İslami hareketin akıncı beyi
O, Türkiye'de sahih bir akide'ye dayalı, siyasi bilinci yüksek bir İslami çalışmayı ilk başlatanlardan biriydi... 30 yılı aşkın bir süre doğrularından taviz vermeden, istikrarlı bir çizgi takip etti ve aynı yol üzerinde ömrünü tamamladı.
17-01-2010
25 Ocak 1995'te aramızdan ayrılan, Türkiye İslami hareketinin emektar ve öncü isimlerinden Ercümend Özkan'ı bir kere daha rahmetle anıyor, M. Kürşad Atalar'ın İktibas'ın Özel Sayısı için Ercümend ağabeye dair kaleme aldığı yazıyı okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.(islamvehayat.com)
İslami Hareketin Akıncı Beyi: Ercümend Özkan
KİŞİLİĞİ, ÜSLUBU ve İSLAMİ HAREKET'TEKİ YERİ
Ercümend Özkan'la İslami Hareket üzerine yapmış olduğumuz ve kitap olarak yayınlamayı düşündüğümüz röportajda kendisine şu soruyu sormuştum: "Tarihi büyük şahsiyetler mi belirler, yoksa sosyo-ekonomik şartlar mı?" Cevabı: Büyük şahsiyetler daha etkindir" olmuştu. Evet, O, bu soruyu aynı şartlar içinde yaşamasına rağmen, bazı şahsiyetlerin diğerleri arasında mümeyyiz olduğunun inkar edilmez bir gerçeklik olarak karşımızda durduğunu, bu yüzden bu "büyük şahsiyet"lerin tarihinin izlenmesiyle insanlık tarihinde daha iyi anlaşılabileceği şeklinde cevaplamıştı. Rasulullah'ı bu bağlamda sürekli örnek olarak gösteriyor ve tezinin doğruluğuna kanıt olarak sunuyordu. Çağdaş bir örnek olarak, İran İslam Devrimi'nde de İmam Humeyni'nin bu rolünü önemsiyordu. Büyük toplumsal dönüşümlerde, büyük şahsiyetlerin belirleyicilik rolünü oynadığını, mücadelenin başarısının, kitlelerin desteğinden ziyade liderliğin basireti ve ferasetine daha çok bağlı olduğunu düşünüyordu.
Özkan, liderliğe inanmış bir şahsiyetti. Bu inancının köklerinden birisi, sahip olduğu doğruları, bu doğrulara sahip olmayanlara ulaştırmada kendisini öncelikli sorumlu görmesiydi. Yani genel kitlenin bilmediği pek çok gerçeğin bilgisine sahip birisi olarak, bu gerçekleri insanlara ulaştırma görevi olduğuna inanıyordu ve bu işi hakkıyla yapmaya çalışan birisi olarak, bu işte "öncülük" yapma sorumluluğu taşıdığına inanıyordu. Doğrularının başkalarınca da paylaşılması arzusu, ilk adımı onun atmasını gerektiriyordu ve bu da hem onu müslümanlar arasında önemli bir mevkiye oturtuyor, hem de bizzat kendisini "liderlik" yapmaya zorluyordu. Aslında bu doğal bir süreçti. Herhangi bir yarışta da, yarışa önce başlayan, kural olarak ipi önce göğüsler. Ercümend Özkan'ın da böyle bir avantajı/meziyeti vardı. O, Türkiye'de sahih bir akide'ye dayalı, siyasi bilinci yüksek bir İslami çalışmayı ilk başlatanlardan biriydi ve belki de ilkiydi. 30 yılı aşkın bir süre doğrularından taviz vermeden, istikrarlı bir çizgi takip etti ve aynı yol üzerinde ömrünü tamamladı. Bu, O'nun Türkiye'deki İslami Hareket'in tarihinde, silinemeyecek bir iz bırakmasının başlıca sebeplerindendi.
Özkan'ın İslami Hareket'in tarihsel seyrinde çok önemli işlevler icra etmesinin bir diğer önemli nedeni de, kişilik özellikleriydi. Özkan, gerçekten "büyük şahsiyet"lerde bulunan özelliklerin pekçoğunu üzerinde toplamıştı. Hitabeti etkileyeciydi; ikna kabiliyeti çok yüksekti. Görüşlerini açıkça ifade eder; muhatabının ruh dünyasında etki bırakırdı. Eleştirilere konu olan üslübu aslında şahsiyetinin açık yürekliliğinin, korkusuzluğunun göstergesiydi. Ve gerçekte, bu üslubu, muhataplarını kolayca ikna etmesinin temel nedenlerinden birisiydi. Bu üslup, ikna sanatının en önemli unsurlarından olan "örneklerle açıkla"mayı kolaylaştırıyor ve böylece meramın çabucak kavranmasını sağlıyordu ve doğruları "tebliğ" etmeyi, hayatının en büyük gayesi olarak gören Özkan, böyle bir üslübu bilinçli bir tercih olarak benimsiyordu. Kimi zaman cedelci, kimi zaman ikna edici, kimi zaman "kafaları çatlatırcasına", kimi zaman da gönül okşayıcı bir tarzda konuşuyor ve deyim yerindeyse Hz. Nuh (A.S.) gibi, muhatabını ikna etmek için her yolu deniyordu. O'nu dinleyenin, O'ndan istifade etmemesi mümkün değildi. Muhatabına mutlaka birşeyler vermek, O'nun "fikrine fikir katmak" isterdi. Ve çoğunlukla bunu başarırdı. Eleştirilere muhatap olan üslübu, ibn-i Teymiyye'nin üslubuna benzerdi. Aslında bu eleştiriler, her iki şahsiyetin fikirlerinin, toplumun geneline hakim olan düşünce ve inançlara aykırı olmasından kaynaklanıyordu. Üslübunun sertliğiyle eleştirilen her iki şahsiyet de, aslında "düşüncelerinin sertliği" yüzünden tenkid ediliyorlardı. Eğer Özkan'ın düşünceleri, kitleyi temelden sarsıcı özellikte olmasaydı, dili çok daha sert ve hatta yakıcı olan Necip Fazıl gibi, geniş halk kesimlerince elbette benimsenir, sahiplenilirdi. Necip Fazıl'a, yakıcı ve saldırgan üslubuna rağmen, hemen hiç yüklenilmemesi, onun, özellikle geleneksel çevrelerin inançlarını sorgulamaması ve hatta onlara prim vermesi yüzündendi. Ama Özkan, bunu yapamazdı. Doğruyu "odun gibi bile olsa" söylemeyi tercih ederdi ve bunu kimseden çekinmeden yapardı. Kimsenin hatırına, yanlışı görmezden gelmezdi. Zira Allah'ın hatırını herşeyin üstünde tutardı. Bazı müslümanlar, insanların yanlışlarının eleştirilmesini hoş karşılamazken hatta bunu gıybet sanıp-kötülerlerken, O, bunun tam tersine, yanlışların ortaya konulmasını, Allah'a olan bir yükümlülük olarak görürdü. Hele bu şahsiyetler, toplum önüne çıkmış, tanınan, bilinen, örnek alınan insanlar ise, o zaman bu yanlışların açıklanmasını vecibe olarak görürdü. Refah Partisi'ne, Fethullah Gülen'e, Aydın Menderes'e ve daha başkalarına karşı yönettiği eleştireler hep bu cümledendi. Ebu Cehil'i eleştirmenin kolaycılık olduğunu söyler; asıl "kaleyi içerden fethedenlerin" deşifre edilmesi gerektiğine inanırdı. Ve bu konuda verdiği çabanın semeresini de alırdı Bir zamanlar Aydın Menderes'in estirdiği fırtınalara karşı müslümanları uyarması sonucunda, müslümanları rejime an gaje edecek planların boşa çıkmasında büyük katkısı olmuştu. Onun bu tavizsiz, net tavrının en somut biçimde görüldüğü alan, hiç şüphesiz tasavvuftu. Tasavvufu "bir ayrı din" olarak niteler ve "şirk dininin, tevhid dininden öcünü, tasavvufla aldığını" vurgulardı. Tasavvufa karşı yönelttiği bu kesif eleştiriler, Tevhid'in safiyetini korumadaki titizliğinin sonucuydu. "Siz onların putlarına sövmeyin ki onlar da Allah'a sövmesinler" ayetinin bilincinde olarak kimseyi "müşrik", "kafir" olarak nitelemez, biz "kafir sayma memuru değiliz" der ve fakat gerçekleri dobra-dobra söylemekten de çekinmezdi.
Ben Ercümend Özkan'ı celadet, dirayet ve ferasetiyle Hz. Ömer'e, cedelciliği, üslübu ve cevvaliyetiyle İbn-i Teymiyye'ye mücadeleciliği ve düşünce çizgisinin gelişimindeki benzerliği ile Malcolm X'e benzetirim. Kendisi Hz. Ömer'i zaten sahabe içinde ayrı bir yere koyardı. İbn-i Teymiyye'yi ise, hurafelere karşı çıkmış olması sebebiyle önemserdi. Malcolm X'ide kendisini kıyasladığını ise hiç işitmedim. Ancak şu var ki İslamı seçip, mücadeleye atılmasından Hizbut-Tahrir'den ayrıldığı yıllara kadarki yaşamı ve özellikle yaşadıkları ülkelerde İslami Hareket içindeki konumları açısından Malcolm X ile çok benzeşmektedir. Malcolm X, müslüman olduktan sonra, nasıl ki kendisinin "hidayetine sebep olan cemaatine ve davasına büyük bir sadakatla hizmet etmiş ve çok kısa bir sürede cemaatin liderliğine soyunacak etkinliğe ulaşmışsa, Ercümend Özkan da aynı şekilde, Hizbut-Tahrir'e girdikten çok kısa bir süre sonra davasına sadaketi ve sağlam imanı nedeniyle cemaatin Türkiye temsilcisi pozisyonuna yükselmiştir. Bu her ikisinin de, davalarının çok samimi bağlısı olmalarının ve ikna kabiliyeti yüksek, cevval, mücadeleci kişiliklerinin sonucudur. Nasıl ki Malcolm X, "İslam Milleti" cemaati'nin yanlışlarını görüp onlardan uzaklaşmayı ve sahih bir İslami cemaat oluşturmayı her türlü riskine rağmen tercih etmişse, E. Özkan da, Hizbut-Tahrir'in yanlışlarını gördükten sonra, "dokuz talakla boşanmayı" ve yeniden ve sağlıklı bir İslami çalışma başlatmayı hiç tereddütsüz tercih etmiştir. Farkları, Malcolm X'in sahih bir çizgide fazla uzun bir ömür sürememesi Özkan'ın ise doğru yolda pek çok hizmet yapabilmesidir. Ancak Malcolm X'in Amerika'daki (siyahi) müslümanlar arasında çok önemli bir işlevi vardır; o da İslam'ın sahih bir çizgiye oturtulmasındaki yadsınamaz rolüdür. Ercümend Özkan da Türkiye'de İslam'ın itikadi ve siyasi açıdan sahih bir çizgiye oturtulmasında aynı rolün sahibidir. Amerika'daki müslümanlar arasındaki "Siyah ırkın üstünlüğü" inancını yıkan Malcolm X ise, bu inancın, etki açısından Türkiye'deki dengi olan "tasavvufun gerçek İslam olduğu" inancını yıkan da Ercümend Özkan'dır. Malcolm X ile E. Özkan arasındaki önemli bir benzerlik de, her iki bozuk itikadın reddinin, başlarına getireceklerini bilmelerine rağmen, bu düşüncelerini, ne pahasına olursa olsun, açıkça ifade etmeleridir. Bu yüzden her ikisi de benzer akibetleri paylaşmışlardır. Malcolm X, müslüman camianın ambargosuyla karşılaşmış ve hatta bunu canıyla ödemiş, E. Özkan da aynı tecrit politikasına maruz kalmıştır.
İmamların hayatını okuduğumuzda, bazı kişilerin: "ben Ebu Hanife'den daha akıllı birisini görmedim", "Ben Şafii gibi bir deha görmedim", "Malik, çağının yıldızıydı", "Cafer derya idi", "İbn-i Hanbel'den daha bilgilisi yoktu" dediklerini biliriz. Bu sözler, elbette kimin söylediğine bağlıdır ve gerçeğin ne kadarının ifadesi olduğu da sorulabilir. Ancak, tarih, bir biçimde bu sözleri haklı çıkarmıştır. Ben de Ercümend Özkan için; "tam anlamıyla özgün bir kişilik" idi diyebilirim. Türkiye'de ilim adına, hareket adına, dava adına konuşan/çaba gösteren pek çok isim tanıdım; ancak E.Özkan gibi, pekçok meziyeti üzerinde taşıyan pek az şahsiyet tanıdım. Özkan, kendi ifadesiyle "ayağı ayağına denk" birisini aramış, ama bulamadan Dar-ı Beka'ya göç etmişti. Temposuna yetişmek çok zordu ve bu azmi ve çalışkanlığının semeresini görüyordu. Bu özelliği onu hep bir adım önde kılıyordu. Bu azmin yanında bir de, gönülden bağlılık ve duyarlılık olunca, "hayırda yarışanlar" arasında hakettiği yeri alıyordu. Evet Ercümend Özkan'ın müslümanlara bıraktığı mirasın en önemli unsurlarından birisi "dava adamı" nasıl olur? sorusunun karşılığını net bir şekilde vermesiydi.
Ercümend Özkan için, "İslam'ın Türkiye'deki akıncı beyidir" nitelemesi uygun düşer. Evet, "surda gedik açan" kişiydi O. Kendisi de bunu: "Bu topraklarda İslamı, aslına uygun olarak başlatan ve temsil eden ilk hareketiz" şeklinde ifade ederdi. Daha 1960'lı yıllarda, küfrün kalelerine pupa yelken hücum eden bir dava adamıydı ve özellikle mahkemelerdeki cesur ve muvahhid tavrıyla, İslam'ın izzetini korumuştu. Özkan'ın "öncü"lük rolü, bilhassa saf bir tevhidi akidenin kitlelere maledilmesinde belirgindir. Sahih akide, onun düşüncesinde herşeyin önündedir. Onsuz mücadeleyi, mücahidliği değersiz görür; her sevabı, öncelikle arı-duru bir akideye bağlardı. Bu inancı onu, "düşüncede devrim" üzerinde yoğunlaştırdı. Kafalardaki devrim, en zor işti ve bu zorluğu hayatının sonuna kadar tattı.
DÜŞÜNCE YAPISI VE HAREKET METODU
Ercümend Özkan, arı-duru bir Tevhid inancını savunmayı hayatının en büyük amacı olarak görürdü. Tevhide bulaştırılan hurafeleri, pislikleri temizlemeyi çok önemserdi. itikad'da "yanlış yapılmasına" asla tahammül edemezdi. 1400 yıl içinde İslam'a sokuşturulan şirk/küfür unsurlarının deşifre edilmesi ve ayıklanması davasının en önemli köşetaşlarındandı. itikad'da Kur'an dışında hiçbir kaynağı kabul etmezdi; zira itikad da zanna yer yoktu. Kur'an'ı bizzat Allah koruması altına almıştı, ancak bir başka şey için (Örneğin; hadisler) böyle birşey sözkonusu değildi. O yüzden, Kur'an'da bulunmayan ve fakat halk arasında pek yaygın olan Mehdi, Hızır, İsa (A.S.)'ın göğe yükseltilmesi vb. inançları reddederdi. itikad'da olduğu gibi, amelde de usül (yöntem) sahibiydi. Yöntemi önemserdi ve doğru bir sonuca ancak doğru yöntemle ulaşılacağına inanırdı. Amelde, rivayetleri dikkate alırdı. Fakat seçmeci davranırdı. "Buhari yapınca sevap oluyordu, biz yapınca mı günah oluyor" derdi. Sahih gördüğü rivayetlerle amel ederdi. Namazların cem'i konusunda ki tavrı bu usule göre şekillenmişti. Hadisleri "Rasulullah'a ait olduğu söylenen sözler" olarak niteler; ancak tümüyle dışlamazdı. Sünnet'i ise, "bağlayıcı" görürdü. Rasulullah'a ait olduğuna inandığı bir davranışa kesinlikle ittibar eder; onun gibi yapmaya çalışırdı.
Hadisler konusundaki hassasiyeti, aslında itikadın her alanına yönelikti. Tevhidi safiyetiyle koruma gayreti, O'nu, şirkin envai çeşidini içinde barındıran tasavvufla karşı karşıya getirmişti. Tasavvufu özden reddederdi; "iyi" tasavvuf olacağına inanmazdı. Tevhide olan duyarlılığı, tasavvufu "bir ayrı din" olarak nitelemekte hiç tereddüt etmemesini beraberinde getiriyordu. Tasavvufa karşı başlattığı bu mücadele, onun "tasavvuf düşmanı" olarak nitelenmesine neden oluyordu. Halbuki O, bir şeye "düşman" olmadan önce, bir inisiyatif sahip olmayı önde tutardı. Bu anlamda O bir Tevhid aşığıydı; tasavvufa yönelttiği, yoğun eleştiriler, inancının gereğiydi. "Allah'ın birliğine inanan Peygamber, kaçınılmaz olarak putları inkar etmeliydi" derdi. Bir konuyu, mefhumu muhalifiyle anlatmak, onun önemsediği bir yöntemdi. Bu yüzden, hurafelere savaş açarak, Tevhid'in anlaşılmasına hizmet edileceğine inanırdı.
Özkan, küfre karşı mücadele verilmesini de özden görürdü. Ancak kimilerinin yaptığı gibi, rejimle uğraşıp, hurafelerle uğraşmayı ihmal etmenin yanlış bir yöntem olduğuna inanırdı. Bu inancını "Amerika binlerce km. uzaktan bizi nasıl idare ediyor sanıyorsunuz: Hep bu yerli işbirlikçileri ve halkı uyuşturan hacı-hoca takımıyla" şeklinde ifade ederdi. Her iki kesimle de uğraşmayı gerekli görürdü. Ancak onu, tecrid etmek için bir müddet baskı yapan ve fakat bundan sonuç alamayan rejim, bu kez "umursamaz görünerek" adını silme politikası gütmeye başlayınca, Ercümend Özkan, sanki rejimi bırakmış, müslümanlarla uğraşan bir aykırı tip olarak algılanmaya başlandı. Halbuki O, kiminle mücadele etmesi gerekiyorsa onunla mücadele etmeye çalışıyordu ve bu noktada ayrım yapmıyordu.
Eylem konusunda ise müslümanların belli bir seviyeye gelmesini öncelikli görüyor ve Ebu Hanife'nin tavrının bir benzerini gösteriyordu. "Temkin'i ve "şartların olgunlaşması"nın beklenmesini öneriyordu. Şiddeti ise, "devrime beş kala" meşru görüyordu. Zira O, davanın haklılığının savunulduğu Mekki ortamlarda şiddete başvurmanın, davanın meşruiyetine halel getireceğine inanırdı. Ayrıca, güç sahibi olmadan, şiddetin zarar getireceğini vurgulardı. Bu nedenle, öncelikle güçlü bir teşkilatlanmanın şart olduğunu söylerdi.
Değişimin "tabandan tavana" olması gerektiğini söyler; Rad 11. ayeti bu konuda sürekli hatırlatırdı. Bir kavmin nasıl değişeceğinin cevabını ise, "kafaların değişmesiyle" şeklinde verirdi. Hareketin yönteminin de itikattan kaynaklandığına inanır; meşru amaçlara ancak meşrü yöntemlerle ulaşılabileceğini söylerdi. Demokratik yöntemi reddeder; bu yöntemi, sistemin çarkları arasında kaybolmakla eş anlamlı görürdü. Rejimin hiçbir makamına talip olunmaması gerektiğini söylerdi ve bunu "bir müslümanın meyhanede garsonluk yapmasına" benzetirdi. Hz. Yusuf örneğini ise yanlış verildiğini; Hz. Yusuf'un "tüm yetkileri elinde toplamış bir yönetici hüviyetiyle çalıştığını söylerdi. İslami bir düzeni ancak samimi, muvahhid müslümanların getireceğine inanırdı, ancak İslama bağlılığı öylesine derinden idi ki, mevcut rejim sahiplerine hitaben: "Benim derdim salt iktidar değil, siz bugün müslüman olun, İslami bir yönetim kurun, kapınızda çaycılığa razıyım!" demişti.
İslam'ın hükümlerinin uygulanmasını herşeyden önde tutardı. Öyle ki İslami olmayan yöntemlerle iktidar olmuş ve fakat iktidarında İslami uygulayan bir devlet başkanına itaati gerekli görürdü. Ömer bin Abdülaziz'i buna örnek gösterirdi. Osmanlı Devleti'ne de O şekliyle bile olsa, İslamı, Avrupa'ya götürdüğü için iyi gözle bakardı. Şura'yı ise önemserdi. istişarede bulunmayan bir başkanın devleti iyi yönetemeyeceğini söylerdi ve hep "bir bilenden bir fazla bilen mutlaka vardır" ayetini Şüra'nın gerekliliğine örnek olarak gösterirdi. Ancak şura sonucunda kararın, başkanın hakkı olduğuna inanır ve başkanın, genelde Şüra'nın sonucuna uymakla birlikte, farklı nedenlerle, o kararın dışında bir başka karar da alabileceğine inanırdı. Bu, O'nun "liderliğe" ayrı bir önem vermesinin sonucuydu. Güçlü yönetime inanır, çağdaş literatürdeki "Başkanlık Sistemi"ni kendine yakın hissederdi. Kuvvetler Ayrılığı prensibini gerçek dışı bulur; tarih boyunca iktidar sahiplerinin (yürütme) diğerleri üzerinde etkin olduğuna inanırdı.
Özkan, genellikle bir eylem adamı olarak nitelendirilmektedir. Halbuki O, oldukça özgün fikirlere de sahipti. Hz. İbrahim kıssası, İkra ve İnşirah sureleri, "sadikikum" ayeti, Meryem"in sofrası gibi konularda Diyanetin yapacağı kollektif tefsir çalışmasında görüşleri istenmişti. İktibas'taki "Yorum" ve özellikle de "Kavramlar" bölümleri, onun pekçok siyasi ve düşünsel konularda özgün fikirlere sahip olduğunun kanıtıydı. O, gerçekten Kur'ani zihniyetin inşasında bir ekol oluşturmuştu. İktibas bugün Türkiye'de isim yapmış pekçok yazar ve düşün adamına fikri kaynaklık görevi icra etmişti. Kısaca Özkan'ın "düşünce adamı" yönünün eylem adamı yönünden geri kalır tarafı yoktu. Zaten O da, düşünceyi önceler; eylemi, düşüncenin sonucu olarak görürdü. Yani kararlı ve tavizsiz kişiliğinin yansıması olan eylemciliğinin temelinde, sağlıklı bir düşünce sistematiği vardı.
Evet, Ercümend Özkan, 30 yılı aşkın bir zaman zarfında Allah yolunda çalıştı, didindi, mücadele verdi ve kulluğunun gereğini yaparak asıl yurduna göçtü. Özkan, kelimenin her anlamıyla, "ender yetişen insanlardandı". Orjinal bir kişiliğe, özgün fikirlere sahipti. İnandığını yapardı. Gerçek anlamıyla bir dava adamıydı. Bu açıdan, İslam'ı yaşamak isteyen müslümanların Ercümend Özkan'dan alacağı pekçok örnek vardır. Ercümend Özkan'ın hakkını, İslami Harekette hakettiği yeri teslim etmek de biz müslümanların görevidir. O, bu topraklarda silinemeyecek izler bırakmış bir hoş sadanın sahipiydi ve bu sada bu kubbede yankılanmaya devam edecekti. Zira "niceleri bu yolda şehid olmuştur, niceleri de sıralarını beklemektedir."
(M. Kürşad Atalar / İktibas Dergisi - Ercümend Özkan Özel Sayısı)
-
HUSEYİN ŞAŞMAZ 07-01-2017 13:24
"Buhari yapınca sevap oluyordu, biz yapınca mı günah oluyor" derdi. Sahih gördüğü rivayetlerle amel ederdi. Namazların cem'i konusunda ki tavrı bu usule göre şekillenmişti. Hadisleri "Rasulullah'a ait olduğu söylenen sözler" olarak niteler; ancak tümüyle dışlamazdı. Sünnet'i ise, "bağlayıcı" görürdü. Rasulullah'a ait olduğuna inandığı bir davranışa kesinlikle ittibar eder; onun gibi yapmaya çalışırdı. Hadisler konusundaki hassasiyeti, aslında itikadın her alanına yönelikti. *** Ercümend Özkan'ın hakkını, İslami Harekette hakettiği yeri teslim etmek de biz müslümanların görevidir. *** Ve bu gün (2017) yaşamış olsaydı kesinlikle şu fikri onaylar ve desdeklerdi. *EŞYAYI BAZ,ÖLÇÜ ALDIĞIMIZDA Vahyin,Son asrın ilim ve teknolojisiyle hazırlanmış açılımı bekleyen Fikri. VAHİY KONULARI HARİCİNDE, DALINDA UZMANLAŞMIŞ KİŞİNİN GÖRÜŞLERİ GEÇERLİDİR. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. İNSANDAKİ HALLER..(EŞYADAKİ ÖZELLİKLER.) DEN BAZILARI. Asıl olan. vakanın eşyadaki özellikleri ile olan ilişkileridir. Fikrin oluşum Süreci ve Aşamaları. ***
-
müjgan kıvrak 17-02-2015 10:44
Rabbim rahmetiyle muamele etsin .Rabbim razı olsun. Cesur, yufka yürekli güzel adam..Minnet ve şükranla yad ediyorum..
-
ersin ertuğrul 05-02-2015 16:49
Kürşad Bey bu yazısıyla Ercümend Özkan'ın fikir ve aksiyon yönlerini de kuşatarak okuyanları için ilgi uyandırmıştır. Bu nedenle yazısı işlevini yerine getirmektedir kanaatindeyiz. Bu ve bunun gibi Ercümend Özkan Bey'in fikir ve aksiyon hayatına dair örnek yazıların çoğalarak devam etmesi gerekmektedir. Zira böylesi örnek şahsiyetlerin varlıkları, fikirleri ve tecrübeleri büyük önem taşımaktadır. Bu itibarla Kürşad Bey'e istifade ettiğim bu yazı için şahsım adına teşekkür ederim. Selam ve muhabbetlerimi sunarım.
Makaleler
Hava Durumu