Cemaat olmanın önemi ve gerekliliği
İslam’da cemaat; aynı iman ve gaye etrafında toplanmış Müslümanlar topluluğudur. Cemaat; rastgele, tesadüfen, iş olsun diye veya şartların bir araya getirdiği insanlar topluluğu değildir. Cemaatin üyeleri de ne yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında bir araya geldiğinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir.
05-01-2017
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Bizleri bir araya getiren, cem eden tüm ümmeti tek bir cemaat kılan Allah’a hamd olsun. Salat ve selam, ilk İslam cemaatini kuran önderimiz tek rehberimiz Rasulullah sav’e olsun. Selam ise Efendimize cemaat olan o güzide nesil, kurban nesil sahabe-i kirama ve onların yolunda giden rehberlerimize, alimlerimize, mücahidlerimize tevhidi camiaların seçkin insanlarına olsun. O güzel insanlar iman edip yatsalardı bizlerin imanına kim vesile olurdu. Allah azze ve celle iman yolunda gayret edip bizlerin yüreklerinden ellerinden tutan tüm cemaat ehli olan Müslümanlardan razı olsun.
Konumuza Hz. Ömer’in (ra.) şu muhteşem ifadesiyle başlayalım.
Hz. Ömer (ra.):
“İSLAM İSLAM OLMAZ CEMAAT OLMADIKÇA, CEMAAT CEMAAT OLMAZ EMİR OLMADIKÇA, EMİR EMİR OLMAZ ONA İTAAT OLMADIKÇA.” sözü konunun anlam ve ehemmiyetini müthiş bir şekilde özetliyor.
İslam’da cemaat; aynı iman ve gaye etrafında toplanmış Müslümanlar topluluğudur. Cemaat; rastgele, tesadüfen, iş olsun diye veya şartların bir araya getirdiği insanlar topluluğu değildir. Cemaatin üyeleri de ne yaptıklarını bilmeyen, hangi şartlar altında bir araya geldiğinden habersiz ve şuursuz kimseler değillerdir.
Cemaat, şuurlu bir birlikteliktir. Akıllı birlikteliktir. Kuru kalabalık, kitle(cemadât) değildir.
Cemaat; aşkı, adanmışlığı ve aidiyeti hisseden tevhid ehli Müslümanlardan oluşur.
Cemaat olmak; Allah’ın (c.c.) rızasına yönelik ortak bir kararlılıktır.
En geniş anlamıyla ‘cemaat’; İslâm ümmeti topluluğunu ifade eden bir kavramdır.
Dünyadaki bütün Müslümanlar bu anlamda bir bütün halinde ‘cemaat’tirler.
Cemaatin ana özelliği, aynı Allah’a, aynı peygambere, aynı Din’e inanmaları, aynı kıbleye yönelmeleridir. Bu kadar birleri olan bir topluluğun cemaat olmaması mümkün değildir. Birlik ve beraberliğin temel dayanağı ise Allah’ın kitabı Kur’an ve Rasulullah’ın sünnetidir. İbni Mesud, İslam cemaatini, “cemaat, hak üzere ittifak etmiş insanlar topluluğudur. Velev ki bir kişi dahi olsa” ifadesiyle açıklamıştır.
Namazın birleşenleri olan tüm unsurları, cemaat, imam, aynı ayna tekbir alınması rükûa gidilmesi, selam verilmesi, sehiv secdesi vs. yani cemaat ve imam ilişkisindeki farziyet ve sınırları aynı noktada İslam cemaatinin sosyal hayattaki var oluş kaidelerindeki disiplini ifade eder. Namazdaki samimiyet safların sıklığı hayatın diğer uygulamalarına da yansıyor. Cemaatle namaz, Müslümanlar arasında mevcut manevî bağın en önemli tezâhürlerinden biridir.
-Cemaat, yoldan çıkmamak için, hak yolda daim olmak için, hak üzere birlikte yola çıkmaktır…
– Niçin cemaat olmak zorundayız, niçin cemaatle bulunmak zorundayız? Cemaat olmadaki gaye; Allah’ın dinine göre yasamak ve birbirimize kolaylaştırmaktır.
– İslam ortaya çıktığı andan itibaren bir cemaat hareketidir. Çekirdeği cemaat olan bir harekettir. Cemaat İslami anlayış içerisinde ümmeti devlete taşıyan bir süreçtir. İslam hilafetinin gerçekleşmesi halinde ayrıca ihtiyaç duyulmaz.
CEMAAT OLMANIN KURAN’DAN DELİLLERİ:
– “Topluca, hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın.” (Al-i İmran, 103)
– “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Al -i İmran, 104)
– “Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.” (Tevbe, 119)
– “Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak cehd edenleri (mücadele edenleri) sever.” (Saff Suresi, 4)
– “Allah’a itaat edin ve Rasûlune itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal: 46)
CEMAAT OLMANIN HADİSLERDE DELİLLERİ
-Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır.” (A.b.h., Müsned: 4/145)
– “İki kişi bir kişiden hayırlıdır. Üç kişi iki kişiden hayırlıdır. Dört kişi üç kişiden hayırlıdır. Cemaat olmanız gerekir. Muhakkak ki Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir. Allah azze ve celle ümmetimi ancak hidayet üzere cem eder, toplar. Bilin ki cemaatten uzak duran her kişi ateşe düşer.”
– Muaz’(ra)dan peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Muhakkak ki şeytan insanın kurdudur, tıpkı tek kalan, sürüden uzaklaşan, kenarda olan koyunu alıp giden davar kurdu gibi. Sakın bölünmeyin. Cemaatin, umumun, mescidin yanında olun.”
“Ümmetim dalalet üzerine asla toplanmaz. Öyleyse cemaatin yanında olun. Muhakkak ki Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir.”
– “Cennetin ortasında oturmak kimi sevindirirse, cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kişiyle beraberdir. İki kişiden uzaktır.”
“Bereket cemâatle beraberdir.” (İbn Mâce)
Huzeyfe (r. a. )den peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“(Ahir zamanda) cehennem kapılarına davet eden davetçiler olacak, kim onlara icabet ederse onu cehenneme atarlar.” Dedim ki: “Ya Rasulullah onları bize tavsif et.”
Buyurdular ki “Onlar öyle kimselerdir ki (cildleri) bizim cildimizdendir ve bizim dilimizle konuşurlar.” Ben “Ya Rasulullah! Ben buna erişirsem bana (o zamanda) ne yapmamı emredersin.” dedim. O da “Müslümanların imamına ve cemaatine yapış. Eğer Müslümanların bir cemaatı ve imamı yoksa bütün fırkalardan uzaklaş, (açlıktan) bir ağacın kökünü ısırma derecesine gelsen bile (onların içine girme.) ölüm gelinceye kadar böyle devam et.” (İbn Mace)
“Allah’ın emirlerine uyanlarla uymayanların durumu, bir gemi için kura çekenlere benzer. Bir bölümü geminin üst kısmına düşmüş, diğerleri de alt kısmına düşmüştür. Alt kısımda kalanlar, su ihtiyacı olduğu zaman üst güverteye çıkıp su ihtiyacını gidermektedirler. Onlar şöyle derler: ‘Bizim bölümden bir delik delelim de üsttekilere eziyet etmeyelim.’ Eğer üsttekiler, onlara ilişmez de serbest bırakırsa, hepsi helâk olur. Ellerinden tutup engel olurlarsa onlar da kurtulur, kendileri de.” (Buhari)
İslam cemaatle yaşanan bir dindir, kelimeyi şahadeti söylerken “ben” ifadesini kullanırız. Gayrısından ise fatihada olduğu gibi ‘Biz’ ifadesi kullanırız. Rabbimizin tanımladığı ‘biz’ ifadesi İslam cemaatini ifade etmektedir.
1- Müslümanların Cemaat olması farzdır.
Tek bir ümmet tekbir cemaat olmaları farzdır. Bölünmüşlüğümüz, parçalanmışlığımız bizim acziyetimizdir. Cemaat olmamız, vahdet sağlamamız farzdır, hem de efrazdır; Dinimizin emretmiş olduğu hükümlerin gerçekleşmesi için toplu çalışmamız gerekmektedir. Üzerimizdeki ahkamların farziyeti cemaat olmamızı, hilafetsiz geçen her bir günün zillet olduğunu göstermektedir. Bir farzın yerine getirilmesinde gerekli olan tüm yardımcı unsurların da farz oluşu İslam’ın temel bir kuralıdır. Namaz-abdest gibi. İslam’ın bazı hükümleri fert içindir bazı hükümleri devlet eliyle gerçekleşir. Bunun yolu da cemaat olmaktan geçer.
– Fert olanlar hiçbir şey yapamazlar. Fert yurt mu açacak, kermes mi yapacak, konferans mı düzenleyecek? Fert tek başına ümmet için ne yapabilir? Damlalar tek tek kıymet görmez iken, cemaat olduklarında önünde durulmaz bir güç haline gelirler.
– Allah azze ve celle Kur’an’da fertlere hitap etmez.
– İslam’ın davası ortaya çıktığı andan itibaren bir cemaat hareketidir, çekirdeği cemaat olan bir harekettir.
– Cemaat olmanın ne demek olduğunu ne kadar önemli bir ihtiyaç olduğunu, ilahiyat akademisyenleri ve diyanet bürokrasisi içinde yer alan cemaatsizlerin durumu çok açık bir şekilde göstermektedir. Teorik bilgiye vukufiyeti, pek çok cemaat mensubundan daha iyi olan kitlelerin, ümmetin problemlerine duyarsız davranmaları, cemaatli olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Cemaatten kastımızın, İslami hareket içindeki yapılar olduğu dikkatten kaçmamalıdır. Dinden geçinen din tüccarları değildir. Cemaatsizlerin ham bilgiye ulaşmaları mümkün, ama bilginin ahlakına, toplumsal sorumluluğun gerektirdiği davranış kalıplarına veya erdemin pratiğine ulaşmaları mümkün değildir. Yakın zamana kadar, bir cemaate mensubiyetin veya bir yapıya aidiyetin küçümsendiği bir anlayışın, bazı çevrelerde marifet gibi takdim edildiğini müşahede ettik. Ne yazık ki bu yanlışta ısrar edenlerin akıbeti pek hayırlı olmadı. Tecrübeler gösterdi ki cemaatler, günah denizindeki adalar, sapkın topluluklar içindeki fazilet kampları, kısacası kurtarılmış bölgelerimizdir.
2- Cemaat olmak ihlas üzere selim bir niyetle gerçekleşir.
Saflaşmamız gerekiyor. Hayır bereket yardım sağlam bir niyetten geçer. Cemaat başka rızaların aranacağı bir yer değildir. Gayesi Allah rızası olmayan topluluk fesat ve fitne saçan örgütü oluşturur. Cemaat kelimesini itibarsızlaştırır, İslam’a zarar verir. Allah azze ve celle her yerde imtihan cemaat içerisinde de bizi imtihan edecektir. Hem de bize en zor gelecek alanlarda imtihan edecek. Allah rızası için girilen bu yola makam mevki nüfuz edinme mal mülk edinme birilerini ezmek gibi gayri İslami yol ve yöntemlere düşmememiz gerekir. Cemaatin maslahatı adı altında İslam’ın hiçbir hükmü çiğnenemez. Her daim niyetimizi yenilemeliyiz. Kimimiz para ile kimimiz şehvet ile, kimimiz makam mevki derdi ile imtihan olacağız. Senin mala hırsın yoksa senin imtihanın başka yerden gelecektir mesela makam hırsından, kibirden, enaniyetten, başkalarını küçük görmekten gelecektir. Birbirimizle imtihan olacağız. Önde durdun arkada durdun diyeceğiz…. Tam da bu demde saflaşmamız gerekir. Cemaat adamı niyetini sürekli tazelemelidir. Herkes her işi yapamaz ama herkesin yapabileceği bir iş vardır. Sen neden başın ben neden ayağım demek yersiz olacaktır. Ayak olmadan baş, baş olmadan ayak olmayacaktır. Bir vücudun azaları gibidir cemaat. Herkes her işi yapamaz ama herkesin yapabileceği bir iş vardır. Öyle bir saflık ki buyrun okuyalım: “Abdullah b. Abbas (ra) naklediyor, diyor ki: “Bir adam geldi ve Resûlullah’a (sas) şöyle dedi: “Ya Resûlullah! Ben öyle bir yerde duruyorum ki hem Allah’ın rızasını çok ama çok istiyorum, hem de yaptığım hizmetlerin başkaları tarafından görülüp takdir edilmesini istiyorum.” İbni Abbas (ra.) diyor ki başını şöyle eğdi efendimiz (s. a. v. ), dakikalarca konuşmadı, sonra başını kaldırdı ve hiçbir şey söylemeden Kehf Suresinin 110. uncu ayetini okudu. “…Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, salih ameller işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf, 110)
Ben Allah’ın Rızasını umuyorum, bunun yanında başkalarının da rızasını istiyorum dediğin anda ibadet de gider cemaat çalışması da gider. Allah bu manada hiçbir şeyi kabul etmiyor. Sadece ve sadece kendi rızasını istiyor.
3- Cemaat olmak emir ve itaati gerektirir.
– Nisa, 59 okunması gerekir. İtaatin farziyetini, sınırlarını bu ayetin tefsirinden okuyabiliriz.
– Bir cemaat gücünü kuvvetini itaatten alır. İtaat olmadan cemaat, cemaat olmadan ümmet olmayız.
– Nefsini ayaklar altına almayan adam, dava adamı olamaz…İtaat kolay bir şey mi vallahi zor. Birinin emrinin altına girmek kolay değil. Askerlik yapanlar çok iyi bilir. Evlat babasına bile itaat ederken zorlanıyor, zoruna gidiyor. Durum böyle iken hizmet alanında itaat hiç de kolay olmayacaktır.
– Peygamber efendimiz: Ma’siyet işlemesi emredilmedikçe Müslüman, istesin-istemesin, sevsin ya da sevmesin dinleyip itaat etmek zorundadır. Ancak günah işlemesi emredildiği zaman ne dinler ne de itaat eder!” (Buhâri, Âhâd, 1; Bey ‘at, 34)
İtaat nedir? Acıtmasına rağmen boyun eğmektir. İstesen de istemesen de boyun eğmektir. İtaat nedir? istesin-istemesin yerine getirmektir. İtaat nedir? Sevsin ya da sevmesin, sevmemesine rağmen istenileni yerine getirmektir. İtaat nedir? Zoruna gitmesine rağmen nefsini ayaklar altına alıp, Allah (cc) için eyvallah demektir. Kolay değil, fakat İslam cemaati bununla gerçekleşir.
– İslam toplumunun olması için imamın ve itaat eden cemaatin olması gerekir. Namazdaki saf gibi. Sahabe namazdaki safları ne kadar sıkı tutardı. Asla boş bırakmazlardı. Namazda öğrenen adam hayatı da öyle nizami hale getirirdi. Şimdi namazlarda sıkı durduğumuzda ne oluyor neden sıkıştırıyorsun diye düşünür hale geldik. Şimdi sen ben bir hizmet kurumundayız bir camiada Allah için bir araya gelmişiz, buraya kadar çok güzel bir de bakıyoruz başımızda biri var. Hem de 17 yaşında USAME var. Bir kölenin oğlu. Senden konumca, soyca, yaşça, tecrübece aşağıda ama senden itaat isteniyor. Oysa sen Usameyi dinleyince kendinden geçtin ah Usame vah Usame dedin. Sahabe ne muhteşem insanlar dedin, dedin de dedin. Fakat sahaya çıkınca unuttun USAMEYİ. Demek ki biz anlamamışız itaat meselesini, anlasaydım İslam camiası böyle olur muydu, hizmet kurumlarımız böyle olur muydu? Büyük işlere küçük adımlarla varılacağını halen anlamamışız. Evet çok büyük sevdalarımız, hedeflerimiz olabilir, olmalıdır. Ama o hedeflere küçük küçük adımlarla yürüneceğini unutmayacağız. Eğer biz itaat meselesini bu çerçevede anlarsak hizmet kurumlarımıza bir kalite gelecek… Attab b. Esid örneği, itaat meselesinde önemli bir örnektir. Hem de Mekke gibi bir şehre atanan ilk vali olması bizlere itaati en güzel şekilde ifade eden örneklerdendir.
4- Cemaat ve Emirlik Meselesi:
Hz. Ömer (ra): “Bir evden bir kurban yeter!”
Efendimiz: “Eğer bir emir Müslümanların işini üzerine alır, sonra onlar için çalışmaz, onlara nasihat etmez ve samimiyet göstermezse onlarla birlikte cennete giremez.”
– Sen itaattin bereketinden faydalan. Emirliğin sorumluluğunu başkaları almış ne istersin. Başkalarının da yükünü üstüne almak kolay değildir, mümkün mertebe sana verilmedikçe uzak durmak daha hayırlıdır.
– Abdurrahman b. Semure’nin (ra) rivayet ettiği hadîs de Hz. Peygamber ona şöyle demiştir: “Ey Abdurrahman! Emîrliği isteme! Zira sen istemeden emirlik verilirse, o hususta yardıma mazhar olursun. Eğer istemenle emirlik sana verilirse, o işe havale edilmiş olursun. Yani o iş ile baş başa bırakılırsın!” (Buhari, Ahkâm, 5; Müslim, İman, 2)
– Şahsiyetli Müslümanlardan oluşan cemaatte, emire ve idarecilere sadakat, itaat, bağlılık olmalı ve cemaat içinde, herkesin kapasitesine uygun bir yeri olmalıdır. İslam cemaati, ölü yıkayıcının elindeki ölülerden değil, analiz yeteneği ve özgüveni olan aktif şahsiyetlerden teşekkül etmelidir. Cemaatte itaat ve şahsiyet dengesi olmalıdır. Bireyler noter gibi tasdikleyici olmamalıdır. Anlayan, sorgulayan, karar alan ve alınan karara itaat eden fertlerden oluşmalıdır.
– Evet emirlik yapıp da koşturanlar, canhıraş çalışanlar sonrada kendilerinden emirlik alınınca bir köşeye çekilenler samimiyet testinden geçmelidirler. Gidiyorsun bir yere başkan, genel başkan, oda başkanı, gençlik başkanı … İnsanlar başkan olunca çalışıyor demek ki. İş yapmak için illa başkan olmak gerekmiyor. Cemaat hayırda çalışma potasıdır, herkesin yapabileceği bir iş illaki vardır.
– Bir başka hastalığımız ise, bir yerlere emir tayin edildiğinde sürekli açık kapı arayıp sorumlu kişiyi yıpratanlar bunun vebalini vereceklerdir. Bir semte, bir mekâna emir tayini yapılıyor. Üç beş ay geçiyor bakıyorsun dedikodular başlamış, o bana şunu söyledi ben ona şunu söyledim…Ümmetin yeterince derdi var bir de sen ben dert katmayalım bulunduğumuz yerlerin hakkını verelim…
5- Kişisel hesapların olduğu yerde cemaat olunamaz.
Cemaatlerin, en büyük felaketi, aşırı alıngan, gıybetçi, sui zan sahibi, onu bunu çekiştiren, içten pazarlıklı , şöhret manyağı , tahammülsüz, hazımsız temsilcilerdir. Yaptığı hayrı başa kakan, Allah’ın rızasını umarak, ümmetin hayrına yapılması gereken hizmetin karşılığını arkadaşlarına fatura edenler, yaptıklarını abartan, liyakati ve ehliyeti olmadığı halde öne geçmeye çalışanlar da yapıya zarar verirler. Cemaatle birlikte yürümenin ahlakını edinmek ve gereğini yerine getirmemiz gerekir. Basit basit hareketler ilişkilerimizi, güvenimizi zedeliyor. Bir yere sorumlu atanmışsın, senin üzerinden hesap yapılıyor. Sen farklı davranıyorsun bu zaman kaybı, güven kaybı, sevgi kaybıdır. Gıybet, maksadını sormadan işin üzerinde durup laf çoğaltma yürüyüşü bozar. Niyet okumalar tehlikelidir. USAMENİN söylendiği gibi “kalbini mi yarıp baktın.” Gerektiğinde maksadını sormak gerekir. Ahlaki eksiklikler, davranışlardaki bozukluklar yürüyüşümüz bozar. Birbirimizi iyi anlamamız gerekir. Yanlış yorumlamalara meydan vermemeliyiz.
– Beşir hocamın bir sohbetinde dinlemiştim: 30 yılı aşkındır İslami çalışmaların içerisinde bulunuyorum. Bir tecrübemi sizlerle paylaşmak istiyorum. “Cemaat bir karar aldığı zaman ben böyle düşünmüyorum deyip işin içinden çıkabiliyoruz. Böyle düşünmeyebilirsin, bunun yolu muhalefet etmek değildir. Bütün organizmalarda devamlılık esastır. Yürüyüşte aksama olmaz. Tayini çıkan adam, yeri boş kalmadan dolduruluyor. Aksi halde varlıkta devamlılık olmaz. Bu eksiklik bize pahalıya mal oluyor, zaman israfı oluyor, birbirimize karşı samimiyetimizde muhabbetimizde zedelenme oluyor. Cemaat üyesi demek ciddi ciddi sorumluluklar üstlenmek demektir. Cemaati benimsiyorsan ilke ve prensiplerine uymak gerekir. Ayrılıklarımızın sebebi cemaat karar almasına rağmen ben içten içe aldığı kararı benimsemiyorum, farklı davranıyorum. Bence samimi olmak daha iyidir. Ya ikna olacaksın ya bırakacaksın. Seninleyim fakat seninle alakası olmayan işlerde çeviririm ahlakilik değildir.
CEMAAT ÜYELERİNİN YÜREKLERİ BİRBİRİNE AYNA GİBİ OLMASI GEREKİR.
Kimsenin gizli ajandası olmaması gerekir. 20-30 yıldır bulanık duruşlardan bayağı çektik. Benim kalbimi ben ne kadar biliyorsam, sen de benim kalbimi o kadar bilmelisin, açık olmayız. Faraza bir idarede karar alındı. O kararı sonuna kadar savunmak gerekir. Ashab böyle idi. Uhud’da “ben zaten böyle düşünmüyordum” ifadesi Abu Selül’e aittir. Usulüne göre alınan karara itiraz etmemek gerekir. Biz istişareyi esas alan bir cemaatiz. İstişare tek emirden hayırlı görüldüğü için istişareyi esas alan bir cemaatiz. Cemaatler genellikle bir karizmatik lider etrafında oluşmuştur. Günümüz şartları artık bir lider etrafında oluşmuş yapıların yeterli olmadığını, kurumsal yapılara ihtiyaç olduğunu göstermiştir. Kurumsal yapılar, teşkilatlanma yeteneğine haiz, iyi organizatörler tarafından kurulabilir. İstişare et karar al ve sonunda tevekkül et. Fert masum değildir ama cemaat masumdur bu noktada. Fert yanılabilir ama cemaatin kararında rahmet vardır.” Cemaate yani ümmete yük olmayacağız yük alacağız. Ümmetin heyecanını, umudunu öldürmeyeceğiz. Cemaat içerisinde olmak ferdi sorumlulukları ve cemaat sorumluluklarını yerine getirmeyi gerektirir. Cemaat adamı dert adamıdır. Herkesin yüreğini avucuna alıp hidayete taşımalıdır. Ümmetin heyecanını, umudunu kırmaya hakkımız yoktur. Cemaat, şeytanla bir arada yaşamaktan istiaze edip, birlikte Allah’a sığınmaktır… Yığın olmaktan kurtulup, yüreklerimizi birbirine yaslayarak yarınlara yürüyebilmektedir… Yüce idealleri olanların, yalnızlaşmaları kabul edilemez…
– Cemaatte önemli olan üyelik değil aidiyettir… Bir arada bulunmak değil kardeşleşmektir…
NERDEN BAŞLAMALI VE NE YAPMALIYIZLA BİTİRMEK İSTİYORUM.
İlim, marifet ve arkasından gelen muhabbet yol azığın olmalıdır. Bir davayı bilmeden tanımadan aşığı olmazsın. Bu dava uzun soluklu aşk işidir. İhlasına, ilmine, irfanına, takvasına güvendiğin insanlarla bir arada bulunmalısın. Cemaat ehli olmak sadece laf ile olmamalı, asıl dava adamlığını temsil etmekle gerçekleşecektir. İnanarak ve yaşayarak anlattığın bir kelam bin kelamdan daha tesirli olacaktır. Bu yolda dökülenler çok olacaktır. Bugün yanında olanlar yarın başka yerlerde olabilir. İnan kimsenin garantisi yok . O sebeple hiç kimselere takılmadan arkaya bakmadan hak yolda yürümelisin. Hayatın bereketi senin vesilenle birilerinin daha namaz ehli olmasındadır. Hidayetine vesile olduğun kişiden sadır olana hayır senin tüm yorgunluğunu bitirecektir sana enerji kaynağı olacaktır. Hareket, bereketi ve enerjiyi meydana getirecektir…Cemaat olmadaki hayır hasenat yolları o kadar çoktur ki kıymetini bilip yerine getirenlere selam olsun… Tüm zorluklarına ve olumsuzluklarına rağmen, kulluğumuzun sürekliliği ve sağlığı açısından cemaat olmak ve cemaat olarak kalmak olmazsa olmazımızdır, cemaatsizlik bir risk, bir vebal, bir uçurum olarak görünüyor. İmam Malik’in sözü: “Cemaatta hoşunuza gitmeyen şeyler, ayrılıkta hoşunuza giden şeylerden daha hayırlıdır.”
Abdullah Yusuf/Gençbirkim.net
-
HUSEYİN ŞAŞMAZ 05-01-2017 13:34
SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLE İLE ÇALIŞMANIN FARZİYETİ, Bu amali yerine getirmeyenin Müslümanlar adına çırpınmanın bir manası yoktur. DOĞRU, SAHİH BİR İSLÂMÎ KİTLEDE BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER http://www.hilafet.com/inceleme/sohbet/15.htm http://www.hilafet.com/inceleme/sohbet/14.htm Hilâfetin yıkılmasından itibaren Müslümanların vakıası/durumu gittikçe kötüleşti. Müslümanların bir uzvu acı çektiğinde diğer uzuvları ona koruma kollama ile ortak olan bir tek vücut gibi birbirine kenetlenmiş bir ümmet halindeyken kanları/canları birbirine denkti, hepsi de kendi dışındakilere karşı dururlardı. Daha sonra parçalandılar. Kafirler onlardan bazılarına saldırdıklarında diğerleri seyirci oldular, sanki o mesele onları alâkadar etmiyormuş gibi. Müslümanlar güçlü bir tek devlet iken dünya o devletin karşısında bin bir hesap yapıyordu. Daha sonra onlar zayıf, peyk ve ajan/uşak devletçikler ve siyasi varlıklar içinde yaşamaya başladılar. Azgın tamâhkârlar gözlerini onlara dikmekteler, sömürgeci kafirler servetlerini çalmaktalar. Muhakkak ki; Müslümanların halinin fasid/bozuk oluşunun ve zayıf oluşlarının sebebi; bir hayat nizamı olarak İslâm’ı terk etmiş olmaları daha sonra da aralarındaki ilişkilerde beşeri nizamların hakim oluşuna sükut etmeleridir. Müslümanların halini, bu fasid/bozuk vakıasını değiştirmek ise mucizelerden bir mucize değildir, fakat Müslümanların yapabilecek durumda oldukları mümkünâttandır. Nitekim Allahu Teâla bu amaç için metot ve hükümler koymuştur. Rasulullah (sav) ve ashabı da o metot ve hükümler doğrultusunda seyretmişler, yürümüşler ta ki; İslâm Devleti’ni kurarak cahiliyye toplumunu bir İslâmi topluma dönüştüresiye kadar. O İslâm Devleti de, dünyanın büyük bir kısmını dar-ul küfürden/küfür ülkesinden dar-ul İslâm’a/İslâm ülkesine dönüştürmüştür. Nitekim, fasid münker vakıayı değiştirmenin Müslümanlara farz olduğuna delâlet eden bir çok şer'î nass gelmiştir. Allah'u Teâla şöyle buyurmuştur: "Mü’min erkek ve mü’min kadınlar birbirlerinin velisidirler. Marufu emrederler, münkerden nehyederler.” (Tevbe: 71) Rasulullah (sav) de şöyle buyurdular: “Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle değiştirsin, ona da gücü yetmezse kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıfıdır.” (Müslim, İman, 70) “İleride bir takım emirler/yöneticiler olacak. Tanıyacaksınız/farkında olacaksınız ve inkar edeceksiniz/yereceksiniz. Kim farkında olursa suçsuzdur, kim inkar ederse kurtulmuştur. Fakat kim razı olur ve tabîi olursa …” (Müslim, İman, 3445) “Ey insanlar, Allah Azze ve Celle şöyle buyuruyor: Bana dua ettiğinizde duanızı kabul etmediğim, Benden bir şey istediğinizde onu size vermediğim, benden yardım ve zafer istediğinizde size yardım etmediğim gün gelmeden önce marufu emredin, münkeri nehyedin.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned Ensar, 24094) Bu nasslar, Müslümanlardan gördükleri herhangi bir münkeri değiştirmelerini kesin bir taleple talep etmektedirler. Bu değiştirmeyi güçlerine göre ya el ile yani eylem ile ya dil ile yani söylem ile ya kalp ile yani hoşnutsuzluk ile yapmalılar. Ancak ortada münkerlerin en büyüğünden birisi vardır ki o da, İslâm dışı yönetimlerin hakimiyetinin neticesi olan Müslümanların hayatlarının fesad/bozuk oluşudur. Nitekim Allah'u Teâla Müslümanlardan onun değiştirilmesi için çalışmalarını talep edip bu çalışmayı farz-ı kifaye kılmıştır. Şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah, bir toplum bünyesinde olanı değiştirmedikçe o toplumun halini değiştirmez.” (Ra’d: 11) Bu, sabitliğine ve önemine delâletini haber verme sigâsıyla gelen bir taleptir. Nitekim bu, Allah'u Teâla’nın yaratmış olduğu varlık yasalarından bir yasa olmuştur. Bu yasa, insanların cemaat olarak değiştirmek için çalışmalarını gerekli kılmaktadır. Ta ki; Allah'u Teâla onlarda olanı (yani hallerini) değiştirsin. Buna, ayetin çoğul sigâsıyla gelen lafızları delalet etmektedir. "Kavim/toplum", “onlar değiştiresiye”, "bünyeleri" kelimelerinde olduğu gibi. Rasulullah (sav) de şöyle buyurdu: “İçlerinde Allah’a isyanların işlendiği bir toplum bu durumu değiştirmeye güçleri yettiği halde değiştirmezlerse, Allah’ın hepsini toptan cezalandırması yakındır.” (Ebu Davud, Melahim, 17 (3775); Tirmizi, Tefsir, Fiten, 8; İbni Mace, Fiten, 20) Bu, toplumdan içinde yaşadığı fasid vakıayı değiştirmelerinin kesin talebidir. Eğer bunu yapmazlarsa Allah onların hepsini de cezalandırır. İsterse onların hepsi de Allah’a isyanı işlemesinler fark etmez, herkes aynı cezaya müstahak olur. Çünkü onlar, değiştirmeye güçleri yettiği halde farz-ı kifayeyi yapmaya katılmadılar. Zira münkeri değiştirmek/ortadan kaldırmak Müslümanların üzerine farzdır. Ortada bir münker vardır ki onu fert tek başına değiştiremez, birbirinden kopuk fertler de değiştiremezler. Hilâfet Devleti’nin olmayışından dolayı bugün içinde yaşadığımız fasid vakıa gibi. Allah bu münkerin değiştirilmesi için topluma bir metot koymuştur. Bunu da Müslümanlara aralarından, Hilâfet Devleti’ni tekrar kurmak için çalışan bir kitle oluşturmalarını farz kılarak yapmıştır. Şöyle demiştir: “İçinizden hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir kitle/parti olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran: 104) Bu ayette kesin emir, Müslümanlardan İslâm’a davet eden, marufu emredip münkerden nehyeden bir cemaatın oluşturulmasına yönelmiştir. İslâm’a davet; akidesi ile nizamı ile hayat vakıasında İslâm’ı hakim kılmak için çalışmayı gerekli kılar. Bu ise, onu tatbik eden ve bütün insanlara taşıyan bir devlet olmadıkça olmaz. Böylece talep edilen cemaatın yükümlülüğü Hilâfet Devleti olan bu devleti kurmak için çalışmak olmaktadır… Nitekim Müslümanlardan cemaat olarak marufu emretmelerini, münkeri nehyetmelerini kesin bir taleple talep eden, bunu yapmadıkları zaman Allahu Teâla’nın onları dünya ve ahirette cezalandıracağını haber veren Nebevi hadisler de gelmiştir. Rasul (sav) şöyle demiştir: “Nefsim elinde olan Zat’a yemin olsun ki ya marufu emreder ve münkerden nehyedersiniz ya da Allah’ın, katından size bir (genel) ceza göndermesi yakındır. O zaman O’na dua edip yalvarırsınız da O duanızı kabul etmez." (Tirmizi, Fiten, 9 (2095), Ahmed b. Hanbel, Müsned Ensar, 22212) “Muhakkak ki insanlar münkeri gördüklerinde onu inkar etmezlerse Allah’ın onları genel bir şekilde cezalandırması yakındır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned Aşeretü’l Mübeşşirin Bi’l Cenneh, 1) “Allah’a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden nehyedersiniz, zalimin elini tutarsınız (zulûmden alıkorsunuz) ve onu zorla da olsa hakka boyun büktürür ve hak üzere kalmasını sağlarsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine benzetir sonra da İsrail oğullarını lanetlediği gibi lanetlenirsiniz.” (Ebu Davud, Melahim, 3774) Şu halde dünyada ve ahirette Allah’ın azabından kurtulmak istiyorlarsa, Müslümanların üzerlerine düşen vazife; İslâm’ı tekrar hayata devlet ve nizam olarak hakim kılmak maksadıyla İslâm’ın değiştirme metoduna uyarak içinde yaşadıkları münker vakıayı değiştirmek için çalışmaya hemen başlamalarıdır. Allah'u Teâla’nın farz kıldığı ve Rasulünün açıkladığı bu metot; mescitler inşaat etmek, Kur’an-ı Kerim ezberletmek, hac, umre ve sadakayı artırmak ile olmaz. Her ne kadar bütün bunlar devlet ve fertlerden şer’an talep edilmiş olsalar da bunlar metot değildirler. Allahu Teâla’nın farz kıldığı ve Rasulünün (sav) açıkladığı metod; Müslümanlar arasından, Hilâfet Devleti’ni kurarak, İslâmî hayatı tekrar başlatmak için çalışan bir cemaat örgütlemektir. Bu cemaatın faaliyeti ise; fikrî çatışma, siyasî mücadele ile olur. Fikrî çatışmadan kasıt; İslâm dışı bütün inanç, fikir ve mefhumlara karşı çıkmaktır, toplumda mevcut İslâm dışı esaslar üzerine kurulu bütün ilişkilere karşı çıkmak, sonra da İslâmî bir toplum olması için topluma hakim olması gereken İslâm’ın fikirlerini, mefhumlarını ve hükümlerini açıklamaktır. Siyasî mücadeleden kasıt ise; hayatın bütün yönlerinde İslâm’ı tatbik etmeyen yöneticilere karşı çıkmaktır. İslâm ümmetine karşı tertip ettikleri hilelerini, entrikalarını ve planlarını açığa vurmak, iltifat ve dalkavukluk yapmadan cesaretle onları muhasebe etmektir. Ta ki ümmet İslâm üzere uyansın, bilinçlensin ve Hilâfet Devleti’ni kurarak İslâm’ı hayata tekrar hakim kılmak için çalışan cemaatı bağrına basar hale gelsin. Allahu Teâla, Rasulü (sav)’e şöyle hitap ediyor: "Oku!" (Alak: 1) "Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar!" (Müddessir: 1-2) “Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir." (Hicr: 94) Bu ayetlerde Rasul (sav)’e olan hitap her zamanda bulunan Müslümanlara da hitaptır. Şu halde onlara düşen, devleti tesis edesiye kadar Rasul (sav)’in yaptığı işleri onların da yapmalarıdır. Ta ki kendi ellerinden gasbedilen otoriteleri tekrar kendilerine dönsün, sonra da Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünneti üzerine bir Halifeye biat etsinler. Allah'u Teâla’nın; “İçinizden, hayra (İslâm’a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir grup bulunsun." (Al-i İmran: 104) ayetindeki kesin talebine icap edip İslâmi fikir üzerine örgütlenmiş olan ve Allah’ın farz kıldığı, Resulünün açıkladığı metot içindeki merhaleleri geçen, Müslümanlar içinde uyanık, bilinçli bir grup olmasına rağmen -ki o grup Hizb-ut Tahrir’dir- uğruna çalıştığı hedef henüz gerçekleşmemiştir. O hedef ise, Hilâfet Devleti’nin tekrar kurulmasıdır. Bu durum, yukarıda nasslarda geçen, Müslümanlardan kesin talebin gereğini halen geçerli kılmaktadır. Şu halde Müslümanların hemen bu kesin talebe icabet etmek için koşmaları gerekir. Şer'î şartlara haiz bir kitle ile örgütlenip onunla beraber içinde yaşadıkları fasid vakıayı değiştirmek için çalışmaları gerekir. Aksi halde, dünya ve ahirette Allah’ın cezasına müstehak günahkârlar olurlar. Bu metot, kendisine tabi olunması farz olunmasına ilaveten; onun dışındaki metotlara tabî olarak seyredenler, açıkça başarısız olmuşlardır. Bu ise ümmeti; bütün hareketlere şüpheyle bakmasına, onların eliyle değiştirmenin imkansız olduğunu düşünmesine, hatta onların içinde samimi olanların eliyle dahi imkansız olduğunu düşünmesine sevk etmiştir. Ümmet, bütün bunları samimi hareketin ümmetten ayrılmaz bir parça olduğunu, Hilâfet Devleti’ni kurarak fasid vakıayı değiştirmek için beraber çalışmak uğruna kendisini bağrına basıp liderliğini kendisine verdiği samimi ideolojik bir kitle ile ancak köklü değişimin ya da kalkınmanın mümkün olacağını idrak etmeksizin yapmaktadır. O halde biz Allah’a karşı takvalı olalım. İçinde yaşadığımız vakıayı, Hilâfet’in tekrar kurulması için daveti yüklenenlerden uyanık, bilinçli samimi olanlarla beraber örgütlenerek değiştirmek için ciddi bir şekilde hemen çalışmaya başlayalım. Ta ki dünyanın izzetine, şerefine ve ahiretin sevabına nail olalım ve Allah'u Teâla’nın Rasulünün (sav) şu hadisinde kastettiği kişilerden olalım: "Muhakkak ki Din garip olarak başlamıştır ve tekrar garip olarak gelecektir. Müjdeler olsun o gariplere ki onlar, benden sonra Sünnetimden insanların ifsad ettikleri/bozdukları hususları düzeltirler.” (Tirmizi, İman, 2554) 1924 yılında “Atatürk” diye isimlendirilen, İngiliz yetiştirmesi Yahudi Mustafa Kemal, Müslümanların 13 asır kendisi ile yönetildiği yönetim nizamı vasfıyla Hilâfet’in ilgasını ilan etti. Onun yerine beşerî küfür sistemini ilan etti. Bununla birlikte Müslümanların risaletini taşımaktan geri kaldıkları, davalarından yüz çevirdikleri bir dönem başladı. Böylece Müslümanlar kafirler için bir yağma alanı olup tam anlamı ile paramparça oldular. Ülkeleri parçalandı. Mal varlıkları gasp edildi. Kendi amaçlarına hizmet etmeleri ve Müslümanlar üzerinde bekçileri olmaları için Müslümanların başlarında kafirlerin tayin ettiği idareciler/emirler çoğaldı. Böylece onlar ümmete zillet ve aşağılanmanın çeşitlerini tattırdılar. Ümmeti açık küfürle yönettiler. Sorunlarını ümmetin düşmanlarının ellerine teslim ettiler. Bu durum sizin şunları görmenize kadar ulaştı: Düşmanlarınız sizi hâkir görüp, siz dininizden uzaklaşasıya kadar size meydan okuyor ve ülkenizde saldırılara maruz kalıyorsunuz. Hilâfetin yıkılışı, bu Yahudi'nin ilga edilişini ilan ettiği gün olmamıştır. Bilakis onun yıkılış süreci Müslümanların dinlerini anlamakta gafil olup ona, ondan olmayan küfür fikirleri ve hükümlerinden bazı şeyler katmaya başladıkları, Kur’an lûgatı olması vasfıyla Arapça’dan yüz çevirmeye başladıkları günden itibaren başlamıştır. Böylece dilleri yabancılaştı. Anlayışları bozuldu. Doğru anlayışa muhalif olanı yada hevâ heves eğilimlerini cezbedeni uygulamaya başladılar. Böylece ümmete, esası üzerine Hilâfet Devleti’nin kurulduğu ideolojiyi anlamakta zaafiyet ve tatbikinde çatlaklıklar isabet etti. Doğal bir netice olarak da kalkınmanın rükûnları sarsıldı. Hilâfet parçalanıp her bir parçasının başı, kafirlerin çıkarlarının emin bekçisi, ümmeti çeşitli belalara dûçar eden hainler oldu. Ey Müslümanlar! Siz de biliyorsunuz ki; ümmet, ideolojisinin anlayışı ve tatbikinde ihsâna ulaşmadıkça kalkınmaz. Ümmet, yasamayı hevâ hevese terk etmiş halde iken ideolojisi ile ilgili anlayışını düzeltmesi mümkün olur mu? Ya da o, ideolojisinin kapsamına küfür fikirlerinden demokrasi ve ondan fışkıran hürriyetler gibi fikirleri katma gayreti ve hevesi içindeyken ümmetin ideolojisi ile ilgili anlayışının düzelmesi mümkün olur mu? Ya da ideolojisini anlamanın şartlarından olan şer'î ilimleri ve Arapça’yı ikmal etmeden ideoloji anlayışının düzelmesi mümkün mü? Kendisi ile İslâmî hayatın tekrar başlayıp; İslâm davetinin aleme cihad ve hûccet ile taşınacağı Hilâfet Devleti olmadan İslâm’ı tatbik etmek mümkün olur mu? Sizi, İslâmî, hâlis tertemiz bir anlayışa davet ediyoruz. Kafirin yıktığı Hilâfet Devleti’ni yeniden kurmaya davet ediyoruz. O halde Allah’ın şu sözüyle size emrettiği Allah’ın sultasına-otoritesine davet edene uyun! “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet/yönet. Haktan sana geleni bırakıp da onların heva-heveslerine/arzularına uyma.” (Maide: 48) “Kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse/yönetmezse, işte onlar kafirlerdir.” (Maide: 44) Haydin dünya ve Ahiret izzetine koşun! Kendinizi kafirin saldırısından, yüzlerinize ve sırtlarınıza inmekte olan kırbaçlarından kurtarın! Bakışlarınızı gelmekte olan izzetli günlere çevirin! Zira Allah size nusretini vaad etti. Şöyle buyurdu: "Mü’minlere yardım etmek de bize bir hak olmuştur.” (Rum: 47) “Allah, kendisine yardım edene (dinine sımsıkı sarılıp gereğini yapanlara) kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir.” (Hac: 40) Huzeyfe (ra)’dan rivayetle Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Nübüvvet aranızda Allah’ın kalmasını istediği kadar kalacaktır. Sonra Allah onu kaldırmayı dileyince kalkacaktır. Sonra Nübüvvet metodu üzerinde Hilâfet olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalacak ve sonra Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra eziyet çektirici bir otorite olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra despot bir yönetim olacaktır. Allah’ın dilediği kadar kalıp Allah kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Daha sonra da Nübüvvet metodu üzere Hilâfet olacaktır.” Sonra sustu." (Ahmed b. Hanbel, Müsned Kufiyyîn, 17680) O halde, Rabbinizin size vaad ettiği ve Rasulünün sizi kendisiyle müjdelediği şey için çalışın! Zira dünya ve Ahiretin hayrı ondadır. "Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi size hayat verene davet edince onlara icabet edin/uyun. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz kesinlikle O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal: 24)
- Ümmet
- Politik ve Ekonomik Bir Enstrüman Olarak "Holokost"
- Filistin davası, kavramlar çerçevesinde konuşuldu
- Hamd sadece âlemlerin Rabbinedir
- Modern İnsan, Biz Müslümanlar ve “Hayvan Hakları”
- İSLÂM'A GÖRE İLİM VE İLMİN ÖNEMİ - Asım ŞENSALTIK
- Hicretin anlam ve kapsamı üzerine
- Politik ve ekonomik bir enstrüman olarak “Holokost” kavramı
Makaleler
Hava Durumu