Ergenekon kıskacında Kürt meselesi ve Müslümanca duruş...
Yazarımız Sait Alioğlu, Kürt meselesinde gelinen noktayı ve Müslümanalrın konuyla ilgili güncel yaklaşımlarını yorumladı...
01-07-2010
Sait Alioğlu
İslam ve HayatPKK kurulduğu ve kendince mücadeleye başladığı günden itibaren Marksist/Leninist temelli bağımsız bir Kürt devleti tesis etmek adına sahada olduğunu her vesileyle dile getirdi. Ama işin hakikatine baktığımızda ise gerçekten de kurucu kadronun(?) vurgulayıp tabana yaymaya çalıştığı bağımsızlık düşüncesi, varlık sebebi açısından, gerçekçi temellere oturuyor muydu, yoksa zevahiri kurtarma adına taktik icabı mı dillendiriliyordu? Burada biraz durmak gerek…
Yukarıda da vurguladığımız gibi bu konu –bağımsızlık söylemi- yıllar yılı Kürt sorununun seyrini takip eden ve gelişmeleri gözden geçiren bizler açısından, büyük oranda şüpheyle karşılanmıştı hep! Zira gelinen fiili süreçte birkaç parçaya ayrıldığı ayan beyan ortada olan PKK’nın adına ortaya konduğu belirtilen eylemler gerek İmralı sürecinde Abdullah Öcalan’ın çeşitli zamanlarda birbirini tutmayan ve aynı zamanda da kendi bağlamından kopuk ifadeleri ve gerekse de DTP ve selefi konumunda olan BDP cephesinde cidden tezat oluşturan söylemler ve eylemler, ele alınıp nasıl ve hangi zeminde bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır?!
Kafa Karışıklığının PKK’ca Bir İzdüşümü…
Besbelli ki aşağıda da vurgulamaya çalışacağımız minvalde küresel ve yerel sürecin dayattığı kafa karışıklığı artık bağımsızlığa pek geçit vermeyen(!) post modern dönem ve her iki taraf açısından da alabildiğince hızını arttırarak gelişen küresel olgu oluşan bu kafa karışıklığını ve zihinsel bulanıklığı, had safhada ortaya koymaktadır…
Olaya salt PKK açısından baktığımızda dünyanın küçük bir köye döndüğü bu vasatta eskisinin yerine geçmesi düşünülen gerek doğal şartlar ve gerekse de o şartların iz düşümü olan stratejik ve taktik mevzular muvacehesinde taşlar yerinden oynamaya, bu yeni dönemde de özellikle bir çok açıdan yeni görüşler ortaya çıkmaya başlayınca ABD’nin telkinleri ve bu süreci okumaya çalışan PKK’nın birçok kanadı, saymaya çalıştığımız bu saiklerden yola çıkarak, bağımsızlık söylemini en azından taktik açıdan bile olsa terk etmek zorunda kalmıştıı! Başta Öcalan’ın kendisi; ipleri mütekåmilen ellerinde bulundurduğu dönemlerde bu yeni söylemi dillendiriyordu! Ondan dolayı da sırf entelektüel havası verilmiş bir yığın söylem kitaplaştırılarak, kamuoyuna yansıtılıyordu. Birde Öcalan’ın okuduğu her kitaptan etkilendiği ve bu etkilenişin akabinde yeni tezler geliştirmeye çalıştığı, belirtilmektedir. Birde buna ipleri genel anlamda İmralı üzerinden kontrol sadedinde elde tutmaya çalışan devlet tarafının katkıları da unutulmamalıdır. Zira askeri ve sivil yetkililerin her vesileyle Öcalan’la görüştükleri mevzuu bilinen bir gerektir.
2002 Seçimleri Sonrası…
28 Şubat döneminde var olan flu manzaranın ortaya çıkardığı bir nevi “Küçük/Küçülen/Küçülmesi Gereken Türkiye(!); Müslüman halkına karşı ‘Baskıcı devlet” konsepti 12 Eylül askeri ihtilali/darbesi sonrasında görece de olsa özgürlüklerin yaşanmaya çalışıldığı bir nevi güzel günlerin yerine otuzlu, kırklı yılların jakoben karakterli baskıcı günlerini andırıyordu.
Sözde Müslüman bir iktidar alaşağı edilmiş, ülke kurtulmuştu! Bu post modern darbenin akabinde sökün eden ekonomik krizler, bir açıdan eğitim yoluyla ülke geneline yayılması istenen ahlak erozyonu vb. yollarla Müslümanların önünü tıkamayı öngören darbeci zihniyet, bu hasletlerinden ötürü olacak ki andıçlarla, gazeteciler gibi sıradan kebapçı esnafını dahi o çok sevip diline doladığı ‘kamusal alan’ fobisiyle cendere altına almaya çalışıyordu!
28 Şubatçı darbeci kadronun kendi darbesine bahane kılmaya çalıştığı Milli Görüşçü kadro içerisinden ortaya çıkan Ak Parti büyük bir teveccühle halkın onayını alıp aynı yıl içerisinde yapılan seçimleri kazanarak iktidara geldi. Yaklaşık sekiz yıldır iktidarda olan Ak Parti nerdeyse uzun cumhuriyet döneminde yapılmamış işleri yapmaya çalışmış, el atılmayan konulara el atmaya çalışmış, kendince yeni bir açılım içerisinde olmuştu. Cumhuriyetin mağdur ettiği çeşitli toplumsal kesimlerle yan yana durmaya çalışmış, onların mağduriyetlerinin giderilmesi adına çareler üretmeye başlamıştı. Tabii ki bu süreç sancılı bir süreçti ve bir hayli de rizk içeriyordu. Bununla birlikte hep iktidarda olmuş laik kadroların aksine iyi işler yapmayı kafasına koyan Ak Parti hükümeti ne yazık ki bu süreçte belki de işlenmemesi gereken bariz hataları da işlemiş oldu! Kapatılmaları için Anayasa Mahkemesi’nde yargılandı. Ama sonuçta mahkeme bazı dengelerden ötürü Ak Parti lehine, kapanmama yönünde karar aldı…
Bu hatalara bir defa sorunların çözümü konusunda adım atarken –özellikle de Kürt sorunu/açılımı- Genelkurmay faktörünü çok mu çok ön planda tutmaya çalıştı. Bir açıdan eskilerin sürdüre geldikleri alışkanlıklar kabilinden askeriyeyi kendisine bağlı bir memuriyet kurumu olarak görmekten ziyade onu aşılması mümkün olmayan devasa bir güç olarak telakki etti. İşte askeri vesayet aşılması mümkün olan sanal bir korkudan dolayı gelip çözümü tıkanmıştı! Laik kesimlerden ziyade kendini bir açıdan İslam’a nispet edip duran RP gibi, Ak Parti hükümeti de ara sıra dik duruş sergilese de maalesef var olan vesayeti bir türlü aşamadı, ona bağımlı kaldı. Zira muhafazakår kimliği ağır basıyordu…
Neredeyse derin güçler karşısında çaresiz kaldıklarına tanık olduğumuz sair hükümetler gibi bu hükümette değerlendirmeye aldığı açılımları es geçercesine sadece ekonomik sorunların çözümü için halk tarafından iktidara getirildiğini düşünür oldu. Bu mantığın örnekleri yakın tarihimizde çoktur. Ör. Tansu Çiller vs. Bu bir açıdan doğruydu; Uygulamalardan mağdur olmuş Kürt kitlenin çoğunluğu gibi inanç bağlamında mağduriyetleri yaşayan kısmi kitleleri sarfı nazar edersek, sıradan bir Türk vatandaşının sistemle bir alıp veremediği yoktu, manzaraya bakıldığında! Zira devlet ve ordu kendisi için vardı! Çocuğunu asker ocağına davul, zurna eşliğinde gönderir; oğlu çatışmada şehit(?) nedir olursa bunu ‘vatan sağolsun’a hamleder dururdu! Buna rağmen az da olsa halk katmanlarında kıpırdamalar da söz konusuydu! Ama ciddi bir yekun tutmuyordu şimdilik… Var olan sorunlar ise nasıl başa gelmiş iseler Amerikancı yerel güçler tarafından oluşturuluyordu! Hatta bir kısım kitle Ak Parti içinde böyle düşünüyordu… İşin garip tarafı böyle düşünen kitle sıradan vatandaşla sınırlı kalmıyor, bir açıdan yolunun Ergenekon’la kesiştiğini zamanla müşahade ettiğimiz bazı ideolojik kesimlerde bir hayli yer tutmaya çalışıyordu. Onlarca yıldır herhangi bir sorun, morun yoktu bu ülkede; Ak Parti gelinde hemencecik oluşu verdi!!! Ülkenin dik durup dışa açılması, son günlerde bir hayli dillendirilen eksen kayması ile birleşince Ak parti ABD emperyalizminin taşeronu oldu bu kesimlerin gözünde… Hal bu ki ABD emperyalizmi ile ilişkiler kotarılan eksen olgusuna binaen bir yığın sol ve laik çevrenin bir nevi merkez olarak görmeye çalıştığı Kemalist ideoloji tarafından daha Mustafa Kemal’in sağlığında ele alınmış ve bir sonuca bağlanmıştı! Bu çevrelerin bunu bilmemeleri asla mümkün değildi! Kaldı ki kaydığı iddia edilen eksen olayı bugüne kadar hiçbir hükümet tarafından da farklı bir şekilde ele alınmamıştı. Sadece dönemsel olarak merkez baki kalmak şartıyla, zaman içerisinde yerelde oluşup küresele dönüşen yapıların aynı mantık örgüsü içerisinde ilişkileri söz konusu olmuştur.
Topyekun Bir Saldırının Dili…
İstisnaları olmakla birlikte PKK dahil azımsanmayacak oranda sol, sosyalist, milliyetçi laik ve bir kısımda –SP gibi- muhafazakar ve selefi çevrelerin nazarında Ak Parti hükümetinin yanlışlarını da sayarak iyi yönleri de dahil edilerek her zemin ve araç kullanılarak, yıpratılmaya çalışıldı 2002’den buyana… Bu çevrelerin gazete ve dergilerinde Ak Parti vakıası, bir yığın doğruları kasten es geçilerek, hep yanlışları üzerinde ortaya konmaya çalışıldı. Burada Ak Parti’ye kendi eleştirilerimiz olmakla birlikte bir yığın sol, sosyalist vb. çevrelerin zıt ideolojilik yapılarından ötürü saldırılarını, bazı selefi grup ve şahısların da var olan vakıayı doğru okumadıklarına dikkat çekmekle birlikte, SP’nin o saldırı kervanına ölçüsüz bir şekilde katılmalarını anlamak mümkün sayılmaz bu bağlamda...
Analizlere bakıldığında, o analizlerin çoğu fevri, gelinen noktayı göremeyecek kadar sığ ve donuk, çağını anlayamayan, aslında birde adam gibi muhalefet sergilemekten ziyade, Ak Parti’yi eleştiri sadedinde muhayyele ha bire taş atıcı ideolojik tarafgirlik kokan bayat bir dil üzere kurgulanmıştı. Ör. Cumhuriyet gazetesi, Milli Gazete, Aydınlık dergisi vs…
Ama bu tabloya rağmen Ak Parti’yi yanlışları ve doğrularıyla; yaptığı, yapmadığı, yapamadığı ya da yapmak istemediği işler açısından ‘hak ve adalet’ kriteri içerisinde değerlendirici, hatırlatıcı, hatta uyarıcı analizler yapan gazete ve dergilerde var oldu bu süreçte. Ör. Haksöz Dergisi, Zaman gazetesi vs.
Demek ki iki ayrı dünya, farklı kriterler ve iki Ak Parti vardı sahada… Sahi bu ak Parti’nin yanlışları yanında hiç mi bir, iki kalemde olsa doğruları yoktu? Eğer ‘Yoktu/r!’ deniliyorsa, o zaman dile getirilen o açılımlar neyin nesi/ydi peki? Hele ki derin bir yapılanma olan Ergenekon yapılanmasının üzerine gidici kararlı duruş nasıl ve hangi zeminde yok sayılabilecekti; hayret değil mi?.. Var olmasına vardı ama, kör ve sığ bir muhaliflik uğruna bu konularda hükümete destek çıkmaya çalışan kurumlar, şahıslar ve milletvekilleri, öncelikle kendi yapıları tarafından aforoz edilme ile karşı karşıya kalabiliyorlardı. Ör. BDP listesinden İstanbul milletvekili seçilen ÖDP Genel başkanı Ufuk Uras kendi partisi tarafından dışlanabiliyordu! ÖDP’nin partisel kimliğinde özgürlük ve demokrasi vurgusu olduğu halde, ortaya konan tavır tek kelime ile Kemalist refleksler içeriyordu!
‘İyi Şeyler Olacak’ Söyleminden, Yeniden Şiddetin Diline…
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 2009 yılı başlarında diğer açılımlarla birlikte Kürt açılımı konusunda ‘yakında iyi şeyler olacak’ meyanında umut verici sözler sarfetmişti. Bu ifade sorunla/rla ilgilenen her çevrenin ilgisini çekmişti birden… Akabinde de barış elçisi adı altında dağdan yurda gelen PKK’lı grupların sonuçta şov’a da dönüşse Habur’da estirdiği olumlu havanın yargı yoluyla kesilmek istenmesi Ergenekon’un tasfiyesini bir açıdan kendi tasfiyesi olarak algılayan PKK’nın şahin kanadının, çeşitli kesimlerce ortaya konmaya çalışılan iyi ama karşı tezleri düşmanlık sadedinde algılanması, anlaşılan o ki kendini merkeze(!) yerleştiren yirmi, otuz yıl öncesinin konjönktürel şartlarını, hiç değişmeyecekmiş gibi algılaması ve kendi tabanına algılatma çabası belli ki uzun bir süreçte tasfiyesini durdurmaya yetmeyeceği gibi herhangi bir soruna da derman olmayacaktı…
Küresel güçlerin el’an ne diyeceği bizce meçhul olmakla birlikte; Türk devletinin eğer olası bir çözüm önerisi söz konusu ise, bu çözümün kendisinin ve sürdürülebilirliğinin göstergesi sivil-asker yasal güçlerin denetiminden sadır olacağıdır! Maalesef hükümet bu konsepte Müslüman STK’ları dahil etmek istemedi! Demokratik bağlamda partiler –Ör. BDP- muhatap alınsa bile onca ısrara rağmen PKK derin hafızada salt bir terör örgütü sayıldığından, muhatap bile alınmayacağı ise apaçık ortadadır! Ama buna rağmen kendi meclisteki konumunu İmralı’ya bağlayan BDP’nin iradesi, düşünüldüğünü az çok bildiğimiz çözüm sürecinde olumlu çabalara katkı, nedir sun(a)mayacaktır! Bu minvalde şunu ifade edebiliriz; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne iletilip, akabinde de oy çokluğuyla kapatılan DTP’nin barıştan, kardeşlikten, demokrasiden, az da olsa İslam’dan yana; akan kanların ise durmasını isteyen, onu her vesileyle talep eden bir iki ismin hem zımnen mahkeme tarafından ve hem de İmralı ve partini şahin kanadı tarafından devre dışı bıraktırılma ameliyesi Ergenekon’un bir rövanşı olarak okunabilir ki, bu açıdan tabloya baktığımızda yanılmadığımızı görürüz…
Çevresine güven telkin edici duran Aysel Tuğluk, yaşından ve tecrübesinden ötürü bilge bir kişiliği olan Ahmet Türk’ün yerine PKK’nın saldırılarına ve KCK operasyonlarına yönelik olarak sarfettiği ‘Açılım bitti!’ diyerek kendisinden beklenen şahinliğini orta yere koymaya çalışan Emine Ayna ve onun gibi, bir halkın iradesini İmralı’ya bağlama hazzı(!) içerisinde davranan Sabahat Tuncel örneğinde, vekillerin davranışları hiçte ne demokratça ve ne de bilgece izler taşır… Belki de çözüm Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafı kendi aralarında oluşan zıtlıkları ortadan kaldırıp, mesailerini bu sorunun çözümüne hasretseler(kavmi, kültürel, idari vs.) belki karşı tarafta baltaları toprağa gömecek ve İmralı olgusunu ola ki devre dışı bırakacaktır. Kaldı ki Öcalan kendi yıpranmışlığını ve vesayet altında hareket ettiklerinden sürekli yakındığı BDP’nin topu hep kendisine atmalarını anlatmaktan yorulmuştur!
Gerek BDP’nin ve gerekse de İmralı’nın ortaya koyarken yalpaladığı vakalar sadece o yakanın yanlışlarının eseri olmayıp biraz da askeriyenin, bürokrasinin, yargının, büyük oranda da medyanın, açılımlardan bahsedip konuyu ürkekçe dile getirmeyi hep sürdürmeye çalışıcı roller içerisinde olan hükümetin, muhalefet partilerinin, Kemalist, milliyetçi ve muhafazakår kesimlerin olumsuz hal ve tavırlarına binaendir az da olsa! 2009 yerel seçimlerinde Ak parti’nin doğu ve Güneydoğu’da DTP ile gereksiz ve yıpratıcı bir yarışa girmesi, vaat ettiği, ama yapması da gereken işlerde işi bir açıdan savsaklaması, Tunceli örneğinde olduğu gibi Alevi kitleye yaranıp yoksul Sünni kitleyi görememesi vb. nedenlerden ötürü Kürt halkı üzerinde hükümete karşı bir güvensizlik ve umutsuzluk havası oluşturmuştu. Birde taş atan çocuklarla ilgili ciddi bir ilerleme kaydedememesi ve KCK operasyonlarında tutuklulara reva görülen ve siyasal bir rekabetten kaynaklanan hınç ta işin tuzu biberi olmuştu!
İslami Çevreler Yeniden İnisiyatif Alıyor…
Tokat’ta faaliyette bulunan İslami kuruluşlar adına bu geçtiğimiz hafta içi ortak bir çağrıda bulunulmuştu. O ortak açıklamada şu ifade öne çıkmıştı; “ Gazze’deki kardeşlerimiz için son derece haklı olarak gösterdiğimiz duyarlılığı, kendi coğrafyamızdaki bu soruna –Kürt sorunu(S.A)- sergilemek ve hepimizi yakan bu ateşe ilgisiz kalmak asla ve asla İslami bir tutum olamaz…”
Yukarıda özet olarak belirttiğimiz ortak açıklamayı Özgür Eğitim-sen, Tokad, Tasfiye dergisi ve Özgür Yazarlar Birliği gibi İslami hassasiyeti olan kuruluşlar ve yayın organları birlikte imzalamışlardı. Gerçi Kürt sorunu konusunda Müslümanların inisiyatif koymaları yeni bir olay değildi ama bu açıklama liberal eğilimli Taraf gazetesinin 27 Haziran 2010 tarihli nüshasında bir haber olarak mevcut Ak parti hükümetine karşı şu manşetle verilmişti; “Kürtlere de Müslüman ol!” Pkk’nın silahlı eylemlerine başladığı dönemlerden buyana İslamcı dünya görüşüne sahip Müslümanlar –yaklaşık yirmi, yirmi beş yıl-her vesileyle hem Kürt sorununu gündemlerine almışlar ve hem de sorunun çözümüne yönelik olarak düşüncelerini dillendirmeye çalışmışlardı. Tek parti ve Demokrat Parti dönemlerindeki söylemleri de eklemek gerek… Az çok bölgeyi bilen ortalama bir kişi bu işi demokrat, sol ve liberal geçinen çevrelerden ziyade Müslümanların ele aldıklarını bilir. Ama ifade etmek istemeyebilirler, nihayetinde; zira el’an liberalizm para yapmaktadır! Bu konuda elini taşın altına atan İslami hassasiyeti olan kurumlara Mazlum-Der’i, Özgür-Der’i; şahıslar bazında da bu konuda kitap ve makale çalışması olan Mehmet Pamak’ı, Hamza Türkmen’i, Burhan Kavuncu’yu, Altan Tan’ı ve bölgede ciddi faaliyetler yürüten yüzlerce kişi bir çırpıda örnek verilebilir; yeter ki liberal/ci söylemlerden kurtulup her kesimin hata ve sevabını dile getirebilen insanlar ortaya çıkabilsin!
Bununla birlikte haftalık periyotlarla çıkan Özgün Duruş gazetesi olayı tekrardan bazı mahfillerce ortaya konup dillendirilen OHAL tartışmaları bağlamında ele almakta “Asker kayıplarının artması, çözüm tartışmalarını alevlendirdi” ‘Ne o hal, ne bu hal/Silahsız çözüm” sürmanşetiyle vermeye çalıştı(Sayı. 42)
Gazetenin bu dosya haberi ile ilgili olarak; Mazlum-Der Genel başkanı A.Faruk Ünsal, Özgür-Der Genel başkanı sıfatıyla Rıdvan kaya, Haksöz dergisi yazarı Hamza Türkmen ve araştırmacı yazar Altan Tan’ın ve Anadolu Platformu’ndan Turgay Aldemir’in, yazar Ümit Aktaş’ın, Hikmet Gök’ün ve gazetenin genel yayın yönetmeni Yahya Ayyıldız’ın konu ile ilgili görüşleri yer aldı.
Ayrıca hassaten belirtmek gerekir ki, yıllardır bölgede var olan dernekleri vakıflar ve cemaatlerin bünyesinde, geniş halk yığınlarını katılımıyla sürdürülmekte olan çalışmalar kayda değer İslami/insani çabalar olarak takdir edilmeyi hak etmektedir! Ör. STK’ların kitlesel basın açıklamaları, yüz binleri toplayan kutlu doğum benzeri programlar ve her kuruluşun kendi içe yönelik olarak; kadın, erkek ve çocuklara yönelik periyodik şekilde ihdas ede geldikleri kültürel, sosyal ve ilmi çalışmalar… Ama bu iyi çabalar rasyonel bir bakış açısı tarafından bayat bir söylem olan irtica olgusu içerisinde değerlendirilmektedir. Ama hakikati hiç kimse ters yüz edemeyecektir, bu aşamadan sonra…
İslamcı kesimin bu konu ile ilgisi Müslüman kitleyi büyük oranda oluşturan muhafazakårların ilgisi ile kıyaslandığında su götürmez derecede etki alanı geniş ve önemlidir. Zaten bu muhafazakår kitle baştan beri İslami tutumlar içre olsa idiler; ne Müslüman Kürt halkı PKK gibi laik, seküler, materyalist ve Marksist yapılardan medet ummazlar, BDP gibi kendi inisiyatifini İmralı’ya teslim etmeyi siyasi bir maharet sayan sözde yapılara oy devşirmek zorunda kalmazlardı! Gerçi bu muhafazakår kitlenin önemli bir kısmını da Kürtler oluşturmakta idi. Bu da bu ülkenin bir hakikatidir…
Gelecek süreçlerde salt İslam ve Müslüman kitle adına İslam’dan yola çıkıp inisiyatif alıp, onu geliştirip hayatın her alanına teşmil edebilirsek, yakıcı her sorun gibi Kürt sorunu da çözümsüz kalmaz… Kendi öz inancımız oligarşiye, derin yapılara inşallah hep galip gelecektir!
Kim ne derse desin inisiyatif, elbet bir gün hiç yok olmamacasına Müslüman halk kitlerinin olacaktır!
-
mbozac 04-07-2010 23:39
ne alaka?selefist yaklaşım ne demek!biz çözüm üretelim diyoruz,süreci tıkayalım demiyoruz...çözüm ırkı inkar ,haklarını görmezden gelme üzerine kurulamaz elbet!zaten bu müslüman bireyin haddi de olamaz,işi de...kimin hangi hukuku var ki, bir de islamın hukuku bir tarafa konulup ırki hukukun peşine düşeceğiz! o önemsiz demiyorum,önceliğimiz değil diyorum!işin aslı asıl işimize bakmaktır!
-
Sait Alioğlu 02-07-2010 21:00
Olması gereken var olan sorunların bir bütünlük içerisinde ele alınıp değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulmasıdır. Ama her şeyi birbirine karıştırmadan, hukuk/lar/a zarar vermeden birlik içre ama her şeyin hakkını ve her kesimin toplumsal, siyasal, kültürel vb. durumlarına uygun yapıları hayır içre oluşturmak gerekir. Ama bu yapılmazda yok Arap sorunu, yok Laz sorunu, yok Kürt sorunu gibi çözüm üretmemede çözümün önünü tıkayııcı tarzda selefist yaklaşımlar neyi önerebilecektir? Bu konuda sağlıklı düşünmeye ihtiyaç var. Selamlar...
-
mbozac 02-07-2010 14:29
asıl sorun işte o yığınların hangi ırktan olursa olsun hiç bir geçerlği olmayan bu aidiyetlerini bir tarafa atıp esas aidiyetleri olan İslama dönmeleridir.o sorun bu sorun...kürt sorunu laz sorunu arap sorunu azınlıklar sorunu...hangisinin içinden çıkılabilir...haybeye meşguliyet...sorun kimlik değil aidiyet sorunudur..bütüne bakalım...birlikte biz şuuru ile sistem kaynaklı modern zamanların üretilmiş bu sorunlarını çözebiliriz...
- Bir 10 Kasım Mağduriyeti: Dr. Mehmet Arslan Tutuklandı
- İktibas’ın yeni sayısı Bangladeş gündemi ile çıktı
- Diken ve Karanfil
- Hayrola Mahmud Abbas
- Bir milyon yahudi, işgal altındaki toprakları terketti
- Ya Eyyühel Müzzemmil
- Son Seyahatimizden Yansımalar
- Husi: Gazze'ye destek için vurulan gemi sayısı 177'ye çıktı
Makaleler
Hava Durumu