Demokrasi özgürlük ve halkların kardeşliği yalanı
İlk bölümde kısa ve özet şeklinde geçtiğimiz seçim süreci ve sürecte yaşananlara bakış açımzı, bu bölümde biraz daha esas çevçeve içerisinde değerlendirmek isterim. Nedir bu esas çerçeve ? Meselenin temeline oturtumaya çalışılan ve Müslüman toplumlara yavaş yavaş sevdirilen demokrasi-özgürlük ikilemi toplum tarafından ne sorguya tutuldu vede bunun İslam hukuku açısından durumu değerlendirildi. Bu batıl yaşam biçimleri ve modelleri İslam toplumlarına sevidirilirken elbette yerel güçlerdende destek alındı, zaten toplumsal yaşam biçimleri o toplumun değer verdiği kişiler eliyle gerçekleşirse toplumun ona itibar etmesi daha kolay ve hızlı olur.
01-08-2018
Hamd Alemleri yoktan var eden Allah (cc)’a aittir.
İlk bölümde kısa ve özet şeklinde geçtiğimiz seçim süreci ve sürecte yaşananlara bakış açımzı, bu bölümde biraz daha esas çevçeve içerisinde değerlendirmek isterim. Nedir bu esas çerçeve ? Meselenin temeline oturtumaya çalışılan ve Müslüman toplumlara yavaş yavaş sevdirilen demokrasi-özgürlük ikilemi toplum tarafından ne sorguya tutuldu vede bunun İslam hukuku açısından durumu değerlendirildi. Bu batıl yaşam biçimleri ve modelleri İslam toplumlarına sevidirilirken elbette yerel güçlerdende destek alındı, zaten toplumsal yaşam biçimleri o toplumun değer verdiği kişiler eliyle gerçekleşirse toplumun ona itibar etmesi daha kolay ve hızlı olur.
Batı toplumları islam çoğrafyalarını işgal ederken bu işgali sadece bir kara parçasının zapturap alınması olarak görmemiştir. Çünkü bir çağrafyanın işgali o coğrafaydaki toplumsal yaşam ahlakının değişmesi ile tamamlanır. Eğer o toplumun yaşam ahlakı yok edilmiş ve toplum kendilerine benzetilmiş ise o zaman o cağrafyadaki işgal tamamlanmış demektir.
İşte Batı’nın bitmeyen işgal isteğinin altında yatan temel sebeb budur, ve Türkiye bu sürecin aslında artık son evresindedir. Yani ? Yüzyılın başında başlayan fiziki işgal süreci bugün artık neredeyse tamamlanmış düzeydedir. Şimdi diyeceksiniz ki , Nasıl yani ? şöyle :
Etrafımızda yabancı askerlerin olmaması, coğrafyanın herhangi bir ülkenin güdümünde olmaması, veya ordadoğu ülkelerinin yaşadığı kanlı zülüm ve katliamları yaşamıyor olmamız bizim de diğer ülkeler gibi işgal altında olmadığımız anlamına gelmiyor; bizim yaşam biçimimiz, ahlaki anlayışımız, ortak yaşam değerlerimiz nereden referans alıyorsa biz zaten oraya intisap etmişiz demektir. “Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır” (Ebu Davut, Libas 4) Allah Resulünün (s.a.v.) asırlar önce yaptığı bu uyar aslında sadece kılık kıyafet ile ilgili değildir. Bizzat hayat biçimi ile ilgilidir.
İşte meselenin sosyal-kültürel ve psikolojik aşamalarını çok iyi bilen Batı’nın işgalci kafası, İslam ahlakı ile kökleşmiş zihinleri yüzyılda bu duruma getirdi ve şüphesiz bunu “Demokrasi-Özgürlük” kavramlarını şirin gösterip toplumun değerlerinden vazgeçmesizi sağladı.
Hatırlarsanız 90’lı yıllarda Tv’lerde sık sık Demokrasinin İslam ile çelişmediği ve İslam’ın demokrasiden yana olacağını savunan insanları görürdük. Yazar, Prof., veya araştırmacı sıfatı ile çıkan ve coğu zaman islamcı geçinen proje kişilerin yumuşattığı ortam bugün artık kemikleşmiş ve kesinlik halini almış durumda. Başı sıkıştığında kendi elleri ile ürettiği helvadan putlarını yiyen, yani kendilerince doğru sandıklarını gerektiğinde redetmeleri demokrasi ilahını üretenlerin kendi ilahlarına bile gerçek anlamda kulluk etmediklerinin kanıtıdır.
Yani kendi ilahlarına bile hakkı ile tapınmayanların Müslümanları bu ilaha itaata çağırıyor olmaları ve bunu İslamdan bir cüzmüş gibi göstermeye çalışmaları zihinsel işgalin en önemli parçasıdır. Çünkü zihinlerin işgali bu işin kırılma noktasıdır.
M.Ö 14.yy’da Atina şehir devletinde ilk temelleri atılan demokrasi anlayışı ortaya çıkarken şu argümanı kullanmıştı : “ Her bir Atina vatandaşı mecliste eşit oy ve tartışma hakkına sahip olacaktır.” Bu ilkeyi ilk açıkladığında dönemin Atina kralına “ Soylu Atina meclisini sıradan köleler mi seçecek “ diye karşı çıkan aristokratlara kralın verdiği “ Hayır, kendimizi onlara seçtireceğiz” cevabı demokrasinin 3 bin yıllık maceresının özetidir. Bir dönem Türkiye’de polemik olan “ Göbeğini kaşıyan adamın oyuyla benim oyum bir mi ? “ anlayışının zihinsel dayanağı budur, 3 bin yıldır değişmeyen aldatmanın değişen söylemleridir sadece.
Sözünü ettiğimiz yönetim biçiminin ve uyduğu yasaların İslam hukuku karşısındaki durumunu belirtmeme gerek yok sanırım. Bundan ziyade kendi iç çelişkileri bile bu yaşam biçimini dayatanların durumunu bize bildirmesi için yeterlidir. Bakın; çok sık kullanılan çoğunluğun yönetimi, azınlık haklarının güvence altına alınması, toplumun tüm kesiminin yönetime katılması vb. gibi iddialar aslında sadece kağıt üzerinde geçerlidir. Hem demokrasi hemde özgürlük anlayışları ancak kendi lehlerine hareket edildiği zaman geçerli olacaktır. İster İngiliz tipi parlamenter sistemde, isterse Amerikan tipi başkanlık sisteminde değişen çok fazla birşey olmayacaktır. Kendini seçilmiş olarak gören bir avuç azınlığın dünyayı tahakküm altına alma konusunda gösterdiği gaddarlık demokrasi kisvesi altında insanlığa zulümden başka birşey sunmamaktadır.
Yönetim biçimlerinin veya hukuk(suzluk) kurallarının kağıt üzerinde insancıl göründüğüne aldanmamak gerekir. Adına yasal düzlem denen şey ancak toplumlara izin verilen dar bir alandan öteye geçmeyektir. Kaldıki bu alanın genişliğine de kendileri karar vermektedirler. Bu neye benziyor ; LGBT gibi toplumun genel ahlak kuralları dışında olan ve bir kavmin lanetlenmesine sebeb olan bir davranışı savunmayı demokratik hak ölçülerinde gören akıl, aynı anlayışı kendi ilkeleri dışında olanlara vermektemidir ?
(Devam edeceğiz inşaAllah)
Halil Çiloğlu
Makaleler
Hava Durumu