Kedicikler ve kuzucuklar
Adnan Oktar ve kediciklerini duymayan, bilmeyen, yadırgamayan Müslüman yoktur. Bu konunun elle avuçla tutulur bir yanını da bulmak mümkün değildir.
01-08-2018
Adnan Oktar ve kediciklerini duymayan, bilmeyen, yadırgamayan Müslüman yoktur. Bu konunun elle avuçla tutulur bir yanını da bulmak mümkün değildir.
Kediciklerden vazgeçtik de bizim kuzucukların hali nice olacak?
Âshab-ı Kirâm (r.a.)’nın,”Bu senin görüşün müdür yoksa vahiy midir ya Resulullah?” diye sormasında ki espiri şayet Resulullah (a.s.)’ın ağzından çıkan söz şayet “vahiy değil bu benim görüşüm” olduğunda âshab görüşe alternatif görüş sunabilmesidir.
Bedir Gazvesinde mevkiinin belirlenmesi konusunda HubabibniMünzir el-Ensarî (r.a.) bu soruyu soruyor ve vahiy olmadığı cevabını alınca kendi görüş ve teklifini sunuyor ve Resulullah (a.s.) tarafından kabul görüyor.
Kendisine zıhar yapan eşini şikayete gelen Havfebint Salebe validemizin itirazı,Hz. Âişe annemizin azatlısı Berire validemizin eşini boşamak istediğinde eşi tarafından Resulullah(a.s.)’ı aracı kıldığında aynı soruyu soran Berire validemiz, Resulullah (a.s.)’dan görüşünün kendisine ait olduğunu vahiy olmadığını öğrenince eşinden boşanması gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Elbetteki, Resulullah (a.s.) vahiy gelmeyen konularda ashâb-ı ile istişâre etmek de,Uhud Gazvesi örneğinde olduğu gibi O’nun sünnetiydi.
Burada görülmesi gereken gerekenâshab-ı kiram Allah’ın Resûlü (as)’a : ”Bu senin görüşün müdür yoksa vahiy midir ya Resulullah?” sorusunu bugün kü çoğu Müslüman olduğunu eden kitleler tarafından hocalarına, imamlarına, reislerine: “Bu senin görüşün müdür,yoksa Allah’ın Kitab’ından bir âyet, Resulullah (a.s.)’ın sünnetlerinden bir sünnet midir?” sorusunu sormadan, önderlerinin şahsî görüş ve dinden anladığını din olarak maalesef kuzu kuzu kabullenmeleridir.
Tağuta kafa tutan,zindanları göze alan nice üstâd maalesef, kurmuş oldukları düzenin bozulmaması adına ya susmaktalar yada herşeyi açık açık konuşmamaktadırlar.
Kendilerince (istisnalar kaideyi bozmaz) dinî vecibelerini yerine getirmenin,bir şeylerin ğayretini ortaya koymanın huzuru ile proğramlarına devam ediyorlar.Kendilerini bekleyen tüm tehlikelere kafa tutan bu insanlar enaniyetlerini niçin yenemezler?
Bu proğramlara iştirak eden katılımcılar,sadece kendilerini anlatanı dinlerler,muhalif görüşlere bakma tenezzülü göstermezler. Bunlardan vazgeçtik anlatılan konunun önceden çalışma hazırlık yapmaz,ders sonrasında anlatılanların doğrululuğunu Kitab’tan kontrol etmez üzerine bir çalışma araştırma yapmaz.Hep tarikatları eleştiririz ya şeyhi müridini naslsa Cennet’e sokacak. MAalesef bu hastalık sadece tasavvufulara değil çoğunluğa ait acı bir gerçektir.
Şayet böyle olmasa idi vahdet temelli olan ve tefrikayı yasaklayan İslâm’ın müntesibleri aynı şehirde, hatta aynı ilçede hatta hatta aynı mahallede ayrı ayrı mı çalışmalaryapılardı?
Kuzucuklar tembellikten okumadan araştırma yapmadan haftada bir iki derse gitmek ile dinî vecibelerini yerine getirmenin, hocalar da kendisini kuzu kuzudinleyen,itiraz etmeyen hatta kendilerine mehdi senalar düzen bu kuzucuklardan memnun ve görevini yapmış olmanın verdiği huzur ile egolarını tatmin etmiş olmuyorlar mı?
Araştırma yapan,derse hazırlanan, muhalif görüş fikir beyan eden,kendilerinin tahtını sarsacak sorular soran,kendisine kuzu olmayan talebeleri ne yapsınlar?
“Körler ve sağırlar birbirlerini ne de güzel ağırlar”
Elbette hak olduğu iddiası taşıyan her söze ve sözün sahibine kulak vereceğiz ama her sözü sözlerin en güzeli ile sorgulamak şartı ile.
İnsanın ya da bir toplumun aklı, ya genellemeci bir akıldır ya da mümeyyiz bir akıldır.
Genellemeci akıl; ya her şeyi iyisiyle beraber süpürüp atar, ya da kötüsüyle beraber kucaklayıp alır.
Mesela, genellemeci akıl; ya, pirinci seviyorum diyerek pirincin içindeki taşı da yer ya da içinde taş var diye pirinci de kaldırıp atar. Oysa ki mümeyyiz bir akıl ne yapar? Pirincin içindeki taşı ayıklayıp atar, pirinci ise pişirip afiyetle yer.
Mümeyyiz akıl sahibi olan kişi sadece bir çuvalın içindeki birkaç taşı seçip ayıklamakla kalmaz, bir çuval taşın içindeki birkaç pirinci dahi seçip alır. Zira mümeyyiz bir akıl için israf edilebilecek tek bir hakikat dahi yoktur.
Zümer suresi 18. ayeti kerimesinde Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır:
"Onlar ki; her söze kulak verirler, ancak o sözlerin en güzeline tabi olurlar. İşte onlar Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kimserlerdir. İşte onlar ULU-L ELBAB’dır.’’
Müslümanlar, her söze kulak verecek kadar öz güven sahibi olmalıdırlar. Ancak duyduğu her sözün hak olanı ile batıl olanını birbirinden ayırt edebilecek kadar da mümeyyiz bir akla sahip olmaları gerekmektedir.
Dikkat ederseniz ayet ‘’işte onlar ulu-l elbab’tır’’ diye bitiyor. Peki Ulu-l Elbab olanlar kimlerdir?
Lubb; Arapçada, öz demektir.
O halde Ulu-l Elbab; kabuğa takılıp kalmayarak, öze nüfus edebilen kimseler demektir.
Bu mana ile ayeti baştan tekrar okuyalım. Ulu-l Elbab olan kimseler sözü söyleyenin kimliğine değil, söylenilen söze bakarlar. Doğru olan sözü Allah düşmanları dahi söylese alıp ona tabi olurlar; yanlış olan sözü Allah dostları dahi söylese reddedip kabul etmezler.
Kedicik olmak ile kuzucuk olmak birbirinden çok mu farklıdır?
Kediciklerden olmayız da, kuzucuk olmaktan da vazgeçilmeli değil mi?
Mehmet Kültür
- Bir 10 Kasım Mağduriyeti: Dr. Mehmet Arslan Tutuklandı
- İktibas’ın yeni sayısı Bangladeş gündemi ile çıktı
- Diken ve Karanfil
- Hayrola Mahmud Abbas
- Bir milyon yahudi, işgal altındaki toprakları terketti
- Ya Eyyühel Müzzemmil
- Son Seyahatimizden Yansımalar
- Husi: Gazze'ye destek için vurulan gemi sayısı 177'ye çıktı
Makaleler
Hava Durumu