Kaç Uhud geçti hayatımızdan?
Peki, bizim bu hayatta Rabbimize verdiğimiz sözler yok mu? “Üniversiteyi bir kazanayım görürler nasıl başarılı olacağımı, şu okul bir bitsin o zaman gör sen beni, bir evleneyim görürsün, hele bir çocuğum olsun bak onu nasıl yetiştireceğim, para kazanmaya bir başlayayım bak nasıl infak edeceğim, şu hastalığım bir geçsin nasıl çalışacağım...” tarzında, kimini kalpten geçirerek kimini ise dilimizle de ikrar ederek sözler vermedik mi bizler de aslında?
02-11-2017
Enes bin Nadr’ın hikâyesini hepimiz biliriz. Bir sebepten Bedir Savaşı’na katılamamıştı Enes bin Nadr ve içten içe hep bunun üzüntüsünü, eksikliğini duruyordu. “Allah’ım, ben Bedir’e katılamadım. Bana bir Bedir kapısı daha aç da o zaman ne yapacağımı gör” diyordu. Her fırsatta, her arkadaşına da, “Bir cenk olsa Rabbim benim ne yapacağımı bilir” diye söylüyordu. Çok geçmeden Uhud Savaşı bildirildi Allah tarafından. En önde adını yazdıranlardan oldu Nadr. Ve Rabbine verdiği sözün hakkını vereceği günü beklemeye başladı. Savaş günü geldiğinde ise “Ne yapacağımı gör” sözünün içini bir bir doldurmaya başladı. Çatışmanın en kritik anında, Allah Rasûlü’nün öldürüldüğünü duyduğu anda, “O halde siz neden duruyorsunuz, kalkın ve O’nun gibi ölün” diyerek arkadaşlarını çarpışmaya teşvik etti. Okçular Tepesinde ganimet sevdasıyla yerlerini terk etmeye başlayınca bir kısım arkadaşları, o onların yükünü de omuzlarında hissederek vuruşmaya devam etti. Hiç geri durmadı, hiç kaçmadı ve bir an bile duraksamadı. Bir söz vermişti ve o sözü yerine getirmeliydi. Savaş bittiğinde şehidler tespit edilirken kardeşi onu yalnızca ayak parmaklarından tanıyabildi. Çünkü vücudu sayısız kılıç ve mızrak darbeleriyle dolu, yüzü parçalanmış, kulakları, burnu, kolları ve elleri kopmuş vaziyetteydi. Kimimin korktuğu, kimimin gafillik yaptığı, kiminin ganimet bulmaya koyulduğu bir savaşta o, “Ne yapacağımı gör” sözünün hakkını vererek Rabbine kavuşmuştu..Peki, bizim bu hayatta Rabbimize verdiğimiz sözler yok mu? “Üniversiteyi bir kazanayım görürler nasıl başarılı olacağımı, şu okul bir bitsin o zaman gör sen beni, bir evleneyim görürsün, hele bir çocuğum olsun bak onu nasıl yetiştireceğim, parakazanmaya bir başlayayım bak nasıl infak edeceğim, şu hastalığım bir geçsin nasıl çalışacağım...” tarzında, kimini kalpten geçirerek kimini ise dilimizle de ikrar ederek sözler vermedik mi bizler de aslında?
Çocuk yetiştirme tarzını beğenmediğimiz birini gördüğümüz zaman, çocuğunu en iyi yetiştiren anne olmak için heves etmedik mi? Meslek hayatına başlayınca çalışmalara katılmayan bir büyüğümüzü işaret ederek, kendi mesleğimizi davamız için kullanma hayalleri kurmadık mı? İnfak için eli cebine gitmeyen varlıklı kimselere bakıp da o varlığa sahip olmamız durumunda vereceğimiz infakları hesaplamadık mı? Flört eden veya nişanlısı ile görüşen arkadaş ve akrabalarımızı esefle kınayıp kendi nişanlılık dönemlerimizi dört gözle beklemedik mi? Aşırılık yapılan ve İslamî usullere uyulmayanlar düğünleri izledikçe kendi düğünümüzün provalarını yapmadık mı? Hayırda kullanılmayan araçların sahiplerini baz alarak kendi aracımız olması durumunda nasıl İslam ’a adayacağımıza garanti vermedik mi? Evlerini mobilyadan saraylara çevirip israf yapanlara bakıp kendi kuracağımız sade evlerimize özenmedik mi? Hepimiz hayatımız boyunca, meslek hayatını, evliliğini, anne ve babalığını beğenmediğimiz insanlara bakıp, Enes bin Nadr’ın yaptığı gibi, tabiri caizse efelenmedik mi?
Elbette efelendik. Elbette bir takım sözler verdik. Elbette hayaller kurduk. Peki ya sonra ne oldu? Tutabildik mi sözlerimizi? Durabildik mi söylediğimiz yerde? Yapabildik mi vaatlerimizi? Yapmamayı başarabildik mi eleştirdiklerimizi?
Elimize para geçince infakta bulunabildik mi yoksa bizim de mi cebimiz kitlendi aniden? Nişanlanınca mesajlaşmamayı, çay bahçelerinde oturup konuşmamayı başarabildik mi yoksa bizim de mi ellerimiz birbirine değdi birden? Düğünümüzde aşırılıktan kaçınabildik ve inançlarımıza göre mi bir organize tertip ettik yoksa biz de mi “Bir kere evleniyorum” diyenlerden olduk? Çocuğumuz olduğunda her şeyimizden fedakârlık ederek onu Hak çizgide yetiştirebildik mi yoksa biz de mi “İşlerimiz yetişmiyor” diyerek tablet ve TV bağımlısı yaptık onları? Kendi evimiz olduğunda israftan kaçınıp, sade bir hayat yaşayabildik mi yoksa bizim de mi evlerimizin her yıl değişen eşyaları oldu? Üniversiteye adımımızı atar atmaz parmak ile gösterilen şuurlu bir genç olabildik mi yoksa biz de mi sistemin değiştirdiği ve bozduğu aklı bir karış havada nesilden olduk? Mesleğimizi elimize alınca Allah yolunda çalışmalara da hakkını vererek katılabildik mi yoksa biz de mi “Zaten çok yoruluyorum” grubuna dahil olduk? Evlendiğimiz zaman Allah’ın razı olduğu bir eş olabildik mi yoksa karının kocaya minneti, kocanın karıya şefkati olmayan evlilerden mi olduk?...
İşte bütün mesele, Rabbimizin bize kaçırdığımız Bedirler için bir Uhud imkânı verdiğinde bizim tutunacağımız tavırdır. Tüm imtihanımız, dilimizle ikrar ettiğimiz veya sadece kalbimizden geçirdiğimiz nice “Sen beni o zaman gör” sözlerimizin arkasında durup duramayacağımız ve Uhud zamanı geldiğinde verdiğimiz sözlerin içini doldurup dolduramayacağımızdır.
“Bir kez evleneceğim” demeden, “Kazancım bana ancak yetiyor” demeden, “Çocuklarıma yetemiyorum” demeden, “Kalbime söz geçiremiyorum” demeden verdiğimiz sözlerin arkasında durmak ve bu uğurda tüm varlığımızla Nadr gibi sözümüzü yerine getirinceye dek vuruşmaktır.
Meryem Nida
YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
İlginizi çekebilecek diğer haberler
Makaleler
Hava Durumu