere TBMM tarafından onaylanmış uluslararası belgeler, Siyasi Partiler Kanunu, seçim kanunları, diğer ilgili kanun ve mevzuat...”
Partinin temel amaçları milli irade, hukukun üstünlüğü, akıl, bilim, tecrübe, demokrasi, bireyin temel hak ve özgürlükleri ve ahlakiliği; Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği muasır medeniyet seviyesine ulaşmak ve hatta onu aşabilmek için ikinci maddede açıklanan normlar ve genel kabullere uygun faaliyetlerde bulunmak olarak belirlenmiştir. Bu hedef çizilirken, “geçmişten gelen değerlerimizin korunması” kaydın düşülmüş olması (4. Madde) ayrıca önemlidir.
İşbu “muasır medeniyet seviyesi”, soyut bir söylem olmayıp, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 29 Mayıs 2003’te Mecliste yaptığı konuşmada açıkladığı üzere, ekonomik gelişme, demokrasi ve AB üyeliği[1] gibi somut kriterlere tekabül etmektedir. Dolayısıyla, AKP’nin gizli bir İslam gündemi olduğuna dair oluşturulan sanal korku böylece, anlamını yitirmektedir.
Tayyip Erdoğan, Davos zirvesine katılmak üzere gittiği, “Küresel kapitalizmin Kabesi” olarak nitelenen New York’ta temasları esnasında sorulan bir soru üzerine şöyle demişti: “Ders aldık... Referansımız İslam değil, anayasadır. Temel hak ve özgürlüklerde Kopenhag kriterlerinin uygulanmasını istiyoruz. Türkiye, AB üyesi olmalıdır.”[2]
Aynı gezi kapsamında Erdoğan, Washington'da Ulusal Demokratik Enstitü adlı kuruluştaki bir toplantıda, laiklik ve şeriat anlayışının sorulması üzerine şeriatı, "anayasa, kurallar bütünü" diye tanımlamıştır. "Müslümanlar için kullandığınızda (İslami şeriat) dediğiniz gibi, Amerikan kuralları, anayasası için de (Amerikan şeriatı) diyebilirsiniz” gibi laf oyunu yapan Erdoğan, söylemesi arzu edilen asıl sözü söylemiş, referanslarını bir kere daha ve açık olarak yinelemiştir: “Biz dinî esaslara dayalı bir devlet istemiyoruz. İslam evrenseldir. Müslümanlar için İslam'ın prensipleri kendi içinde geçerlidir. AK Parti'nin referansı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'dır.”[3]
Tayyip Erdoğan bu gezisinde dinî esaslara dayalı bir devlet kesinlikle istemediklerini söylemiş, referanslarının şeriat değil Anayasa olduğunu defalarca tekrarlamış; bütün ‘izm’lere -ve bu arada Kemalizm’e de- karşı olduğunu ama Atatürk ilkelerine karşı olmadığını beyan etmiştir.[4]
AKP Laik Bir Partidir
AK Parti’nin referansı İslam değil, laik-demokratik düşüncedir. Parti programında özellikle demokrasi, hukuk devleti, laiklik, insan hakları ve özgürlüklere vurgu yapılmış; serbest piyasa ekonomisi ve dünya sistemiyle bütünleşen rekabetçi bir iktisadi anlayış savunulmuştur.[5] Parti tüzüğünün ‘Temel Amaçlar’ bölümünde, Anayasa’da yer alan laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerine gönderme yapılmaktadır. Aynı bölümde, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve ‘Milli irade’nin tek belirleyici güç olduğu vurgusu, AKP’nin laik kimliğini gösteren önemli bir veridir.
AK Parti 2002’de iktidara gelmeden ve geldikten itibaren seküler bir dil kullanmaya özen göstermiş; İslamcı bir parti olmadığının altını özellikle çizmiş, başörtüsünün öncelikli bir mesele olmadığını beyan etmiştir.[6]
Hakkında kapatma davası açıldığında Anayasa Mahkemesine verdiği savunma metni, Parti’nin manifestosu gibidir. Bu metinde, “Demokrasiyle laikliği bir araya getiren ‘demokratik laiklik’ kavramından bile rahatsızlık duyan bir anlayışın, ne demokrasiyi ne de laikliği koruması mümkündür.”[7] sözüyle, bu Partinin laikliğin ve demokrasinin ne kadar iyi bir hamîsi olduğu ima edilmekteydi. Doğrusu gerçek de budur. Aynı savunma metninde, “Partimiz laikliği siyasî ve hukuki bir ilke olarak görmektedir” denmekte; Partinin laiklik anlayışının, çağdaş demokratik toplumların özgürlükçü laiklik anlayışıyla tamamen uyumlu bir yaklaşım olduğu, Parti olarak, başkalarının temel hak ve özgürlüklerine asla bir tehdit içermeyen bir laikliği savundukları ifade edilmektedir. Anayasanın 2. maddesinde laikliğin T. C. Devletinin değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek bir niteliği olarak sunulmasına ve Anayasanın 24. maddesindeki din istismarı yasağının amacının da, esasen devletin laik niteliğinin aşındırılmasını engellemek olduğuna yapılan vurgu[8] oldukça önemlidir. Belki de konunun asıl önemi şuradadır: Anayasanın 2. maddesinde, değiştirilmesi teklif dahi edilemezliği kayıt altına alınan laikliğin hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyeceğinin altı çizilmektedir. “Toplumda barışı kurmak ve sürdürebilmek için devletin laik bir hukuk düzenine, laik bir yönetim cihazına sahip olması”nın olmazsa olmazlığına dikkat çekilmekte, laikliğin “dinî inanç farklılıklarını barış içinde bir arada yaşatmak için var ol[duğu]” ileri sürülmektedir.[9]
İşte sırf bu yorum bile, Anayasa Mahkemesi tarafından AKP hakkında kapatma kararı verilmesini ‘hak’ olmaktan çıkartırdı. AKP’nin bu laiklik yorumu, son yıllarda dindarlardaki ideolojik değişimin özüne işaret eder. Zaten kendi inanç sistemleriyle cepheden çatışan bir değerler sistemi başka türlü benimsenemezdi. Başbakan Tayyip Erdoğan 2011 yılı Eylül ayında Mısır’a yaptığı gezide bir televizyondan verdiği mülakatta kendisinin Müslüman olduğunu, laik olmadığını (bu nasıl olabiliyorsa?!) söylemiş, ardından -laik bir devletin ‘müslüman’ başbakanı sıfatıyla Müslüman Mısır halkına laik bir anayasa yapmalarını tavsiye etmiş ve laikliğin kesinlikle dinsizlik ve din düşmanlığı olmadığını sözlerine eklemişti.[10]
AK Parti gibi siyasal teşkilatlardaki bu söylem değişikliği, onların sistem içinde yer almaya başlamaları ile eş zamanlı ve doğru orantılıdır. Arap Devrimi adı altında bazı Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan da bu minvaldedir. Tunus en-Nahda hareketi lideri Raşid el-Gannuşi benzer şekilde, “bizim Batı’daki manasıyla laiklikle hâlihazırda -İslamî hareket kapsamında- sorunumuz yoktur” diyebilmektedir.[11] Gannuşi, Türkiye’deki sistemin laik olduğu ve Arap âleminin de Türkleşmesi istendiği şeklindeki kaygıları iyimserlikle karşılamakta ve Türkiye’deki laikliğin dini özgürlüğe alan açılmasıyla son bulduğunu ileri sürmektedir.[12]
AK Parti savunmasında, laikliği korumanın ve (‘müslüman’ bir topluma) benimsetmenin bilimsel izahları yapılmakta; Ali Çarkoğlu ile Binnaz Toprak’ın araştırması (2006) referans verilerek, toplumun iktisadi seviyesi yükseldikçe laikliğin benimsenme oranının da arttığına dikkat çekilerek şöyle denmektedir:
“AK Parti, bir yandan ‘devletin temel düzenlerini’ Avrupa standartlarına uyarlayarak laikliğin hukuki boyutunu güçlendirirken, diğer yandan da demokratik özgürlükleri genişletmek, din ve vicdan özgürlüğüne özen göstermek ve ekonomik politikalarıyla refahı yükseltmek suretiyle laikliğin toplumsal temellerini pekiştirmiştir.” “Devletin sosyal, hukuki, siyasi ve ekonomik temel düzenlerini Avrupa hukukuna uyarlayarak modernleştirmiş ve laikliğin ikinci ayağı olan din ve vicdan özgürlüğünün alanını genişletmiş bir partinin, laikliği ihlal ettiğini ileri sürmek ancak bir algılamahatasından kaynaklanmış olabilir.”[13] Bu, sokak dilinde, “AKP’yi laikliği ihlalle suçlayanın alnını karışlarım” sözüyle ancak ifade edilebilir bir savunmadır.
AKP’yi laiklik
için bir tehdit olarak algılayanları iki kategoride ele alabiliriz. Bunlardan biri, AKP’ye kapatma davası açan yüksek bürokrasi ve Kemalist çevreler olup, bunlar da ufuklarının yetmezliği ve siyasal bağnazlıkları saikiyle böyle hareket eden; yaprak kımıldasa, rejim elden gidiyor zehabına kapılan kesimlerdir. İkincisi ise aslında AKP’nin laiklik için tehdit olmadığını çok iyi bilmelerine, hatta laikliği laikçi kesimlerden daha iyi kökleştirdiğini fark etmelerine rağmen maslahat gereği bu çığlığı yükselten odaklardır.
Bunların dışında, objektif düşünen bazı aydınlar ise fotoğrafı olduğu gibi çekme dürüstlüğünü göstermektedirler. Bunlardan biri olan, Zaman gazetesi yazarı Şahin Alpay konuyu şöyle değerlendirmektedir: “AKP iktidarının laik düzeni tehdit ettiği kanısında kesinlikle değilim. Aksine, ‘laik düzeni savunanlar’la kıyaslandığında AKP'nin daha laik bir tutum sergilediği kanısındayım.Laikliği savunanları, laiklikten ziyade, sahip oldukları ayrıcalıkları koruma telaşında görüyorum.”[14]
Türkiye İran olacak, Malezya olacak gevezeliği yapılırken, esasen hiçbiri de olmayacağını, aslında tam da o demlerde Türkiye’nin Almanya’ya ve Amerika’ya benzeme yolunda[15] olduğunu, sözü edilen laikçi odaklar bilmiyor olabilirler miydi?
Türkiye'de, on yıllık AKP iktidarı döneminde, ‘dinselliğin’ arttığı bir gerçektir. Bu görüntü, yüzeysel bakan laik ve laikçileri telaşlandırmaktadır. Hâlbuki telaşa mahal yoktur. Çoğulculuk ve sekülerizm içinde ‘dinselliğin’ günlük hayatı belirleyen ağırlığı artsa da, önemli olan sekülerve demokratik çizginin korunmasıdır. Bu, Cumhuriyetin yanlış modernleşme/sekülerleşme denkleminidoğrultan bir sekülerleşmedir. Cumhuriyet ülkeyi zorla modernleştirmek / sekülerleştirmek istemişti. Ak Parti ise Müslümanlık (İslam değil) ve muhafazakârlık üzerinden sekülerleşmeyi sağlamaktadır.
Devletin yönetim kademelerinde dindarların görev almasındaki artış, sakallı belediye başkanları, namaz kılan üst düzey bürokratlar, cumhurbaşkanı ve başbakanın hanımlarının başörtülü oluşu, gerek AKP’nin muhafazakâr demokrat tabanına ve gerekse laikçi kesimlere farklı mesajlar verse de, bunun sekülerleşmeden başka gerçekçi bir anlamı yoktur. Bir felsefe hocası bu gerçeği şu şekilde açıklamaktadır:
“Buna göre, devletin yönetim çarkı, dine dayanmadığı sürece, o ülkedeki rejim laik bir rejimdir; böyle bir devletin başına dünya görüşü bir dinin inançlarına dayanan bir kişi oturabilir. … Hâlbuki laik bir rejimde elbette dindar bir fert bulunabilir. Bu ferdin din anlayışı öznel bir metafizik fanteziyi geçmiyorsa, günlük eylemlerinde dinsel onay beklentisi yaşamıyorsa, bu ferdin durumu laik rejimle çelişmez.”[17]
Şurası çok iyi bilinmektedir ki, muhafazakârlık dini, ideolojik bir yaklaşım olarak görmez ve toplumu dindarlaştırmak gibi bir siyaseti yoktur. Bu sözden, ‘olmalıdır’ yüklemiyle biten bir beklenti anlamı çıkartılmamalıdır. Muhafazakârlık, dini toplumsal bir veri ve geleneğin bir parçası olarak önemsemekte, din-siyaset ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtmak istemektedir.[18] “Dinselliğin artışı” tamamen bununla alakalıdır.
AKP Muhafazakâr Demokrat Bir Partidir
AK Parti muhafazakâr demokrat bir partidir.[19] Parti daha işin başında, bizzat kurucu genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından kendi kimliğini ‘muhafazakâr demokrat’ olarak ortaya koymuştur. AK Parti’nin, 15 Ocak 2004 tarihinde İstanbul’da düzenlediği ‘Uluslararası Muhafazakârlık ve Demokrasi Sempozyumu’ndaTayyip Erdoğan’ın yaptığı açılış konuşması adeta bir manifesto olarak kabul görmüş ve sempozyumun tarihi, AKP kurucularının eski gömleklerini çıkarmalarının resmi tarihi olarak telakki edilmiştir. İşte o sempozyumda Erdoğan, AK Parti’yi demokratik ve laik hukuk devletini savunan, laikliği demokrasinin teminatı ve toplumsal barışın temel ilkesi sayan ve Cumhuriyetin temel nitelikleri etrafında kalıcı bir toplumsal mutabakat arayışı içinde olan bir parti olarak nitelendirmektedir.[20]
Muhafazakâr demokratlık, bu isimde ve AKP doktrini gibi bir kitap çalışması yapan ve halen Tayyip Erdoğan’ın danışmanlığını yapan Yalçın Akdoğan’ın satırlarında, halk egemenliğine dayanan siyasal meşruiyet ile anayasallığa ve evrensel normlara dayalı hukuki meşruiyeti önemseyen bir anlayış olarak ifadesini bulmaktadır.[21]
Liberal bir yazarın ‘Muhafazakâr Demokrat’ AK Parti’yi “Türk demokrasi tarihinin 1946’dan bu yana ana damarlarından birini temsil eden” bir olgu olarak tanımlaması[22] haksız olmasa gerektir.
AKP’nin muhafazakârlığı, statükoculuk anlamında olmayıp[23], geleneği dışlamayan bir modernlik; yerelliği kabul eden bir evrensellik, manayı reddetmeyen bir rasyonellik ve köktenci olmayan bir değişimistemi[24] olarak belirlenmektedir. Muhafazakârlık, bir nevi entegrizm olan tutuculuktan da ayrıdır.[25] AKP’nin muhafazakârlığı belki daha bir süre sivil içeriğinden uzaklaşacak ve daha dinsel bir içeriğe kavuşacaktır. Ama Türkiye'de “yepyeni bir kültürel ortam” hazırlamakta olduğu kuşkusuzdur.
Tayyip Erdoğan, 2004 yılı Ocak ayında ABD Başkanı Bush’u ziyareti kapsamında American Enterprise Institude'de yaptığı konuşmada şu mesajı veriyordu: “Demokratik muhafazakârlık yaklaşımı Türkiye'nin tarihi tecrübeleri, benimsediği değerler ve çağa ayak uydurma akılcılığından kaynaklanıyor. AKP Türk siyasetinde yeni tarzı temsil ediyor. Bu anlayışın, Türkiye sınırlarını aşan bir önemi var. AKP muhafazakârlık temelinde bir kitle partisidir. Toplumun her alanda gelişmesi için kapsamlı ve katılımcı reform süreci başlattık.”[27] Mekanik demokrasiden değil, ‘derin demokrasi’den yana olduklarını belirten Erdoğan, Türkiye'nin tecrübesinin, diğer Müslüman toplumlara ilham kaynağı, başarılarının birçok ülkeye örnek olacağını sözlerine eklemekteydi.[28] AKP danışmanı Akdoğan da, idari, toplumsal ve siyasal tüm alanlara yayılmış organik bir demokrasi olarak, buna “derindemokrasi” dediklerini ifade etmektedir.[29]
Bu noktada bir lahza durmak ve şu mülahazayı yürütmek lazım: Milli Görüş çizgisinden gelen bir partinin kendisini ‘muhafazakâr demokrat’ gibi, diğer sağ partilerin bile kendilerini nisbet etmedikleri böylesine cesur(!) bir söylemi ne Ak Parti’nin muhafazakâr-dindar tabanı layıkıyla anlayabilmiş, ne de laikçi kesim, AK Partinin takiyye yaptığı paranoyasından kurtulabilmiştir.
Bu sebepledir ki, seçimlerden hemen sonra Aralık 2002'de Türkiye için çok önemli bir zirve olan Kopenhag'ta Erdoğan’ın gösterdiği yüksek performans hemen her kesimi öylesine şaşırtmıştı ki, bu durum AKP’nin takiyyesi olarak algılanmıştı. Aslında şaşkınlık içinde olanları yadırgamamak gerekir çünkü AKP, 150 yıllık tarihin en köklü reformlarına imza atıyordu.[30]
Acaba AKP liberal İslamcı bir parti midir, yoksa muhafazakâr demokrat mıdır? Graham Fuller AKP’yi İslamcı olarak niteleyebilmektedir; bazı liberal aydınlar ise İslamcı köklerinden koptuğu ve kendini öyle tanımladığı için “Muhafazakâr Demokrat” demeyi uygun görmektedirler. Liberal İslamcılığın en ileri gittiği ülkenin Türkiye olduğunu Graham Fuller da kabul etmektedir. Demokratik kurum ve geleneklerin en güçlü olduğu Türkiye, İslamcı ve liberal demokratik geleneklerin gerçek bir sentezini yapmayı başaracak ilk ülke olmaya adaydır.
AKP muhafazakârlığı İslamlaşma değildir. Açık Toplum Vakfı tarafından Boğaziçi Üniversitesinden Hakan Yılmaz’ın başkanlığında Mart-Nisan 2012 tarihleri aralığında yaptırılan “Türkiye’de Muhafazakârlık: Aile, Cinsellik, Din” başlıklı araştırma, muhafazakârlığın İslamlaşma değil, demokratikleşme olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.[32] Ankete göre Ramazan ayı boyunca oruç tutanların oranı 60.4’ten 53.1’e inmiş, hiç tutmayanların oranı ikiye katlamıştır. Cinsellik ve dini görünürlük gibi konularda verilen cevaplar gösteriyor ki, AKP iktidarı döneminde dinsellik artmamıştır, bilakis liberal bir yaşam tarzı beğenilmekte, özgürlük vurgusu belirginleşmektedir. Oysa aynı vakıf bu araştırmanın ilkini 2006 yılında yapmıştı ve kamuoyuna açıklandığında milliyet gazetesi şu şekilde manşet yapmıştı:
“Hoşgörüsüz Bir hayata Doğru-Muhafazakârlığı Ölçen Anketten düşündürücü Sonuçlar”[33]
Bu manşetin, ‘Basında Güven’ sloganıyla çıkan bir gazete tarafından 2006 yılının siyasal atmosferine göre atıldığında hiç kuşku yoktur. Aynı araştırmanın 2012 versiyonu, bilakis dindarlaşmada düşüş, sekülerleşmede ilerleme olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Belki kamusal alanda muhafazakârlık artış göstermişti ama kamusal alanda yer almak sekülerleşmenin alametidir. Kısacası seküler bir süreç içinden yeni bir muhafazakârlık inşa edilmektedir.
AK Parti Demokrattır
AK Parti laiklikten önce demokrasiyi hazmetmiştir. On yıllık iktidar sürecinde laiklikle de, demokrasi ile de herhangi bir sorunun kalmadığı gözlenmektedir. 30 Eylül 2012 Pazar günü yapılan 4. olağan kongrede Genel başkan R. Tayyip Erdoğan ve eşinin birlikte yürümesi için salonun ortasında tanzim edilmiş olan ‘demokrasi yolu’ ve Erdoğan’ın, “Size bir sürprizim var” anonsuyla beraber Aşık Veysel’in “gidiyorum gündüz gece” şiirini dinletmesi, “uzun ince bir yol”un demokrasi olduğunu göstermiştir.
AKP bugün DP-AP-ANAP geleneğinin devamı, yani merkez sağ'ın ana partisi konumundadır. ‘İslamcı’ olarak adlandırılan Milli Görüş Hareketinden ‘Muhafazakâr Demokrat’ bir AKP neşvü nema bulmuştur.[35] Milli Görüş’ün İslamcılığı hiçbir zaman Kur'an merkezli bir İslamcılık olmamışken, kendisinden adeta dokuz talakla boşanmış olan muhafazakâr demokrat AKP’yi ‘İslamcı’ gibi sıfatlarla demokratik değerler açısından hala ‘riskli’ olabilir diye anmak, ancak cehaletle izah edilebilir. Çünkü Milli Görüş çizgisini de terk eden AKP kurucularına, maruz kaldıkları baskılar, gündemlerini gizlemeyi değil, siyasi özgürlüğün önemini öğretti. O sebeple AKP, öteki partilerden daha özgürlükçü, daha demokrat ve daha laik bir kimliğe sahiptir. Demokrasi, zayıfları değiştirip-dönüştürmektedir. Türkiye'nin eksikli kusurlu demokrasisi, İslamcı akımın giderek ılımlılaşmasını ve sonunda İslamcılığı aşmasını mümkün kılmıştır. Türkiye esas olarak bu anlamda İslam dünyasının yıldızıdır. Bunları anlamadan Türkiye'yi anlamak mümkün değildir.”[36]
Ali Bulaç’a göre AK Parti, “Türkiye'nin özel şartlarında teşekkül etmiş bulunan Milli Görüş çerçevesinde bir ‘İslamî’lik” olan kökenini açıkça reddetmekle beraber, toplumsal bakımdan son derece heterojen olan çevre bu partinin İslam'ın dinamizminden beslenen muhalif ve bittabi reformcu ve elbette hakikatte İslamcı bir hareket olduğunu düşündü; parti sözcülerinin seçim meydanlarında ve medyada aksi yöndeki beyanlarını bile bu çerçevede tefsir etti.[37]
‘Milli Görüş İslamcılığı’ndan ‘Müslüman Demokrat’ Çizgiye
İslam’ın, batı medeniyetinin omurgası olan demokrasi ile bağdaşmayacağını, İslam'ı ve batı düşüncesini iyi bilen her fikir adamı teslim eder. Fakat demokrasi ile İslam arasındaki o aşılmaz sanılan sınırlar, artık bizzat İslam'ın müntesipleri tarafından aşılmaktadır.
Bülent Arınç 1999 yılında demokratik dönüşümünü şöyle özetlemişti: “Beş altı sene önce İslamî birdevletmodelinin olabileceğine ve siyasetin görevinin bunun önünü açmak olduğuna inanıyordum, ama şimdi görüyorum ki yanılmışım. Artık hedeflenmesi gereken modelin insan haklarına dayalı demokratik hukuk devleti olduğu inancını taşıyorum.”[38]
“Müslüman demokrat olunabilir mi?” sorusunu, “Eğer uç noktaya gidersek, hiçbir dindarın demokrat olamayacağı iddia edilebilir.” [Çünkü referansı değişecek!] diye cevaplayan Etyen Mahçupyan,[39] “Müslümanların bugün kendi önlerine koydukları bahis”in, “kişinin kendi zihniyeti ile demokratlığı birleştirecek bir senteze ulaşması” olduğunu belirtmektedir.[40] Bu sentezi sanki şöyle özetlemektedir Mahçupyan: (1): Kendi dininin öznel bir tercih olduğunun bilincine varması; (2): İyi bir dindar olurken aynı zamanda hem kendi dinine hem de genelde dinlere mesafeli bakabilmesi; (3): Dini kişiler arası güç ilişkisinin meşruluk kaynağı olarak algılamaması. Böyle bir Müslüman’ın demokrat olmaması için bir neden yoktur![41]
AK Parti’nin yaslandığı sosyal tabaka (cemaat/ler) ve entelektüel kesim, artık rahatlıkla kendilerini Müslüman-demokrat olarak tanımlayabilmektedirler.[42] İslam’la demokrasi fıtrat olarak uyuşmaları imkânsız iki ayrı yaşam biçimi iken, bu uyuşmazlık, bilakis iyi bir hısımlığa dönüştürülmektedir. İslam dünyasında Demokrasi ile İslam'ın çatıştığı, bir “iddia” olarak ele alınmakta ve bu iddia, “Demokratik İslam”ın, Ortadoğu'daki “dayatmacı, baskıcı, ilkesiz ve hayatın dışındaki yönetimlerin korkulu rüyası” olmasına bağlanmakta; İslam dünyasındaki dayatmacı yönetimlerin en büyük ve en güçlü alternatifinin "Demokratik İslam" olduğu ileri sürülmektedir.[43]
“İslamî demokrasi” kurma hedefi yönündeki değişim, “İslam’da ‘kulun kul üzerindeki tahakkümü’nün reddi” ilkesiyle temellendirilerek, tevhide denk düştüğü ileri sürülmektedir.[44] Oysa aynı kalem, Dinden bağımsız bir insan hakları tanımı önerebiliyor, çoğulculuğun kabul edilmesini teklif edebiliyor.[45]
AK Parti’nin fikir işçilerinden Yalçın Akdoğan, Z. Brzezinski’nin, “21. yüzyıl manevi ve dini değerlerin hâkim olacağı bir yüzyıl olacaktır” görüşüne; Huntington’ın, “modern insan çok açık bir şekilde dine yönelmekte; hayatın amacını, varoluş gayesini yeniden sorgulayarak dine adeta sığınmaktadır. Bu yüzden dini duygunun doğasını anlamak ve ona saygı duymak gerekir” değerlendirmesine yer veriyor.[46] Bu yaklaşım, Çek siyasetçi ve fikir adamı Vaclac Havel, demokratik değerlerin, tüm kültürleri ve insanlığı birbirine bağlayan ‘manevi temeller’ üzerine bina edilmesi önerisiyle aynıdır. Bu öneri gerçekleştiğinde demokrasi sadece batının değil, tüm insanlığın sahiplenebileceği bir değer olacaktır.[47] ‘Dini soslu demokrasi’ anlamına gelen bu önerinin sözcülüğünü ‘müslüman demokrat’ cemaat liderleri yapmaktadır.[48]
21. yüzyıl, belki de örneği olmayan bir “dine dönüş” çağı olmaktadır. Çünkü Müslüman toplumlar nazarında “manevideğerler”in kıymeti bir başka türlü anlaşılmıştır! Sözü edilen değerler, geçmiş on yıllarda hiç olmadığı kadar rağbet görmektedir. Fakat bu “manevi değerler”, kesinlikle bir İslamlaşma değildir. İslam’ın birtakım tezahürlerinin oldukça görünür hale geldiği bir dönüşümdür. Demokrasiyle İslam'ın modern bir izdivaç törenidir bu. Havel’in, Huntington’ın ve Brzezinski’nin önerdiği şekilde, “saygı duyulması gereken manevi temeller” üzerine demokrasi kültürünün inşa edildiği bir dönem… Bu yeni dönem, toplumun merkezinden İslamî değerlerin sökülmeye çalışılmadığı bir ‘özgürlük ortamı’ olarak tanımlanmaktadır. Çünkü hiçbir toplumda kutsal değerlerin yeri ekonomik ya da siyasal doktrinlerle doldurulmayacaktır.[49]
Türkiye'de İslamî bir demokrasi oluşturmak için batıda örnek bulunmaktadır. Bu, ‘Hristiyan demokrat’ kültürüdür. İngiltere’nin Avrupa bakanı Denis MacShane’e göre, “Avrupa’nın 20. yüzyıldaki en büyük politik icatlarından biri Hıristiyan demokrasisinin oluşturulmasıdır.” MacShane, tam işleyen İslami bir demokrasinin oluşturulmasına giden yolda Türkiye’ye yardım edilirse, bunun demokrasi için bir ödül olacağı görüşündedir.[50]MacShane’in, insanların dini ihtiyaçlarını tanımlamalarının engellenmez oluşuna ve bu ihtiyaçların hele de laik demokratik haklar içinde yapılmasının gereğine vurgu yapması önemlidir. İngiliz bakan, Türkiye AB’ye üye olmak için çok geride de olsa, “Avrupa, Müslüman demokrat bir Türkiye’ye ‘hoş geldin’ demelidir” görüşündedir.[51] Neden? Çünkü “Türkiye’deki İslami demokrasi Avrupa’nın doğudaki İslam dünyasına açılması için bir köprü olacak, Avrupa da kuzey ve güney Amerika ile bu şekilde bir köprü vazifesi görecektir.”[52] Bu ulvi(!) hedefe hizmet etmesi içindir ki ABD Başkanları, Türkiye'yi İslâmî köktencilikten kurtarmanın en iyi yolunun eleştirilerle vakit kaybetmek yerine, onun bir an önce Avrupa Birliği'ne sokulması olduğunu” söyleye gelmişlerdir.[53]
AK Parti yönetimindeki Türkiye, Hrıstiyan demokratların İslami muadili haline gelebilme potansiyeline sahiptir.[54]AKP, İslam'ın demokratikleştirilmesini temsil etmesi noktai nazarından, Avrupa'daki Hıristiyan Demokratlarla aynı konumdadır.
Graham Fuller Türkiye’ye, İslamî düşünce ve eğilimler konusunda daha esnek olmayı tavsiye etmektedir. İran gibi olun demiyormuş Fuller ama “İslam’ın özel yaşam ve kamu yaşamındaki rolü konusunda esnek olmak ve İslam’ın Türkiye’nin kültürel ve entelektüel mirasının önemli bir parçası olduğunu, bastırılması gerektiğini kabul etmek, katılaşmayı önlemek için kendisini ifade etmesine olanak sağlama”nın mümkün olduğunu öngörüyormuş.[56] Fuller’ın sözlerini, “İslam'la ters düşmeyin” olarak anlamak mümkündür.
ILIMLI İSLAM
Ilımlı İslam Nedir?
Ilımlı İslam nedir? Bu bir vakıa mıdır, yoksa salt bir söylem midir? İslam’ın ılımlısı ve ılımsızı olur mu? Bir kitap çapında cevapları olan bu soruları kısaca değerlendirelim.
İslam münzel bir dindir. Onun vaz edicisi Allah’tır. Peygamber dâhil, bütün kullara düşen, ona, olduğu gibi teslim olmaktır. İslam 7. yüzyıl Arabistan’ında ilk inzal edildiği gün ne idiyse, şimdi de odur, gelecekte de öyle olacaktır. Hiç tartışmasız ‘ılımlı İslam’ diye bir İslam yoktur. ‘Ilımlı İslam’ ile kastedilen, İslam'ı beynelmilel tahakküm, sömürü ve küresel terör şebekelerine uyumlu hale getiren, daha doğrusu bazı müntesipleri şahsında İslam’ı, dünya siyasetine ses çıkartmayan, hiçbir zalimin zulmüne müdahale etmeyen, kapitalizmin halayığı, modernizmin payandası bir din misyonuna irca edici bir projenin adıdır. Bu projenin baş mimarının ABD olduğu, İsrail’in ve bazı Avrupa devletlerinin de sorumluluklar üstlendiklerinde hiç kuşku yoktur. Türkiye ise, devlet imkânları, entelektüel katkı ve projenin işlerliği için her türlü katkıyı yapan bir ‘ev sahibi’ konumundadır.
‘Ilımlı İslam’ projesine, ulusal ve uluslar arası hiçbir nifak ilişkisine angaje olmamış Müslüman kesimin razı olması bir tarafa, bu deyim bile iğrenti sebebidir. Anlaşılacağı gibi, böyle bir İslam yoktur. Ama bilinmelidir ki ‘ılımlı İslam’ İslam değildir. Bunun tarihteki benzeri, Medine’de Ebu Amir Rahib’in inşa ettiği, Peygamberi de açılışı için davet ettiği ama Kur'an’ın uyarısı ile Peygamber'in bu tuzağa düşmeyerek, yıktırdığı[57] ‘mescid-i dırar’ olayıdır. Kendilerini Müslüman olarak tanımlayan bazı siyaset adamları, cemaat liderleri ve entelektüeller, küresel sistemin efendilerine olan diyet borçlarını ödemek için, İslam'ı alet etmektedirler. Örnek olarak, ‘terörist İslam’ tabiri İslam’a ne kadar uygunsa, ‘ılımlı İslam’ da o kadar uygundur… ‘Ilımlı İslam’ denilen proje, bugünün bir gerçeği olarak bilhassa Amerika’nın çıkarlarına hizmet ettiği için buna, ‘Amerikancı İslam’ demenin bir sakıncası yoktur.
‘Müslüman demokrat’ ya da ‘İslamî demokrasi’ formülünden ürken laikçiler gibi, ılımlı İslam sözünü duyunca, hem de Batı’da Türkiye için kullanıldığında çileden çıkanlar bulunmaktadır.[58] Kimi laikçi ve solcu aydınlar ‘ılımlı İslam’ın ‘düşman’ ABD’nin, sanki Türkiye’ye şeriat getirmek için bir basamak olarak kullandığı bir araçmış gibi vehimlere kapılmaktadırlar. Güya ABD Türkiye’yi ‘şeriat batağı’na sürüklemek ve kendi güdümü altına almak için ‘ılımlı İslam’ı teşvik etmektedir.[59] Bu sebeple muhafazakâr-demokrat AKP’nin kendisini ‘ılımlı İslam’ gibi dini bir etiketle konumlandırmasından hayıflanmaktadırlar.
Oysa eski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrook’un şu tavzihatının, sözü edilen kimselerin yüreğine su serpmemesi, kendileri adına ne büyük bahtsızlıktır:
“11 Eylül'den beri ABD, dünyanın her yerinde ılımlı İslami demokrasiler istiyor. İşte, sadece iki tane var: Türkiye ve Malezya... Türkler çok dramatik bir seçim yaptı. Ilımlı Müslüman bir parti, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Atatürk'ten alan ünlü milliyetçi partileri mağlup etti. Bu ılımlı Müslüman parti, İsrail ile de iyi ilişkiler içinde ve AB'ye üyelik istiyor. Ben de bunu kuvvetle destekliyorum.”[61]
Ilımlı İslam’dan korkan laikçiler yanılmaktadırlar. Ilımlı İslam'dan söz edenler, İslamiyet'le demokrasinin gereklerini telif etmiş, demokratik işleyiş içinde iktidar olabilen, gene aynı kurallar içinde iktidardan uzaklaşan bir partiden söz ediyorlar. Murat belge’nin deyimi ile “baştan aşağıya 'ılımlı İslam' kesilmiş bir Türkiye'den” kimse söz etmiyor.[62]
Gerçekte Ilımlı İslam Nedir?
Aslında ılımlı İslam projesi tarihte epeyce gerilere götürülebilir. Müslümanlara hükmetmiş olan -dört Halife döneminden sonraki- bütün devletler, bir şekilde İslam'ı devletin güdümüne girdirmişler, İslam'ı kelimenin tam anlamıyla istismar etmişlerdir. Cumhuriyet devrimleri Tanrı merkezli bir yaşam tarzından insan merkezli bir yaşam biçimine geçiş demek[63] olmasına rağmen, gerektiği yerde gerektiği kadar İslam'ın nüfuzundan yararlanmayı ihmal etmemesi de, Kemalist rejimin ılımlı din projesi olarak görülebilir. Esasında Türkiye'de İslam devrimci-radikal bir anlayış çerçevesinde gelişmemiş; Osmanlı’dan beri ılımlı, hatta liberal değerlere açık bir noktada bulunmuştur.[64] Bunun sebeplerinden biri, Selçuklu ve Osmanlıda İslam’ın hep devletin güdümünde olması, bir diğeri de tasavvuf kültürüdür.[65]
İslam'ın Protestanlaştırılması, küresel kapitalist sisteme uyumlu hale getirilmek için istenmektedir. Türkiye'nin tam başarılamamış batılılaşma, toplumu dönüştürme çabaları revize edilmek istenmektedir.[66] Olan biten bundan ibarettir.
Neo-Con'ların Ortadoğu uzmanlarından ve siyonist öncülerden (U.S. Institute for Peace'in eski başkanı) Daniel Pipes 2004’te hazırladığı bir raporda, terörizmle savaşın "nihai hedefi"nin İslâm'ın modernleştirilmesi ya da kendi ifadesiyle "din inşası/religion building" olduğunu ilan etmişti. Pipes ılımlı, modern ve Amerikancı İslâm bakış açısını ortaya çıkaracaktı.[67] “Kitabı olmayan, ilahiyatı olmayan” bir İslam modeli çıkarmak;[68] yeni bir din inşa edilmek istenmektedir. Cuma namazı kıldıran ilk kadın imame olarak tarihe geçen, "Muslim Wake Up" (Müslüman Uyan) adlı örgütün üyesi Amina Wadud'un büyük destek gören bu girişimi (18 Mart 2005), bu yeni din inşasının bir parçası olarak tarihe geçmiştir. Türkiye'de ilahiyat fakültelerinin dini laikleştirici misyonu[69] ve ‘İslam Gerçeği’[70] kitabı gibi yayınlar, Türkiye neo-conlarının yeni bir din (İslamsız İslam) inşa etme girişimlerinin değişik tezahürleridir.
Ilımlı İslam tabiri, “İslam ile modernitenin bir arada zoraki var oluşu”[71] olarak okunmaya da elverişlidir. ABD'nin icadı olan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) geniş bir coğrafyada siyasal, sosyal, ekonomik ve dini bir dönüşümü hedeflemektedir. Dini olarak ise hedeflenen, "Ilımlı İslam"dır. Bölgede terörü beslediği propagandası ile radikal dini anlayışlar ‘ehlileştirilmek’,[72] Amerikan çıkarlarına ayak bağı olmaya karşı etkisiz hale getirilmek istenmektedir. Reel-politikte ise, küresel sistemle İşbirliği yapan sözde Müslümanları diğerlerinden ayırmak için ‘ılımlı Müslüman’ denmektedir.[73]
Niçin ve Nasıl Ilımlı İslam?
İslam niçin ılımlılaştırılmak istenmektedir? Bu soruyu şöyle de sorabiliriz: Ilımlılaşma, İslamî hassasiyetlerin sivil hayata ve kamu alanına yansıması anlamında modernleşme ve demokratikleşmenin olağan bir sonucu mudur, yoksa bu, dış güçlerin bir komplosu mudur?[74] Yukarıda ılımlı İslam'ın bir proje olduğunu belirtmiştik. Büyük Ortadoğu coğrafyasında politik sistem dönüştürülürken ve sınırlar tekrar belirlenirken ABD’nin bölgeye yönelik politikalarına destek olması; ‘yumuşatıcı’ görevini yerine getirmesi ve bir noktada tepkileri emen tampon görevi yapması için[75] ılımlı İslam gerekiyordu. Ilımlı İslam, dünyaya hükmeden güçlerin ‘kaçınılmaz’ olarak başvuracakları bir uyumlulaştırma yöntemidir.
Fakat ‘ılımlı İslam’a sadece bir proje gözlüğüyle bakılamaz. Aynı zamanda “İslamî hassasiyetler” denilen, dinin görünürlüğün sivil hayata ve kamu alanına yansıması da bir vakıadır. “İslamî hassasiyetler” deyimi, İslam’ın laik Cumhuriyet yanında arızi ve patolojik bir fenomen olarak durduğu[76] bir vasatta, bir uzlaşma kültürünü çağrıştırmaktadır. İslam’ın ana gövdesi sakıncalı ise de, ‘hassasiyetler’ sakıncasızdır…
Ilımlı İslam meselesi bir proje olmanın ötesinde, Türkiye’nin büyük demokratik değişim ve dönüşümü ile[77] yakından alakalıdır. Washington Uluslararası Stratejik Enstitüler Merkezi’nden bir uzman (Brad Roberts), İslam’ın, (komünizme karşı basit bir kalkan olarak ele alınmasından ziyade), toplumsal yaşamın bütün alanlarına müdahale etmesi gerektiğini belirtmekte ve şöyle demektedir: “…dindar kitlelerin siyasete, iş yaşamına, bürokrasiye, orduya, öğretmenliğe doğru çekilmesi modernizasyon süreci için önemli bir adım olabilir.”[78] S. Huntington, Atatürk'ün ortadan kaldırmak istediği ama başaramadığı Müslüman mirasıyla bütünüyle yeniden barışmayı kabul eden Türkiye’nin, kendisine yeni bir misyon araması gerektiğini ileri sürmektedir.
Türkiye'de yaşayan halkın büyük çoğunluğu kendini Müslüman olarak tanımlamaktadır. Laik-demokratik bir Türkiye’nin İslam’ı yok sayması mümkün değildir. Bu yeni dönemde siyaset adamıyla halk bir bütün halinde, ne İslam'dan vazgeçmek niyetindedir, ne de demokrasiden.[80] İslam Türkiye’nin kimliğinin değiştirilemez bir parçası kabul edilmekte ve İslam’dan bir biçimde ‘kurtularak’ değil, onunla birlikte demokratikleşmek durumunda olunduğu üzerinde ittifak sağlanmaktadır. Bu kabul, Türkiye’nin bir İslam devleti olmasını gerektirmediği gibi, laikliğin reddini gerektirmiyor. Türkiye’nin demokratikleşmesi bu yalın gerçeğin kabulüne bağlıdır.[81] Kimilerinin korktuğu gibi Türkiye İslamlaşmakta değildir. Sadece, bildiğimiz cumhuriyet resmi değişmektedir. Türkiye’de din olgusu devletle daha bir eklemlenmekte,[82] Din devletle barış(tırıl)maktadır. Kamusal alandan birçok yöntemin elbirliğiyle tard edilmiş bir İslam’ın, “Türkiye’nin kimliğinin değiştirilemez bir parçası” olarak kabulü, ne hamasi bir savunmadır!
Tunus İslamî Hareketi'nin sürgündeki lideri Raşid El-Gannuşi 1990'ların ortalarında Londra'daki bir konuşmasında, Tunus halkının hür bir oylama sonucunda Tunus'ta çıplaklar plajı açılmasını istemesi durumunda, (kendisi bu yönde bir isteği onaylamasa bile) halkın isteklerini her açıdan karşılamak zorunda olduklarını söylemişti.[83] AK Parti’nin ılımlı, özgürlükçü ve çoğulcu anlayışı ile Gannuşi kriterleri örtüşmektedir.
Oysa aynı liberal AKP, mesela başörtüsü konusunda aynı cesareti gösterememiştir. Devlet Bakanı Mehmet S. Aydın’ın 2004 yılı Nisan ayında Almanya’da bir gazeteye verdiği beyanatta, kamu kuruluşlarında bir kadının kapanma isteğinin demokratik bir hak olduğu yönündeki sözlerine, Parti kapatma davasına karşı hazırlanan savunmada sahiplenilmemiş, o sözlerin, Aydın tarafından Alman gazetesine verdiği Almanya’yla ilgili bir cevap olup, Türkiye’deki sorunla kesinlikle ilgisinin olmadığı ifade edilmiştir.[84] Gazı alınmış ‘ılımlı’ halk, bu tavırlarda hep bir hikmet araya gelmiştir.
Ilımlı İslam Bir ABD Projesidir
BOP’un Truva atı (A. Dilipak) olarak adlandırılabilecek ‘Ilımlı İslam’ bir Amerikan üretimidir. “ABD, ılımlı İslam’ı destekliyor mu?” sorusuna dönemin ABD Büyükelçisi Ross Wilsonşu cevabı vermişti: “Biz, bizim değerlerimizi ve dünyadaki amaçlarımızı paylaşan ülkelerle birlikte çalışmak isteriz ve Türkiye bu ülkelerden biri.” Bu çerçevede AKP için “moderate Islamic party” (ılımlı İslamî parti) tabiri kullanılmakta ve bu partinin başarısında ABD’nin hayati çıkarları olduğu açık bir gerçektir.[85]Georgetown Üniversitesi’nden Prof. John Esposito’ya göre de AKP "Türkiye’nin AB’ye üyeliğini ve liberal piyasa ekonomisini savunan ılımlı, Batı yanlısı bir parti"dir.[86] Amerika yönetimi, Batı'da ve İslâm dünyasında dini alanda reform çalışmalarını hızlandırmak için birçok çalışma içine girmiştir. Bu konuda İslâmi isimler taşıyan ve hedefi, ABD ve dünyada ‘ılımlı İslâm’ı teşvik etmek olan örgütler kurulmuş, bunlar ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ve eski CIA şefi James Woolsey gibi isimler tarafından desteklenmiştir.
RAND şirketi bu örgütler arasında en fazla ismi geçen bir kuruluştur. Rand Coorporation’ın raporları meşhurdur. Mesela 1990 yılında CIA’den Graham Fuller'e Savunma Bakanlığı adına hazırlattığı, “Türkiye'de İslam Köktenciliğinin Geleceği” başlıklı bir rapor önemli taktikler içermektedir.Raporda Amerikan yönetimi için iki şey tavsiye edilmektedir:
1) Türkiye'deki İslamî hareketi daha yakından tanımalı, onların ideolojileri hakkında yakından bilgilenmeli ve diplomatlarını eğitmeliyiz.
2) ABD İslamcı akımın ılımlı üyeleriyle resmi olmayan ilişkiler kurmalıdır.[88]
Dokuz yıl sonra (1999) ABD Dışişleri Bakanlığı'nca hazırlanan "Din Hürriyeti Raporu"nda ise Fethullah Gülen isminin "ılımlı İslami lider" olarak yer aldığını görmekteyiz.[89] O sene (Mart 1999) Türkiye'nin ‘ılımlı İslamî lider’i, ABD’ye intikal etmiştir...
2003 yılında, ABD'nin eski Irak büyükelçisi Zalmay Halilzad'ın Yahudi asıllı eşiCheryl Barnard'ın"Sivil Demokratik İslam Raporu"ndan haberdar olmuşuzdur. Bu raporda özetle şunlar önerilmektedir: 1.İslamiyet’ten kaynaklanan şiddet önlenmelidir. 2.ABD'nin İslamiyet’e karşı olduğu imajı düzeltilmelidir. 3.İslam dünyasının demokratikleştirilmesine yönelik radikal adımlar planlanmalıdır.[90] Barnard’ın raporunda İslam dünyası köktendinciler, tutucular, modernistler ve laikler olarak dört gruba ayrıştırılıyor; köktendincilerin terör eylemlerinin, baskı ve yolsuzluklarının sürekli basına yansıtılarak aralarındaki bölünmelerin hızlandırılması tavsiye ediliyordu. Tutucuların modernistlere yaklaşması ve sufizmin desteklenmesi isteniyordu.[91]
Bu raporda fundamentalistlerle geleneksel Müslümanların savaşmaları teşvik edilmeli; fundamentalistler zayıflatılıp, yok edilmeli gibi taktikler verilmekteydi.[92] Ayrıca ‘Batılı İslam’ tezinin desteklenmesi ve "ortak bir İslam dünyası olmadığı" yönündeki kanaatin yaygınlaştırılması isteniyordu.[93] Bu raporun yayınlandığı tarihte Fethullah Gülen’in, “Bugün İslam dünyası diye bir dünya yok!” spotlu beyanatlar vermesi[94] -tıpkı ABD’ye yerleşmesi gibi- acaba salt bir rastlantı mıydı?
Bayan Barnard’ın raporu, ABD için en iyi müttefik olarak tanımlanan “ılımlı İslamcılar”ın nasıl desteklenecekleri konusunda şunları öneriyordu:Çalışmalarının, görüşlerinin yayımlanması ve dağıtılmasına maddi katkı yapılacak.Daha geniş kitlelere özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek. Sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak. Görüşlerini yaymak için web sitesi, okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak.Ilımlı İslam’ın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak.
"Yönetim talebinden vazgeçirilmiş, sivil, demokratik bir İslam" modeli hedefleyen raporun sonundaki "Derin strateji" bölümünde daha somut öneriler yer alıyordu:
“Ilımlı İslamcıların cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı. Demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı. Sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslamcı liderlere yardım edilmesine çalışılmalı..." Fethullah Gülen'in örnek olarak verildiği ılımlı İslamcıların ekonomik güç eksikliği dile getirilip maddi destek yapılması önerilmektedir.[96] Artık Fethullah Gülen, "Tüm Müslümanlara ilham veren vaiz" gibi sıfatlarla dünyaya pazarlanacak bir markaydı; çünkü Gülen hareketinin başlıca karakteristiği, "seküler devleti yıkma gibi gayesi bulunmaması" idi.[97] Artık Avrupa’da Fethullah Gülen adına Kürsüler (Avustralya Katolik Üniversitesi'nde olduğu gibi) kurulabiliyordu.
O yıllarda İslam neredeyse terörle özdeşleştirilmiş, B. Lewıs’ın denklemiyle, “Çoğu Müslüman fundamentalist değildir ve çoğu fundamentalist de terörist değildir ama günümüz teröristlerinin çoğu müslümandır.”[99] yargısı adeta kesin bir hükme dönüşmüştü. Lewıs’ın denklemini, sadece ifade farkıyla F. Gülen de dillendirmişti.[100]
Aynı yıllarda İngiltere Başbakanı Tony Blair, ülkesinde yaşayan bazı Müslümanları “tutucu azınlık”, “fundamentalist”, “köktenci” gibi yaftalarla şeytanlaştırıyor,[101] Müslümanlara karşı adeta bir cadı avı başlatıyordu.
RAND şirketi 18 Mart 2004 tarihinde "Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler" başlıklı yeni bir rapor yayınlamıştır. Raporda, 11 Eylül sonrası ABD talepleri çerçevesinde yeni bir İslam inşa edilmesinin gerekliliği üzerinde durulmaktaydı.[102] İncil, Tevrat ve Kur’an'ın karışımından oluşan 77 surelik "Gerçek Furkan" adlı "kutsal kitap" çalışmasından, pek çok ülkede İslam-demokrasi sempozyumlarına varıncaya kadar, ABD ve Batılı istihbarat kuruluşları tarafından organize edilen[103] pek çok etkinlik, bu yeni din inşası çabasının tezahürleriydi. ABD Dışişleri bakanlığından Matt Bryza, Ankara’da, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez’le görüşerek, ABD’nin, GOP dâhilinde, Amerika ve Avrupa’da ılımlı İslam hedefine hizmet edecek ‘Müslüman din adamları’ yetiştirmek isteğini iletmiş, bu konuda Diyanet’i göreve çağırmıştır.[104]
RAND'ın, "US Strategy in the Muslim World After 9/11" başlıklı bir başka raporu 15 Aralık 2004'te açıklandı.[105] 26 Mart 2007 tarihinde 217 sayfalık, "Ilımlı İslami Müslüman Ağı Oluşturmak" başlıklı yeni bir rapor geldi. Rapor İslam ile Batı arasında bir "medeniyetler çatışması" değil, "geleneksel Vahabi İslamcılar"la "ılımlı Müslümanlar" arasında bir iç çatışma yaşandığı teşhisini yapıyor;Batı'nın bu çatışmada ılımlı Müslümanlara destek olması gerektiğini belirtiyordu. Soğuk Savaş'ta yapıldığı gibi, ılımlı Müslüman ağının genişlemesi için Amerika'nın "Marshall yardımı" türü bir destek programını yürürlüğe koyması öneriliyordu.[106] Bir “Ilımlı Müslümanlar Enternasyonali” oluşturulması istenen RAND raporunda, “İslam tehdidi”nin Batı için yine (ılımlı) Müslümanlar tarafından yok edilmesi isteniyordu.[107]
Ayaan Hirsi Ali, Chahla Şefik, Caroline Fourest, Bernard Henri-Levy, İrşad Manji, Mehdi Muzafferi, Meryem Namazi, Teslime Nesrin, Salman Rüşdi, Antoine Sfeir, Philippe Val ve İbn Varak adındaki on entelektüel, bir manifesto yayınlıyorlar ve tıpkı Amerikada mukim ılımlı vaiz gibi, “İslamcılık, geçtiği her yerde eşitlik, özgürlük ve laikliği öldüren gerici bir ideoloji[dir]” diyorlardı.
Bu çerçevede; ılımlı Müslüman gruplar, vakıflar, reformcu kadrolar İslam'a karşı kullanılmış; İslamî radyo-televizyon kanalları kurulmuş, var olanlara finansal destek verilmiş; Müslüman isimli think-tank kuruluşları, okullar kurulmuş, medreseler açılmış, camiler restore edilmiştir. İşbirliğini kabul etmeyen Müslüman medya, dini önderler, siyasi liderler ve partiler hedef alınmış; soğuk savaş döneminde komünizm gibi tanrısız bir ideolojiye karşı verilen savaş, Dine karşı verilmeye başlanmıştır. Mısır, Pakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde camiler ve sufi önderlerin türbeleri ABD tarafından restore edilmiştir. Bangladeş'te imamlar eğitilmiştir.[109] Kısacası batının, “aşırı dincilere karşı en iyi silah ılımlı din politikası"dır[110] stratejisi hep süregelmiştir.
RAND raporu şu grupları desteklemeyi öneriyordu: 1.Liberal ve laik Müslüman bilim adamları ve aydınlar. 2.Genç ılımlı Müslüman akademisyenler.3.Toplum önderleri. 4.Kadın hareketi öncüleri. 5.Ilımlı gazeteciler ve yazarlar.
F. Gülen gibi vaiz ya da aydınlar böylesine kutsanırken, (Daniel Pipes’ın yazdığına göre,) 23 İslâm ülkesinden 2 bin 500 aydın ve (terörizmi desteklediklerini iddia ettikleri) -aralarında Yusuf Kardavî’nin de bulunduğu- din adamının isimleri BM’e takdim edilmiş (jurnallenmişler)dir. Buna karşın Pipes, aralarında Bessam Tibi’nin yer aldığı, ‘Müslüman’ aydınlardan oluşan "Amerikan İslâmı Kürsüsü" adı altında bir örgütün kurulduğunu da belirtmektedir.
Rapora göre F. Gülen'i batılıların gözdesi yapan unsurlar şunlardı: Ilımlı, modern, sufî İslam’ı temsil etmesi;[113] Devletin İslami yasalar dayatmasına karşı çıkması; İslamî kuralların çoğunun, yönetimden ziyade insanların özel yaşamını ilgilendirdiğini vurgulaması;[114] bir inancın gereklerinin tüm topluma empoze edilemeyeceğini savunması; demokrasinin İslam’la, cumhuriyet fikrinin İslam’ın 'şûra' kavramıyla uyumlu olduğuna inanması; düşüncelere katı denetim uygulayan her tür otoriter rejime karşı çıkması; İran ve Suudi Arabistan rejimlerini eleştirmesi v.b.
Bu bilgileri aktaran Can Dündar’ın bir merakı var: “70'lerde kimlerin maaşını ruble ya da dolarla aldığı merak edilirdi. Günümüzde insan en çok Amerika'nın "ılımlı İslam Müslüman ağı" oluşturmak için maddi olarak desteklediği aydınları, akademisyenleri, toplumsal önderleri, gazeteci ve yazarları merak ediyor.”[116] “Ilımlılığı ve modernliği savunan Müslüman STK'lar, Müslüman dünyaya yönelik ABD politikalarının temel bileşenidir. Dolayısıyla seküler ve ılımlı çevrelerin güçlendirilmesi, diğerlerinin para kaynaklarının kesilmesi gerekiyordu.”[117]
İslam’ın dünyayı rahatsız eden hemen hemen tek bir niteliği var: siyasallığı. İslam, İran İslam Devriminin yaşlı lideri Humeynî’nin, “İslam politik değilse hiçbir şey değildir”[118] sözündeki gibi, Fethullah Gülen ve neonurculuk misali sadece bir inanç sistemi olarak dünyayı yöneten şeflere peşkeş çekildiği sürece çok sevecendir. Fakat bir yönetim biçimi olarak ortaya konulduğunda kıyamet kopmaktadır. Bassam Tibi,[119] İslâm’ı ve Müslümanları anlama konusunda kafası karışık olduğunu belirttiği üst düzey bir Amerikalı komutanın ‘kafa karışıklığını’ nasıl giderdiğini anlatmaktadır. Komutan kendisine şöyle bir soru yöneltmiştir: “Hocam bana uzun uzun konuşup kafamı karıştırma. Ben bir Müslüman’la karşılaştığımda onun iyi bir Müslüman mı, kötü bir Müslüman mı olduğunu nasıl anlarım?” Tibi şöyle aydınlatmış: “Karşına aldığın bir Müslüman’a İslâm nedir diye sorduğunda eğer ‘İslâm bir inanç sistemidir’ diyorsa iyi bir Müslüman’dır. Yok eğer İslâm bir ‘yönetim sistemidir’ diyorsa o İslâmcıdır, dolayısıyla zararlıdır!”[120]
Demek ki ABD nazarında Müslümanlar ‘iyi Müslüman’ ve kötü Müslüman’ diye ikiye ayrılmaktadır. ABD İslam'a saldırmaktan ziyade, kendince iyi Müslümanlar ile kötü Müslümanlar arasında ayırım yapmak (ve kötü Müslümanları etkisiz hale getirmek) istemektedir. İşte bu çerçevede ABD'nin Türkiye'ye (AK Parti’ye) ihtiyacı vardır.[121] Amerika Türkiye’ye, radikal Müslüman ülkelere karşı ‘iyi’, ılımlı Müslüman ülkelerin yükselmesi anlamında ihtiyaç duyuyor. Başbakan Tayyip Erdoğan [AKP] Amerika'nın yaptığı tarife çokça uymaktadır.[122]Bu ihtiyacı şu anda AKP hükümeti ve başta Gülen grubu olmak üzere bir kısım cemaatler karşılıyor, yarın kişiler değişir ama roller devam eder. Amerika'yla ittifak yapan ‘iyi İslam’dır, ona karşı olan ise terörün ve şerrin kaynağı ‘kara İslam’dır. Ve bundan böyle -Henry Kissenger'ın formülasyonuyla- savaşın İslam'la Batı dünyası arasında değil, İslam dünyasının kendi içinde olması planlanmaktadır.
Kısacası, militan İslam sorun, ılımlı İslam çözüm olarak görülmektedir.[124] Alev Alatlı, “İslâm'ın bu iki biçimini birbirinden nasıl ayırırız”ı ‘mesele’ olarak göredursun,[125] ABD, AKP ve Gülen cemaati bu meseleyi halletmiş durumdadırlar. Şayet böyle olmasaydı, Vatikan Yahudilerle İlişkiler Komisyonu Başkanı Kardinal Walter KasperYahudiler ve Hıristiyanlara, ılımlı İslam’la diyalog kurma çağrısında bulunmaz; “İslam bir düşman gibi görülemez. İşbirliği yapılabilecek bir ılımlı İslam da var.” “İslam ile kökten dinci tutumlar arasında bir ayrım yapılmalıdır.”[126] demezdi.
Sonuç olarak,İslam İslam olarak kaldığı sürece demokrasi ile bağdaşmayacağı malumdur. Fakat bu zoraki izdivacın olabilmesi için İslam'ın genleriyle oynanması, İslam’ın kelime ve kavramları üzerinde olağanüstü bir mühendislik ameliyesi uygulanması gerekmektedir. Bir taraftan ABD dünyanın her yanında, “hak ettikleri dersi” radikal İslamcılara karşı kurşunlarla verirken, öte yandan da yazın dünyasında ve salon kürsülerinde güce tapan kiralık kalemler ve vaizler vasıtasıyla fikir savaşı vermektedir. Bu savaşta şimdilik ABD, bütün teknik ve maddi donanımıyla rakipsiz görünüyorsa da, onun ve işbirlikçilerinin deşifre olması sıradan bir iştir.
AKP’nin Misyonu: Siyasal İslam’ı Tasfiye
Yalçın Akdoğan’ın bir araştırmasına göre Adalet ve Kalkınma Partisi’nin üst yönetimindeki yüzde 67.7’lik bir kesim “İslam’ın siyasete karıştırılmaması” gerektiğine inanmaktadır. Bu kesimin öncelikli hedeflerinden biri, siyasi İslamcılığı tasfiye olarak algılanmakta; böyle bir tasfiyenin en çok ‘evrensel İslam’ı huzura kavuşturacağına inanılmaktadır.[127]
AK Parti İslam’ın ‘siyasal söylemi’nden geri çekilişi simgelemektedir. Bu onun merkezî misyonudur. İslam, seküler ve de otoriter devlet karşısında ‘en muhkem’ mevzisine, yani toplumun içine çekilmektedir. İslam siyasal değil, sosyal bir din olsun istenmektedir.[128] Bu çekilişte AKP’nin başat rolünü kim inkar edebilir?
AKP dini ve dindarları ‘önemseyen’, dinî değerlerin sosyal fonksiyonlarını kabul eden bir partidir. Dini değerlerin fonksiyonlarını anlamayan siyasî partiler gelişmemeye mahkûmdurlar. Yeni demokratik anlayışta din, mukaddes ve ortak bir değer olarak kabul edilir; din, bölünmeye sebebiyet vereceği gerekçesiyle siyasi tarafgirlik konusu yapmaktan kaçınılır. AKP’yi, devlet aygıtı marifetiyle toplumu dönüştürmeyi [İslamlaşma] amaçlayan bir parti sanmak herkesi yanıltmaktadır. AKP, tıpkı komünizm, nasyonal sosyalizm, faşizm gibi totaliter bir ideoloji olarak görülen radikal İslam’ı[129] tasfiye etmekle vazifelidir.
Dindar olmak asla İslamcı olmak anlamına gelmemektedir. AKP'nin hem dindar, hem dindar olmayan üyeleri vardır. AKP ülkenin her bölgesinden, her toplum kesiminden oy almaktadır. Hiçbir zaman İslam hukukunun kabulünü önermemiştir. Türkiye'de liberal görüşlere en yakın parti AKP'dir.[130]
AKP bir taraftan siyasal İslam'ın önünü keserken, diğer taraftan halkı rejimle barıştırma rolünü icra etmektedir. Tayyip Erdoğan 2004 yılı başında Amerika’yı ziyaretinde, ‘Amerikan Musevi Komitesi’ tarafından ‘Cesaret Ödülü’ almıştır. Acaba Erdoğan, bilahare kanlı-bıçaklı düşman gibi göründüğü Yahudilerden ödül almayı hak edecek hangi cesareti göstermişti? Aslında bu ‘cesareti’ bir başka Musevi, İsrail Dışişleri eski müsteşarı Alon Liel aylar önce tespit etmişti. Liel, -her ne kadar Daniel Pipes gibi bazıları, Tayyip Erdoğan’ın Atatürkçü değil ‘İslamcı’ olduğunu iddia etse de-[131] Erdoğanizm'in Kemalizm'i İslam'la barıştırdığını, revize ettiğini belirtmiş; Erdoğanizmin, Kemalizm'in yaşamasını sağlayan bir tür can simidi, “demokratikleştirilmiş Kemalizm” olduğunu ileri sürmüştü.[132] A. Dilipak gibi, camiayı çok iyi bilen bir isim, “Para verecekler. Bizim dinimizle bağımızı zayıflatacak, siyonizme öfkemizi azaltacak işler yapacaklar.” satırlarını yazdırmıştı bu ödül işi.[133]
AKP halkın her kesimini sisteme dâhil etmektedir. Bunun için zamanın ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’dan, desteklemeye devam vadi almıştır.[134] Türkiye makas değiştirmektedir. (Nur Vergin). AKP böylesi bir geçişte Türkiye için emniyet kemeri mesabesindedir. Çünkü radikal dinci hareketleri ve etnik başkaldırıyı yumuşatmaktadır.[135] Başbakan, on yıldır -paratoner misali- aşırılıkları törpülediklerini, halkın gazını aldıklarını açıkça itiraf etmiştir.[136]
CHP ve diğer partilerin tükenişe doğru sürükledikleri rejimi AKP sağaltmıştır. AKP milletvekili ve genel başkan yardımcısı Ömer Çelik CHP’ye, “Allah korusun AK Parti gelmeseydi onların kurduğu cumhuriyeti siz batırıyordunuz, zor kurtardık elinizden.”[137] diye yüklenmektedir. AKP'nin iktidara gelmesi, cumhuriyet rejimini ‘kalkışma’ gibi badirelerden engellemiştir.
Müslüman-Demokrat Modeli
Tayyip Erdoğan henüz başbakan olmadan, 2002 yılındaki ABD gezisi sırasında en çok, İslam'la demokrasinin bağdaşıp bağdaşmadığı sorusuna muhatap olmuştu. Erdoğan verdiği cevapta, ancak 'radikal dinciler' ile 'radikal laiklerin' bu konuda olumsuz düşündüğünü, kendisinin ve partisinin ise bu kanaati paylaşmadığını ifade etmiştir. Hatta kendi yönetimlerinin bütün dünya için, İslam'la demokrasinin bağdaştığını gösterecek bir model olacağını iddia etmiştir.[139]
NYT gazetesi başyazısında, 2004 yılının ilk ayında ABD’ye giden Başbakan’ın gezisi vesilesiyle, Türkiye’nin, tüm Müslüman Ortadoğu için yapıcı bir örnek teşkil edecek şekilde, sürprizlerle dolu ve umut verici yollarla değiştiği tespitini yapmaktadır. Demokratik çoğulculuktan yana bir İslamcı siyasetçi olan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın önderliğinde, Avrupa Birliği'nin kabul kriterlerini karşılamak amacıyla etkileri uzun vadeye yayılacak reformların harekete geçirildiğini belirtiyor başyazı ve ekliyor: “Amerika'nın Erdoğan'ın başarısında büyük çıkarı var.”[140]
“Amerika ‘Türkiye Modeli’ni oldukça önemsiyor”[141] diye adeta göğsü kabaran muhafazakâr yazarların, tam olarak neye sevindiklerini anlamak mümkün değildir.
Erdoğan, yukarıda sözünü ettiğimiz gezisinde kendisiyle mülakat yapan Newsweek dergisine, “Biz İslam kültürü ile demokrasi kültürünün bir arada uyum içinde var olabileceğini kanıtladık. Ve benim partim bir kez ve her zaman bunun olabileceğini kanıtlamaya çalışıyor.” şeklinde konuşmuştu.[142] Başbakan, Malezya’da bir derginin sorduğu soruyu, “Türkiye, İslâmiyet'in ve demokrasinin, ahenkli bir biçimde bir arada bulunabildiğini gösteren bir model olabilir.” diye cevaplamıştı.[143] İşte modellikten ne anlamamız gerektiğinin en berrak cevabı bu cümlelerdedir.
Batı'da müthiş bir radikal İslamcılık korkusu yaşanırken, Türkiye'de İslamcı kökenli bir iktidar liberal değerlerle İslam’ın nasıl bağdaşabileceğini gösterdiği gibi, İslam dünyasına da değişim, demokratikleşme, kadın hakları gibi konularda mesajlar vermektedir.
Georgetown Üniversitesi’nden İslam ve Ortadoğu uzmanı John Esposito, bugünkü dar laiklik yorumuyla Türkiye’nin İslam ülkeleri için örnek olamayacağını, devletin kuruluşunda demokrasiye değil laikliğe öncelik verildiğini dile getirmektedir. Esposito’ya göre Türkiye ancak daha özgürlükçü bir din anlayışıyla model olabilir.[145] İşte on yıllık AKP iktidarı döneminde, Esposito’nun idealindeki model azımsanmayacak derecede kökleşmiştir.
Paul Wolfowitz, AKP’nin iktidar koltuğuna oturmadan altı ay önce, 3 Mayıs 2002'de yaptığı, "Batı ile Müslüman dünya arasındaki tehlikeli uçurumu kapatacak bir köprü kurmak" başlıklı, bugünkü Büyük Ortadoğu Girişimi'ne ilham veren konuşmasında şöyle diyordu: “Türkiye'nin başarısının temeli, demokratik karakteridir. Mevcut sorunlarını aşan ve son yüzyılda kaydettiği ilerlemeyi sürdüren bir Türkiye, gerçekten de Müslüman dünyaya örnektir. Türkiye modern, laik, demokratik kurumlar adına dinsel inançlardan feragat edilmesi gerekmediğinin çarpıcı bir örneğidir.”[146]Batılılar, toplumsal refah ve ekonomik başarı getiren modernleşmesi ve demokratikleşmesiyle Türkiye’nin İslam dünyası için bir model olabileceğine, bunun da İslam dünyasına verilebilecek en iyi yanıt olduğuna inanılmaktadır. (Belçika Dışişleri Bakanı)[147]
Abdullah Gül Dışişleri Bakanı sıfatıyla 2003 yılı Mayıs ayında Tahran’da İKÖ zirvesinde, İslam Ülkelerini, demokrasi fikri etrafında birleşmeye çağırmış, "demokratikleşin, kadın-erkek eşitliğini sağlayın, çağdaş değerlere ulaşın ve bunu iç veya dış müdahale olmadan yapın” mealinde bir konuşma yapmıştı. Kadın-erkek eşitliği, vurguladığı belli başlı konulardan biriydi.
Türkiye'nin modelliği ‘Arap Baharı’ ile artık meyveye durmuştur… İhvan üyesi Muhammed Mursi’nin Mısır’da Devlet başkanlığı koltuğunda oturması, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2001 yılında Mısır gezisinde Mısır halkına laiklik tavsiyesinde bulunmasıyla alınmış bir sonuç olarak görülmektedir.[148]
AK Parti’nin İslam anlayışı Arap-İslam âlemi için model oluşturmaktadır. Bir Arap gazeteci (Lübnan/Müstakbel), “Arap ve İslam dünyasında rejimlerle İslamcılar arasında çekişmeyle geçen 40 yıl boyunca biz böyle bir İslam anlayışı görmedik.” demektedir.[149]
AKP modelliği, kamuoyuna yansıyan yüzü farklı olsa da, ABD ile iyi ilişkiler kurduğu gibi, onun Ortadoğu’daki jandarması konumundaki İsrail’le de sorunsuz yaşamayı bilmektedir. Çünkü halkı Müslüman olan ülkelerde, ABD ve küresel sistemin diğer aktörleriyle iyi geçinme itiyadı taşıyan liderlerin önünün açıldığını AKP kurmayları da bilmektedirler. AKP’li Cumhurbaşkanı A. Gül, Wall Street Journal'a verdiği mülakatta, Obama'nın 1967 sınırları temelinde Filistin devleti kurulması önerisini desteklemekte; Hamas'a İsrail'in varlığını tanımayı tavsiye etmektedir. İsrail’in, güvenliğini ilk sıraya koymadaki haklılığını teslim etmekte, “taktiksel konulara odaklanmamalı. Stratejik tarafa bakmalı” sözleriyle yol göstermekte, Ortadoğu'nun yeniden şekillendiğini hatırlatarak, “korkularından kurtul” uyarısında bulunmaktadır.[150] AKP modeli içinde bunlar da yer almaktadır.
Değişimi Anlamayanlar
Müslüman demokrat dönüşümdeki bunca emeğine rağmen AKP neden bazı çevrelerde hala kuşku ile karşılanmaktadır? Bunun cevabı, AKP’den ziyade biraz da onu anlamayan ya da anlamak istemeyen o ilgili çevrelerdedir. Yanlışlık, Malezya’da kendisine sorulan, “Türkiye modern Müslüman bir ülke olarak, ne gibi bir rol oynamak ister?” sorusuna “Türkiye, İslâmiyet'in ve demokrasinin, ahenkli bir biçimde bir arada bulunabildiğini gösteren bir model olabilir.”[152] cevabını veren Başbakan Erdoğan’da değil, “Başbakan Türkiye’yi bir modern bir İslam devleti olarak tanımladı” sözleriyle, Başbakanı algılayamayan Cumhuriyet Başsavcısındadır.
Bazı entelektüeller -onca tecrübelerine(!) rağmen- “İslamî düzen isteyen kesim”in değişiminden hala kuşku duymaktadırlar. Osman Ulagay, İslamî düzen isteyen kesimin, tecrübelerden ders çıkardığı, -özde değişmese de- taktik değiştirdiği, çağın sağladığı fırsatlardan yararlanarak, çoğunluğu peşine takacak yolu bulduğu görüşündedir. "Laikliği savunan" kesimin ise bunu yapamadığı ve bir "asr-ı saadet" paradigmasına tutsak kaldığını, akıllarını başlarına toplamazlarsa, "AKP Türkiyesi"ne, yani İslamcı Türkiye'ye gideriz endişesini taşımaktadır.[153] Elbette gidişi doğru okuyan, Türkiye halkının büyük çoğunluğunun temel tercihlerinin özgürleşme, demokratikleşme ve zenginleşme olduğunu gören, bu yolda ilerledikçe bunu yapanların kimliğinin önemi olmadığını fark eden fikir adamları da var. Bunlardan biri olan Şahin Alpay diyor ki: “Yani, kedi fare yakaladığı sürece renginin önemi yok.”[154]
Deneyimli gazeteci M. Ali Birand’ın yalın itirafları daha da öğreticidir. Birand, “Şeriat korkusuna karşı 40 yıl süngü korkusuyla kendimizi güvende hissettik” demektedir. Fakat artık dünya değişti diyor Birand ve ‘sorun’u ortaya koyuyor: “Ülkemizde Şeriat isteyenlerin sayısı çok küçük olmasına rağmen hala vardır.” Birand’ın sorusu önemli: “TSK giderek artan şekilde gerçek işlevine dönme baskısı altına girecektir. Peki, bu toplumu kimler koruyacaktır?” Cevap: içeride STK’lar, dışarıda AB. Avrupa Birliğine tam üye olmuş bir Türkiye'de Din Devleti kurulması imkânsızdır! “Tam üyelik, Türkiye'yi AB'ye öylesine, milyonlarca ince bağla bağlayacak; ekonomik, sosyal ve politik yönden öylesine bir iç içelik doğacaktır ki, Şeriat isteyenler nefes alamaz olacaklardır. Kafalarındaki dünya'yı gerçekleştirmeleri söz konusu dahi edilemeyecektir.”
AKP’nin misyonu bundan daha güzel izah edilebilir mi?
Sonuç
Dünya sürekli değişiyor, Türkiye de bu değişimden payına düşeni alıyor. Değişimin içeriği liberal demokrasi, yönü, batı düşüncesidir. Türk toplumunun kültürel temellerini İslam belirlemektedir. İslam’ın toplum hayatında görünürlüğü her geçen gün daha da artmaktadır. Fakat bu görünürlük arttıkça İslam'ın bir devlet düzenine dönüşme ‘riski’ de o oranda ortadan kalkmaktadır. Muhafazakâr toplumu memnun eden ılımlı dini politikalar incelikle yürütülmektedir. Siyaset mühendisleri bu ince damarı iyi keşfetmişlerdir.
İran’ın ‘şeriat ülkesi’ olması, küresel sistemin dişlileri arasına girmeyi reddetmesi ve üstelik sisteme kafa tutması anlamına gelmektedir. Türkiye’nin ikinci bir İran olmasına batı asla göz yummak istemez. Çünkü Türkiye sayesinde bütün bir İslam âlemi etki altına alınabilecektir. Bu durumda Türkiye’de ılımlı/Amerikancı bir İslam'ın önünde her türlü kolaylığı sağlamak ‘akıllıca’ bir politikadır, kazandırıcıdır. Bugün Tayyip Erdoğan Arap sokağının bir numaralı kahramanı ise ve Filistinli lider Halid Meş’al Erdoğan’a, “Kardeşim Erdoğan, sen İslam âleminin liderisin!”[156] diye seslenebilmişse, ılımlı İslam politikaları uğruna yapılanlar, buna değer olduklarını kanıtlamıştır.
Ülkede mesela bir sol iktidar olsaydı, ılımlılık politikaları bu kadar kolay kabul görmezdi. AKP iktidarı bu bakımdan ‘ilaç gibi’ gelmiştir.
AKP iktidarı İslam'ı ılımlılaştırmaya devam etmektedir. 28 Şubat sürecinde nasıl ki hemen herkes durumdan vazife çıkartarak, sertleşme, otoriterleşme yönünde mesajlar alıyorduysa, bu yeni dönemde de aynı şekilde hemen herkes ılımlılaşma, muhafazakârlaşma yönünde anlam çıkartmaktadır. Bu esnada, bir Din olan İslam'ın temel kavramları, bugüne kadar hiç olmadığı kadar sulandırılmakta, tahrif edilmektedir.
Çok az bir kesimin dışında hemen herkes gidişattan memnuniyet duymaktadır.
[1] Taha Akyol, İslam, Devlet ve Değişim, Milliyet, 30.05.2003.
[2] Derya Sazak, Erdoğan İkiz Kuleler Değişimi, Milliyet, 02.02.2002.
[3] Tayyip Referans Değiştirdi, Milliyet, 31.01.2002.
[4] Baran Tuncer, Başbakan Adayı Erdoğan Amerika’da, Radikal, 03.02.2002.
[5] Yalçın Akdoğan, Muhafazakâr Demokrasi, Ak Parti yay. Ank-2004.
[6] Ali Bulaç, Göçün ve Kentin İktidarı, Çıra Yay. İst-2010, s. 101.
[7] AKP’nin 2008 Yılı Haziran ayında, AK Parti’yi kapatma davasına karşı Anayasa Mahkemesine verdiği savunma metni, s. 3-4.
[10] ‘Mısır’a Laik Bir Anayasa Tavsiye Ediyorum’, Sabah, 15.09.2011.
[11] Raşit el Gannuşi, Laiklik ve Sivil Toplum, Mana yay. Çev. Gülşen Topçu, İst-2010, s. 175.
[12] Raşit el Gannuşi, a.g.e., s. 176.
[14] Şahin Alpay, Osman Ulagay’dan ‘Artık Yeter!’, Zaman, 28.02.2008.
[15] Hasan Bülent Kahraman, AK Parti ve Doğru Sekülerleşme, Sabah, 15.08.2012.
[16] Hasan Bülent Kahraman, a.g.m.
[17] Yasin Ceylan, AKP, İslam ve Modernleşme, Radikal, 19.12.2007.
[18] Yalçın Akdoğan, a.g.e.
[19] Davud Dursun, AK Parti ve Muhafazakâr Demokrasi, Yeni Şafak, 14.08.2003.
[20] Yalçın Akdoğan, a.g.e.
[21] Yalçın Akdoğan, a.g.e.
[22] İhsan Dağı, AK Parti: Müslüman Demokrat mı, Muhafazakâr Demokrat mı?, Zaman, 09.11.2004.
[23] Ülkü Doğanay, AKP’nin Demokrasi Söylemi ve Muhafazakârlık, AÜSBF Dergisi, 62-1, s. 70.
[24] Yalçın Akdoğan, a.g.e., (R. Tayyip Erdoğan’ın yazdığı önsöz).
[25] Ali Bulaç, Ak Parti ve Muhafazakâr Demokrasi, Köprü, Kış/2007, S. 97.
[26] Hasan Bülent Kahraman, Ak Parti ve Doğru Sekülerleşme, Sabah, 15.08.2012.
[27] ‘Müslüman Toplumlar İçin Öncü Olacağız’, Radikal, 30.01.2004.
[28] ‘Müslüman Toplumlar İçin Öncü Olacağız’, Radikal, 30.01.2004.
[29] Yalçın Akdoğan, a.g.e. (R. Tayyip Erdoğan’ın yazdığı önsöz).
[31] Şahin Alpay, Siyasal İslam’ın Geleceği, Zaman, 12.08.2003.
[33] Milliyet, 16 Mart 2006.
[34] Murat Aksoy, Muhafazakârlık: Hem Modern, Hem Seküler, Yeni Şafak, 09.10.2012.
[35] Şahin Alpay, Osman Ulagay’dan ‘Artık Yeter!’, Zaman, 28.02.2008.
[38]Avni Özgürel, Abant Platformundan Kalan, Radikal, 14.07.1999.
[39] Etyen Mahçupyan, Müslüman Demokrat Olunabilir mi?, Zaman, 28.11.2002.
[40] Etyen Mahçupyan, a.g.m.
[41] Etyen Mahçupyan, a.g.m.
[42] Hüseyin Gülerce, Müslüman Demokratlar, Zaman, 01.07.2010.
[43] Nazif Gürdoğan, Siyasal İslam’dan Demokratik İslam'a, Yeni Şafak, 20.08.2003.
[44] Yalçın Akdoğan, a.g.e.
[45] Yalçın Akdoğan, a.g.e.
[46] Yalçın Akdoğan, a.g.e.
[47] Yalçın Akdoğan, a.g.e.
[48] Mehmed Durmuş, Fikir ve Hareketiyle F. Gülen Tahlili, (Ed.) Fikret Başkaya, Resmi Tarih Tartışmaları-7, 1. Basım Ank-2009, s. 151-188.
[49] Nazif Gürdoğan, a.g.m.
[50] Denis MacShane, Avrupa İslam’ı Kucaklamalı, Zaman, 28.11.2002.
[51] Denis MacShane, a.g.m.
[52] Denis MacShane, a.g.m.
[53] Mustafa Peköz, ABD’nin ve AB’nin Ortadoğu ve Türkiye İslam Politikası, www.sendika.org, 03.09.2006.
[54] Ak Parti’yi Dünyaya Örnek Gösterdi (Financial Times’ın Başyazarı), Yeni Şafak, 23.01,2008.
[55] Olivier Roy: AKP Muhafazakâr Demokrat, Radikal, 25.01.2004.
[56] Mustafa Peköz, a.g.m.
[57] Kur'an, 9/Tevbe Suresi, 107-108.
[58] Cüneyt Ülsever, Ilımlı İslam, Hürriyet, 04.09.2007.
[59] Mustafa Erdoğan, Ilımlı İslam Komplosu, Star, 11.12.2008.
[60] Yalçın Akdoğan, BOP’un Ilımlı İslamı, Yeni Şafak, 15.03.2004.
[61] Can Dündar, Ilımlı İslam ve ABD, Milliyet, 25.09.2007.
[62] Murat Belge, ‘Ilımlı İslam’?, Radikal, 06.05.2008
[63] Yasin Ceylan, AKP, İslam ve Modernleşme, Radikal, 19.12.2007.
[64] Ömer Çaha, Modern Dünyada Din ve Devlet, Timaş Yay. İst-2008, s. 212.
[65] Ömer Çaha, a.g.e. s. 213, 215.
[66] Akif Emre, Bir Panzehir Olarak Sufizm, Yeni Şafak, 13.12.2007.
[67] Turan Kışlakçı, Cuma Namazını Pazara Alacaklar, Yeni Şafak, 31.03.2005.
[69] İlahiyat Hocalarının din-laiklik ilişkisini nasıl anladıkları hakkında bkz. İhsan Toker, Teolojik Bir İnşa Olarak Laiklik, Ank-2009.
[70] İslam Gerçeği, Hüseyin Atay, Y. Nuri Öztürk, Beyza Bilgin, Rami Ayas, Arif Güneş, Hasan Elik, Ank-1995.
[71] Yasin Ceylan, a.g.m.
[72] Yalçın Akdoğan, BOP’un Ilımlı İslamı, Yeni Şafak, 15.03.2004.
[73] Elif Ergu, Alev Alatlı İle Röportaj, Vatan, 30.11.2008.
[74] Mustafa Erdoğan, Ilımlı İslam Komplosu, Star, 11.12.2008.
[76] Mustafa Erdoğan, a.g.m.
[77] Mustafa Erdoğan, a.g.m.
[78] Mustafa Peköz, a.g.m.
[80] Mustafa Erdoğan, a.g.m.
[81] Mustafa Erdoğan, a.g.m.
[82] AKP Türkiye'nin Emniyet Kemeri (Nur Vergin’le Röportaj), Vatan, 31.12.2007.
[83] İnayat Bunglawala, İslamî Değerler İle Demokrasiyi Uzlaştırmak, Zaman, 25.08.2010.
[85] Fikret Bila, ABD FG’in Ne Yanında, Ne Karşısında, Milliyet, 10.05.2005.
[86] AK Parti İslamcıları Değiştirdi, Milliyet, 05.03.2010.
[87] Turan Kışlakçı, Cuma Namazını Pazara Alacaklar, Yeni Şafak, 31.03.2005.
[88] Can Dündar, Ilımlı İslam ve ABD, Milliyet, 25.09.2007.
[91] Can Dündar, a.g.m.; İbrahim Karagül, Ilımlı Müslümanlar Çin Yol Haritası, Yeni Şafak, 01.04.2007.
[92] İbrahim Karagül, Sivil Demokratik İslam ve ABD’nin Din İnşası, Yeni Şafak, 24.04.2004.
[93] İbrahim Karagül, Sivil Demokratik İslam ve ABD’nin Din İnşası, Yeni Şafak, 24.04.2004.
[94] Nuriye Akman, F. Gülen’le Röportaj, Zaman, 22.03.2004.
[96] Can Dündar, Ilımlı İslam ve ABD-2, Milliyet, 27.09.2007.
[97] Forbes’den Gülen’e Övgü, Zaman, 22.01.2008.
[98] Davos Raporunda Gülen Örnek Gösterildi, Zaman, 23.01.2008.
[99] Bernard Lewıs, İslam’ın Krizi, Çev. Abdullah Yılmaz, İst-2003, s. 119.
[100] Bkz. Mehmed Durmuş, Fikir ve Hareketiyle F. Gülen Tahlili, s. 151-188.
[101] Tony Blaır, Savaşım Köktencilere Karşı, Zaman, 25.08.2005.
[102] İbrahim Karagül, Neo-Oryantalizm ve Amerikan İslamı, Yeni Şafak, 22.03.2005.
[103] İbrahim Karagül, a.g.e.
[104] ABD Diyanet’ten İmam Yetiştirmeyi Öğreniyor, Zaman, 26.08.2005; ABD Diyanet’in İmamlarına Talip, Yeni Şafak, 26.08.2005.
[105] İbrahim Karagül, Neo-Oryantalizm ve Amerikan İslamı, Yeni Şafak, 22.03.2005.
[106] Can Dündar, Ilımlı İslam ve ABD-2, Milliyet, 27.09.2007.
[107] İbrahim Karagül, Ilımlı Müslümanlar Çin Yol Haritası, Yeni Şafak, 01.04.2007.
[108] Yeni Tehdit: İslamcılık, Radikal, 06.03.2006. (Fransız gazetesi Charlie Hebdo’da 01.03 2006’da yayınlandı).
[109] İbrahim Karagül, İngiliz Altınlarından Sonra ABD Dolarıyla Din İnşası, Yeni Şafak, 26.04.2005.
[110] Bu söz, Avrupa Birliği henüz AET iken, 1987 yılında bir Akdeniz İşleri Sorumlusu tarafından söylenmiştir. (Güneş, 27.02.1987).
[111] Can Dündar, Ilımlı İslam ve ABD-2, Milliyet, 27.09.2007.
[112] Turan Kışlakçı, Cuma Namazını Pazara Alacaklar, Yeni Şafak, 31.03.2005.
[113] Sufizmin, fundamentalizmin panzehiri olarak desteklenmesi gerektiğine dair önerilere sıklıkla rastlanmaktadır. Örnek olarak bkz. Akif Emre, Bir Panzehir Olarak Sufizm, Yeni Şafak, 13.12.2007. (The Christian Science Monitor dergisinde yayınlanmış bir yazıya atıf).
[114] Gülen, İslam’ın %95, 97 hatta 98’inin bireysel ve toplumsal hayatta yaşanabildiğini, yüzde iki gibi çok cüz’i bir kısmının ancak idareyle (devlet nizamı) alakalı olduğunu iddia etmektedir. (Eyüp Can’la Röportaj, Zaman, 22.08.1995; Hakan Yavuz’la Röportaj, 13.08.1997). Daha geniş bilgi için bkz. Mehmed Durmuş, a.g.m.
[115] Can Dündar, Ilımlı İslam ve ABD-2, Milliyet, 27.09.2007.
[117] İbrahim Karagül, Ilımlı Müslümanlar Çin Yol Haritası, Yeni Şafak, 01.04.2007.
[118] Bernard Lewıs, a.g.e. s. 20.
[119] Suriye kökenli, Göttingen Üniversitesi öğretim üyesi.
[120] Ali Şahin, Avrupa Konseyi İslamofobiyi Tartıştı, Taraf, 18.09.2009.
[121] Olivier Roy: a.g.m.
[122] Olivier Roy: a.g.m.
[123] Akif Emre, Anti-İslamizm, Yeni Şafak, 02.12.2003.
[125] Alev Alatlı, ‘Ilımlı Müslüman’ı Nasıl Bilirsiniz?, Zaman, 23.01.2004.
[126] Vatikan: İslam Düşmanımız Değil, Yeni Asya, 06.04.2006.
[127] Ömer Lütfi Mete, Siyasî İslamcılığı Tasfiye, Sabah, 11.08.2003.
[128] İhsan Dağı, aynı yer.
[129] Hasan Cemal, Radikal İslam, Milliyet, 21.07.2006.
[130] Şahin Alpay, İslamcılık ve AKP, 05.04.2008.
[132] Mehmet Gündem, Pazartesi Sohbeti, DB Tercüman, 04.08.2003.
[133] Abdurrahman Dilipak, Cesaret Ödülü!, Vakit, 29.01.2004.
[134] ‘AKP Her Kesimi Sisteme Dahil Etti’, www.haber7.com, 21.06.2008.
[135] AKP Türkiye'nin Emniyet kemeri (Nur Vergin’le Röportaj), Vatan, 31.12.2007.
[136] Deniz Ülke Arıboğan, Başbakan’la Röportaj, Akşam, 17.09.2012.
[138] Serdar Turgut, Laiklerin Biraz Beyni Olsaydı, Habertürk, 10.08.2012.
[139] Baran Tuncer, Başbakan Adayı Erdoğan Amerika’da, Radikal, 03.02.2002.
[140] Cengiz Çandar, Washington ve Ankara’da Avare Gezenler, Dünden Bugüne Tercüman, 03.02.2004.
[141] Mustafa Ünal, Zaman, 08.02.2002.
[142] Demokrasi ve İslam Bira Arada Yaşayabilir, Zaman, 29.01.2004.
[144] Taha Akyol, Daha İyisi Olamazdı, Milliyet, 29.01.2004.
[145] Abdülhamit Bilici, Türkiye’de Laiklik Tehlikede Değil, Zaman, 21.04.2004.
[146] Yasemin Çongar, Ilımlı İslam Tartışması, Milliyet, 22.03.2004.
[147] Mustafa Peköz, a.g.m.
[148] Mümtaz'er Türköne, Erdoğan-Mursî; Bediüzzaman-Kutup, Zaman, 04.10.2012.
[149] Rıdvan e-Seyyid, İslam Dünyası AKP’nin Ilımlı Modelini İyi İncelemeli, Radikal, 30.07.2007.
[150] Gül: demokrasiyi Seçen Ülkelere Ekonomik Destek Genişletilmeli, Zaman, 25.05.2011.
[151] John P. Quirk, Burcu bulut’un Röportajı, Yeni Şafak, 20,10.2012.
[153] Şahin Alpay, Osman Ulagay’dan ‘Artık Yeter!’, Zaman, 28.02.2008.
[154] Şahin Alpay, a.g.m.
[155] M. Ali Birand, Şeriatı Süngü Değil Asıl AB Engeller, Milliyet, 29.05.2003.