Dâvet, sadece âlimlerin hakkı ve görevi midir?
Âlimlere çok iş düşmektedir. Âlimler, ümmet içinde var olan her türlü potansiyeli İslâmî harekete dönüştürme sorumluluğunu üstüne almalıdır. Topluma tevhidi ulaştırarak, her çeşit şirk ve küfre karşı halkı bilinçlendirmelidir. İnsanlara haram-helâl bilinci vererek, onların Allah’a karşı, kendisine ve topluma karşı görevlerini yerine getirmelerini sağlamaya çalışmalıdır. Bu kadar hayatî görevlere hâiz olan ulemâ kadrosunun, dar, cüz’î ve kısıtlı tebliğ ya da eğitim faaliyetleriyle kendilerini sınırlandırması, cidden şaşılacak bir durumdur.
08-10-2018
Dâvetin Hükmü Nedir?
Dâvet, farzdır, farz-ı kifâyedir. Kur’an bunu emrediyor. Haydi, sizin daha önem verdiğiniz tarzda söyleyeyim: İslâm âlimleri emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münkerin farz-ı kifâye olduğunda ittifak etmişlerdir. Medresede bir yıl okumuş talebenin bile bildiği bir usûl kaidesini hatırlatalım: Ümmetin içinden bu görevi yerine getirenlerin sayı ve kalite olarak yeterli olmaması, farz-ı kifâyeyi farz-ı ayn derecesine çıkarır. Bununla ilgili uygulamalar, biri İslâmî devletin sorumluluğunda resmî, diğeri müslüman fertlerin şahsî sorumluluklarına bırakılan gayrı resmî olmak üzere iki şekilde gelişmiştir. Emir ve nehiy faâliyetlerinin ilk şekli “hisbe” veya “ihtisab” adı altında kurumlaşmış, kaynaklarda bununla ilgili hükümler ayrıntılı olarak tesbit edilmiştir. Diğeri de gönüllü dâvet faaliyetidir.
Dâvet, Sadece Âlimlerin Görevi Olmuş Olsa…
Âlim denilenler, âlim kabul edilen insanlar, günümüzde ya lisans ve lisansüstü eğitim yapan akademik çevreden veya medrese geleneğinden yetişmekteler. Her iki kesim de eğitim alırlarken dâvetçi misyonunu üstlenecek görev bilinci ve sorumluluk, hedef, usûl ve uygulama açısından yetiştirilmemektedir. Akademisyenlerin, yer yer Batı tarzı ve moderniteden etkilenmeleri yanında, tevhidî bilince sahip olanları çok azdır. Onların da ancak çok küçük bir kısmı dâvetçi özelliklerini taşıyıp bu görevi yerine getirmektedir. Medreseler de çağa ayak uyduramamış, eğitim sistemini daha çok Arapça’da derinleşmek üzerine kurgulamıştır. Bu Arapça, pratik konuşmadan ziyade, kitapları okuyup anlamaya dayalı olarak öne çıkarıldığından, medreselerde senelerce eğitim alanlar, Arapça gramerin inceliklerini öne çıkarmaya yönelmektedir. Medreselerde maalesef dünyanın konumu, insanları etkileyen bâtıl ideolojiler, halkın inanç olarak benimsediği yanlışlar gibi, günlük hayat yeterince tanınmamaktadır.
İslâm âlimleri siyasî iktidarların iyiliği yaptırma, kötülüğü engelleme işlerinde yetersiz kalabileceğini, hatta bazen bizzat yöneticilerin kötülük ve haksızlığa yol açabileceklerini, bu ilkenin ise, toplumun selâmeti için konulduğunu, Kur’an ve Sünnette müslümanlardan, herhangi bir resmî veya gayrı resmî ayrımına gidilmeden iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışma ödevini yerine getirmelerinin istendiğini dikkate alarak, fertlerin emir ve nehiy sorumluluklarının devam ettiğini düşünmüşlerdir. Buna göre iyi veya kötü olduğu açıkça bilinen hususlarda her müslüman bu görevini yapmalıdır.
Mü’min olan herkes, bildiği ve gücü yettiği oranda dâvet etmek zorundadır. Bununla birlikte; İslâm âlimlerinin, cemaat ve kanaat önderlerinin, yazar ve hatiplerin, cami görevlilerinin bu görevi yapması, terk edilemez, edilince büyük vebali olan bir vecîbedir. Böyle olduğu halde, Müslüman halkın çoğunluğu bu görevlerini yapmamaktadır. Hele emretmek ve yasaklamak kavramlarına uygun, yaptırımı olan bir emir ve yasaklama yapılmamaktadır. Cihadın en büyüğü ve en faziletlisi kabul edilen zâlim sultana/yöneticiye hak kelimesini haykıran, bataklık büyütülürken tek tek sinekleri avlamakla sivrisinekle mücadele ettiğini zannedip aldanmayan ve düzen bataklığını kurutmaya çalışan dâvetçiler yok kadar azdır. Dâvette Öncülük ve Örneklik Yapması Gereken Âlimler ve İlim
Bütün mü’minlerin; ilimleri, güçleri ve imkânları oranında dâvetle yükümlü olmasıyla birlikte, bu dâveti öncelikle âlimler sürdürmeli ve yönlendirmelidir. Ama âlimler, eski kitaplardan kafalarını kaldırmıyor veya birilerini taşlayıp suçlamakla, teferruatla ilgili hususları dinin aslı imiş gibi ele alıp kendi meşreplerine uymayan başka dâvetçileri suçlamakla meşguller.
Âlimlere çok iş düşmektedir. Âlimler, ümmet içinde var olan her türlü potansiyeli İslâmî harekete dönüştürme sorumluluğunu üstüne almalıdır. Topluma tevhidi ulaştırarak, her çeşit şirk ve küfre karşı halkı bilinçlendirmelidir. İnsanlara haram-helâl bilinci vererek, onların Allah’a karşı, kendisine ve topluma karşı görevlerini yerine getirmelerini sağlamaya çalışmalıdır. Bu kadar hayatî görevlere hâiz olan ulemâ kadrosunun, dar, cüz’î ve kısıtlı tebliğ ya da eğitim faaliyetleriyle kendilerini sınırlandırması, cidden şaşılacak bir durumdur. Bir toplumda “ulemâ” acziyet içinde ise, diğer Müslümanların halini varın siz düşünün. Allah, onlara şu âyette, verdiği bilgiyi gizlememeleri konusunda şiddetle ikaz etmiştir: “İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti Biz kitap’da insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edebilenler lânet eder. Ancak, tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başkadır; onları bağışlarım. Çünkü Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim.” (2/Bakara, 159-160)
Makaleler
Hava Durumu