Her eğitim-öğretim döneminde öğretmenlerde de öğrencilerde de belli bir heyecan belirir. Bu heyecan, yeni bir dönemin başlamasından dolayı da olabilir; yeni dersler, yeni konular, yeni öğretmenlerden dolayı da. Hele okula ilk başlayan öğrenci ile ders vermek için kollarını ilk kez sıvayan öğretmenin ya da öğretmen adayının diyelim, heyecanı daha başka olur. Meselenin öğrenci tarafını, en iyi kendilerinin bileceğini düşündüğümüz için öğrenci kardeşlere bırakıp biz öğretmen tarafına doğru eğilelim asıl.
Neden peki bu öğretmenlik konusunu açıverdik? Hemen açıklayalım efendim: 2015-2016 eğitim-öğretim yılının ikinci yarısında şahsım için çok ilginç, çok değişik bir gelişme oldu. Daha önce (ilk dönemde yani) müracaat ettiğim, atanacağıma ihtimal vermediğim halde; sözleşmeli öğretmen olarak Kayseri’nin Anadolu İmam Hatip liselerinden birine atanıverdim. 15 Şubat tarihinden itibaren başlayan bu serüven, benim için çok farklı ve çok heyecanlı bir gelişme olarak hayatımda yer edindi. Önceleri gönüllü olarak ve okul dışında beraberlik kurduğum öğrencilerle, şimdi resmî ve daha yakın bir şekilde bunu gerçekleştirmiş oluyorum.
Sözleşmeli, yani girilen ders sayısı üzerinden ücretlendirilerek de olsa öğretmenlik çok güzel bir uğraş gerçekten. Bu fikre yeni sahip olmuş değilim tabi. Hep uhdemde öğretmen olmak vardı öteden beri. Amacım iyi bir gelir kaynağına sahip olmak değildi. Ki zaten konuya dair bilgisi olanlar, sözleşmeli, bir diğer ifadeyle ücretli öğretmenliğin ahım şahım bir gelire tekabül etmediğini bilirler. Kısaca maddi bir beklenti üzerinden yola çıkmamıştım. Öyle ya da böyle lise çağındaki gençlerle yakın temasta olmanın lezzetine, farkına, güzelliğine ermiş oldum, oluyorum yüce Rabbimin lütf-u inayetiyle.
Heyecandan bahsettim ya hani, okulun bahçe kapısından içeriye girmekle birlikte kendini hissettirmeye başlıyor bu heyecan. Önceden normal kişi olarak ayak bastığın bir yere, artık muallim, öğreten, eğiten olarak girmek, çok farklı ve dahi anlatılması zor bir duygu. Geldiğin okul ilk, sınıf ilk, öğrenciler ilk, ders ilk, selam ilk, konu ilk; ilk kez öğretmen kisvesiyle insanların karşısındasın, ilk kez “Buyurun, oturun arkadaşlar.” diyorsun, ilk kez bir müfredat çerçevesinde düzenli olarak ders veriyorsun. Bakışlar üzerinde. Öğrencilerin gözlerinden okuduğun ve ne olacağını tahmin ettiğin pek çok soru, cesaretin insafında. Kimsiniz? Adınız ne? Nerelisiniz? Yaşınız kaç? Kaç yıllık öğretmensiniz? Burası kaçıncı okulunuz? Bunlar ve daha fazlası cevaplaman gereken sorular. Tanışmalarda, her iki taraf da önce karşısındakini tanımak ister, kendisini tanıtmaktan ziyade. Tabi söz ve mevki sahibi Hoca olunca, yetkisine dayanarak tanır öğrencilerini ve sonra da kendinden bahis açar. Bilmiyorum genel usul nasıl oluyor ama ben hep böyle yaptım. Bir defa söylenen isimler, hemen akılda kalmıyor olsa da kaldığı kadarıyla idare etmeye çalışıyor insan, yani taze öğretmen, nam-ı diğer çiçeği burnunda müderris.
Her türden öğrenciyi görebiliyor, toplum hakkında az çok bilgiye erişebiliyorsun onlara bakarak. Açık sözlüsünden susmayı bilmeyenine, yalnızca dinlemeyi tercih edeninden ağzından güçlükle söz alınanına, dersi kaynatmak isteyeninden ders dışı konuşulmaktan hoşlanmayanına, Hoca’yı dinlemekten ziyade kendisini Hoca’ya dinlettirmeyi maharet sayanına kadar envai çeşit kişilikle karşılaşıyorsun. Sözleriyle, tavır ve hareketleriyle öne geçen, baskın çıkanlar, diğer arkadaşlarını gölgede bıraktıklarından habersizler genelde. Hep ben cevap vereyim, hep ben söyleyeyim, hep bana sorulsun tıynetindeki öğrenciler, çoğu zaman sınıf mevcudunun en çok üçte birini oluşturuyor olsalar da, yüzde yüze mal olacak ağırlığı üzerlerinde taşıyor vaziyetteler.
Yılların tecrübesini üzerinde taşıyan öğretmenlerimiz/Hocalarımız, bu satırları okuduklarında belki “acemi çaylak” diyecekler bana, biliyorum; ama hayatımda ciddi bir durak ya da kavşak olan bu yeni tecrübeyi paylaşmalıydım. Kimi arkadaşların duygularına da tercüman olabileceğimi düşününce kutsal bir görev içinde, kutsala işaret eden cümleler kurabilirsem bahtiyar sayarım kendimi. Öğrencilere bakınca toplumumuz hakkında not verebildiğimi söylerken, meselenin öğretmenlere bakma tarafını da es geçmedim. Gayretli, gönüllü, kendini insan yetiştirmeye adamış eğitimcilerin halinin bir başka olduğuna şahit oluyorum. Lakin gününü doldurmanın derdinde, “Ne kadar az derse girsem de yorulmasam!” hedefinde olanlara da üzülmüyor değil insan. Ben görev ve sorumluluktan kaçarsam, sen kaçarsan, diğeri kaçarsa; peki, o vakit bu berrak dimağlara kim yön verecek, doğruyu ve hakkı kim gösterecek, kim örnek ve rehber olacak? Emek sarf etmediğimiz nesillerden ne bekleyebiliriz ki? Bugünün emek verilmeyen çocukları, gençleri, yarın toplumun belli noktalarında yer edinecek insanlar olmayacaklar mı? Bugünün çocukları, gençleri, yarının anne-babaları olup toplumun büyükleri olmayacak mı? Bugünden şekillendirilmeyen, bugünden Müslümanca hedeflere kilitlendirilmeyen küçükler, yarınlarda nasıl ve ne şekil büyüklüklere imza atacaklar dersiniz?
Şehid imam/öğretmen Hasan el-Benna, yarınların, yorgun olanların değil, rahatından vazgeçenlerin olacağını söyler. Hani nerede rahatlarını bozanlarımız? Nerede Hakk için, ebedî âlem için koşturan öğretmenlerimiz? Rahat yüzü nedir bilmeyen Hasan el-Benna, adam akıllı öğretmendi, Hocaydı ve mücadele halindeyken kırk üç yaşında Rabbine şehadetle gidiverdi. Hocalığın sanat olduğu konusuyla ilgili bir vakit küçük bir risale yayınlatan rahmetli Osman Öztürk Hoca, “Meslek çilelidir, korkma ve usanma! Öğrenci, Allah’ın emanetidir, titizlik göster. Emeğine acıma; samimiyetle yapılan hiçbir hizmet karşılıksız kalmaz. Kimseden karşılık ve vefa bekleme; sabırlı ol, vadeli mükâfat, hesaba sığmayacak kadar çok olacaktır.” türünden nice öğütler veriyordu meslektaşlarına.
Şu halde üzerimize düşen, görevin hakkını verme yolunda gayret etmektir. Yeni veya eski fark etmez bütün muallimler, ne kadar ciddi, ne kadar mühim bir işin ucundan tuttuklarını bilerek yapmalılar yapmaları gerekenleri. Yorulmak nedir bilmemeliler. Dinlenmeyi ahirete bırakmalılar. Bir anlamda Peygamber mesleği olan öğretmenliğin değerinin farkındalığını yaşamalı ve yaşatmalılar. Bu satırları okuma zahmetinde bulunan siz dostlardan, kardeşlerden, üzerimizden hayır dualarınızı eksiltmemenizi istememiz, çok şey bekliyormuşuz olarak görülmemeli. Dua sizden; çalışma, gayret ve samimiyet bizden; tevfik, yani başarı, yani hidayet de Allahu Teâlâ’dandır vesselam…
Fatih PALA